Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Eylül 2020 Çarşamba

cavidan hanım

 “Abi inanamadım gözlerime resmen.”

“Ben aslında bir yerlerden lanetli iskeletler falan fırlamasını beklemiştim ama bu kadarı fazla.”

“Artık daha çok korkuyorum kadından.”

“Karantina falan bitip de ofise dönünce nasıl eskisi gibi davranabiliriz ki artık?”

“Abartmayın be siz de.”

Leyla tırnaklarını boyamaya öfkeli bir ara verip telefonlarımıza yağan saçma sapan mesajları kesmeye çalışmıştı. Ojeleri bozulmasın diye dikkatli dikkatli yazışını görünce kendimi tutamayıp güldüm. Ekranımı delip geçen, yanımdaymış gibi ani bir etki yaratan bir bakış attı bana.

“Ne gülüyorsun kızım, sen de bir şeyler söyle de sussun şunlar.”

“Valla biraz abarttıkları doğru ama ikimiz de onlar kadar şaşırdık sonuçta. Bırak eğlensinler.”

O sabahki günlük görüntülü toplantımızda, senelerdir birlikte çalıştığımız ama hakkında en ufak bir şey bilmediğimiz müdür yardımcımız ve ekip yöneticimiz Cavidan Hanım’ın arkasında duran ve sanki yüzyıllardır kapalıymış gibi duran kapı açılmış ve pijamalarıyla, onun yaşlarıyla bir kadın içeriye girmişti. Yüzünde çocuksu bir gülümsemeyle, toplantıda olduğumuzun hiç farkında olmayarak kadının omzuna dokunmuştu. Müdür yardımcısının hızlı davranması sebebiyle görebildiğimiz tek şey bu olmuş, kadının kamerası ve mikrofonu anında kapanmıştı. O sırada rapor veren kişi susmuş, kimileri yüz ifadelerini kontrol altına alamadıkları için görüntülerini kapatmak zorunda kalmışlardı. Birkaç dakika sonra Cavidan Hanım hiçbir şey olmamış gibi geri dönmüş, şaşkın suratlara hiçbir açıklama yapmadan toplantıya devam edilmesini istemişti.

Toplantı bittiğinden beri içeri giren kadın hakkında saçma sapan teoriler üretiliyordu. Cavidan Hanım aslında göründüğünden daha yaşlıydı, o da gayrimeşru kızıydı. Evli olmadığını biliyorduk, ama kadınla anne kız ilişkileri olmasına ihtimal veremiyordum. Olsa olsa kız kardeşi falan olabilirdi ya da ablası. Ama omzuna dokunuşu, Cavidan Hanım’ı görünce gülümseyişi ve üstünde resmi kıyafetler ya da karşısındaki ekranda süren bir toplantı olduğunu fark etmeden içeri girişi bana üstünde durduğumuz ihtimallerin de pek gerçekçi olmadığını söylüyordu.

Leyla’ya göre ben fazla düşünüyordum. Bunun sebebi karantinada yapacak işimin olmaması, fazla sıkılmam ve Cavidan Hanım’ın özel hayatı hakkında çok ihtimamlı davranmasıydı. O da hepimiz gibi aynı ofiste çalıştığımız günlerde havadan sudan konuşarak, ev hayatından bahsederek, geçmişini anlatarak bize katılsaydı muhtemelen üzerinde fazla durmazdım.

“Öyle olsun,” demiştim böyle deyince. “Ama bence lanetli iskeletten daha mantıklı bir fikir benimki.”

İş arkadaşlarımız Leyla’nın mesajların önünü alma girişimini görmezden gelmiş, şimdi de Cavidan Hanım’ın yapayalnız yaşayan bir vampir olduğunu düşündüklerinden bahsediyorlardı. Tüm bu karantina olaylarından önce, hep beraber yediğimiz bir öğle yemeğinde bu teori üstüne sanki gerçek olabilirmiş gibi uzun uzun konuşmuştuk. O an çok gülsem de akşam eve gittiğimde gerçekten yapayalnız olabilecek bir kadının hayatıyla dalga geçtiğim için kendimi epey kötü hissetmiştim. Nihayetinde ben de yapayalnız bir kadındım. Tek fark benim yalnızca eve geldiğimde bu yalnızlığı hissediyor olabilmek için işteyken başka yalnız kadınlara gülebilmemdi.

O günden sonra ne zaman yüzüne baksam yüreğimin derinliklerinde ikiyüzlülüğün minik ateşi yanar, tüylerimi diken diken ederdi. Vicdan azabını bastırabilmek için bir gün ondan özür dileceğimi söylerdim hep. O sabah onun yalnız olmadığını, kim olursa olsun uyanınca onu evde bulmaktan mutlu olan bir kadının yanında olduğunu görmek omzumdan bir yük kalkmış gibi hissetmeme sebep olmuştu.

Fakat yine, artık birlikte öğle yemeği yemiyor olsak da bizi birbirimize bağlayan telefonlarımız sayesinde yalnızlığıyla dalga geçtiğimiz kadının şimdi de yalnız olmayışıyla dalga geçiyorduk. Ben geçmiyordum, ama bir şey söylemeye dilim varmıyordu. Leyla ojelerini sürerken telefona baktığı için kızgındı belki de. Kimse Cavidan Hanım’ın hiçbir suçu olmadığını, bizlere anlatmasa da bir hayatı olabileceğini söylemiyordu çıkıp.

Ben düşüncelere dalmış avucumda titreyen telefonu bile hissetmiyorken öfkeli arkadaşım söve söve mesaj yazarken masasının üstünde duran oje şişesini devirdi. “Hay sikeyim böyle işi ya!” Güldüm gayriihtiyari, her zaman yaptığım gibi. Sonra gülüşümü yakaladım, yüzümde sönüverdi.

“Leyla ben kaçıyorum, bir şeyler atıştırmam lazım.”

Masanın altına eğilmişti, bıkkın bir sesle cevap verdi: “Kızım daha yeni yemedin mi?”

“O zaman gidip uyuyacağım. Hadi görüşürüz.”

Kafasını kaldırdı. “Bu saatte mi?”

Cevap vermeden çıkış yaptım. Hızla bilgisayarımı ve telefonumu kapatıp yatağa uzandım. Hafta sonu boyunca kimseyle konuşmak istemiyordum ve kısa bir süre içinde de istesem de konuşamayacağımı anladım. Birkaç saat içerisinde hafta başlayınca mecburen üstesinden gelmek zorunda kalacağım korkunç karın ağrıları başladı. Uyur uyanık iki gün geçirdim. Yalnızca arada bir telefonumu açıp insanların Cavidan Hanım’la ilgili söylediklerini okuduğumu, bazen buzdolabının önüne oturup ağzıma bir şeyler tıkıştırdığımı, defalarca kustuğumu hatırlıyordum pazartesi sabahı toplantıya girdiğimde. Makyaj yapamamıştım. Üzerimi değiştirmemiştim. Saçlarımı yapmamıştım. Çirkin renkli ev hırkamı sırtıma geçirip yüzüme düşen saçları birkaç el hareketiyle geriye itmiş, gözlerimi zar zor açıp bir bardak rezene yapmıştım kendime.

Kamerayı açmak zorunlu olduğu için içten içe küfreder görüşmeye katıldım. Cavidan Hanım iyi olup olmadığımı sordu. Gözlerim dolu dolu “Kusura bakmayın, biraz rahatsızlandım,” dedim.

“Toplantıdan çıkmak ister misin?”

“Yok, Cavidan Hanım. Katılsam daha iyi olacak, teşekkür ederim.”

Mikrofonumu kapatıp çayımı gürültülü bir şekilde hüpleterek tüm toplantıyı dinledim. Müdür yardımcısının yerinde ben olsam benim de arkamdan dalga geçecek olan insanların profesyoneller gibi konuşmalarını izledim. Şimdi bile arkamdan konuşuyor olabilecekleri ihtimalini geriye atmaya çalıştım kafamda. Aslında bu bir ihtimal değildi, kesin konuşuyorlardı arkamdan. Hatta belki Cavidan Hanım hakkında konuştuklarından daha çok. Çünkü o hiç anlatmıyordu kendisini, ben yalnızlığımı dile dökerek zırh alıyordum elime. Onun üstüne senaryolar yazıyorlardı, benim için bunu yapmalarına dahi gerek yoktu.

Yine içim bulandı.

“Evet, arkadaşlar. O halde yarın yeniden görüşmek üzere.”

“Cavidan Hanım, haddimi aşarak bir sorum olacaktı.”

Lanetli iskelet çıkış tuşuna basmaya hazırlanan herkesi oturdukları yere zamkladı. Herkesin nefesini tuttuğunu duyabiliyor, dehşete düşmüş yüzlerine içimin bulantısı yükselerek bakıyordum.

“Dinliyorum.”

Yapamaz, diye düşündüm. Herkes yapamayacağını düşünüyordu. Ama yaptı.

“Geçen toplantıda odanıza giren kimdi? Tabii ki cevap vermek zorunda değilsiniz, ama biz arkadaşlarla çok merak ettik. Pek özel hayatınızı paylaşan biri olmadığınız için…”

Hepimizi işin içine karıştırıp götünü de sağlama alıyordu utanmadan.

Açıkçası Cavidan Hanım’ın ne yapacağını hiçbirimiz kestiremiyorduk. Bir kez bile bağırıp çağırdığını, hatta ufak sürtüşmeler dışında öfkelendiğini görmemiştik. Bu uzaklıktı bizi korkutan ama şimdi o uzaklığı tek seferde atlayıp kapatmaya çalışıyordu herkes. Ne yapsa bizi şaşırtacaktı, ama sessizce kıkırdaması bazılarını gerçek manada korkuttu.

“Siz de haklısınız tabii, ben olsam ben de merak ederdim.”

Rahatlayan lanetli iskelet gülerek bir adım öteye gitti. “Kamerayı da apar topar kapatınca…”

“Doğru,” diye kıkırdamasını bir gülümsemeyle sürdürdü Cavidan Hanım. İçimin bulantısı yemek borumdan ağzıma doğru tırmandı. “Ama güzel karımı hepinizin görmesini istemedim.”

Bıçak gibi kesilen sessizlikte kameramı kapatmaya yetişemeden midemde ne var ne yoksa klavyemin üstüne kustum.