Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

8 Eylül 2014 Pazartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #25 - Son

Evveeeet! Sonunda son bölümü yayınlıyorum. Biliyorum çok beklettim sizi, ama emin olun sizin kadar ben de bekledim bu bölüm için. Gerçek bir hastalık gibiydi yaşadığım tıkanıklık, depresyona bile girdim yazamadığım için. Ama en sonunda burada işte! Bu zamana kadar okuyan herkese, özellikle arkadaşlarıma çok teşekkür ederim. Okuyan herkesten ama HERKESTEN bir cümle de olsa yorum bekliyorum. Bu yıl blogda çok olamayacağım, malum YGS öğrencisiyim. Kendinize iyi bakmayı unutmayın! Teşekkürler, mavi geceler!

16 Nisan 2015
Takvim unuttuğum bir şeyi hatırlattı bana yine. Bulanık suda yüzen gri renkli bir balığa benzettiğim hafızam için bir şeyi hatırlamak her şeyi hatırlamak demek. O yüzden günlüğümü tamamlayacak cesareti bulabiliyorum kendimde.
Neredeyse iki yıl olmak üzere. Unuttuğum çoğu şey arasında damarlarımdaki kanı yavaşlatacak kadar bileğimi sıkan parmakları ve o keskin limon kokusunu az önceymiş gibi hatırlıyorum.
Annem, Atıf Bey'i öldürdü.
Her zaman zihnimde canlandırırdım, kanlı ellerimle beraber onun morarmış dudaklarını. Yine de gerçekten böyle bir şey olabileceğini hiç düşünmemiştim. Garip bir şekilde Atıf Bey gözümde ölümsüz biriydi, sonsuza kadar yaşayacak ve sonsuza kadar hayatımı mahvedecekti.
Ama işte orada, gözlerimizin önünde son nefesini vermişti.
Eğer bir filmde görseydim çok saçma gelecek bir şey oldu ben olayın farkına varırken; Süleyman Bey odaya dalıverdi. Hayır tesadüf değildi, yoldan geçmiyordu ya da olacağını hissetmemişti. Onu o sabah ben çağırmıştım. Geldiğine göre saat iki olmalıydı, ikide geleceğini söylemişti.
Gözümden süzülen yaşları dudağımda hissettiğimde "Bu kan mı?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kan olmadığını biliyordum. Sadece o an her şey bana kan gibi geliyordu.
Demir parmaklarını sertçe bileğime bastırdı ve geriye doğru bir adım attı. Amacı neydi? Kaçmak mı? Kolumu sertçe sallayıp parmaklarından kurtulmaya çabaladım, anneme koşmak istedim. Ama yapamadım. Demir beni bırakmıyordu. O an ona çok kızmıştım, onu öldürmek istedim. Şimdiyse doğruyu yaptığını fark ediyorum. Silahı tutan eli titriyordu annemin, bütün vücuduyla beraber.
"Anne..." diye inledim. "Anne."
Demir beni kendisine doğru çekmeye çalıştı. Titreyen annem bakışlarını belki de henüz ölmemiş olan cesetten kaldırdığında bana bakacağını zannetmiştim. Ama bakışları beni geçip Süleyman Bey'e tutundu.
"Silahı yere bırak," dedi Süleyman Bey, şaşkın yüz ifadesine rağmen sesini kontrol altında tutabilmişti. Annem titreyen dizlerinin üstüne çökerken parmakları çözüldü, silah ufak tıkırtılarla yere düştü.
"Ö... Öldü... mü?"
Aynı anda herkes az ötede duran cesede baktı. Ceset olduğunu anlamak için yaklaşmaya bile gerek yoktu, ama Süleyman Bey emin olmak istedi. Adım atmaya başladığında Demir belli belirsiz bir hareketle araya girmek istedi, yalnızca ben gördüm. Araya girip babasına dokunmasını engellemek istedi. Yine de kendini tuttu. Bir yandan bileğimi, bir yandan dişlerini sıkıyor; çenesinin titrediğini gizlemeye çalışıyordu.
Kahramanımın parmakları cesedin boynunda gezindi. "Ölmüş."
Demir ciğerindeki bütün havayı boşaltırcasına nefes verdi. Gözlerini kırpıştırdı.
"Ne yapacağız?" diye sordum kendimden hiç beklemediğim kadar sakin bir ses tonuyla.
"Önce... Siz ikiniz buradan kaçacaksınız." Cesede dokunduğu parmaklarıyla Demir ve beni işaret etti.
"Kaçacak mıyız?" diye fısıldadı Demir. Ses tonu beni yerimde sıçrattı. "Babamı... Öldürmeyi siz mi planladınız? Sizi duydum. İpek'in annesiyle konuşmalarınızı. Kurtulacaklarını söylediniz. Kurtarma yönteminiz... Bu muydu? Cinayet işlemesi için masum bir kadını kıştırtmak? Şimdi de bize kaçmamızı söylüyorsunuz. Ne yapacaksınız? Daha ne istiyorsunuz?"
"Senin... Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Demir?"
"Evet duyuyor! Hak ettiğinin ölmek olduğunu ben de biliyorum ama zaten cehennem gibi olan hayatımızı karıştırmaya ne hakkınız var sizin! Kurtulduk mu şimdi! Bitti mi her ş-"
"Kes sesini!" diye bağırdı annem. "Kimsenin beni kışkırttığı yok! Hangi polis insanları kışkırtır. O bizi korumaya çalışıyordu.
Her geçen saniye daha da korkunçlaşan bu sohbeti takip etmekte zorlanıyordum. Annemi söylediği şeyi ya anlamadım ya da anlamayı reddettim, çünkü komikti.
"Polis mi?" O an bir insanın düşünebileceği en aptalca şey geçti kafamdan. "Yani... Bunca zaman... Bana yalan mı söylediniz?"
Süleyman Bey hızla bana doğru geldi ve başımı koca ellerinin arasına aldı. "Kalbini kırmak için yapmadım, İpek," diye mırıldandı. "Yapmak isteyeceğim en son şey bu."
Başkaları ne düşünürdü söylediğim şey karşısında bilmiyorum ama Süleyman Bey beni anlamıştı. Birisine güvenmenin benim için ne demek olduğunu biliyordu çünkü. "En başından beri seni korumak için buradaydım."
"Anlatın o zaman."
Süleyman Bey etrafına bakındı. Şu an uzun ve duygusal bir konuşma için doğru bir vakit değildi gerçekten, ama doğru vakti bir daha bulabilir miydik ki?
"Anlatmazsanız hiçbir yere gitmeyeceğim," diye bastırdım.
Başımı bırakıp kapıya doğru gitti. Kilidin sesi odayı dolaştı.
"Anlatır anlatmaz gidiyorsunuz," dedi parmağıyla beni işaret ederek. Kafamı salladım. Ama o anlatmak yerine telefonunu çıkarıp birini aradı, hemen gelmelerini söyledi. Tedbir alıyordu, gitmek istemeyeceğimi biliyordu.
"Ben ilk geldiğimde Atıf Bey bazı işlere bulaşmaya başlamıştı. Şu... Son zamanlarda bahsettiği büyük işi biliyorsun işte. Ama o zamankiler bu kadar tehlikeli değildi. Ufak tefek alışverişler, sessiz sakin yürütülen işler... Sadece bir şüpheydi olmasına rağmen takip etmemiz gerektiğini düşündük, böylece ben geldim. Başlarda bazı şeyler öğrenebildim, yine de bunlar yeterli değildi. Bir anda bütün işler kesiliverdi sonra, o zamanlar seninle iyi arkadaş olmaya başlamıştık. Görevden alınmama ramak kala seni bahane ettim. Bunca zaman gözardı edildiğin için kolay oldu. İşim seni korumak haline geldi. Ama sonra bahsettiği büyük iş başladı. İşler kötüleşti. Açığını yakalamamız işten bile değildi artık, ama sen tehlikeye girecektin. O yüzden annenle anlaştım. Sağ salim ikinizi de buradan çıkarmak için."
"Sana dokunduğunu gördükten sonra..." dedi annem acı dolu bir sesle. "Hiçbir şey umurumda değildi. Çabucak kurtulmak istedim. Yine de niyetim bu değildi. Birdenbire gelip..."
"Açıklama yapmak zorunda değilsin," diye fısıldadım. "Biliyorum anne." Demir'in parmaklarının gevşediğini hissettim.
"İpek..." dedi annem hıçkırıklarının arasından. "Ne yaptım ben?" Dudaklarımı birbirine bastırıp kafamı iki yana salladım. Söyleyecek hiçbir şeyim yoktu. Sızı şeklinde duyduğum minnettarlık hissini saymazsak hiçbir şey hissetmiyordum da. Ama kalkıp bunu Demir'in yanında söyleyecek değildim.
"Hepinizi korumaya çalıştım," diye kaldığı yerden devam etti Süleyman Bey. "Demir'i bile. Elimden gelen bu kadardı."
Bu cümle sessizlik getirdi yeniden. Elimizden gelenin asla yeterli olmadığını hatırladık. Bizi bir yerlere sürükleyen, elimizden bir şeyler gelmesine bile engel olan adam ölümüyle bile bunu yapmaya devam ediyordu.
"Anneni kurtaracağım İpek, yapabileceğim her şeyi yapacağım." Ne diyeceğimi bilemeyerek bütün odayı taradım gözlerimle. Duvarların rengi her zaman bu kadar koyu muydu diye merak ettim. "Bana güveniyor musun?"
Dünyanın en zor sorularından birisiydi bu. Yine de bir yanıt vermek istedim, herkesin duyup rahatlaması gerektiğini düşündüm. Ağzımı açtım ama devamını getiremedim.
Eve yaklaşan arabanın gürültüsünü duyduğumuzda Demir'in eli bileğimden elime doğru kaydı, parmaklarını hiç tereddütsüz kavradım. Polis miydi gelen yoksa Atıf Bey'in adamları mı bilmiyorduk ama artık gitmemiz gerekiyordu. Süleyman Bey yavaşça omzumdan ittirdi beni.
"Gidin artık buradan."
Demir'e baktım. Ne yaptığını biliyor olmasını beklemiştim ama o benden daha şaşkın gibiydi. Parmaklarımı sıktı ve beni kapıya çekmeye çalıştı. Hala olduğum yere çakılıydım. Anneme sarılmak istiyordum, son zamanlarda hiç hissetmediğim çok güçlü bir arzuyla hem de. Boşta olan elimi saçlarına doğru uzattım, uzakta değillerdi belki biraz daha hızlı davransam son bir kez vücudunun sıcaklığını hissedebilirdim. O an kendi elim beni şaşırttı, o kadar titriyordu ki net olarak göremiyordum bile. Bu yüzden anneme dokunmakta tereddüt ettim. Her şeyin ortasında onu ürkütürüm ya da endişelendiririm diye korktum. Böylece... Anneme olan derin ama gizli sevgimi göstermek için son şansımı da kaybetmiş oldum.
Giriş kapısının gürültüyle yumruklandığını duyan Demir yapmak istediğim şeyin farkında bile olmadan son kez beni çekti ve bir an sonra koridordaydık.
O gün annemi son görüşümdü. Aynı zamanda o gün... Annemi en çok sevdiğim gündü.

***

Mutfak kapısından kendimizi bahçeye atana kadar evin içinde geçen süreyle ilgili hatırladıklarım ayak seslerimiz, hıçkırıklarım ve Karam'ın da peşimize takılışı.
Bahçenin hiç gitmediğim köşesinde, sık çalıların arkasındaki duvarda kocaman bir delik vardı. Sormadım ama "Evden kaçmak için," diye açıkladı Demir. Vurmamam için başımın üstüne koydu elini. Çenem Karam'ın tüylerine değdiğinde onu kucağıma aldığımı fark ettim, ne zaman yaptığımı bilmiyordum.
Sonra tek kolumla onu kavradım, boştaki elimle Demir'in elini tuttum. Birlikte koştuk. Dakikalarca, saatlerce... Aslında sadece saniyeler sürmüş de olabilir.
Vardığımız yeri de hatırlamıyorum, sadece bir bank canlanıyor gözümde. Kucağımdaki Karam gözyaşlarımı yüzümden yalamaya başlamıştı oturur oturmaz. Hiç konuşmadım. Demir de yalnızca ne zaman yanına aldığını bilmediğim telefonuna bakıp durdu.
Ama kimse aramadı.
Annemi düşünmemeye çalışıyordum. Onun yerine başka bir şey buldum, ama onu da hatırlamıyorum.
Hava çabucak karardı, Karam gözyaşlarıma doymuş olacak ki Demir'in kucağına kurulup uyudu. Başımın dönmeye başladığını o zaman hissettim. Birileri yeri ayaklarımın altından yavaş yavaş çekiyor gibiydi.
Demir baktım, telefonun siyah ekranını izliyordu.
"Özür dilerim," diye fısıldadım. Başını kaldırmadı, sadece dişlerini sıktı. Hayatım boyunca her zaman aptallıklar yapmıştım ama ilk kez birinin kalbini kıracağımı bile bile içimden geçenleri söylemeye karar verdim. Çünkü her şey bitmek üzereydi ve söylemezsem sonsuza kadar bitmemiş gibi hissedecektim.
Derin bir nefes alıp tırnaklarımı avuçlarıma batırdım. "Benim annem... Senin babanı öldürdüğü için... Özür dilerim." Tepki vermedi. "Babandan kaçarken sana tutulduğum için özür dilerim." Ses yoktu. "Sana güvendiğim için özür dilerim. Senden bir şeyler beklediğim için özür dilerim. Bu durumda bile hala sana yük olduğum için özür dilerim. Karam'ı sevdiğim için de özür dilerim. Özür dilediğim için de özür dilerim ama olup bitenler karşısında sana verebileceğim tek şey bu iki kelime."
Rahatlamış mıydım? Hayır, omuzlarımdaki yükte zerre kadar azalma olmamıştı. Üstelik dilimin üstünde aniden beliren ekşi tat kendimi berbat hissetmek üzere olduğumun işaretini veriyordu bana. Önemsediğim bir kalp kırıldığında rahatlayacağımı düşünmek başlı başına bir aptallıktı.
"Bitti mi?" Aniden, yüksek sesle konuşan Demir beni yerimde sıçrattı. Kafasını kaldırıp gözlerimin içine baktı. Titreyen al dudağımı ısırıp kafamı salladım. "Benim de senden özür dilememi beklemiyorsun, değil mi?" Dudağımın kenarının hafifçe yukarı kıvrıldığını hissettim, bu hareketle gözleri dudağıma kaydı. Bir süre izledi, sonra baş parmağını yanağıma bastırdı diğer parmaklarını enseme doğru uzatırken. Başımı kendininkine doğru çekti, alınlarımızı birbirine yasladı.
"Ben özür dilemeyeceğim," diye mırıldandı. "Özür dilemem hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Olan biteni yeniden hatırlamamıza gerek yok." Elimle eline tutundum, sıkıca. "Ama affedilecek bir şey yapmadınız, annen de sen de. Eninde sonunda biri onu öldürecekti, elinde silahla bekleyen kaç kişi olduğunu hayal bile edemezsin."
"Ama o senin baban."
"Senin baban nasıl biriydi bilmiyorum İpek, ama benim babam arkasından ağlarsam günah işliyormuş gibi hissedeceğim kadar berbattı. Bunu sen de biliyorsun. Kızgın değilim, hem de hiç. Yalnızca çok zamansız oldu. Şimdi işleri yoluna koymak çok daha zor olacak ve seni umursamıyormuş gibi davrandığım zamanlar için düşündüğümden çok daha pişman olacağım."
"Beni umursamıyormuş gibi davrandığın zamanlar mı?"
"Evet. Kalbini kasten kırdığım zamanlar, sana sarılmamak için insan üstü bir çaba harcadığım zamanlar. Şimdi o zamanların hepsi boşa gitti, elimde ne sen kaldın ne de almaya çalıştığım şey."
Almaya çalıştığı şeyin ne olduğunu sormak istesem de korktuğum için soramadım.
"Anneme ne olacak?" diye inledim onun yerine.
Baş parmağı yumuşakça yanağımda gezindi. "Bugünü atlatalım. Yarın her şeyle ilgileniriz, söz veriyorum."
Yumuşak hareketi fark eden gözyaşlarım parmak ucuna dokunmak için düşüncesizce kaydılar gözümden.
"Yanımda kalacaksın değil mi Demir?"
"Yanında kalacağım."
"Her zaman?"
"Her zaman."
"Söz ver."
Sıcak dudaklarını alnıma bastırırken "Söz," diye fısıldadı. Parmaklarının dokunduğu yerden, sol kulağımın arkasından bir şeyin geçtiğini hissettim; geçip çenemin altına yürüdü ve sağ kulağıma ulaştı.
Gözlerimi açtığımda şu an olduğum yerdeydim ve... Demir yanımda değildi. 
Buraya geleli neredeyse iki yıl oluyor. Annemin bir fotoğrafı bile yok bende, sadece gazetecilerin elleri kelepçeliyken yakaladığı o bulanık görüntüye bakabiliyorum bazen... Yani evde kimse yokken.
Demir'den kalan tek şeyse Karam. Gün geçtikçe tembelleşiyor ama her zaman içten.
Demir'se gitti. Aptallığımın arkasına gizlenip kulak kabarttığım konuşmalardan, biriyle birlikte yaşadığını duydum, sanırım dayısı demişlerdi. Hatırlayamıyorum.
Beni görmeye geldi, bunca zaman içinde yalnızca üç kez. İlki yalnızca anılarımın değil, öğrendiğim her şeyin silindiği zaman hastanede yatarkendi. Onu hatırlamıyordum, konuşmayı bile hatırlamıyordum. Ben yatağın bir köşesine sinmiş korkuyla yüzüne bakarken saçımı okşadı.
İkincisi hatırlayabilmem için fazla bulanık ama üçüncüsünde ne dediğini hatırlıyorum. "Seni almaya geleceğim," dedi. "Az kaldı, sabret. Sözümü tutacağım."
Onun için sabretmek istemesem de denedim. Zaten günümün yarısından fazlasında sabretmeyi de, verilen sözleri de, Demir'i de unutuyordum. Cehennem gibi değildi sabretmek, ama yine de zordu.
Ah... Kendimle ilgili şikayet etmeye yeniden başlamadan önce olup biteni anlatmalıyım.
Demir'in almaya çalıştığı şeyin şirket olduğuna karar verdik Karam'la. Ona her şeyi anlattım ve "Şirket," diye miyavladı sessizce. "Para," diye eklemeyi de unutmadı. Demir gerçekten babasının oğluydu.
Karam haklıydı, başından beri bunu görememiş olmak benim suçumdu. O yüzden beni bu eve bırakıp reşit olana kadar şirketi idare edecek olan dayısının yanına gitmiş olmalıydı. (Hala dayısı olup olmadığından emin değilim.)
Burada Süleyman Bey'in kızıyla kalıyorum. Unuttuğum zamanlarda öz ablammış gibi davranıyor bana, eksiklerle dolu bir hikaye anlatıp kandırıyorlar beni. Belki de böylesi daha iyidir, çünkü bunu yaptıklarında mutlular. Hatırladığım zamanlarda da hatırlamıyormuş gibi yapmaya çalışıyorum. Yine de "-mış gibi yapmak" sil baştan yeni bir hayata başlamamı sağlamıyor. Derinliklerde bir yerlerde unuttuğum şeylerin bile acısı yatıyor. Bir kelime duyduğumda mideme bir şey saplanıyor. Bu dünyada silinip gitmeyen tek şey acılar olsa gerek.
Şimdi takvime ikinci kez bakınca fark ettim. Bugün babamın ölüm yıl dönümü.
Her şeyi baştan aşağı böyle bir günde hatırlamak beni güldürdü, uzun zamandır ilk kez. Gülmekten gözlerimden yaş geldi, gerçekten.
Babamla annemi çok özledim.
Hayatımı anlatan bir günlüğe ne kadar da yakıştı bu cümle böyle.
Son sayfaya yazabilmeyi çok isterdim, ne yazık ki defterin bitmesine daha çok var ama benim o kadar vaktim yok.
Durup dururken o gün annemi düşünmemek için neyi düşündüğümü hatırlayıverdim. Ufuk'u düşünmüştüm. Özlenmeye değer yegane arkadaşımı.
Benden haber alamayınca korkmuş olmalı. Belki de Demir ona anlatmıştır. Bilmiyorum. Ama onu özledim. Son bir kez yüzünü görebilmek isterdim... ve teşekkür etmek. Düşününce beni gerçekten koruyan tek insan oydu. Ne kadar da şanslıymışım.
Karam oturma odasında camın kenarında uyuyakaldı az önce. Bitirmek için ideal bir zaman.
Doğum günün kutlu olsun Demir.

***

Ben... Demir.
İpek'in günlüğüne bir şeyler yazıp onu kirletmek doğru bir fikir değil, biliyorum.
Ama defterin kenarlarında benimle ilgili notlar var. Annemle ilgili de. Neden not aldığını söylemek çok zor, belki de unutmak istemiyordu.
"Kendini öldürdü" cümlesinin etrafına kalın daireler çizmiş. Hemen yanında kocaman harflerle "SAKIN BABANDAN NEFRET ETME" yazıyor.
Bugün 18 yaşına girdim. Şirket artık benim. İpek'e verdiğim sözü tutmaya geldim, elinden tutup onu götürmeye.
Şu an İpek'le evde yalnızız. Onun oturduğu yerde oturup yazdıklarını okudum, ben okurken sessizce bekledi, boynundaki kalın iple tavana bağlanmış bir şekilde. Elleri çoktan soğumuş, ama yüzüne dokunmaya ya da bakmaya cesaret edemedim.
Karam da camın kenarında uyuyor. Hatta belki o da ölmüştür.
Günlüğü baştan sona okuyunca ben de ölmek istedim. Ölmeyi hak etmişim, en az babam kadar.
Ama İpek hak etmemişti, başına gelen onca şeyden hiçbirini hak etmediği gibi.
Ölüp nereye gitti bilmiyorum, ama orada babasıyla beraber. Benim babamla karşılaşsa bile artık arkasına saklanabileceği bir babası var.
Artık yazmayı bırakmalıyım, yoksa gözyaşlarım yüzünden ıslanan sayfalar parçalanacak. Oysa ben bu defteri saklamak, her gün kendime ne kadar berbat biri olduğumu hatırlatmak istiyorum. Ve berbat biri olsam da İpek'i sevdiğimi, arkasından gitmeyi zerre kadar istemediğim için ölmeyi daha çok hak ettiğimi.
Özür dilerim İpek.
Bu arada ölüler hep limon mu kokar böyle?