Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

29 Ağustos 2016 Pazartesi

İnternet Alemi - Mavi'nin Süsleri

Selam dostlar.
Kalem oynatmak bu yaz benim için nedense çok zor oldu ve izlediğim şeylerden de eskisi kadar zevk alamadığım için haliyle blogun orjinal halini korumak zorlaşıyor. İşte arada bir içim çok dolunca, tamamen kendim olarak, üstümde size güzel gözükmek için tek bir süs olmadan gelip anlatıyorum. Fazla görüşemediğimiz için de (hayır tek suçlusu ben değilim, siz de pek konuşmuyorsunuz benimle) blogun şu anki durumundan memnun musunuz, bilemiyorum. Sonuç olarak şimdilik böyle devam edeceğim, bir şeylerin düzeleceğine dair hiç bitmeyen umudumla.
Sizin de sadece internet üzerinden tanıdığınız insanlar var mı? Bu kadarcık tanışıklığınızla sevdiğiniz insanlar? Ama öyle sohbet edip arkadaş olduklarınızdan bahsetmiyorum, uzaktan uzaktan.
Benim var, hem de bir sürü. Ama bu yazıyı yazmaya beni iten kişiden bahsedeceğim yalnızca. Bu kızla biz liseden tanışıyoruz aslında, bir sene aynı sınıfta okuduk ama oturup konuşmuşluğumuz yok. Hatta "günaydın" bile demezdik birbirimize. O kitap okurdu, sessizdi. İdealleri vardı. Hiç ders çalıştığını görmedim son senemiz olduğu halde. Kocaman gözlükleri kakülleri vardı bir de. Mini minnacık, esmerdi.
Mezun olduktan sonra birbirimizi Instagram üzerinden takip etmeye başladık. Geçenlerde liseden en yakın arkadaşlarıma geldiğinde ister istemez konu ondan açıldı ve ben aniden kıza olan hayranlığımı dökmeye başladım. Düpedüz hayrandım kıza, fotoğraflarımı beğenince heyecan basıyordu beni.
Dergide yazısının çıktığını, bir de hayran olduğu insanların imza gününe gidip gördüğünü durdukça içten içe kıskanmıyor da değildim hani. Ama seviyordum.
Sonra düşündük ve "entelektüel" biri olduğuna karar verdik. Entelektüel kalıbına girmek için yapmıyordu bizce o bunları, kendi entelektüel kalıbı vardı onun bir kere.
Sonra fotoğrafın altına yazdığı ufak bir yazıyı okudum kızlara, tekrar tekrar okusam da heyecanlanıyordum.
O gün ya da ondan sonraki günler tak etmedi bana, çok sonra tak etti. Kendime dönüp bakınca anladım her şeyi.
Ben bu kızla gerçek hayatta yan yana gelsem onu sevemezdim. Hatta rahatsız olurdum ve eminim o da benden rahatsız olurdu. Konuşacak bir şey de bulamazdık.
Sevmeyeceğimden bu kadar emin olduğum bir insana neden bu kadar hayranlık besliyordum peki ben?
Yalnızca sosyal medya ile sınırlandırmamızın yanlış olduğunu düşündüğüm "internet alemi" gerçekten de insanların olmak istedikleri insan oldukları yer. Ya da şöyle söyleyeyim: Olmak istedikleri insan olsalar bile, insanlar kendilerini sosyal medyada başkalarının onları görmesini istediği gibi yansıtıyorlar. Anladınız mı? Karışık cümleler kurmakta üstüme yok, biliyorum.
Yani olmak istediğim insanım, ama başkaları beni bir tık daha farklı görsünler istiyorum. Aslında hiç böyle bir şeyi arzulamıyor da olabilirler. Sadece özel hissetmek, beğenilmek istiyor da olabilirler. Önemli biri olmak istiyor olabilirler, o attıkları tweet sayesinde ya da o fotoğrafın altına yazdıkları zırvalıklarla. Kendini olduğundan farklı gösteren insanlar olduğu gibi, olduğu insanı biraz daha süsleyip göz alıcı hale getirenler de var; demek istediğim bu.
Anlıyorum. Tamamen anlıyorum. Sonuç olarak beğenilmek bir ihtiyaç ve daha temel ihtiyaçların peşinden koştuğumuz bu gerçek dünyada kendimizi beğendirecek cesaretimiz ya da gücümüz yok. Bu yüzden "internet alemi"nde daha parlak renkler vuruyoruz tablolarımıza. Çünkü gerçek dünyada parlak renkler alacak paramız bile yok.
Ben de öyleyim, Instagram'da atacağım fotoğrafın altına koyacağım uyduruk bir emoji için uzun uzun düşünüyorum. Sık sık övünüyorum Twitter'da ki insanlar beni bir şey sansın ve sanıyorlar da. İnsanlar beni seviyorlar, çünkü rengarenk gözüküyorum "internet alemi"nde. Gerçekte olduğumdan çok farklıyım demiyorum ama beni sokakta görseniz ve konuşmaya çalışsanız ya kaçmak isterim ya da ağlamak. Burada çenesi düşmüş gibi çıt çıt konuşan kız değilim, belki de öyle olsam burada konuşmazdım ve tamamen başka bir şeyimle bulmuş olurdunuz beni.
Gerçek dünya korkunç bir yer. Hepimiz biliyoruz, birbirimizi kandırmayalım. Sizin için korkunç bir yer olmasaydı şu an bunları okumakla vakit kaybediyor olmazdınız. (Kendisine vakit kaybı dediği için üzülmek üzere)
Duralım...
Bir saniye...
Çok özür dilerim...
Ama...
Bu yazının amacını unuttum ahahahaha.
Yazarken kafamın içi renk değiştiren bir labirente benziyor ama labirentin çıkışı yok, ya da merkezinde almam gereken bir şey yok. Sadece gittiğim yerlere göre, yürüdüğüm yerleri mantıklı bulmama göre labirentin rengi değişiyor. Düşüncelerim, vardığım sonuçlar değişiyor.
Çok net hatırlamasam da bu yazıyı "internet alemi"nin renklerine kanmayın demek için yazmaya başladım. Ama şu an kendinizi biraz süslemekte sakınca görmediğimi söylemek istiyorum.
Hayaletlerim... Artık bir sonuca varmak istemiyorum. Ne kendim için ne de sizin için. Sadece anlatmak istiyorum. Çünkü bunun bir sonucu yok. Asla da olmayacak. Fikirlerden çok daha fazlasına ihtiyacım var. Beyazın beyaz olduğuna bile emin olamazken size burada kendimden emin olduğum yalanını söyleyemem.
Özetlemek gerekirse "internet alemi"nde kendini süslemeyen insanların yeri yok genelde. Eğer kendinizi süsleme ihtiyacı hissetmiyorsanız, o halde burada olmaya da ihtiyacınız yok demektir; gerçek dünyada yeterince yeriniz vardır.
Benim de gerçek dünyada yerim oldukça sıkışık olduğundan dolayı "internet alemi"nde kendime yer ayarladım, böyle hafif serin (cool yani) ve oldukça bilgiç bir yer. Balkonu var geleni geçeni izleyip laf atıyorum. Bahçesi var çiçek ekiyorum.
Ve tıpkı benim gibi aslında gerçek dünyada kendilerine yer bulamadıkları için "internet alemi"nde süslü püslü dolaşan insanların süslerine ağzım açık hayranlıkla bakıyor oluşumu anlayamıyorum. Gerçekten anlayamıyorum. Siz de bunu bilin istiyorum, hayranlıkla baktığınız insanlar sizin gibi demek istiyorum. Ama bir yandan da beni sevsinler istiyorum, süslerime hayranlıkla baksınlar istiyorum. Boşuna mı süsleniyorum, diye düşünüyorum. Öyle çelişkilerle yuvarlanıp gidiyorum.
Belki de bu yazıyı kendime "bak senin de süslerini sevenler var, ama çok da büyütme çünkü onlar da en az senin kadar süsleniyorlar ve süslerini sevdiğin insanlar da en az senin kadar uzak gerçek dünyadan" tesellisini vermek için yazmışımdır. Belki de sizin için değildir tüm bu kelimeler.
Belki de ben yokumdur kim bilir.
Kafam o kadar kalabalık ki iğne atsanız yere düşmez. Tabii kafama iğne atmayın ama...
Her neyse... Üç gündür o kadar yorgunum, o kadar kırgın ve öfkeliyim, o kadar mutsuzum ki... Şurada oturup şu yazıyı yazmak o üç günün baş ağrısını alıp götürdü neredeyse. Şimdilik sadece bunu düşünüp mutlu olacağım. Sizin başınız nasıl bu günlerde? Ağrımasın.
Yazının başında da söyledim, her zaman da söylüyorum. Ben bu blogda süssüz dolaşıyorum. Bu blogda tamamen kendim olarak varım. Çünkü bazen gerçek dünyamın da sevilmesini istiyorum. İnsanlar beni birkaç gülücükten ve mesafeli tavırlardan ibaret sanmasınlar istiyorum. Ben buyum, kafası karışık biriyim sadece.
Kendinizi süslemeniz önemli değil. Sadece gerçek dünyanızın farkında olun, sizi üzmesine de izin vermeden dengeyi koruyun. Ben bu dengeyi bu blogla koruyorum işte. Ve süslerini beğendiğiniz insanlara bakıp kendinizi kötü hissetmeyin, ya da kapılıp gitmeyin. Onların gerçek dünyası nasıl bilmiyorsunuz çünkü.
Sizi seviyorum hayaletlerim.
Renkleriniz, süsleriniz çok güzel.
Ama eminim gerçek dünyada çektiğiniz sıkıntılar da çok güzeldir, sizi bana getirdiler.
mavinot: Galiba ben yine burada hikaye yazacağım ama emin değilim. Okumak ister misiniz? Şş aramızda kalsın şimdilik.