Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Ağustos 2013 Cuma

Smile You - Mavi gülücükler, mavi gözyaşları...

Pek sevgili bir dostumla diziler hakkında konuşurken uzun zamandır sıcacık ve mutlu bir dizi izlemediğimi, hatta öyle dizilerin günümüzde artık yapılmadığını düşündüğümü söyledim. Söylediği ilk şey "Smile You izle," oldu.
Daha önce Smile You'nun çok sevildiğini duymuştum, hatta izlemek için araştırmıştım bile. Ama uzun dizi izleme alışkanlığım yok, izlediğim tek uzun dizi Giant'tı ve başka hiçbirinin onun yerini tutacağını sanmıyordum, hala da sanmıyorum gerçi.
Sözünü dinlediğim bir dostum olduğu için Smile You'ya hemen başladım. İyi ki başlamışım, sıcacık dizi diye aranıp durduğum şey tam olarak buydu.
Dizinin ekibinden ve konusundan bahsedeyim hemen:
Ana karakterler Lee Min Jung'un canlandırdığı Seo Jung In ve Jung Kyung Ho'nun canlandırdığı Kang Hyun Soo.
Hikaye Seo Jung In karakterinin batmak üzere olan aile şirketini kurtarmak adına zengin bir ailenin oğluyla alelacele evlendirilmesiyle başlıyor. Düğün töreninin ardından balayına gitmek için yola çıkan çifte gelen telefon her şeyi alt üst ediyor. Telefonda damadın annesi, kızın ailesinin iflas ettiğini, kendilerine borçlandığını söyleyip oğlunu eve dönmeye ikna ediyor. Ama Seo Jung In gitmeyi reddediyor. Bizi ilgilendirmez, biz para için değil aşkımız için evlendik triplerine girip arabadan iniyor. "Sen istersen git!" diye bağırıyor. Tabii ana kuzusu damadımız da basıp gidiyor ve kızımız yolun ortasında gelinliğiyle kalakalıyor.
Aklına gelen ilk şeyi yapıp babasının eski şoförü, büyükbabasının en yakın arkadaşı ve kendisinin ikinci büyükbabası olan Kang Man Bok'un evine gidiyor o perişan haliyle. Aynı gün Kang Man Bok'un torunu Kang Hyun Soo da iki yıllık yurtdışı eğitiminden sonra eve dönüyor. Bu iki olayın aynı güne denk gelmesi evin hanımı tarafından pek hoş karşılanmıyor.
Bu arada Kang Hyun Soo eve gelmeden önce birini ziyarete gidiyor. Sekiz yıldır, karşılık beklemeden büyük bir sadakatle sevdiği kadını... Seo Jung Kyung'u. İsim benzerliğinden anlaşıldığı üzere bu kadın Seo Jung In'in ablası, şansa bak.
Seo Jung In'in ailesinin evi satıldığında onlar da büyükbabanın evine geliyorlar. Tabii ki Kang Hyun Soo'nun biricik ilk aşkı da onlarla beraber.
Böyle karman çorman ve eğlenceli bir ev hayatı başlıyor onlar için. Sürekli bağrış çağrış, kavga gürültü... 
Tahmin edeceğiniz gibi Seo Jung In ve Kang Hyun Soo birbirine aşık oluyor zaman içinde. Üstelik doğal yollardan, kimsenin karşı çıkmasına fırsat vermeden.
Herkes kendi derdinde ama hikayenin içinde yavaş yavaş yürüyor aşkları. Bağlanıveriyorsunuz, onların birbirine bağlanması gibi.
Dizinin en sevdiğim sahneleri bu ikilinin sahneleriydi. İşte SBS dizilerini sevmemin en büyük nedenlerinden biri de budur: Başroller arasındaki kimya kusursuzdur. Bir diğer nedene gelirsek o da aile dizileri konusundaki bu es geçilemez başarısıdır.
Bakın bir şey söylemek istiyorum, bildiğim kadarıyla Kore'de zaten aile önemli bir unsurdur. Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi değeri büyüktür. İşte o değeri ben gördüm bu dizide. 
Kavgalar edilse de birileri birilerini üzse de aile ailedir.
Dizinin en gıcık ve hayırsız karakteri, baş karakterimizin babası Seo Jung Gil bile bir süre sonra inadını bırakıp şu kocaman ailenin değerini anlıyor.
Bu ailenin bir diğer şirin çifti de Seo Jung In'in abisiyle, aileye şans eseri katılmış olan Ji Soo. Her ne kadar onların aşklarından uzun uzun bahsedilmese de ne kadar sevimli olduklarını daha ilk görüşte anlıyor insan.
Bu karakterleri Lee Chun Hee ve Jun Hye Jin canlandırıyor. Onlar hakkında asıl güzel olan şey ise bu dizi çekildikten iki yıl sonra evlenmiş olmaları. Şimdi bir çocukları var ve çok mutlu gözüküyorlar. Bize de bu gerçeği bilerek diziyi izlerken aptalca sırıtmak düşüyor.

Dizinin çiftlerinden bahsedecek olursak Kang Hyun Soo'nun anne ve babasını es geçmek istemiyorum. Sürekli didişip duruyorlar ama gerçekten eğlenceliler. Büyükbaba'yı çok seviyorlar, etrafında pervane oluyorlar. Baba çok şeker bir adam. İlişkileri orataya çıktığında çocukları olabildiğince destekliyor. Sessiz sakin bir adam, karısına pek sesini çıkarmıyor. Ama bir höt dedi mi de akan suları durduruyor. Anne biraz çirkef ama onun da ailesi için yapmayacağı şey yok, özellikle biricik oğlu için.
Oğulları Kang Hyun Soo ise ailesi tarafından mükemmel yetiştirilmiş. Zeki, terbiyeli, yakışıklı, iyi kalpli, çalışkan, cömert, oturmasını kalkmasını bilen, lafını yerinde söyleyen, gerektiğinde kılıbık gerektiğinde maço olan, adam gibi adam! Kore dizilerinde bunun gibi bir adama rastlamadım efendim ben. Yok yani, yok. Koca dizi boyunca bir tanecik bile yanlış yapmaz mı bir adam yahu? Çok sevdim, bayıldım. Hayatımı geçireceğim adam bunun gibi olmalı, ama eğer böylesini bulamazsam kendi oğlumu böyle yetiştireceğim; buraya da yazıyorum.
Karakteri geçtim, oyunculuk açısından Jung Kyung Ho'yu çok takdir ettim diziyi izlerken. Mimikleri, ses tonunu ayarlayışı, duruşu... Gerçekten çok iyi iş başarmış. Kendisinin fandomuna giriş yapabilmek için çalışmalara başladım bile.
Dizi gerçekten çok eğlenceliydi. Aile atmosferi yakalanmıştı, birlikte yaptıkları güzel şeylere bakarken insan ister istemez duygulanıyordu.
Ben diziyi henüz bitirmedim, altı bölüm kaldı. Ama yarın tatile çıkıyorum ve bu diziyi yazmasaydım çok üzülürdüm.
Sonunda ne olacak bilmesem de bu konuda en ufak bir endişem yok. Her şeye hazırlıklıyım ve ne olursa olsun kaldırabilirim. Otuz bölüm boyunca kesintisiz güldüğüm için hiçbir şey beni yıkamaz! ^^
Bu diziyi izleyin efendim. Sizden rica ediyorum, kendinizi bundan mahrum bırakmayın. 45 bölüm oluşu gözünüzü korkutmasın akıp gidiyor. Entrikalar, çirkef yan roller olmadan mutlu mesut bir dizi bu. Büyük bir ailenin masmavi hikayesi...

Geleneği bozmuyorum ve dizinin en sevdiğim şarkısıyla veda ediyorum efendim. Mavileyin bu diziyi!
 
Mavinot: Tatil hazırlıkları içinde paldır küldür yazılmış bu yazının kusuruna bakılmaması rica olunur. :)

16 Ağustos 2013 Cuma

Mavi Kartozu'nun Mavi Annesi - Gu Family Book Vakası

Üstünden henüz birkaç saat geçmiş, taptaze ve beni çok mavileyen bir olayı anlatmak için buradayım.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki gecenin bir vakti uzun uzun anlatmaya üşenmeyen ben, Mavi Kartozu dizi izlemek için salondan odasına geçemeyecek kadar üşengeç biriyim aslında. Son iki gündür bu üşengeçliğime gerçekten güzel bir çözüm buldum. Teknolojinin insanlığa -ve tembelliğe- hediyelerinden biri olan televizyonumdan internete bağlanarak dizi izliyorum.
Bu çözüm haliyle bütün aile üyelerimi etkiledi. Annemle birlikte Gu Family Book izledik! Evet! Hem de bir oturuşta beş bölüm birden. Annem ortasından daldığı için başından anlatmak zorunda kalıp bazı konuşmaları kaçırsam da kafa dengi bir arkadaş bulmak gerçekten iyi oldu.
Efendim Gu Family Book, bildiğiniz üzere bu senenin en meşhur dizilerinden. Suzy, Lee Seung Gi, Sung Joon, Lee Yeon Hee ve özellikle bu diziden sonra hayranlarının sayısında muhteşem bir artış görünen Choi Jin Hyuk oynuyor bu dizide.
Konusundan kısaca bahsedeyim:
İlk bölümlerde bir gumiho ve bir insanın birbirlerine aşık oluşları anlatılıyor. İlk gumihomuz'u Choi Jin Hyuk canlandırıyor ve karakterin adı Wol Ryung, onun aşık olduğu insanı da Lee Yeon Hee canlandırıyor, ismi Seo Hwa.
İnsan kızımızın durumu gerçekten kötü. Asil ailesi haksız yere ihanetle suçlanıyor, babası ve annesi ölüyor. Kendisini de gisaeng evine satıyorlar. Tabii ki bunu kabul etmek istemiyor. Bir şekilde kendisini uzaktan görüp beğenen yakışıklı gumihomuzla birlikte kaçıyor. Tabii ki onun efsanevi bir yaratık olduğunun farkında değil. Kaçıp evleniyorlar. Bu sırada gumiho insan olmak için yüz günlük bir sınava tabi tutuluyor. Yapması gerekenler basit; et yok, yardım isteyenden yüz çevirmek yok, gumiho kimliğini bir insana göstermek yok. Lakin gelin görün ki makus talihi kendisini yeniyor ve karısını almak isteyen insanlara gerçek yüzünü göstermek zorunda kalıyor. Ama karısı onun gerçek yüzünü görünce korkup insanlara güveniyor, yani hayatını karartan insanlara. Bu yüzden gumiho ölüyor. Elbette tam o sırada insan kızımızın karnına bir bebek düştüğünü fark ediyorlar. Böylece iyi kalpli asker onu ve bebeğini himayesi altına alıyor. Kız bebeğin de canavar olduğunu düşünerek doğar doğmaz onu öldürmeyi planlıyor. Ama çığlıklar atarak ilk nefesini ciğerlerine çeken bebek bir insan yavrusu. Kadın onu öldüremiyor, ölen gumiho kocasının yakın arkadaşı rahip So Jung'a bebeği verip bir insan gibi insanların arasında yaşamasını istediğini söylüyor. Sonra da ailesini öldüren adamdan intikam almaya gidiyor. Bu sırada So Jung tarafından nehre bırakılan bebek iyi kalpli, cömert bir adamın karşısına çıkıyor.
Bu bebek de bizim yarı yaratık-yarı insan karakterimiz. Koluna takılan bilekliği yirmi yaşına kadar çıkarmazsa insan olarak devam edebilecek. Ama çıkarırsa gumiho olan yanı açığa çıkacak. Bu karakteri canlandıran kişi de Lee Seung Gi.
Suzy'nin oynadığı rol ise hikayenin başındaki insan kızı himayesi altına alıp bebeğini doğurana kadar onu kollayan askerin kızı. Tam bir erkek fatma rolünde. Yarı insan-yarı yaratık olan karakterimizden hoşlanıyor.
Soo Jung'un canlandırdığı karakter ise Suzy'nin yaveri. Haliyle ondan hoşlanıyor ve kendisi görüp görebileceğiniz en iyi kılıç ustalarından biri.
Ben en son 22. bölümü izledim yani son iki bölümüm kaldı.
Aslında diziyle ilgili bir yazı yazmak istemiyordum. Ama bu olaydan sonra yazmak istedim.
Yine sürekli ağlayışımla dalga geçilerek başlayan bugünün içinde annemle oturup bu diziyi izlerken Seo Hwa ve Wol Ryung'un hikayesine salya sümük ağladık efendim. Sadece bunu söyleyebilmek için kocaman bir yazı yazdığıma inanamasam da evet sadece bunu söylemek istemiştim. Siz siz olun asla Kore dizilerine ağlayan bir kızla dalga geçmeyin. Herhangi bir dizinin çıkıp sizi ağlatmayacağını nerden biliyorsunuz?
Şaka bir yana Wol Ryung ve Seo Hwa ilk başta bana o kadar sağlam bir hikayesi olmayan bir çift gibi gelse de güzel toparladılar. Seo Hwa'nın sonunda tamamlanan sadakati ve Wol Ryung'un ruhunu dizginleyen sevgisi... Tabii bir de asla aklımdan çıkmayacak birkaç satır daha: "Seni seviyorum... ve özür dilerim. Aşkım için yapabileceğim tek şey buydu."
Belki de mavi gözyaşlarımı annemden aldığım için ağladık böyle çokça ikimiz de, bilmiyorum. Diziyi izleyip test etmek ister misiniz? Bence yapmalısınız.

Dizinin en sevdiğim şarkısını verip gitmeden önce söylemek istiyorum ki sonundan pek umutlu değilim dizinin. MBC hiçbir zaman "Evet ya! İşte bu lan!" diyeceğim bir son yapamadı. Yine de bakalım bu kadar hevesle izledikten sonra biraz şans veriyorum.
Ayrıca dizi oyuncularının yarısından fazlası oyunculukla olduğu kadar müzikle de ilgileniyor ve nerdeyse hepsi birer şarkı söylemiş dizi için. Sizi ağlatacaksa bu şarkıların payı büyük olacaktır, dinlemeden geçmeyin derim.
Benim favorim ise Lee Sang Gon'un söylediği "Aşkım Acıtıyor".
Mavi kalın efendim. ^^

5 Ağustos 2013 Pazartesi

That Winter The Wind Blows - Bu dizi beni maviledi!

Uzun zamandır üzerimde çoğu Kore fanı tarafından lanet sayılan bir şeyler vardı. Hiçbir diziye bağlanamıyordum. Bir bölüm bittiğinde izlemeyi planladığım ikinci bir bölümü sonraya erteliyordum. Dizide olan hiçbir şey beni heyecanlandırmıyor, eski günlerdeki gibi ağlatamıyordu.
Derken herkesin çok övdüğü bu diziye That Winter The Wind Blows'a başladım. Beni kendisine bağladı. Beni maviledi, kendine aşık etti. Planlamadığım halde deli gibi izledim bölümlerini ve çabucak bitirdim. İzlerken yazısını yazacağım, diyordum. Herkes bilmeliydi. Ama sonunda yazmamaya karar verdim. İki gün kendimle savaştım. Sonuç olarak burdayım. Yazıyorum.
O halde başlayalım hemen.
Dizinin ana karakterleri şu şekilde:
Oh Soo.
Doğar doğmaz annesi tarafından bir ağacın altına bırakılmış bir adam. Yaşamak için bir amacı olmasa da yaşıyor. Bölgesinin en ünlü kumarbazlarından. Hayatında çok kadın olmuş, bu yüzden sık sık playboy olarak anılıyor.
Diğer ana karakterin abisiyle isimleri aynı ve çok yakın arkadaşlar.
Oh Young.
Oh Soo'nun aynı isimdeki kardeşinin küçükken ayrılmak zorunda kaldığı kız kardeşi. Büyük bir şirketin varisi.
Etrafındaki insanlardan bir tanesine bile güvenmiyor. Hepsinin para için yanında olduğuna inanıyor.
Ne yazık ki gözleri görmüyor. Bu yüzden kendisinin kolay lokma olduğunun farkında ve hep abisinin çıkıp geleceğine, onu koruyacağına, sadece ona güvenebileceğine inanıyor.
Üstelik hasta, bu hastalık yüzünden çok acı çekiyor.
Bu iki karakterin karşılaşmaları tahmin edilebileceği üzere kızın abisi sayesinde oluyor. Oh Young bir gün abisinin kendine sürekli mektup gönderdiğini ve bunların dadısı/babasının metresi olan kadın tarafından saklandığını öğreniyor. Abisini bulmak için bulduğu mektubun üstündeki adrese gidiyor. Ne büyük şans ki ana karakter Oh Soo'nun adresi yazıyor mektubun üstünde, çünkü karışıklık olma ihtimalini düşünmeden ikisi de aynı yerde yaşıyorlar. Dizi boyunca büyük şerefsizlikleriyle karşı karşıya kalacağımız Oh Soo abisinin kendisi olmadığını, ama orda yaşadığını söylüyor. Kız için mektubu okuyor, ona iyi davranıyor. Ne büyük şanssızlık ki Oh Soo'nun korkunç ve eski kız arkadaşı, o kendisini terk ettiği için ona komplo kurup polisleri peşine takıyor. Peki polisler ne zaman geliyor dersiniz? Tabii ki mektubu bile bitiremeden!
Oh Soo topuklamadan önce kızı tutuyor, "Bekleyin," diyor. "Abiniz buraya gelecektir. Ayrıca son satırda abiniz sizi çok sevdiğini söylüyor."
Koşmaya başladığında yolun üstünde kızın abisi Oh Soo'yu görüyor ve ne olduğunu anlamak için peşine takılıyor. Ancak karşıdan karşıya geçerken abiye bir araba çarpıyor ve oracıkta ölüveriyor. Oh Soo da yakalanıyor. Kızın da babası o anda ölüyor. Her şey birbirine giriyor ilk bölümden.
Sonra aradan bir yıl geçiyor. Oh Soo hapisaneden çıkıyor. Tabii eski sevgilisinin kendisine bıraktığı kocaman boyutlarda borçlarla.
Kendisinden borcu tahsil etmek için görevlendirilen adamın ismi; Jo Moo Chul.
Oh Soo hapisten çıktıktan sonra ilk görüşmelerinde bu melek yüzlü adam onu bıçaklıyor ve ona 100 gün verdiğini söylüyor.
O bıçaklanmış, hırpalanmış haliyle eve dönen baş karakterimiz daha soluklanmaya kalmadan bir misafir beliriyor kapıda. Gelen adam Oh Soo'yu soruyor. Kendisini hatırlayıp hatırlamadığını, babasının arkadaşı olduğunu söylüyor. Ama bir dakika? Oh Soo kimsesiz bir çocuktu. Ah! Tabii ya! Bu geçen yıl ölen Oh Soo'yu arıyor. Ama... O çoktan öldü. Ayrıca şimdi yaşayan Oh Soo'nun paraya ihtiyacı var ve ölen adaşı büyük bir şirket sahibinin oğlu. 
Tabii ki tam da düşündüğünüz gibi oluyor. Kendisini sadece küçükken görmüş olan bu adama aradığı kişi olduğunu söyleyerek kandırıyor ve kendisini arayacağını söylüyor.
İşte macera böyle başlıyor.
En iyi iki dostunu da alıp 100 günlüğüne ölen dostunun evine, oymuş gibi gidiyor.
Amaç kör kız kardeşin kendisine ısınmasını sağlayıp borcu kapatacak kadar para koparmak.
En iyi iki dostu dediğimiz insanlar çocukluk arkadaşı Park Jin Sung ve ölen ilk aşkının kız kardeşi Moon Hee Sun.
Rollerine çok iyi hazırlanıyorlar. Ölen Oh Soo'nun yara izinin aynısını yapabilmek için kaynar su bile döküyorlar asıl karakterimizin koluna. Bu parayı ödeyemezlerse Oh Soo ölecek çünkü.
Ama o yaşamak istiyor. Diğerleri de onu yaşatmak... Hiçbir amaçları olmasa bile.

Dizi gerçekten nefisti. Her açıdan. Oyunculuklarda eksik yoktu, hiç kimse beni rahatsız etmedi. Senaryo çok güzeldi. Müzikler uyumluydu. Dizi yakın çekimle yapılmıştı. Yani bol bol yüzlere zoom yapılıyordu. Bu şekilde bütün yüz ifadelerini yakalamak mümkündü ve bu dizinin tadında en önemli unsurlardan biriydi bence.
Zaten abi olmaması gereken abiler üstüne yapılan diziler konusunda acayip bir zaafım var. Tree of Heaven, Stairway to Heaven bunların örnekleri. Üstüne bu dizi kreması gibi oldu.

Dizi boyunca Oh Young'un güven kazanışını izliyoruz. O gerçekten kimseye güvenemiyor ve bu onu çok yıpratıyor. Tamamen yapayalnız. Abisine güvenmek istiyor, üstelik o güvenmesi gereken en son kişi.
Bu konuda hiç unutamadığım sahne kızın Oh Soo'ya sarılıp "Sana güvenebileceğimi söyle," diye yalvarmasıydı. "Lütfen sana güvenebileceğimi söyle." Ona güvenmeye ihtiyacı vardı. Kendini hep abim gelecek, beni koruyacak, ona güveneceğim diye avutmuştu.
İyi gidiyorlardı.
Gerçekten her şeyi iyi gidiyordu.
Ama sonra... Oh Soo ona aşık oldu. Ne trajik değil mi? 
Kız kardeşin gibi davranman gereken birine aşık oluyorsun. Ondan para alman lazım hayatta kalman için. Ama o sana güvendiği için, sana güvenebilmek adına yalvardığı için parayı almak istemiyorsun. Aşkın yüzünden ölmek zorunda kalabilirsin. Ama bunu ona söyleyemiyorsun bile, çünkü seni abisi zannediyor.
Her şeye rağmen birlikte kalmaya niyetliler gerçi. Oh Soo 100 gününün hepsini kızın yanında kalmaya çabalayarak harcıyor.
Kız çok yalnız ve çocuk da öyle iyi kalpli ki ne olursa olsun gidemiyor. Kız da ona aşık olduğu zaman bile... Her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyorlar.
Bu yalnızca ikisi arasında değil. Dizinin bütün karakterleri böyle.
Herkes birbirinden nefret ediyor, herkes. Ama ısrarla sevmeye devam da ediyorlar. İnatla birbirlerine tutunuyorlar. Herkes kötü karakter, yine de hepsi iyi.
Dizi boyunca sürekli ağladığımı söyleyemem. Ama sürekli içim acıyordu. Durmadan suratım asıktı, benimki güldüğü zaman da mutlaka bir karakterinki asılıveriyordu.
Dizinin akışında hemen hemen her şey ayarındaydı. Dizideki olmazsa olmaz eğlence sahnelerinde çok eğlendim. Abinin kardeşini "sevimli şey seni" diye sevmesi ayrı bir olaydı zaten. ^^

Sinirlenmem gerektiğinde sinirlendim, üzülmem gerektiğinde üzüldüm.
Hissetmem gereken her şeyi hissettirdi bana.
Song Hye Kyo'nun ne kadar güzel olduğunu, Jo In Sung'un ne kadar etkileyici ağladığını, Jung Eun Ji'nin oyunculuk seviyesinin tekdire değer olduğunu gördüm.
Bu dizi hakkında çok yazılıp çizildi, çok beğenildi. Kusursuz olduğunu söyleyenler bile oldu. Ama ben bu dizi için kusursuz kelimesini kullanmazdım.
Dizinin son 15 dakikasına kadar kusursuzdu, gerçekten kusursuzdu. Heyecan doruktaydı, beklenmeyen şeyler olup duruyordu. Ama sonu... Sonu olmadı. Gerçekten bu senaristin sorunu ne anlamadım. Sonunu önceden planlayıp yazmış da içini mi oturtamamış, yoksa içini yazmış da sonunu mu becerememiş bilemiyorum. Ama o son olmadı sayın senarist.
Buna rağmen koskoca 16 saati, 15 dakika için silemem. Bu yüzden oturdum ve bu diziyi size anlatıyorum.
16 bölümün hepsi benim için zevkti.
Bu dizi hak ettiği maviyi almalı. Ve siz de bu dizi tarafından hak ettiğiniz kadar mavilenmelisiniz efendim.
Her karakterini sevip hepsinden nefret edeceksiniz, tıpkı onların birbirlerine yaptıkları gibi.

Yazıyı dizinin pek sevgili müziklerinden biriyle bitiriyorum.
Üzmeyin beni, mavileyin şu diziyi.
Mavi geceler efendim. ^^