Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

25 Haziran 2014 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #23

Demir'le barışmayacağımızı biliyordum. Oraya yalnızca hatrım için gelmiş olmalıydı. Bu yaşıma kadar "hatır" denen şeyin yalnızca lafta olduğunu düşünmüştüm, ama o gün öğrendim ki değilmiş.
Yalnızca hatrım için benimle oturdu, benimle uyukladı, yemek yiyişimi izledi, doktorlar ve hemşirelerle konuşurken destek oldu ve sırf hatrım için ağzını açıp tek kelime etmedi. Hatrım kalmıştı üstünde, sebebi buydu yaptıklarının. Biliyordum. Çünkü her şeyi bir zorunlulukmuş gibi yapıyordu.
Zaten fazlasını beklemiyordum.
İstemiyordum da.

***

Annem birkaç kez derin uykusundan sıyrıldı. Derin bir nefes çektikten sonra göğsü tıkanır gibi oluyor, sonra gözlerini açıp bana gülümsüyordu. Bunların yalnızca bir tanesinde Demir odadaydı, neyseki annem onu görmeden yeniden uykuya daldı.
Doktora göre kafaya yediği darbenin yanı sıra psikolojik olarak da yorgundu, bu yüzden sürekli uyumaya çalışıyordu. Anladığım kadarıyla bunu yaparken da bilinçli değildi. Ruhen yorgun olması yeni bir durum olmadığı için ilk geceki korkum silinip gitti.
Geri kalan zamanımı Demir'in omzuna kafamı yaslayıp uyuklayarak ve Atıf Bey konusunda derince düşünerek geçirdim.
Süleyman Bey haklıydı, diye düşünüyordum sürekli. O eve tek başıma gitsem bile daha iyiydi. Zaten canımın yanmasına alışmıştım, her türlü ihtimale olabildiğince hazırdım, ama annem değildi. Elbette olamazdı. Tamam, her şeyi yakından izliyordu ama yaşamakla aynı şey değildi.
Ben de onu getirip cehennemin içine atıvermiştim.
İşte beni cehenneme çağıran sevimli şeytanın omzunda yatarken bunları düşünüyordum. Yolumu kesmeye çalışan iyi kalpli meleğe karşı mahcuptum. Yine de onun yardımını isteyemezdim. Hayır, çekindiğimden değildi. Onun önerdikleri fazla iyimser olacaktı bu saatten sonra. İşe yaramayacaklardı.
Kaçmayı istemek de fayda etmezdi. Artık oyunu oynama zamanım gelmişti sanırım. Atıf Bey'in istediği gibi... Çünkü artık annemi korumanın tek yolu buydu.
"Senin burada ne işin var!"
Süleyman Bey'in odayı çınlatan sesiyle yerimde sıçradım. Demir bana doğru bir bakış attı. Ellerini koltuğun kenarına yaslamış ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Beni bekliyordu, bir şey söylememi.
Kendimi tutamayıp güldüm. Ne zaman bu hale gelmiştik?
"Siz mi geldiniz Süleyman Bey," diye ayaklandım. Aptal Pazı da arkamdan kalktı. Kollarımı açıp kafamı kahramanımın sıkı karnına gömerken acaba Demir de beni takip edip aynı şeyi yapacak mı diye düşünüyordum.
Süleyman Bey hafifçe kafamı okşadıktan sonra beni kendinden uzaklaştırdı ve Demir'e korkunç bakışlar atmaya başladı. Demir'se bana bakıyordu, ne dersem onu yapacaktı. Koltuğu gösterip "Otursanıza," diye mırıldandım.
"Lafı uzatma İpek. Bunun ne işi var burada?"
Demir'e bakarak derin bir nefes aldım. "Bilmem. Belki Atıf Bey göndermiştir." Yüzünde oluşan o ifade içimdeki öfkeye iyi geldi. Eskiden içimi acıtan o köpek yavrusu bakışları beni sevindiriyordu şimdi.
"Merak etmeyin zararı yok," diye ekledim. "Öyle duruyor sadece. Lütfen oturun. Konuşacak birine ihtiyacım var."
Kahramanım çok tatmin olmadığı halde sözüme güvenerek oturdu. Ben de yanına ilişiverdim. Demir odanın köşesine gidip sırtını duvara yasladı ve bize bakmamaya çalıştı.
"Annen nasıl?"
"Daha iyi. ama uyanmamakta diretiyor. Galiba her şeyden uzaklaşıp kafasını dinlemesi lazım biraz."
"Ne olmuş peki?"
"Merdivenden... düşmüş." Bunu söylerken kararsız kalmıştım. Aslında gerçeği söylemek istiyordum.
Gözlerini kısıp bana baktı. "Düşmüş mü?"
"Evet, düşmüş." Bakışlarından verdiğim cevabın onu şüphelendirdiğini sezdim. bunun işime yarayıp yaramayacağından emin değildim.
"Hastane masrafları...?"
Aslında bu sorunun cevabını bilmiyordum ama kafama da takmamıştım. Çünkü neredeyse iki yıldır ne zaman parayla ilgili bir sorunum olsa kötü cadı sessizce çözerdi. Yani alışıktım.
Cevap vermek yerine omuz silkmeyi düşünüyordum ki Demir'in çekingen sesi duyuldu. "Ba-babam... Babam halletmiştir onu."
Süleyman Bey kıravatını gevşetti: "Senin babanı ben-"
"Şahin Bey sizin akrabanız mı?" diye atladım hemen. "Sima olarak benzemese de huyunuz tıpatıp aynı. Çocuğunuz olsa bu kadar olmaz." Demir derin bir nefes aldı.
"Akrabam değil, ama aile dostumuzdur. İyi çocuktur."
"Öyle. Sizi aratması sağ olsun. Hakkınızı nasıl öderim bilmem."
"Hakkı makkı boş ver şimdi. Ne zaman çıkacak annen?"
"Durun bakalım bir uyansın da... Daha belli değil."
"Arkadaşa ihtiyacın varsa kızımla eşimi göndereceğim İpek. Gelmek istiyorlar."
Gülümsedim. Süleyman Bey'in iki tane de çocuğu vardı. Kızı benden yaşça büyük, oğluysa orta okula gidiyordu. Ne karısıyla ne de çocuklarıyla tanışmıştım, ama zor zamanlarımda selamlarını getirirdi kahramanım. En az onun kadar iyi kalpli insanlar olduklarına emindim.
"Böyle bir zamanda tanışmak hiç hoş olmaz."
"Zamanı mı kaldı bu işin?"
"Boşuna yormayın insanları Süleyman Bey. Her şey için minnettarım, daha fazlasına gönlüm razı olmaz zaten."
"Ne o öyle veda eder gibi? Saçmalama." Kafasıyla Demir'in olduğu tarafı işaret etti. "Bununla takıla takıla mı böyle oldun sen?" Bakışlarımı farkında olmadan ona kaydırdım. Gözleri beklenti doluydu. Sanki 'işte arkadaşım var ya yanımda' dememi bekliyordu. Ona acıdım, sonra da kendime...
Ona böyle baktığım bir zaman olmuş olmalıydı, muhtemelen ben de onun kadar hatta daha acınası gözüküyordum.
"Her zaman yalnızdım ben," diye mırıldandım gözlerinin içine bakarken. "Tamam, bu diğerlerinden daha zor olabilir, ama idare ediyorum gördüğünüz gibi. Yalnız başıma."
Süleyman Bey dişlerini sıktı. Amacım onu üzmek değildi, yine de söylemek istemiştim. Zaten söylemeseydim konu bu kadar kolay kapanmazdı.
Bizimle yarım saat kadar oturduktan sonra kalkıp gitti.

O gittikten sonra Demir yine yanıma oturacak cesareti buldu. Ne yaptığıyla çok ilgilenmediğim için, daha doğrusu ilgilenmekten yorulduğum için umursamadım. Ama o umursamamı bekler gibiydi. Kahverengi gözlerini yüzüme dikip uzun uzun bakıyor, ara sıra dudaklarını ısırıyordu.
Başta onu böyle çaresiz bırakmanın hoşuma gittiğini zannetmiştim. Gitmiyordu. Üstelik bundan nefret ediyordum. Kötü cadı olmak akıl işi değildi. Kimse gözlerinin içine böyle bakan biri varken rahat uyuyamazdı. Ben o bakışlar yüzünden bir hafta pişmanlık çektim, onun bilmesine izin vermeden.

Odadaki nefes alışveriş seslerinin arasından hızla çıkış yaptı telefonumun zil sesi. Bu defa yerinde sıçrayan köpek yavrum oldu. Ona bakmaya bile tenezzül etmeden açtım.
"Alo?"
"Nerdesin kızım sen ya? Niye gelmedin okula bugün?" Usulca gülümsedim. Sevgili dostum beni merak etmişti.
Dalgın birinden bekeleneceği gibi "Hastanedeyim," diye mırıldandım elimi saçlarımın arasından geçirirken.
Tabii ki beklenen etkiyi yarattı. Aniden bağırmaya başladı. "NE HASTANESİ YA! NE OLDU! İYİ MİSİN! HANGİ HASTANE!"
Gülmeden edemedim. Korkutmuştum, ama hala benim için endişelenen birileri olduğunu bilmek güzeldi. "Korkma korkma. Benim bir şeyim yok. İyiyim. Annem... Şey... Merdivenlerden düştü de... O yüzden geldik."
"Annen mi? Nasıl düştü?"
"İşte... Yuvarlanmış, ayağı kaymış herhalde."
Bunun üzerine çok 'anne' tarzı bir soru sordu: "Nereden bulmuş merdiveni?"
Derin bir nefes aldım. Evet, o hala mahalledeki küçük evimde olduğunu sanıyordu. Bırakın merdiveni, sundurması bile olmayan minik evimde... Eve benzeyen evimde...
"Sokakta düşmüş, komşunun biri bulmuş ambulansı aramış. Ben de tam eve girerken gördüm."
"Komşular mı var yani yanında?"
Bir an kendi yalanımı unuttum ve Ufuk'un uzun zaman önce yaptığı gibi kekeledim. "K-k-kom-kkomşu?"
"Evet komşu."
"Ha? Yok... Yalnızım şu an."
"Nasıl ya?" dedi şaşkınlıkla. "Yalnız mısın? Demir orada değil mi?"
Aptal Pazı'nın bizi dinlediğini o zaman fark ettim. Ufuk onu sorunca iyice kafasını kafama yaklaştırmıştı.
"Sen nereden biliyorsun onun burada olduğunu?"
"Tahmin ettim."
"Dalga mı geçiyorsun Ufuk? Hiç kaldıracak halde değilim."
"Dalga geçilecek durumda mısın İpek? Bugün okulda seni herkese sordu, bulamayınca da çıktı gitti. Benim tanıdığım Demir seni bulmakta hiç zorluk çekmez, o yüzden öyle düşündüm."
"Tamam Ufuk," dedim tuttuğum nefesimi bırakarak.
"Bana ne sinirleniyorsun kızım ya? Gelip döveyim mi o danayı? Canını sıkıyor mu?"
"Canımı sıkmasına izin vermiyorum, merak etme. Herkes de amma meraklı dövmeye..."
"Emin misin? Hemen gelebilirim istersen."
"Evet, eminim. Ben hallediyorum."
"Bir şeye ihtiyacın olursa ara hiç düşünmeden tamam mı? Hadi kendine iyi bak, geçmiş olsun İpek böceğim. Öp annenin ellerinden."
"Sağ ol Ufukçum, görüşürüz."
Telefonu kapatır kapatmaz Demir bana çok yakın olan yüzünü uzaklaştırma gereği duymadan "Ufuk muydu?" diye sordu.
"Duymamış gibi yapma," dedim. Seslice yutkunup geri çekildi. "Nasıl geldin sen buraya?"
"Eve gittim, bahçıvan anneni sordu bana. Ben de her şeyi öğrenip geldim." Yüzünü hiç görmediğim bir bahçıvan bile annemin nasıl olduğunu merak edebiliyordu demek ki...
"Neden?" diye sordum kendimi tutamayarak.
"Seni... Merak ettim. Yalnız başına kalırsın diye endişelendim."
Bu defa sesimi alçaltamadım ve kahkahalarla gülmeye başladım. Gülerken usulca elini tuttum. Şaşırmıştı, ama elini tuttuğum için rahatlamış gibi de gözüküyordu. Kalbimin acımasına aldırmadan onu dışarıya sürükledim. Koridorun ortasına çekip annemin kapısını kapattım.
Sonra yapmamam gereken bir şeyi yaptım: Suratının ortasına bas bas bağırdım.
"Bana yalan söylemeyi kes! Ne? Yalnız kalacağım diye mi endişelendin? Sen mi? Herkesin ortasında yalnız başıma ağlarken bana arkasını dönen çocuk mu? GÜLDÜRME BENİ DEMİR! Neyi merak ettin? Annem ölmek üzereyken nasıl göründüğümü mü? Baban mı söyledi yoksa gelmeni! Gördün işte! Nasıl çaresiz olduğumu! Sana sarılıp uyuyacak kadar... Aptal olduğumu gördün. DEFOL GİT! Git artık!"
Ellerimi göğsünün üstüne koyup onu ittirdim ve arkamı dönüp odaya girdim. Hastanenin ortasında yeterince gürültü yaptığım için kapıyı çarpmaya cesaret edemedim. Ama kapının arkasından yükselen hıçkırıklarımı duyacağını umut ediyordum. Duymadan, sözümü dinleyip gitmiş de olabilirdi.
Eve gidene kadar bir daha onu görmedim.

***
Eve döndüğümüz gün annem huzursuzlukta rakip tanımıyordu. Acısını da bana bir şeyi on kere tekrar sorarak ya da Süleyman Bey'e gereksiz yere gergin bakışlar atarak çıkartıyordu.
Korkuyordu, biliyordum. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Onu öldürmeye çalışan adamın evine dönüyorduk yine.
O sabah Süleyman Bey geldiğinde beni odadan çıkarıp uzun ve sıkıcı bir süre boyunca konuşmuşlardı. Ondan sonra annem daha da gergin olmuştu. Demir'in burada olduğunu mu öğrenmişti, yoksa bilmediğim bir şeyler mi dönüyordu emin değildim.
Kurcalamadım. Her zaman yaptığım gibi kabullendım.
Evde Atıf Bey de Demir de yoktu. Rahat rahat annemi odasına çıkarıp ağrı kesicilerini içirdikten sonra mutfakta kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Karam'la sohbet ettim. Bahçede dolaştım.
Kendime kafamdaki planı itiraf etmek ve o planı hayata geçirmeye kendimi ikna etmek çok zordu. Atıf Bey'e istediğini verme fikri bunca zaman boyunca hep kara listede yer almıştı, şimdi bir amaç olmasına izin vermek zordu.
Derin bir nefes alıp düşüncelerimi de onunla birlikte ciğerlerime çekmeye çalışırken ön bahçeye doğru yürüdüm. Niyetim oradaki gülleri koklayıp eve girmekti. Ama bahçe kapısı hızla açıldı ve dizlerime çarptı. Son anda duvara tutunmasaydım sırt üstü yere düşecektim.
Kapıyı açan kişi tahmin edebileceğiniz üzere Demir'di. Dudaklarımın arasından kaçan acı dolu iniltiyi duyup bana döndü. Önce kapıya, sonra dizlerime baktı. Özür dileyeceğini falan sanmıştım, ama aniden bir şey hatırlamış gibi kafasını kaldırıp yüzüme dikti gözlerini.
"Ne zaman geldiniz? Annen nasıl oldu?"
O an bir kedi olabilmeyi diledim. O güzel yüzüne uzun ve derin bir çizik atabilmek için. İnsan elleri de bunu yapmaya müsaitti elbette, yine de asla bir kedininki kadar zarif bir hareket olmayacaktı.
O yüzden yüzümü buruşturup sessizce arkamı dönmekle yetindim. Usulca verandanın merdivenlerini tırmanmaya başladım. Peşimden gelmek için bir attığında çok sinirlendim, damarlarımdaki kanın yukarı doğru çıktığını hissettim. Bu defa çiziği gerçekten hak ettiğini düşünüp arkamı döndüm. O da dönmüştü, sokağın başına bakıyordu.
"Babam geliyor," diye mırıldandı. Baktığı yere bakmak için bir basamak indim. Gelen giden yoktu.
"Oyun oynamaya bayılıyorsun, değil mi?"
Kafası karışmış bir halde yüzüme baktı. Tam o sırada sokağa giren arabanın sesi duyuldu.
"Oyun falan oynamıyorum," dedi kırgın bir sesle. "Acele edip eve girsen iyi edersin. Tabii beraber bahçede takıldığımızı düşünmesini istemiyorsan."
Derin bir iç çekip bacağına hafif bir tekma attım. Sonra da koşarak eve girdim.
Atıf Bey eve girdikten yarım saat sonra annemi görmeye geldi, Demir'i de peşine takarak. Ortam o kadar rahatsız ediciydi ki ilk önce hangimiz intihar etmeye çalışacak diye düşünmeden edemedim.
Birkaç kuru sözle kaçırılan bakışlardan sonra kalkıp gittiler. Beş dakika sürmüştü, ama o kadar ağırdı ki düşündüğüm zaman şimdi bile nefesimi daraltıyor. Bu kadar keskin bir hatıra olacağını o gün bile tahmin edememiştim.
Onlar gidince annemin odasından sarhoş gibi çıktım. Demir koridorda oturuyordu. Ona bakmadan yürüyüp banyoya girdim. Oyalandım, dönerken orada olmasını istemiyordum çünkü. Ama oradaydı.
Ben annemin odasına doğru giderken beni izledi. Annemin kapısını dinlerken beni gördü.
Aslında kapısını dinlemek istememiştim, sadece öyle oldu. Süleyman Bey'le konuşuyordu. Kızgın, heyecanlı ve alışık olmadığım bir ses tonuyla.
Ses tonundan daha fazlasını duyabilmek için kulağımı daha fazla yaslamıştım ki Demir'in uzun parmakları bileğimi kavradı.
Beklemediğimi söylemek yalan olurdu, böyle bir şey yapacağını biliyordum. Beni kızdıran şey annemi dinlemekten alıkoyulmaktı. Güçsüzce onu ittirmeye çalıştım.
"Beni dinle," dedi. "Bir şey söylemem lazım."
"İstemiyorum seni dinlemek falan bırak kolumu!"
"Dinlemek zorundasın. Gel." Hiç zorlanmadan çekti beni. Adımlarımız gürültülüydü, odamın kapısını gürültüyle açtı, kapatırken de öyle gürültü çıkardı.
"Baban seni görsün mü istiyorsun Demir! Gitsene burdan başıma bela açacaksın."
"Görsün. Kötü bir şey yapmıyorum," dedi kötü kelimesinin anlamını bilmiyormuş gibi. Bir şey söyleyeceğim ben."
Kötü bir şey yapmıyor musun, diye bağırmak istedim. Doğru zaten daha ne kadar kötüsünü yapabilirsin ki.
Kollarımı göğsümde birleştirip yüzüne baktım. Pes etmiştim. Sadece ne istiyorsa söylemesini sonra da def olup gitmesini istiyordum.
Ama o donup kaldı. Alt dudağının titrediğini gördüm, aklım bana oyun oynamıyorduysa tabii.
"İpek," diye fısıldadı. "Bana öyle bakma."
Nasıl bakıyordum ki? Başkaları bana nasıl bakarsa öyle miydi acaba?
Çok şaşırmış gibi elimi ağzıma kapatıp öne doğru eğildim. Gözlerimi kocaman açtım. "Nasıl bakıyorum?" dedim parmaklarım arasından. "Canını mı acıtıyor? Demek öğretebildim sana bu hissi. Biliyor musun Demir, bana her Allah'ın günü herkes böyle bakıyordu. Ne kadar canımı acıttığını öğrendin şimdi işte. Ama her Allah'ın günü "herkes"in bana böyle bakmasına alıştığım gün "herkes"in içinde olmayacağına çok inandığım biri bana böyle baktığında daha çok canım acıdı. Umarım böyle bir şeyle karşılaşmazsın. İnsanın içinden kendi etlerini tek tek sökmek geliyor çünkü."
"İpek..."
"Ne söylersen söyle kendimi kötü biri gibi hissetmeyeceğim Demir. Eğer niyetin buysa şimdiden vazgeç."
"Kötü biri gibi hissetmene gerek yok ki. Kötü bir şey yapmadın."
Şimdi alt dudağı titreyen bendim. Ağlamıyordum, sinirlenmiştim. "Bildiğine sevindim."
Yavaşça kafasını eğdi. "Kötü şeyleri ben yaptım."
"Bana bildiğim şeyleri söylemeye mi geldin?"
"Bilip bilmediğini bilmiyorum ama... Ben... Çok üzgünüm İpek."
Derin bir nefes alıp alayla güldüm ve arkamı döndüm. "Neden üzgünsün yeterince kötü davranamadığın için mi?"
"Kalbini kırdığım için."
"Kalbimi kırdığın için," diye tekrarladım. Ona döndüm. Ağlıyor muydu? "Bunun için mi üzgünsün?"
"Evet..."
"Neden sürekli yalan söylüyorsun? Hiçbir şey söylemesen senin için daha az yorucu olmaz mı?"
"Yalan değil. Özür dilerim İpek, gerçekten. Kalbini kırdığım için özür dilerim."
"Benim kalbim hep kırıktı. Sana güvenmekle aptallık eden bendim. Bunu bana hatırlatmaya geldin demek ki. Özür dilerken hatasını tekrarlayan birini ilk kez görüyorum."
"Bendim. Senin kalbini ben kırdım. Bana güvenmeni sağlamak için her şeyi yaptım. Ben. Kendini suçlamayı kes İpek. Lütfen. Özür dilerim."
"Kabul edersem odamdan çıkacak mısın? Çünkü önümde ağlamana katlanamıyorum."
Usulca gözyaşlarını silip kafasını kaldırdı. Kirpikleri ıslaktı. Yüzü öyle güzel gözüküyordu ki... Yaralı bir kuş gibi iki büklüm okula gelip neden ona sarıldığım için özür dilediğimi soran Sevgili Pazı'mı hatırladım. İçimdeki kedinin kuyruğuna dokunmuştu ve bu defa yüzüne gerçekten çizik atmak istiyordum.
Ellerimi kaldırmamak için kendimi zor tutarken fısıldadım. "Tamam. Bunu söylemek zor değil. Özrünü kabul ettim."
"İnanayım mı?"
"İnan. Ben senin yalanlarına inanmıştım. Şimdi sıra sende."
Yüzünden ufak bir gülümseme geçip gitti. Bir an ne yapacağını bilemez gibi etrafına bakındı, sonra da arkasını dönüp çıktı.
Biz o akşam ilk kez dört kişi yemek masasına oturduk.
Kimse konuşmadı.
Kimse intihar etmeye kalkmadı.
Ama herkesin birbirini öldürmek istediğinden emindim.


mavi-not: bir gün gecikmeli oldu kusura bakmayın. yazım hataları da çoktur muhtemelen, gözümün biri kör oldu da göremiyorum pek. lütfen yorum bırakın teşekkürleer!

22 Haziran 2014 Pazar

Mavi Kartozu'ndan Haber Var!

Selam dostlar, öldüğümü sanmıştınız değil mi?
Hayır ölmedim.
Sadece tatile çıkmıştım -tatil denirse tabi-
Hemen kısaca açıklamalarımı yapıp gideceğim, şu bloğa tıklayan bir avuç insana karşı bunu bir borç biliyorum.
Dün ve bugün Yonghwa'nın doğum günüydü. Evet iki gün çünkü saat farkı var ve iki gün kutladım ne var ehehe. Ama yazısını yazmadım. Çünkü CNBLUE hakkında, onlara olan sevgim hakkında konuşmayı sevmiyorum çok fazla. Kendime saklamayı tercih ediyorum.
Ama buraya bir cümle bırakacağım.
"Doğum günün kutlu olsun lider, ben..."
Evet, cümlenin devamını siz tamamlayın. Zaten ben tamamlamaya kalkarsam bitmez.
İşte size büyüyen liderimizin doğum günü için bir hediye :P
Çok ruhsuz bir başlangıç yaptığımın farkındayım çünkü rahatsızım ve kendimi iyi hissetmiyorum. Kusura bakmayın.
İkinci husus Baekhyun ve Taeyeon meselesi. Belki o koca fandomdaki kargaşanın arasında sesim duyulmadı ama ben bağıra bağıra onları desteklediğimi söyledim.
Ben her zaman idollerimin -özellikle CNBLUE'nun- sevgililerinin olmasını, hayatlarını yaşamalarını istemişimdir. Her zaman. Çünkü onlar gençler ve öğrencilik yıllarını traineelik yaparak harcıyorlar. Çok çalışıyorlar. Hiçbir şeye fırsatları yok. Fırsatları olmasını istiyorum, zor zamanlarında onları rahatlatabilecek özel bir insan olsun istiyorum.
O yüzden Baekhyun ve Taeyeon'u gördüğümde de sevindim açıkçası. Biraz garipsedim elbette, hep abla kardeş diye düşünmüştüm. Alışmam biraz zaman aldı ama sizce de çok sevimli değiller mi?
Ah pardon, fandoma sormamalıyım sanırım. Çünkü bizim fandomumuz kusura bakmayın ama gittikçe aptallaşıyor.
Kris olayında hayranların fandomu terk etmesini anlardım -ki giden topluluk şimdikine göre çok ufaktı- ama insanlar sözde 11 üye için fandomda kaldılar. Canım ya. Çok mu önemsiyorsun gerçekten sen onları? Birisi sevdiği insanla birlikte oldu diye kalan 10 tanesini terk ettin ama? Utanmadın mı peki kendine fan demeye?
Ben utandım. Sizden.
Zaten Exo-stan fandomunu hiçbir zaman sevememiştim. Gittikçe de nefret ediyorum.
Eğer Baekhyun ve Taeyeon konusunda bir yazı yazacaksam bu yazı hayranlarımızın ne kadar nankör olduğuyla alakalı olacaktır.  Ama yazmayacağım çünkü ben köpekçiğimin sevdiceğiyle mutlu olmasına mutluyum. Sizin gibi nankör değilim. Kusura bakmayın.
Geri dönüşleri ve çıkışları başka bir yazı için saklıyorum çünkü konuşmamız gereken çok şey var dostlar.
Onun yerine Siyah Limon için özür dileyeceğim.
Evet çok gecikti biliyorum ama oldukça uzun bir bölüm en geç yarın eklenecek bloga. Özür dilerim özür dilerim özür dileriim.
Tamam şimdi gidip lanet olası gözlerimi dinlendirmeliyim.
İşte size kapanış şarkısı.
Kim Taehyun - Present!!
Mavi dinlemeler efendiim :)

12 Haziran 2014 Perşembe

Bangtan Boys - Mavi Kartozu 1. Doğum Gününüzü Kutlar!

Reklamvari bir başlıktan sonra nasıl başlayacağımı kestiremedim. Şimdi size kopuk kopuk bir yazı geliyor, zira ne diyeceğini bilemeyen bir Mavi Kartozu'nun elinden çıktı.
Evet, Kore saatine göre şu an BTS denen ve yedi pırıl pırıl üyesi bulunan grubun bugün ilk yıldönümleri! *alkışlar*
Sevgili dongsaengim Pumpchee her zaman "Fandoma yeni girmiş biri kadar tanıyorsun onları" der. Evet bir Army değilim, ama kendilerini gayet de seviyorum efendim. Çok yetenekli ve çokça sevimli çocuklar.
Daha önce hiç oturup bir grup için tanıtım yazısı yazmadım, o yüzden bu yazıda da öyle bir şey yapmayı düşünmüyorum.
Açıkçası ne diyeceğim hakkında da gerçekten bir fikrim yok.
Ama deneyeceğim.
Öncelikle birinci yılınızı samimiyetle kutlarım. Bu resmi cümleyi komik olsun diye yazmadım, gerçekten içimden gelen bu. Ne kadar çalıştığınızı ve idol hip hop grubu olarak ne zorluklarla karşılaştığınızı biliyorum. Bunları anlatırken ağlayan bir Army'den duydum.
O Army şu an diğer Army'lerle birlikte fangirllük yaparken bu yazıyı yazıyorum.
BTS ve Army'lerde beni en çok etkileyen şey "her fandom grubuna çekermiş" fangirl-atasözünü en üst seviyede yaşamaları.
BTS kadar eğlenceli ve "kaotik" derecede karmaşık grupların fandomu olmak zor bir şey diye tahmin ediyorum. -çünkü CNBLUE ajussilerle dolu ve ben bilmiyorum- Bu zorluğa rağmen gece gündüz demeden fangirllük yapabilecek kapasitede bir fandom Army fandomu ve bunun yanı sıra en az idolleri kadar çılgınlıklara atılabiliyorlar da. Bu kadar enerjiyi birbirlerine olan sevgilerinden bulduklarına inanıyorum ve bunu söylerken "ay doğum günleri iyi davranayım" diye de söylemiyorum. Army fandomunu yakından tanıyorum çünkü.
Bu Army fandomu 1 Nisan'da twitter üzerinden BTS'in hesabını unfollow etmiş bir fandom şaka olsun diye. Bunu gururla anlatılar ki bence de gururla anlatmaları gereken bir şey, harika ya. Sen o kadar hayranı örgütle grubu takip etmeyi bırak. Muhteşemler gerçekten bayılıyorum onlara.
Üstelik çaylak grubun fandomu olmak da zordur, bırakın çılgın olmalarını.
Kpop fandomu barışçıl bir fandom gibi gözükse de çaylaklardan hoşlanmayan çok fazla sunbae fandom vardır ve onlarla savaşmanın zor olduğunu biliyorum, çaylaklığında yanında olduğum bir sürü fandom var. Tüm bunlara rağmen fangirllük yapıp bir de üstüne en az idolleri kadar çılgın oluyorlar.
Bazen çok şaşırıyorum.
 BTS yaş ortalaması düşük olan bir grup -ajumma fan konuşuyor- belki de bu yüzden bu kadar enerjiklerdir, bilmiyorum. Gençlik çok başka bir şey. Ama fanları bu kadar enerjiyi nerden buluyor diye arada bir merak etmiyor değilim. Ne büyük bir sevgidir bu.
Her fandom-grup ilişkisinin kendine özel bir yanı var ve BTS-Army arasındaki ilişki de bu. Gerçekten hayranlıklarına hayran oluyor insan.
Bu fandomdan bir arkadaşınızın olması da çok güzel bir şey.
Mesela benimkisi Pumpchee ve cidden onunla fangirllük yapmak acayip eğlenceli.
V Charts Awards günü CNBLUE ve BTS 3.5 saniye için birbiriyle selamlaştığında ölmüştük beraber. Hatta BangBlue ismini de beraber bulduk, artık her yerde kullanıyorum.
İşte bu güzel insanın içinde bulunduğu güzel Army fandomu benden bir kutlama yazısı kazandı - bilmiyorum onlar için önemli mi ama ben yapmak istedim. Çünkü bunu hak ediyorlar.
Tabii ki BTS de hak ediyor.
Birinci yıl dönümünüz kutlu olsun.
Daha doğrusu 1. doğum gününüz kutlu olsun.
Bir gün sizler de sunbae olucaksınız ve bu günlerin meyvelerini yiyeceksiniz.
Ama hep böyle kalmanızı umuyorum, dünyanın en çılgın fandomlarından biri olarak.

Bitiş şarkımı, tıpkı fotoğraflar gibi, Pumpchee seçti.
Ama söylememi istedi: Miss Right'ı da çevirisiyle birlikte dinlemeliymişsiniz.
Miss Right çıkmadan önce bile onun favori şarkısıydı, herkeslerden kıskanır ama bu yazı için o şarkıyı hediye etti. Hehehe.
Bitiş şarkımız: Born Singer.
Tekrar doğum gününüz kutlu olsun çocuklar!
Mavi günleeer! ~

10 Haziran 2014 Salı

VIXX - Mavi Kartozu sıkı çalışıyor

Arkadaşlar biliyorsunuz VIXX yakın zamanda bir geri dönüş yaptı. İşte size şurda klip:
Geri dönüşlerine çok sevinmiştik ama klip yayınlandıktan iki gün sonra VIXX Tv'nin de son bölümü yayınlandı ve fandom olarak büyük bir darbe yedik. Bu durum bazı hayranları korkuttu, açıkçası ben de korktum. Bir sorun olduğu konusunda inanılmaz derecede endişeliydik, hatta bazı hayranlar VIXX'in artık büyüdüğünü ve büyük fandomları olan gruplar gibi ister istemez aramıza bir çizgi çekileceğini bile söylediler.
Fandom olarak bu geri dönüşten sonra gerçekten çok çalkantılı günler geçirdik. Zaten doğal olarak ilerleyen programın yanında bir sürü şey çıkıyordu ortaya.
Bir de daha ilk geri dönüş haftasından çocukların birinciliğe aday olmaları durumu baş gösterdi.
Bu durumda tabii harekete geçtik ve internet üzerinden yapabileceğimiz her şeyi yaptık. Bu süreç içinde gerçekten çok az uyudum, inanılmaz yorucuydu.
Ama değdi. Çünkü Pazar günü yayınlanan Inkigayo'da çocuklarımız birinciliği elde ettiler.
Yine Leo ve N konuşamadılar çünkü ağlamakla meşgullerdi. Hongbin her zamanki gibi ışıl ışıl gülümsedi ve Ravi -çirkin surat :P- gözleri dolu dolu konuşmayı yaptı. Maknae derseniz o yine habersizdi sanırım. hehehe.
Tüm bunlara canlı yayın izleyerek şahit olmuş biri olarak ailemin yanında çığlık atıp dans ettim -evet yaptım.- Beni yargıladılar ama umurumda değildi. çünkü sadece beş saat uyuyup yapabileceğim her şeyi yapmıştım ve çocuklar kazandılar.
Onlara verilen bu ufacık zamanda hayranlarına en az üç kez teşekkür ettiler. Yani beş saat uyuyan bana da. Bu her şeye değdi, her şeye.
Bundan sonra oturup tweet atmalarını ve video yayınlamalarını bekledik. Tweetler geldi, maknae bile tweet attı! Tabii ki çok mutlu olduk.
Ama video ortada yoktu ve kimse bundan bahsetmese de fandomun morali düştü. VIXX Tv bittiği için bizi korkutan şeyler acaba gerçek mi oluyor diye düşünmeden edemedik. Yine de bu bizi durdurmadı, sürekli olarak her yerden oy vermeye devam ediyorduk.
Derken bugün, eskiden VIXX Tv'nin yayın günü olan salı günü o video yayınlandı.
Ne hissediyorum biliyor musunuz? Bulutların üstündeymişim gibi.
Çünkü bu video Starlightlar için yapıldı. Biz aptal gibi aramıza mesafe girdi diye üzülürken onlar hala bizi düşünüyorlardı.
O yüzden bunu her insanın gözüne gözüne sokmak istiyorum.
Taekwoon'un başından sonuna kadar ne kadar çok gülümsediğini ve herkese nasıl sıkıca sarıldığını herkese söylemek istiyorum. Ravi'yi kollarının arasına alarak grup kucaklaşmasını başlattığını göstermek istiyorum herkese.
Her şeye gülen mutluluk virüsü sevimli ana vokal Jaehwan'ın konuşmasını yaparken gözyaşlarını tutmak için dudaklarını ısırdığını haykırmak istiyorum.
Hakyeon'un anne babasına "Birinci oldum!" diye fısıldadığını söylemek istiyorum.
Herkesin ne kadar mutlu olduğunu göstermek istiyorum.
Ceplerinden o gülleri çıkarırken nasıl hem utanıp hem de sevindiklerini herkes bilsin istiyorum.
Çok mutluyum ve deli gibi ağlıyorum.
Bu basit bir şey değil. Hiç değil.
Hakyeon bugün 4 Things Show denilen, fanlar için nimet niteliğinde olan programda "Starlightlar hep benim yanımda" dedi. Onun yanındayız, hepsinin yanındayız. Sonuna kadar.
Çok aptalca olduğunu biliyorum, asla gerçekleşmeyeceğini de biliyorum ama söylemeden edemeyeceğim. Onlar bizden vazgeçse de biz onlardan vazgeçmeyeğiz.
Teşekkkürler çocuklar. Siz harikasınız.
Harikasınız.
Yeniden kazanmanız için her şeyi yapacağım.

Şimdi bu duygusal konuşmayı reklamlar için bölmeliyim.
Eğer bir Starlightsanız, ya da yalnızca yardım etmek isteyen bir kpop fanıysanız; VIXX'e oy vermeyi kolaylaştırmak adına yazılan metinleri Türkçe'ye çeviriyorum. Çevilere feysbuk üzerinden bu cümleye tıklayarak ulaşabilirsiniz.
Bundan sonra beni Türk Starlight Hareketi'nin Annesi olarak çağırabilirsiniz. :P
Eğer beraber fangirllemek istiyorsanız "mavikartozu" adıyla olabilecek her yerdeyim.

Eveet şimdi bu konuşmayı burada sonlandırıyorum. Çok ani oldu, yazmayı planlamamıştım ve çok hızlı yazdım. Huhuu başım döndü.
Son olarak geleneği bozmadan şarkımı vereyim o halde.
Liderimizin o güzel sesiyle 4 Things Show'da söylediği şarkı sizlerle.
Türk Starlight Hareketi'nin Annesi Mavi Kartozu'nu okudunuz.
Mavi günler efendim ~