Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

31 Temmuz 2015 Cuma

Tipik Bir Kore Dizisi ve Mavi Başrol Oyuncuları - The Full Sun

Merhaba dostlar.
Evet sonunda izlediğim diziyi bitirdiğim gibi soluğu burada aldım.
Bu diziyi "ağlamak istiyorum" diye köşe bucak dram dizisi ararken ve aradığım yerlerde hiçbir şey bulamazken tesadüf eseri şu replik sayfalarından birinde keşfettim. Replikleri öyle büyüleyici geldi ki "Evet!" dedim, "İşte aradığım aşkı buldum!"
Fakat gelin görün ki insan hayatta her istediği şeye sahip olamıyorum. Maalesef dizi o cımbızla çekilmiş replikleri kadar büyüleyici ve ilk bölümü kadar heyecan verici değildi.
Peki Mavi bu yazıyı neden yazıyor?
Çünkü bu dizinin ilk bölümlerinde yazıyı yazmaya karar vermiştim, son bölümlerde vazgeçer gibi oldum çünkü dizi gerçekten muhteşem bir dizi değildi. Ama eğer vazgeçseydim yazısını yazacak bir dizi bulmak için bir ay daha harcayabilirdim. Yani sizi bekletmemek adına muhteşem olmayan ama güzel olan bu dizi için kısa bir şeyler çiziktireceğim.
Dizimiz esas oğlanımız Jung Sero'nun esas kızımız Han Youngwon'a kocaman bir beyaz gül demeti teslim etmesiyle başlıyor (bu sahne koca dizi içinde izlediğim en büyüleyici sahnelerden biriydi.)
Jung Sero çiçek götürdüğü bu güzel bayanın çiçeklerin arasına burnunu sokup kokularını içine çekerkenki tatlı görüntüsüyle minik bir kalp çarpıntısı geçiriyor.
Peki bu güzel bayan Han Youngwon kimin nesi oluyor?
Han Youngwon, büyük bir mücevher tasarım şirketi olan Belle La Fair'in zarif müdiresi. Bu şirket ona çok sevdiği annesinden kalmış. Kirli işlerle uğraşan zalim bir babası, onu seviyormuş gibi davranan bir üvey annesi ve bu anneden olma bir kardeşi var. Bir ailesi(!) olmasına rağmen kartopunun içine karışmış küçük bir taş kadar yapayalnız. Öyle yalnız ki susmayı, boyun eğmeyi öğrenmiş. Yalnızca tutunabileceği bir şeyler olsun diye.
Jung Sero ise pamuk gibi babannesiyle beraber yaşayan genç bir adam. Düzgün bir iş bulmaya çalışıyor, mülakatlara gidiyor, sınavlara giriyor o sıralarda. Ve biliyor musunuz, girdiği en önemli sınavı kazanıyor da.
Bu iki insanın yolu anayurtlarından çook uzakta, Taylan'da yeniden kesişiyor. Han Youngwon oraya bir takı yarışmasına katılmak için şirket ekibiyle beraber gidiyo,. Jung Sero ise Kore'ye giremeyen elmas dolandırıcısı babasını görmek için.
O Tayland'da bir gecede işler öylesine kızışıyor ki 5 yıl sonra Kore'de oynanacak zorlu bir oyuna kadar uzuyor bu hikaye.
Bilmiyorum, belki de bu hikaye beni That Winter The Wind Blows'a benzediği için biraz çekmiş olabilir ama kesinlikle o dizinin kalitesinin yanından bile geçmiyordu.
Hayır, bu kadar kötülediğime bakmayın. Aslında çok çok beğendiğim yönleri de vardı. Örneğin başrol oyuncuları. Jung Sero'yu Yoon Kyesang canlandırıyordu. Kendisi hem bir idol, hem bir oyuncu, hem de bir erkek olarak çok beğendiğim için dizinin basit ve tahmin edilebilir olay örgüsünden sıyrılıp ona daldığım çok an oldu. (çünkü kendisine sakal ve gözyaşı pek bir yakışıyor.) Üstelik rol arkadaşı Han Jihye ile de yakışmışlardı. 
Han Jihye gerçekten çok güzel ve zarif bir bayan. Dizide tek sıkıntısı ses tonunu bazı yerlerde doğru kullanamamasıydı bence.
Onun dışında bu ikili birbirlerine karşı birbirleri için savaşan yetişkin aşıkları çok güzel canlandırmışlardı.
Özel olarak Sero'nun yaveri genç ve tatlı adam Hong ile Youngwon'un kardeşi vefalı ve zeki adam Youngjoon'u da dizide çok severek izlediğimi belirtmek istiyorum. Hatta Youngjoon için onun hislerini, hayatını konu alan bambaşka bir senaryo yazılsaydı, ben onu oturup zevkle izlerdim.
Açıkçası eğer ben dram severim, basit senaryoları izleyebilirim, entrika tutkunuyum bir de üstüne kavuşmak için çırpınan aşıklara bayılıyorum derseniz buyurun sizi bu diziye alalım.
Zira senaryosunun basitliğini kapatacak tek yönü başrol oyuncuları değildi. Yönetmen sahneleri ayarlamakta gerçekten iyi iş çıkartmıştı, kamera açılarını çok başarılı buldum.
Dizi müzikleri ise ballad severler için bulunmaz bir kaynak. Çok sevdiğim insanlar bu dizi için şarkı söylemişler. Kesinlikle, diziyi izlemeyecek olsanız bile şarkı listesine göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. 
Dizinin gidişatı iyiydi aslında, yani basit olsa bile kurgu güzel gidiyordu takip etmek sizi sıkmıyordu ama sonunu beğenmedim. İşte bu yüzden tipik Kore dizisi kategorisine girdi. Eğer sonu benim istediğim gibi olsaydı o zaman çok daha sevdiğim bir dizi olabilirdi.
Yine de ben sonunu kafamda başka bir şekilde kurabilirim diyorsanız izleyebileceğiniz bir diziydi, ya da tipik Kore dizilerini seviyorsanız.
Bu diziyi izlemeniz için çok fazla şart koştum ama siz bana bakmayın, izlemek istiyorsanız izleyin çünkü bir yere kadar gerçekten sevdiğim bir diziydi. Kötülediğim kadar kötü değil yani.
Yeni bir maceraya atılıp beklentilerinizi düşük tuttuğunuz bir dizi izlemek belki size de iyi gelir kim bilir?
Mavi'den bugünlük bu kadar.
Geri geleceğim.
Kapanış şarkımız, çevirisini bizzat benim yaptığım dizi müziğimiz Whale, Zitten'den sizler için geliyor.
Mavi kalın, mavi geceler.

27 Temmuz 2015 Pazartesi

Bu yazıya mavili bir başlık bulamadım.

Selam dostlar.
Ben "bu yaz çok planım var" diyerek hiçbir şey yapmadan bir ay geçirmiş çok muhterem Mavi Kartozu, öldüğümü sanmamanız için güncel yazmaya karar verdim.
Taşındığımdan beri çok meşgulüm ve meşgul olamayacak kadar tembel biri olduğum için bu meşguliyetime engel olamıyorum, onunla beraber sürükleniyorum. Bu yüzden analizini yazmak istediğim diziyi bitiremiyorum, izlemek istediğim filmleri izleyemiyorum. Haliyle blogum yeniden hayaletleriyle baş başa kalmak zorunda kaldı.
Peki nedir benim bu bitmek bilmeyen meşguliyetim? Aslında pek bir şey değil. En büyük sebebin memleketime taşınmak olduğunu söyleyebilirim çünkü kan bağım olan insanların yüzde doksanı burada yaşıyor ve yaz aylarında olduğumuz için sürekli olarak onlarla görüşüyoruz. Evden çıkmadığım bir güncük bile yok, ki bu benim ayakkabı giymeyi sevmeyen yapıma çok ters düşüyor.
Haliyle evde kendi kendime bir şeyler yapmayı özlüyorum. Ama eve girince yapmak istediğim şeyler o kadar çok oluyor ki sonunda düşünmekten yorulup yapmamaya karar veriyorum ve günü sadece oje sürerek kapatıyorum.
Tabii oje sürmek dışında az da olsa yapabildiğim şeyler var. Bol bol çeviri yapıyorum ve bir gece ansızın zamanlama öğrendim. Kendime yeni şarkılar buluyorum. Tam zamanlı netizenlik yapıyorum -her zamanki gibi-
Eğer bu yazıyı 15 gün önce yazsaydım o zaman size mutlu mutlu "kitap okuyorummmmmm!!!!!" diyebilirdim ama bu sıcaklar yüzünden kitap da okuyamıyorum. Gerçi sıcaklar bahane, beynimin henüz bu sınav stresini tam atlatamadığını düşünüyorum. Bu yüzden kitap okumak için odaklanmak hala çok zor, ama bunu daha sonra halledeceğim.
ÇÜNKÜ ÜNİVERSİTEYİ KAZANDIM ve kocaman bir kütüphanesi var.
Aslında her şey yolunda. Sadece CNBLUE ve VIXX durgunluk döneminde oldukları için biraz depresyona giriyorum arada, o kadar. Bir de çokça çamaşır astığım için.
Ah bir de... Arada bir girip kendi blogumu okuyorum. Ben bu blogu üç yıl önce açtım dostlar. Üç yıl önce bu blogtan beklentilerim çok, çok, çook farklıydı. Tabiri caizse popüler olmak istiyordum, insanlar ben yazı yazayım diye deli gibi beklesin istiyordum. Yazı yazdığımda bir sürü yorum gelsin istiyordum, insanlar orada burada benden bahsetsin istiyordum. Üç yıl geçtiği için utanmadan söyleyebiliyorum bunları size. Anlayın istiyorum, üç yıl önceki Mavi'yle şimdiki Mavi arasındaki farkı görün. Üç koca yıl, çok şey değiştiriyor.
Ben öyle istediğim kadar popüler bir blog olamadım ama gelin görün ki artık o popülerliği de istemiyorum zaten. Bu blogun amacı artık popüler biri olmak değil. Bu blog artık kalbimi açabileceğim, doğuştan içimde olduğunu bildiğim boşluğun üstünü örtebileceğim, içimde birikenleri akıtabileceğim ve sevdiğim şeyleri paylaşabileceğim bir yer. Bu blog benim ikinci evim ve siz, blogumun hayaletleri, benim evimin en güzel misafirlerisiniz.
Son zamanlarda blogun istatistiklerine bakarken çok sık gördüğüm bir olay var. Bir gün içinde 100'den fazla tık aldığım günler çok oluyor. O günler, birinin bloguma girip nerdeyse bütün yazılara tek tek baktığı günler. Ve o insanlara söylemek istediğim bir şey var.
"Mavi'nin evine hoş geldiniz. Lütfen eski yazılarımı çok dikkate almayın, olur mu? Çünkü ben değiştim ve eskiden söylediğim bazı şeyler geçerliliğini kaybetti. Hakkımda bir fikir edinmek istiyorsanız, lütfen daha yeni yazılarımı okuyun. Geldiğiniz için teşekkür ederim."
Yeni ziyaretçilerime yapmayı günlerdir planladığım konuşmayı da yaptığıma göre yavaş yavaş gideyim ben.
İzlediğim dizi bitmek üzere, iki bölümcük kaldı sadece. İzlemeyi planladığım bir film de var, o yüzden çok uzun süre beklemeyeceksiniz. Ama bana güzel filmler önerirseniz, tercihen dili Asya dillerinden olan filmler, çok güzel olur gerçekten. Böylece sizin istediğiniz filmler hakkında bir analiz yazabilirim belki! Çok fazla teklif geleceğini sanmıyorum ama bunu da buraya bırakayım dedim.
Ayrıca, 29'unda blogum 3 yaşına girecek ama bir kutlama yazısı yazmayı düşünmüyorum. Kutlamayı dördüncü yıl için planlıyorum. Sadece bilin istedim, bu güzel maviş evin doğum günü. Benim yuvam koskoca 3 yıl devirdi ehehe ^^
Bu yazıda çok fazla 3 dedim.
Artık bitmeli.
Kendinize iyi bakın.
Bu yazı için kapanış şarkımız çevirisini ve altyazısını benim yaptığım ilk şarkı: I'm Fine!
Ve evet! Biliyorum! Altyazı biraz ufak, görmesi zor ama lütfen benim için bir kez izleyin! Göstermekten gurur duyduğum bir şey bu.
Yazımı okuduğunuz ve benim gibi bir tembele katlanmaya devam ettiğiniz için teşekkürler. 
Mavi kalın ~

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Birth Secret - Mavi Kartozu Dükkanı Açıyor

Selam dostlar! Hayaletlerim! Mavi resmi olarak geri döndü!
Yeni evime yerleştim, yeni hayatıma başladım. Sınav sonucum fena değil, geleceğim artık az çok şekillendi gözümde. Omuzlarımdan koskocaman bir yük kalkmış gibi hissediyorum, hafiflemiş gibiyim. Eski gücüme kavuşmuş bulunmaktayım.
Eh, tabii internetimin gelmesini beklerken boş durmadım. İki yıl kadar önce bilgisayara indirip ilk bölümünü izleyip devamını getiremediğim Birth Secret isimli kıymetli diziyi hızlıca izleyip bitirdim.
Birth Secret, basitçe anlatılacak olursa, dahi sayılabilecek bir kadının bir gün hafızasını kaybetmesiyle başlıyor. Baş karakterimiz Jung Yihyun yaşadığı son 10 yılı unutmuş bir şekilde gözlerini sokağın ortasında açıyor. Evde onu bekleyen bir kocası, hatta bir bebeği var.
Aslında dizinin ilk üç bölümü oldukça karışıktı, hiçbir şey anlamadan izledim diyebilirim. Çünkü ilk bölümde kızın hatırladığı her şeyi görüp daha sonra 10 yıl ileriye gidiyorsunuz ve onunla beraber kaybettiklerini bulmaya çalışıyorsunuz. O 10 yılı onunla beraber yaşamış, her şeyin farkında olan insanların arasına karışmaya çalışıyorsunuz.
Bir yandan da karısının kendisini terk ettiğine inanmayı hiç istemeyen ve annesi gibi bir dahi olan kızını gayretle büyüten mavi kalpli adam Hong Kyung Doo'nun acısına eşlik ediyorsunuz.
Açıkçası diziyi ilk gördüğümde bunun yumuşacık bir aşk hikayesi olacağını düşünmüştüm, ama gerçekten öyle değildi. Sadece kalp kırıklarıyla dolu bir hikayeydi ve belki de yumuşacık bir aşk hikayesinden daha çok "aşk" gibiydi bu hissettirilen.
Yihyun geçmişi parça parça hatırlamaya başladığında gördüklerimiz ve kendi başına ayakta durmaya çabalaması beni her seferinde ağlattı.
Senaryosu sağlam bir diziydi ve son ana kadar heyecanını korudu. Üstelik sonu da kararındaydı, herhangi bir Kore dizisi gibi aceleye getirilmemişti.
Güzel ve dahi kadın Jung Yihyun'a hayat veren oyuncumuz Sung Yuri, benim çok ama çok sevdiğim oyunculardan biri. Bu diziye başlamamın en büyük sebebi diyebilirim. Kendisini The Snow Queen'de izledikten sonra bir nevi aşık oldum yeteneğine. Çok zarif bir kadın. Sadık ve mavi kalpli Hong Kyung Doo'muza hayat veren oyuncuysa Yu Junsang. Kendisine gerçekten büyük bir hayranlık besliyorum, özellikle bu diziden sonra hayranlığım katlanarak büyüdü. Yakasını bir daha bırakmayacağım adamlar listesinde üst sıralarda duruyor.
Bunun dışında Jung Yihyun'un küçüklüğünü bu aralar yıldızı parıl parıl parlayan hanım kızımız Kim Sohyun oynuyor. Diğer karakterleri canlandıran oyuncular da hakkını vererek oynamış, kadro gerçekten iyi.
Diziyi üç günde bitirdim, sürekli dışarı çıkmam gerekmese iki günde bitirecektim aslında. Hikayesiyle izleyeni sımsıkı saran bir diziydi Birth Secret. Asla unutmayacağım ve hatırladıkça hüzünleneceğim sahneleri, replikleri vardı. Bazen durdurup sindirmem gereken yerler oldu. Hep "ben de böyle birini istiyorum" dedirtti bana. Kendime hakim olmazsam evde kalacağımı hissettirdi. Çünkü Hong Kyung Doo gibi birini bulmam neredeyse imkansız, böyle mavi kalpli birinin yaşıyor olması imkansız. (Ama çaktırmayın o kadar gerçekçiydi ki bir an bulabileceğimi düşündüm.)
Dizi öyle güzeldi ki beni sürekli ağlatıyor olması bile canımı sıkmadı, sıcacıktı. Birilerini özlemenin ne demek olduğunu gösterdi ve birileri derken, belli birinden bahsetmiyorum. Yalnızca birilerinin elinden tutmasını özlemenin ne demek olduğunu göstermesinden bahsediyorum. Yapayalnız olmaktan... Jung Yihyun yapayalnız bir kadındı anlayacağınız ve ardında bıraktıklarını onları bıraktığını bilmeden özlüyordu, tıpkı bıraktıklarının onu özlediği gibi.

Peki bu diziyi sadece ağlamak için mi mavileyeceksiniz? Hayır. Bu yazıyı yazmaya karar verdiğim andan itibaren son bölüme kadar bu dizinin amacı ne diye sordum kendime. Ve son bölümde cevabını buldum. Jung Yihyun çok zeki biriyidi, bir dahiydi ama dünyanın en zengin insanı olmak istedi. Çok para kazanmak istedi, çok fazla ve bu hata hayatından yıllar çaldı, hatta insanlar. İşte dizimizin sosyal mesajı da budur. Para mutluluğu satın alamaz. Yorulduğunda birinin omzuna kafanı yaslayıp ağlayamıyorsan para hiçbir şey değildir.

Güzel bir senaryosu, güzel bir oyuncu kadrosu ve sosyal mesajı olan bu dizinin müzikleri de harika. Gerçekten hiçbir eksiği yok. Bence mavileyin, bayılacaksınız!
Kapanış şarkımız dizinin müziklerinden "Aptal Kafa". Dizinin en sevdiğim şarkısı ve sözleri de çok güzel.
Blogda olduğu için çok mutlu olan Mavi'den herkese mavi geceler! Ah burayı çok özlemişim.