Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

20 Nisan 2014 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #20

Mavi Kartozu'nun Hikayeye-Başlamadan-Önce Notu: Yirminci bölüme gelmişiz. Normalde bu kadar zamanda çok daha uzun hikayeler yazmış biriyimdir, ama Siyah Limon yavaş yavaş ilerliyor, açıkçası sindiriyorum olan biten her şeyi ve o şekilde yazıyorum. Bazen arayı fazla uzatmamak için yazdığım bölümler oluyor, işte onlarda çok emek harcadığımı söyleyemem ama genel olarak çok fazla emek verdim bu hikayeye. Yirminci bölümü kendi kendime kutluyorum işte buradan. Siyah Limon'u seviyorum. Siyah Limon'u hep hatırlayacağım. Umarım sizin için de böyle bir hikayedir. Siyah Limon'un yanında olanlara teşekkür ederim. Hadi hikayeye geçelim, şimdiden sıktım sizi. Yorumlarınızı bekliyorum, buing buing! ~~
Size bir bölüm şarkısı getirdim. Dickpunks'dan Butterfly. Tavsiye ederiim! :)(Link açılmazsa müzik çaların ilk şarkısına tıklamanız yeterli olacaktır.)
Ha bir de beklettiğim için çok özür dilerim...

6 Mayıs 2013
"Geldik İpek," diye mırıldandı. Sesi yumuşacık gelmişti ve elimi tuttuğunda ona karşı koymak için en ufak bir istek duymadım içimde. Galiba beynim uyuşuyordu ya da kabullenmeye başlamıştım, bilmiyordum.
Birlikte arabadan çıktık ve taş yolu yürüyerek bahçeyi geçtik. Aslında bahçeden geçtiğimizi kapıya gelebildiğimizde idrak edebilmiştim ancak. Aklımı toplayabilmek için hafifçe kafamı sallarken anahtarını çıkararak beni şaşırttı. Kapıyı açacak bir hizmetçi yoktu.
Ama eve baktığınızda -içerden veya dışardan, hiç fark etmez- koridorlarda bir sürü hizmetçi koşuşturuyormuş gibi hissettiriyordu. Sadece çok büyük olduğu için söylemiyorum bunu, aynı zamanda çok bakımlıydı. Sanki kapı açıldığında içeri giren toz zerreciklerini bir yere konmadan yakalayan minik temizlik perileri vardı evde. İki erkeğin yaşadığı bir evin nasıl bu kadar temiz olduğuna şaşırdım bir süre. Sonra fark ettim: Belki de bir kadın vardı, hatta kadınlar.
İçimde bir şeylerin titrediğini hissettim. Ama hiçbir şeyi dışarı yansıtamıyordum.
Evi gezdirirken kafamı sallamaktan başka hiçbir şey yapamadım. Odam üst kattaydı, annemin odası da benimkinin yanındaydı. Yine üst katta sadece bizim kullanabileceğimiz bir banyo vardı. Kendi yatak odası, çalışma odasıyla beraber zemin kattaydı.
Demir'in odasını merak ettim, ama sormadım elbette.
Odama girip oturdum. Bir dizüstü bilgisayar, ufak bir televizyon, genişçe bir yatak, çalışma masası, büyük bir kitaplık, cam balkon kapısını görecek şekilde koyulmuş bir koltuk vardı. Zamanımın çoğunu burada geçireceğimi biliyordu, oda değil ev hazırlamıştı bana. İtiraf etmeliyim ki çok güzel, ferahtı.
Ona odaya girme gibi bir şey söylememiştim ama o özellikle bunu yapmaktan kaçınıyor gibiydi. Her yeri gezdirirken de eşikten içeri bir adım dahi atmamıştı. "İşte sana özel alan" demeye mi çalışıyordu bilmiyordum. Yine de özellikle bunu yapması beni olandan daha fazla germişti.
Bavulumu almak için arabaya indiğinde kapıyı kilitleyip balkona çıktım. Bu zindan hayatımda gördüğüm en güzel arka bahçeye sahipti. Birkaç ağaç, dümdüz çimenler, ufak bir çardak... Ama hiç çiçek yoktu. Her şey yeşil ve kahverengiydi.
Atıf Bey biraz odamda yalnız kalmama izin verdikten sonra nazikçe kapımı tıklattı. İstemeye istemeye kilitli kapıyı açıp kafamı dışarı uzattım.
Yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle "Yemek hazır," dedi. "Hadi gel de bir şeyler yiyelim." Doğruyu söylemek gerekirse kurt gibi acıkmıştım. Okulda bir şeyler yiyememiştim, bütün insanlar size korkutucu bakışlar atarken lokmalarınızı yutmak hiç kolay olmuyordu. Çıkışta da zaten Demir'le ilgilenmiştim. Vakit gece olmak üzereydi ve midemde bugünden hiçbir şey yoktu.
Cevap vermeden dışarı çıktım, kapıyı arkamdan sessizce kapattım. O önde, ben arkada aşağıya indik.
Mutfak masasına kurulan sofrayı gördüğümde bu evde yaşayan bir kadın olduğuna dair şüphelerim büyük ölçüde arttı. En ufak bir eksik yoktu, her şey leziz gözüküyordu. Bu evde olmadığını düşündüğüm bir yuva sıcaklığı yayılıyordu yemeklerden.
Benim için sandalyemi çektikten sonra masanın diğer kenarında bana yakın olan tarafa oturdu. Önce benim başlamamı bekledi. İyi davranması bana çok garip geliyordu. Ama bu, benim onun iyi olmasına alışık olmadığım içindi. Yoksa şu meleklik teması onda o kadar doğal duruyordu ki tanımasam gerçek bile sanabilirdim.
Onun yanında her zaman rahatsız hissederdim, bu defa olağandan daha rahatsızdım. Çorbamı kaşıklarken ona tuhaf bakışlar atmadan duramıyor, hareketlerini dikkatle izliyordum. Yalnızca gülümseyerek karşılık veriyordu. Yüzünde yalnızca yemeğin tadını beğenmeyeceğime dair bir endişe dolaşıyordu.
Kase tamamen boşaldığında kendi kaşığını fırlatırcasına bırakıp ayağa kalktı ve boş kaseyi almak için uzandı. "Pilavla köfte koyayım. İçecek bir şey ister misin?" Tezgaha yöneldiğinde sandalyeme yaslanıp boş boş çatalımla kaşığımı izledim. Annemin yarın sabah gelecek olmasının iyi olduğunu düşündüm. Şu an yanımda olsaydı durum daha kötü bir hal alacaktı.
Tepeleme pilavın üstüne beş tane köfte koyduğu tabağı önüme bırakırken sorusunu yineledi: "İçeçek bir şey ister misin?"
"Ha-Hayır," diye mırıldandım kafamı kaldırıp direkt yüzüne bakarak. İfadem nasıldı bilmiyorum, ama şaşırdı.
"İyi misin İpek?" Usulca yerine oturup elimi tuttu. Elektrik çarpmış gibi irkildim, anında geri çekildim. Bu hareketimi görmezden gelip çorbasını içmeye devam etti. Yine de gözleri bendeydi, sorusuna bir cevap bekliyordu.
"Yemekler..." dedim. "Yemekler harika." Gerçekten çok mutlu olmuş gibi baktı gözlerimin içine. Hayır, mutlu olmuş gibi değildi. Mutlu olmuştu. "Kim... Yaptı... Bu yemekleri?" Aslında bu soruyu sorarken bile oldukça tereddütlüydüm. Bir kadın varsa bile onunla karşılaşmamıştım, belki burnumu sokmazsam karşılaşmazdım. Yine de çenemi tutamamıştım işte.
"Ben yaptım," diye güldü.
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Siz mi?"
"Evet, ben yaptım. Şaşırma bu kadar. Bu evde iki erkek yaşıyoruz, birimizin öğrenmesi gerekiyordu."
Doğal bir aile olsalardı, ben de bunu doğal karşılayabilirdim. Ama eve geldiğinde bugün oğluma ne pişirsem diye düşünmediğinden adım gibi emindim. Bunu öylece söyleyivermiş olması sinirlerimi bozmuştu. Suratına bağırarak söylemek istediğim şeyleri köfteyle beraber yuttum.
Onun yerine "Evde bir kadın olduğunu sanmıştım," dedim. Şaka yapar gibi söylemek istemiştim, olmadı. Rahatsızlığım barizdi.
Tam o anda çok yumuşak ve sıcak bir şey iki ayağımın arasından geçti. Bu ani etkileşim beni korkutuğu için yerimde sıçradım. Kafamı eğip masanın altına baktığımda duman rengi, bol tüylü bir kedinin ayaklarımın arasında oturduğunu gördüm. Kafasını çevirip bir prenses edasıyla bana baktı.
"Evimizde yaşayan tek kadın o," dedi Atıf Bey yeniden gülerek. "Seni korkutmasını beklememiştim."
Sandalyemi biraz geri çekip masının altına doğru eğildim ve kuyruğunu sallayışından bile zarafet akan kediyi kucakladım.
Onunla iyi anlaştık.  Bir köftemin yarısını yemesi karşılığında kucağımda sorun çıkarmadan oturdu bir süre. Sonra koridordan gelen bir ses onu harekete geçirdi, tıpkı kalbimi harekete geçirdiği gibi.
"Karam!" diye sesleniyordu. "Karam nereye kayboldun?"
Karam telaşla kucağımdan atlamaya çalışırken ben kalbimin atışlarını bastırsın diye onu tutmaya çalıştım. Bu yüzden koluma yıldırıcı bir çizik attı. Dudaklarımın arasından alçak sesli bir çığlık çıkmasına engel olamadım. Kedi sevgili sahibine doğru koşarken ayağa kalktım. Bu kalkış kaçıp saklanmak içindi. Lanet olası mutfağın duvarlarının olduğunu unutmuştum.
Derken onunla göz göze geldik. Uzun zamandır yarasız halini göremediğim yüzünde beni çileden çıkartan bir gülümseme vardı.
"Ne zaman geldin?" dedi Atıf Bey ağzına bir köfte atarken. Gözlerimi oğluna diktiğimi fark etmemiş miydi gerçekten?
"Çok olmadı," diye cevapladı Demir, Karam'ın tüylerini okşuyordu. "Siz ne zaman geldiniz?"
"Birkaç saat önce."
"Demek gelebildin. Evimizde çok meşhursun İpek." Bir an benimle konuştuğundan emin olamadım. Farkında olmadan iki adım geri gittiğimi fark ettim. Kendimi topladım. Boğazımı temizledim. Ne söylemem gerektiğinden emin değilim, sanırım Demir de bunu fark etti ve konuşmaya devam etti. "Tanıştığımıza memnun oldum, ben Demir."
Kekeleyeceğimi düşünmüştüm, ya da sesimin titreyeceğini. Hiçbiri olmadı. kendimden hiç beklemediğim bir ustalıkla cevap verip içimde fırtınalar kopmuyormuş gibi sandalyeme oturarak yemeğime devam ettim. İşte bu hareket Atıf Bey'in evinde kaldığım zamanların genel ifadesi sayılabilirdi.
Demir herkesi çok zorlayan bu durumdan zevk alıyormuş gibi hep gülümsedi. Bense bununla düşündüğümden daha ustaca başa çıktım. 


7 Mayıs 2013
Ertesi sabah telefonum her gün okula gitmek için kalktığım saatte çaldı. Arayan annemdi. Sesini duymak ince, saman yapraklı, kalın ebatlı, yeni basılmış, güzel kokulu bir kitaba bakıp onu okuduğunuzu hayal etmek kadar rahatlatıcı bir histi. Sorun şu ki okumaya, yani annem konuşmaya başladığında Divan edebiyatından fırlamış bir üslupla yazıldığını fark ettim. Rahatsız edici, dile batan, diken diken, süsten rüküşleşmiş bir hali vardı. Duymak istemedim. Aceleyle laflarını ağzına soktum ve telefonu kapattım.
Aslında o sabaha kadar okula devam edip etmeyeceğim hakkında bir fikrim yoktu, sormaya da korkuyordum. Yani her an kaydımı sildirip beni sonsuz kölesi olarak kullanmaya başlayabilirdi.
Neyse ki korktuğum başıma gelmedi. 
Tereddütlü adımlarla merdivenlerden inerken mutfaktan "İpek!" diye bağırdı. "Okula geç kalıyorsun acele et!" Bana uykulu bir şekilde miyavlayan Karam'ı peşime takıp mutfağa girdiğimde dün akşamki sofrayı aratmayan harika bir kahvaltı masasıyla karşılaştım. Elindeki çay bardağını masaya bırakıp bana yaklaştı.
Gülümsedi, başımın üstüne bir öpücük kondurduktan sonra. "Demir çıkalı neredeyse yirmi dakika oluyor. Evimde ikinci bir öğrenci olacağı ayrıntısını unuttuğum için özür dilerim, seni erkenden kaldırmalıydım. Bir an önce kahvaltını et de okula git hadi." Derin bir nefes aldım. Annem gibi davranıyordu ve bu hareketleri rahatsız edici olmaktan çok boğucu olmaya başlamıştı. Zaten yeterince kapana kısılmıştım.
Demir'den bahsetmesi de cabasıydı. Evet, öğrendiğim iyi olmuştu. Onunla beraber gitmek zorunda kalıp kalmayacağımı merak ediyordum. Ama masum baba ayaklarında olması tepemin tasını attırıyordu.
Beni arabanın bırakacağını, rahatsız olurum diye okula çok yaklaşmayacağını söyleyip gitti. Karam'la sessiz bir kahvaltı yaptık. Masayı bilerek toplamadım, öylece bıraktım.
Okulda olmak Demir'in benimle oyun oynadığını öğrendiğim zamandakinden bile daha zordu. Şimdi bana atılan ağır bakışlara bakıp hiçbir suçum olmadığını söyleyemiyordum. Çünkü artık onun evindeydim, üstelik beni oraya yaka paça değil nazikçe elimden tutarak sokmuştu.
Tek yapabildiğim kafamı eğip insanlara bakmadan koridorlarda yürümek oldu.
Garip bir şekilde, gidip Demir'in yanına oturduğumda rahatlayacağımı düşünüyordum. Yanında olmak için can atıyordum. Onunla kavga etmek, sinirimi ondan çıkartmak istiyordum.
Sınıfa girdiğimde her zamanki gibi kapüşonlusunu gözlerinin üstüne kadar çekmiş, kafasını duvara yaslamış uyuyordu. Dudaklarımdan belli belirsiz bir gülümsemenin geçmesine engel olamadım. Yalnızca ona bakarak ilerledim.
Birkaç saniye sonra benim oturuyor olmam gereken yerde Gökçe oturuyordu. Ben sınıftan içeri atım attığımda çantasını toplamış ve benim yerimi kapmak için kopmuştu. Yerleşirken bilerek Demir'in koluna çarptı, onu uyandırdı.
Herkesin gözü üzerimizdeydi. Demir'in en ufak bir yorum yapmaması da heyecanları artırdı.
Gökçe'ye en ufak bir ikazda bulunmadım. Demir'in umurunda değilse, benim de umurumda değildi. Hafifçe geriye dönüp Ufuk'un yanına oturup oturmayacağımı sormaya karar verdim. O beni koruduğundan beri Zeynep pek onunla takılmıyordu. Bu yüzden yanındaki sıra boş olmalıydı. Şansa bakın ki Gökçe'nin arkadaşlarından biri de Ufuk'un yanına oturmaya karar vermişti, hem de çok eğlendiğini belli eden bir ifadeyle birlikte.
Gerçekten sinirlenmiyordum, hayır. Sinirlenemezdim.
"Gökçe yerimden kalkar mısın?" diye tısladım. Bağırmamak için dişlerimi sıkmıştım. Hayır, kesinlikle sinirlenmiyordum.
Hanımefendi sanki dünyanın en komik esprisini yapmışım gibi kahkahalar atıp karnını tutarak güldükten sonra "Senin yerin kocanın yanı, şekerim," dedi. Sesinin yüksek çıkmasının sebebinin kahkaha attıktan sonra ses tellerini kontrol edememesi olduğunu düşünerek, olayları masumlaştırmaya çalıştım. Sinirlenmiyordum.
Bunu kullanacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Ama Demir'i kocam olarak göstermeye razı oldu gönlüm. "Öyleyse kocamın yanından kalkmalısın."
"Demir'le babası o kadar mı benziyor? Hangisinin gerçek kocan olduğunu karıştırıyorsun resmen."
Ufuk'un yanındaki sırayı kapan kız lafa atladı: "Belki de çok fazla kocası olduğu için karıştırıyordur."
Hiçbirine sinirlenmemiştim. Olabildiğince sakindim. Sınıfın kahkahalarla bu iğrenç şakalara gülmesi bile beni sinirlendirmemişti. Çileden çıkmama sebep olan şey Demir'in yalnızca dinlemesiydi. Aptal gibi esnemesiydi.
Çantamı sinirle yere attım.
Hayatımda hiç kız kavgasına karışmadım, dolaylı olarak bile. O yüzden sizi temin ederim ki dövüşmek içgüdüsel bir şey.
Elimi saçlarının arasına sokup onu koridora doğru sürüklerken bile ne yaptığımın farkında değildim, düşünmüyordum. Sadece içimden bir ses yapmamı söylemişti ve ben de yapmıştım. Sürüklemek için değil, koparmak için çekiyordum saçlarını. Ama bundan sonra bana bulaşmayı düşünenler iki kere düşünsün diye koridora doğru ilerliyordum işte.
Hareketlerimin çoğunu hatırlamıyorum. Canım çok yandı. Kafatasım, karnım, ellerim, göğüslerim acıyı en çok hissettim yerlerdi. Saçımı çekmiş, bolca yumruk ve tekme atmıştı. Dudağımın kenarı patlamıştı, saç diplerimden belli belirsiz kan sızıyordu. Kollarım, yanaklarım çizik içindeydi.
Tabii ki bunlar bana olurken ben de boş durmamıştım. Kafasının sağ tarafındaki saçların çoğu elimdeydi, dudağıma karşılık kaşını patlatmıştım. Eteğini yırtmış, boynunu kanatacak kadar derin çizmiştim. Ayrıca gururla söylemeliyim ki sona doğru benden kaçmaya çalıştığında yakasından tutup kafasını duvara çarptım.
En son yerde yuvarlandık. Sonra biri beni kolumdan yakaladı. Ufuk'tu bu. Tüm cesaretini toplayıp benim için deliler gibi korktuğu kız kavgasına girmişti. Kendini bana siper edip Gökçe'yle aramıza girdi. Koridoru dolduran öğrencileri anında susturacak kadar yüksek sesle bağırdı.
Ne dediğini anlamadım bile. Kafamı sırtına yaslayıp dinlenmekle, ağlamakla, utanmakla meşguldüm.
Kendimi çok kötü hissediyordum, ama bu kesinlikle az önce korkunç bir kavgadan çıktığım için değildi. İşte sebebi tam karşımda duruyordu. Gözlerimin içine bakıyordu. Kahverengisinin sıcağı gitmiş gözlerinde Titanik'in çarpıp battığı buzdağı vardı. Demir, benden nefret ediyordu. Artık bundan adım gibi emindim.
Ufuk bana dönüp sımsıkı sarıldığında Demir'e defolup gitmesini söyledi. Bu sözler muhattabında nasıl bir etki bıraktı, bilemiyorum ama benim canımı çok acıtmıştı.
Nasıl bu hale gelebilmiştik?

***
Gökçe'nin gidip beni idareye şikayet etmesi üzerine savunma yazmak zorunda kalmıştım. Bu lavaboda temizlendikten ve Ufuk'un yanımda olmak için kızlar tuvaletine bile girmesinden hemen sonraydı. Ufuk peşimden hiç ayrılmadı. Eli omzumdan hiç eksik olmadı.
Savunmamı yazdıktan sonra derslere girmedim. Benimle konuşmaya çalışan Mustafa Hoca'yı atlatarak bir hayal gibi okulda gezindim. Gidip uyumak istiyordum, ama nasıl gideceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve durup dururken arayıp Atıf Bey'in sesini duymaya da can atmıyordum doğrusu. Bu yüzden çıkışa kadar bekledim. Gitmeden önce Ufuk'a teşekkür etmek de fena olmazdı.
Zil çaldığında çıkış kapısının önünde bekliyordum. Kapıdan çıkan herkes bana mide bulandırıcı bir bakış atıyordu. Eğer onları biriktirseydim kusardım.
Hepsini biriktirmek yerine birkaç tanesini Demir'e fırlatmak için sakladım.
Ama Demir de Ufuk da o kapıdan çıkmadılar. Onları kaçırmış olmam imkansızdı, ayrıca okulumuzun arka kapısı da koydu. Telaşlı adımlarla içeri girip merdivenleri tırmandım.
Tahmin ettiğim şey oluyordu, kavga ediyorlardı. Demir'in Ufuk'tan temiz bir dayak yemesine sesimi çıkarmazdım, eğer bas bas bağıran Ufuk'un sesi boş koridorlarda yankılanıyor olmasaydı. Çok korkutucuydu.
Aceleyle kapıya yaklaştığımda Ufuk "Ne ara böyle şerefsiz oldun lan sen?!" diyordu. "İpek'e neler söylüyorlar, kılını bile kıpırdatmıyorsun hayvan herif! Adam mısın sen!"
Kafamı uzattım kapıdan. Demir'in yakasına yapışmıştı. Demir bugün bana baktığı gibi bomboş bakıyordu ona. Ama o boş gözlerden yaşlar süzülüyordu bu defa.
"Sana arkadaş diyende hata be. Lan sen değil miydin o yaralı halinle bile kızı korumayı düşünen angut. Ne değişti lan şimdi?"
Demir derin bir nefes aldı. Gözlerinin kahverengisine yine o tanıdık sıcaklık geldi, buzdağı bir acı dalgasıyla eridi ve gözyaşları şeklinde akmaya devam etti.
Verdiği cevabı asla ama asla unutamayacağım.
"Bu sabah babam ona kahvaltı hazırladı Ufuk," diye zorladı kelimelerini ağzından çıkması için. "Ama bana on altı yıldır bir kez bile kahvaltı hazırlamadı. Benim için bir dilim ekmek bile kesmedi. Ekmeğimi çalsa ona aç derdim, ama o babamı çaldı. Ne yapmamı bekliyorsun ki?"