Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Under The Hawthorn Tree - Herkes gibi mavi giyinme!

"Biliyor muydunuz, alıç ağacının çiçekleri normalde beyaz renkte olur. Ama bu farklı."
Farklı bir ağacın hikayesini izlemek için başladım bu filme. Ağaca doğru esen rüzgar içimi ısıtsın istemiştim.
Sonra onlarla tanıştım.
Jing ve San.
Yaşadıkları dönemin bütün sıkıntılarına rağmen birbirlerini "bekleyen" iki koca kalp.
Şeker gibi başladı onların hikayesi. San, Jing'e bir şeker uzattı ve "Al," dedi. O gülümseyerek reddetti, yanlarındaki çocuğa vermesi gerektiğini söyledi. San'ın cevabıysa şöyleydi: "Şekerin sadece çocuklara verildiğini kim söylemiş?"
Çocuk olmadığını ima etmişti, ama hem kendisi hem de Jing çocuktu aslında. Çocuklarınki gibi masumdu onların sevgisi, usul usul başlamıştı.
Dereden geçerken San'ın elini tutmaya bile çekinmişti Jing. Kısa bir sopayla, birbirlerine bağlanarak yürüdüler.
Dönemlerinin aşka yasak koyan bakışları altında aşklarını yaşadılar gizlice.
Kaçtılar, saklandılar. Bazen bıraktılar, herkes görsün onları.
Film boyunca San'ın sadakatini, şefkatini görüp özendim. Kızı uzaktan izleyişini için acıyarak ve takdir ederek izledim.
Jing'in masumiyetine rağmen, bu hikayenin kahramanı San'dı bence.
Kaçıp nehrin kenarında ilk buluştukları zaman ikisi için fazla büyük gelen paltonun içine girdiklerinde, Jing çekindiğini belli etmemeye çalışarak ona şöyle söyledi:
+Bir yıl daha gözetim altında olacağım.
San, hiç tereddüt etmedi: 
-Seni bir yıl beklerim.
+25 yaşıma girmeden önce annem aşık olmama izin vermez.
-25 yaşına gelene kadar beklerim.
+25'imde bile seninle olamazsam?
-O zaman hayatım boyunca beklerim.
San, beklemekten çekinmedi. Sanki bunlar çok kolay cümlelermiş gibi çıkıverdi ağzından. Ama onun için kolaylardı zaten. Çünkü Jing'i bekleyecekti, bir başkasını değil.
Jing okulun basketbol sahasının inşaatında çalışmaya gönüllü oldu. Çimentoyu çiğnemesi gerekiyordu, ama botları yoktu. Ayakları yara oldu. San gizlice evine gelip ayaklarını sardı ve ona bot hediye etti. Ertesi gün Jing botlara ayaklarına davrandığından daha özenli davrandı. San, paydosta kızın peşine takıldı ve kendisiyle hastaneye gelmesi için ısrar etti. Ayaklarının iltihaplandığını, kötü durumda olduklarını söyledi. Jing kendilerini görürler endişesiyle hastaneye gitmeyi reddetti. Birkaç saniye bu konuda tartıştılar. Sonra San bir bıçak çıkardı, hiç düşünmeden koluna kocaman bir çizik attı ve şöyle dedi: "Şimdi hastaneye gidebilir miyiz?"
Hastaneye gidip pansuman yaptırdılar. Eve dönüş yolunda birlikte bisiklete bindiler. 
Jing tanınmamak için San'ın gömleğini kafasına geçirdi. Ama eğleniyorlardı ve bisikletteydiler. Gömlek yüzünü fazla kapatamadı. Ayrıca çığlık çığlığa gülüşüyorlardı. San gömleği düzeltmek için durduğu anda kızın annesiyle burun buruna geldiler.
Annesi onları eve getirdi. Jing bandajı çözülmüş ayaklarıyla dikilirken çocuk sandalyede oturuyordu. Sonra kızın annesine "Jing'in oturup konuşmasına neden izin vermiyorsunuz?" diye sordu. Anne cevap vermeyince ayağa kalkıp kıza yaklaştı: "O halde ben de ayakta dururum."
Sonunda ikisi de oturup anneyle konuştular. Annesi haklı olarak gözetim altında olan kızının en ufak yanlışında hemen okuldan atılacağını söyledi. "Eğer onu seviyorsan birkaç yıl onu görmemenin bir mahsuru olmaz," dedi. San bekleyeceğini söyledi, onunla görüşmeyeceğine söz verdi. Gözetim süresi bitince bile görüşmelerinin tehlikeli olduğunu belirtti anne. San, Jing'in iyiliği için kabul etti.
Sonra usulca "Gitmeden önce bir ricam olacak," dedi. "Ayağının bandajını sarması için Jing'e yardım etmek istiyorum." Anne ifadesini bozmadan ricasını kabul etti: "Evimiz biraz küçük, sizi yalnız bırakmak zor olacak," demeyi de ihmal etmedi.
San yere eğilip kızın ayağındaki bandajları yeniden, düzgünce bağlarken üçü de sessizce ağlıyordu.
Çocuk gittikten sonra Jing annesine, onun hayatı boyunca kendisi için bekleyeceğine dair söz verdiğini söyledi. Annesi kolaylıkla söylenen sözün bir anlamı olmadığını söylese, "Sözde hayatı boyunca der, işe gelince çok kısa sürer," dese de San'ın sözleri çok anlamlıydı, her zaman.
Güzel zamanlar geçirdiler, filmin sonu hakkında ipuçları boldu filmde. Ama paranoyak bir izleyici değilseniz ya da kendinizi filme kaptırırsanız fark edemezsiniz diye düşünüyorum.
Filmin belki de en sevdiğim sahnesi nehrin iki ayrı tarafından birbirlerine bakarken, sanki son kez görüşüyorlarmış gibi usulca ağlamaları ve sanki iki kolunu uzatarak karşıya geçebileceklermiş gibi kollarını açıp birbirlerine uzaktan sarılmalarıydı.
Acı çektikleri zamanlarda bile gülümsediler. Birbirlerine bakarken ağlamamaya çalıştılar. Olabildiğince iyi düşündüler. Alıç ağacını görmeyi çok istediler, çiçekleri kırmızı açan o meşhur alıç ağacını.
Onların aşkı beni çok etkiledi gerçekten.
Jing "Hata yapmaktan hep korkardım. Bu defa hiçbir şeyden korkmuyorum," dediğinde derin bir nefes aldım.
Hikayenin gerçek olması insanı hikayeye daha da bağlıyor.
Jing, San'a "Seni tanıdığım için çok mutluyum," demişti. Ben de onları tanıdığım için çok mutluyum.
(Bundan sonraki cümleler spoiler içerebilir, ben uyarımı yapıyorum.)
Filmin sonunda çıkan o yazıyı muhtemelen bütün hayatım boyunca hatırlayacağım.
"Seni ne bir ay ne de bir yıl daha bekleyebildim. 25 yaşına gelene kadar da bekleyemedim. Ama hayatım boyunca bekledim."

Yazıyı filmin sonunda çalan kısacık, sakin şarkıyla bitirmek istiyorum: "Güzel alıç, dallarında beyaz çiçekler açıyor. Sevgili alıç, neden bu kadar mutsuzsun?"
 
Mavilenecek film arıyorsanız, "Alıç Ağacı'nın Altında" bekliyor olacak sizi.
Mavi geceler, efendim. ^^

21 Temmuz 2013 Pazar

Don't Cry Mommy: Mavi Kartozu'nun Megafonu - Kendinize gelin

Bir haftadır arşivimdeki 2007 yılı ve öncesinde yapılan filmleri izlerken bolca aşktan nasibimi aldım. Tam beş tane filmi iki günde izledim, üstelik iki üç damla gözyaşıyla sınırlı kaldı her şey. Güzel bir deneyimdi, tamam. Ama tatmin etmedi beni.
Bir gün orada burada dolaşırken çevirisi yeni çıkmış bir filme rastladım: Ağlama Anne. İsmiyle bile beni kazanabilmişti. Hemen araştırdım, konusu neymiş diye. Çok tanıdık geldi. O kadar tanıdıktı ki tanıtımda yazanları gözümde canlandırabiliyordum, hem de kanlı canlı insanlarla. Birkaç dakika içinde bunun, geçtiğimiz sonbaharda uluslararası yayın yapan Kore kanalı ArirangTv'de gördüğüm fragmanın filmi olduğunu hatırladım. O zaman da çok aramıştım, ama daha Kore'de yeni çıkan bir filmi ben nasıl bulabilirdim ki?
Çevirinin çıktığını görünce hemen indirdim tabii. Bir köşede bekleyecek zannettim, tıpkı geçen yıl hevesle indirip hala izleyemediğim filmler gibi. Ama bir buçuk saat oluşu beni gaza getirdi. Açtım izledim efendim.
Filmde yeni boşanmış bir kadın ve onun kızı var. Kızı (sanırım boşanma yüzünden) yeni bir okula kayıt oluyor. Yeni arkadaşlar ediniyor. Anne-kız gerçekten çok iyi anlaşıyorlar ve boşanma onların hayatlarını etkilemiyor gibi.
(Filmdeki karakter 16 yaşında, ama oyuncu 24 yaşındaymış. Kız benden bile küçük gösteriyor halbuki. Ayrıca kendisini bir türlü beğenemedim.)
Neyse işte bir gün kız okulundaki yeni en yakın arkadaşıyla yürürken bir çocuk görüyor. "Ah ne tatlıymış," der gibi alık alık bakıyor çocuğa.
Arkadaşı da kıza diyor ki "Bakma öyle. O çocuğa bulaşma." Kızın umurunda değil; çocuk sınıfta kalmışmış, serseriymiş. Oralı bile olmuyor. "Ne olacak canım," havasında. Biz seyirci olarak anlıyoruz haliyle. Ama kız anlamıyor.
Çocuk onun sınıfında ve dersten sonra onu yanına çağırıp kızın kendi avucunda olduğuna emin oluyor. Çıkışta kızın çellosunu taşıyor annesinin yanına kadar falan. Kız da tav oluyor.
Hayır, anlamıyorum. Bu suratsız çocuk nasıl olur da bu kadar iyi gelebilir? Kendisi, hiç ödül alamadıkları için beni derinden yaralayan U-KISS grubunun üyesi Dongho'ymuş. Hayranları da onun çok yakışıklı olduğunu düşünüyor. Belki de öyledir. Ama ben bu çocuğun gülümsediğini bir kez bile görmezsem tabii ki bundan emin olamam. Şöyle roller vermeyin idollere sevgili yapımcı-senarist-yönetmen arkadaşlarım, lütfen.
Neyse, sakinim.
Bir gün kız annesi ve kankasıyla birlikte çikolata yapıyor. Çikolataları çocuğa götürecekmiş sözde. Çocuğun adı da çok havalı: Jo Han. Mesaj atıyor, sana vermem gereken bir şey var diyor. Çocuğun cevabı: "Çatı katına gel. Yalnız."
Yalnız.
Yalnız.
Utanmasa üstüne rahat bir şeyler al gelirken diyecek. Ama ah aptal kızım, ah gözünü sevdiğim yavrum bunun farkında değil. Güle oynaya çıkıyor yukarı.
Çikolataları uzatıyor. "Kötü görünüyorlar değil mi?" diyor mahcup mahcup. Tam o sırada rahatsız edici kahkahalar ve küfürler eşliğinde iki uçkuruna düşkün geliyor.
Bundan sonraki sahneyi tahmin ediyor olmalısınız. Bu şerefsizler... Kızın ırzına geçiyorlar. Annesi de o sırada bir arkadaşıyla birlikte, telefonunu duymuyor. Eve geldiğinde yardım et diye mesaj buluyor kızından.
Ama çok geç kalıyor. Polisler arayıp kızınız hastanede diyor, kadın koşa koşa gidiyor. Kız perişan, nasıl olmasın. Daha 16 yaşında, güvendiği hatta sevdiği çocuk ona bunları yapmış...
Dava açıyorlar. Ama çocuklar daha lise öğrencisi. Gencecikler daha. Hatta sütten çıkmış ak kaşıklar. Öyle yazıyor kanunda. 
Serbest bırakılıyorlar. Yalnızca bir tanesi iki yıl denetimli hapis cezası alıyor. Yani evinde hapis yatacak. Anne çıldırıyor. Yeniden dava açmaya hazırlanıyor, kanıt bulmak için çırpınıyor. Hatta kalkıp eski kocasının sevgilisine gidiyor, tanıdığı tek kadın avukat o olduğu için.
Sonra henüz şoku atamayan kıza bu çocuklardan iki tanesi mesaj atıyorlar. Videonu çektik, gelmezsen annene göndeririz diyorlar. Kız gidiyor. İçlerinde Jo Han yok, yalnızca diğer ikisi.
Kız onları basit bir bıçakla titreye titreye tehdit etmeye çalışıyor ama yapamıyor. Tekrar yapıyorlar. Bu kıza yaptıklarını tekrar yapıyorlar.
Kız annesine söyleyemiyor. Ah, aptal kız.
Annesinin alışverişe çıktığı bir zaman gidip bir pasta alıyor. Sonra da bileklerini kesip kendini öldürüyor. Kadının kızı bulup cenazeden sonra evine dönmesi arasında geçen zaman boyunca hep ağladım. Gerçekten sinirlerim bozuldu, üzüldüm, nefret ettim. Eve döndüğü gün, kadının doğum günüydü. Telefonuna gelen doğum günü mesajını hemen sildi.
Sonra buzdolabını açıp pastayı buldu. Pastanın üstünde "ağlama anne" yazıyordu.
Ama asıl olay o pasta değil. Asıl olay kızının telefonuna bakarken o videoları bulması. Asıl olay kızını o halde görmesi. Asıl olay... Bu dünyanın çocuk yetiştirmek için fazla tehlikeli bir yer olması. Anlıyor musunuz?
Bu annenin nasıl kahrolduğunu, ne hissettiğini anlıyor musunuz?
Çevrenizde olan olayların farkında mısınız?
Ben kötü bir insan değilim, ama bu dünyada acı çekerek ölmesi gereken çok insan var. Bunu anlıyor musunuz?
Eğer bunu düşünmek beni kötü bir insan yapacaksa buna da razıyım. Beni anlıyor musunuz?
Gencecik bir kızın başına bunların gelmesine sebep olan insanları serbest bırakan ama onlar gibi insanları öldürülmesini engelleyen yasaları anlamıyorum. Siz anlıyor musunuz?

Bu bir farkındalık filmi. Bu yüzden kısacık, hızlı ama etkili. Tıpkı şah damarınıza ışık hızıyla batırılan ufak bir bıçak gibi. 
Sonunda neler olduğunu anlatmıyorum, elbette kadın o görüntüleri bulduktan sonra bitmiyor film. Devam ediyor, olması gerektiği gibi. Ama diyorum ki oturup izleyin; sizi ağlatmasını, sinirlerinizi bozmasını umursamadan. Yalnızca izleyin. Bazı şeylere katlanmazsanız, hissetmezseniz anlayamazsınız. Lütfen anlayın. Fark edin.
Peki, Mavi Kartozu bunu bir filmle mi fark ediverdi? Hayır, hep farkındaydım. Ama bu film bana sesimi duyurabileceğim bir yerim olduğunu hatırlattı. Bu film elimdeki magafonu görmemi sağladı. Bir mikrofon ve dev gibi hoparlörler değil belki, ama en azından kendi sesimi yalnızca kendim duymayacağım. Onların sesini yalnızca kendim duyuyormuş gibi hissetmeyeceğim.
Kendinize gelin. Bu dünyada mavi olmayan çok şey olduğunu düşünecek aklınız varsa, onlara dokunup maviye boyayacak gücünüz de vardır. Bunu fark edin. Belki sizin elinizin altında o dev hoparlörlerden vardır. Hiç yokladınız mı?

Mavi gözyaşlarıyla, mavi geceler diliyorum.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun En Mavi Beş Adamı

Yine bir "en mavi" projesi ile karşı karşıyayız.
Bu defa Kore'nin bana göre en başarılı beş erkek oyuncusunu sizlere takdim etmeyi istedim. Çünkü kendilerini izlemek o kadar zevkli ki sizin de bu zevkten mahrum kalmanıza gönlüm razı olmadı. Lütfen dikkatli okuyun efendim. Hepsinin ayrı ayrı güzellikleri var.

1. Lee Bum Soo - Mavi İntikam Adamı: 
Lee Bum Soo'ya olan büyük aşkımdan az çok bahsetmiş olmayım buralarda.
Marifeti boyundan büyük bir adam olup gülmekten kırıp geçirebildiği gibi, intikam hırsını iliklerinize kadar hissetmenize sebep de olabilir. Hatta hüngür hüngür ağlatabilir.
Adamın ağır hakaret sözcükleriyle sevilebilir bir havası var. Aksanla konuştuğu zaman, güldüğü zaman "of yerim ya, salak" dedirtebiliyor. Yaşça büyük olduğunu unutuyorum efendim bu adamı izlerken.
Bir de yemek yiyişi var ki dillere destan. En güzel jajangmyun yiyor bence. Hapur hapur, ağzını yüzünü bulaştıra bulaştıra...
Bu adama en yakışanı tecrübe sahibi, aklı başında bir karakterdir. Dizilerini izlemişseniz biliyor olmalısınız, sabırla hazırlar planını. Hep kazanır ve kendine hayran bıraktıran zekasını ortaya koyar. Taşradan gelip büyük yerlere adım adım çıkan bir genç mi istersiniz yoksa doğuştan asker, eğitimli bir ajan mı? Seul aksanı mı istersiniz, yoksa başka bir yerin aksanını mı? Gülmek mi istersiniz, yoksa ağlamak mı? Hayran kalmak mı istersiniz, yoksa acımak mı?
Bu adamı izlerken hepsini alabilirsiniz. Oyunculuğu binbir çeşit sosun bir araya getirdiği enfes bir yemek gibi. Kendisini çok takdir ediyorum.
Ben bu adamı ilk kez More Than Blue'da izledim, ama orada rolü çok yoktu ve fark edememiştim. Sonra Giant'ı izledim, kıymetini anladım. Ardından Salaryman Cho Han Ji, sonra Iris II, son olarak da Over My Dead Body'de karşıma çıktı. İyi ki de çıktı. Hastasıyım.

2. Yoo Seung Ho - Kulağı Geçen Mavi Boynuz:
Yoo Seung Ho 1993 doğumlu ve yedi yaşındayken atılmış bu sektöre. Elbette, bu işte amcası So Ji Sub'ın parmağı olduğunu düşünmeden edemiyor insan. Torpilli diyor ve kendisinden iş çıkmayacağını düşünüp sevmekten vazgeçiyoruz. Ama yapmamız gereken en son şeydir bu, belki de. En azından bu çocuğa karşı. Çünkü gidişatına bakılırsa milyonların sevgilisi, haşin erkek Ji Sub amcasını tahtından edecek gibi.
Köpek yavrusu gibi bakışlarına ve güldüğü zaman şirinlikten göğe yükselen suratına bakmayın, onun dahil olduğu kesim kesinlikle bu değil. "Yakışıklı çocuk, hadi sevelim," değil bu insanın hak ettiği. İzlenilmeyi hak ediyor. Çünkü gerçekten iyi iş başarıyor. 
Kötü çocuk olarak kendinden nefret ettirirken, içimi sızım sızım sızlatan; ay ne şeker çocuksun sen ya dedirten o gülümseme sahnesinin yanı sıra, sert sert baktığında insanın midesine ılık ılık bir şeyler akmasına sebep olan; hem serseri, hem düzgün çocuk olabilen biri o.
Parmağına taktığı koca koca yüzüklerle, giydiği takım elbiselerle gayet büyümüş görünüyor. Ama köşesine çekilip ağlamaya başladığı zaman gerçek bir çocuk.
Yoo Seung Ho başarıyor.
Ben onu ilk izlediğimde God of Study'de tembellik yapıyordu. Sonra Missing You'yu izledim, arkasında Blind'ı, son olarak da Warrior Baek Dong Soo'yu. 
Missing You'da kendine aşık etti, olan bu. Artık onu amcasından daha başarılı buluyorum. Yaşından daha büyük o. Biliyorum.

3. Lee Byung Hun - Mavi Dövüşgen:
Bir cümlede "dövüşmek" ve "takım elbise" sözcükleri aynı anda bulunuyorsa, o cümlenin diğer bir ögesi "Lee Byung Hun" olmalıdır.
Adam takım elbise giydiğinde, takım elbisesini çıkartan Clark Kent'e dönüyor, ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Aralarındaki en büyük fark Superman'in o kıyafetle, Lee Beyung Hun'un takım elbiseyle göründüğü kadar seksi gözükememesi.
Lee Byung Hun bana göre kendini aşmış bir oyuncu. Seul'den çıkınca Hollywood'a düşmüyor malesef herkesin yolu. Ama bu adamınki düşmüş şansa bak. Beni çok güldüren, çok ağlatan ve dövüşürken ekrana kilitleyen bu adam kuş olup Hollywood'a uçtu.
Ben Lee Byung Hun'u çok severim, hem de çok. Ama neden onun hakkında söyleyecek bu kadar az şeyim olduğunu bilmiyorum. Belki de o kendi kendini çoktan kanıtladığı içindir.
Ben bu adamı ilk nerde izledim, hatırlamıyorum. Ya A Bittersweet Life'taydı ya da Once In A Summer da. Sonra Iris'i izledim, bir çılgınlık yapıp I Saw The Devil'i izlemeye bile karar verdim. Tabii bu listenin ortalarında G.I Joe'yu da çıkardım aradan. Daha çok filmi var izlenecek ve hayran olunacak. Yolu mavi olsun çirkin ördek yavrumuzun.

4. Shin Hyun Joon - Mavi Abi:
Bu adam Kore'nin en yetenekli aktörleri listesinde hiç uğraşmadan ilk ona girebilecek potansiyele sahip bir adam.
Gariptir nerdeyse her dizisinde abi rolündedir ve hep ikinci adamdır. Çok güzel ağlar, kızdığında da insan irkilir karşısında.
Çok zeki bir doktoru da, zeka geriliği olan bir adamı da, deliler gibi seven bir ressamı da bileğinin hakkıyla oynar bu adam. Gerçekten her role gider, ama en çok dramda ışıldar.
Ben bu adamı izlemeyi çok ama çok seviyorum. İndirerek izlediğim dizilerinin hiçbirini silemedim, tekrar tekrar izledim hepsini.
Önce Cain and Abel'da hain abi olarak, sonra Gaksital'de aptal abi olarak, arkasından Stairway to Heaven'da aşık abi olarak izledim onu. Dünyanın en mavi abisi o.

5. Yoo Ji Tae - Mavi Manyak:
Hepiniz bu adamı hatırlıyorsunuz, değil mi?
"Artık hangi zevk uğruna yaşayacağım?"
Oldboy'un manyak, karizmatik, sapık ve soğukkanlı adamı.
Yüz hatlarıyla; uzun, ince düzgün fiziğine cuk oturan takım elbisesiyle; biçimli parmaklarına çok yakışan tabancasıyla nasıl da güzel çıldırmıştı. Kendine hayran bırakan psikopatlar listesinde üst sıralardaki yerini şıp diye alıvermişti.
Bu adama çok yakışan bir şey daha varsa o da kandır. Yüzüne, elbiselerine sıçrayan kan ve gözlerindeki o boş ifade kesinlikle hipnotize edici bir etkiye sahiptir. Ama sadece bu mu? Hayır, tabii ki. Son zamanların gençlerinin sevdiği "odun erkek" tipine de çok yakıştığını söylemeliyim. Ayrıca o koca dişlerini gösterip gülümserken de pek şeker oluyor.
Bu adamı Oldboy'la tanımıştım. Ardından Midnight FM'de biraz daha az zeki bir şizofren oluşuyla aşık olmuştum. Bugün de Ditto isimli filmini izleyip mertebesini yükselttim. Çok yetenekli, çok.


Evet efendim, bu seferlik de benden bu kadar. En sevdiğim adamlar bunlar. Umarım sizi büyülemelerine müsaade edersiniz, buna pişman olmayacağınızı garanti ediyorum.
Mavi geceleer! ^^

11 Temmuz 2013 Perşembe

Music Bank İstanbul - Buraya biraz mavi dökülmüş.

Çoğu k-pop severin bildiği gibi Music Bank sonunda Türkiye'ye geliyor. Peki nedir bu Music Bank?
Efendim Music Bank, Kore'nin üç büyük kanalından olan KBS'in düzenlediği bir müzik programıdır. Kore'de her hafta düzenlenen bu programın ne ara yurtdışına çıktığı hakkında en ufak bir fikrim yok. Ama izlerken içimizi titretirdi. Yabancı hayranlarla, bizim de kendileri için çıldırdığımız insanların deli gibi şımarması bizi çok üzerdi. Şahsen benim, CNBLUE'nun Şili'deki görüntülerini izlerken gözlerim dolmuştu.
Türk fanlar Music Bank'in Türkiye'de yapılması için imzalar toplamaya, KBS'e mailler atmaya başladılar. Sonunda başardılar ve birkaç ay önce İstanbul'da yapılacak bir etkinlik için hazırlıklara başlandı.
Ben İstanbul'da yaşıyorum, konserin yapılacağı açıklandığı gün babamdan gitmek için izin bile aldım. Üstelik o zaman burnumun dibinde bir salonda yapılacağı dedikoduları ayyuka çıkmıştı ki değmeyin keyfime.
Zaman içinde bazı sebeplerden ötürü gitme ihtimalim azaldı, küçüldü, ufalandı ve yok oldu. Bilet parası kredi çekmemi gerektirecek kadar çok olsa bile umurumda değildi, ama parayı vererek bütün engelleri ortadan kaldıramazdım işte.
Gidemeyeceğimi anladığım zaman CNBLUE gelmesin diye çok dua ettim. Aynı kara parçasına ayak basıp onları göremezsem gerçekten çok üzülürdüm (sasaeng fanlığa doğru adım adım) hatta ağlardım, haftalarca fotoğraf-video izleyerek depresyona girerdim. Ben kendimi biliyorum. O sırada dünya turuna yeni başlamışlardı ve ben konserin dünya turuna denk geleceğini falan düşünüp avunmaya çalışmıştım. (Tabii ki imkansızdı.) Sonra gelme ihtimallerinin arttığını düşünüp bilet fiyatları yüksek olsun diye dua ettim. Velhasıl çok mu ağladım dua ederken bilmiyorum ama kabul oldular, GELMİYORLAR!!
Derin bir oh çekmiştim gelen sanatçılar açıklandığında. Tabii garip bir hayalkırılığı da hissetmedim değil.
Music Bank'e gelen sanatçılar şu şekilde:
FT ISLAND
BEAST
SUPER JUNIOR
AILEE
MBLAQ
MISS A
Hepsini dinlemişliğim var, hepsini çok severim. Ama özellike FT ISLAND sıyrılıyor aralarından benim için. En çok onları görmek isterdim.
Neyse belki gezmeye falan gelirler buralara, azıcık mavi bulaştırırlar sokaklarına pis İstanbul'un. Belki. Bir umut.
Bilet fiyatları da açıklandı bugün.
77 liradan başlayıp 350 liraya kadar çıkan biletler var. Açıkçası bilet fiyatları yüzünden de biraz üzüldüm. Yani azıcık daha pahalı yapmalılardı bence. Bak mesela ben şimdi gidebilsem en düşük fiyattakini alacak kadar para verebilirim. Ama gidemiyorum. Yani bu adamlar tesellimi elimden aldılar. Bak dertlendim yine.
Artık sizlerden gelen fotoğraf ve videolarla orada gibi hissetmeye çalışacağım.
Gidebilsem buraya iyi malzeme çıkardı, ama kısmet.
7 Eylül'de mavi yıldızlar İstanbul'da sahnede olacaklar. Onları izlemeye gidecekseniz eğer, lütfen fanlar olarak iyi iş çıkarın. Orayı masmavi yapın! Size güveniyorum. :)