“Abi inanamadım gözlerime resmen.”
“Ben aslında bir yerlerden lanetli iskeletler
falan fırlamasını beklemiştim ama bu kadarı fazla.”
“Artık daha çok korkuyorum kadından.”
“Karantina falan bitip de ofise dönünce nasıl
eskisi gibi davranabiliriz ki artık?”
“Abartmayın be siz de.”
Leyla tırnaklarını boyamaya öfkeli bir ara verip
telefonlarımıza yağan saçma sapan mesajları kesmeye çalışmıştı. Ojeleri
bozulmasın diye dikkatli dikkatli yazışını görünce kendimi tutamayıp güldüm.
Ekranımı delip geçen, yanımdaymış gibi ani bir etki yaratan bir bakış attı
bana.
“Ne gülüyorsun kızım, sen de bir şeyler söyle de
sussun şunlar.”
“Valla biraz abarttıkları doğru ama ikimiz de
onlar kadar şaşırdık sonuçta. Bırak eğlensinler.”
O sabahki günlük görüntülü toplantımızda, senelerdir
birlikte çalıştığımız ama hakkında en ufak bir şey bilmediğimiz müdür
yardımcımız ve ekip yöneticimiz Cavidan Hanım’ın arkasında duran ve sanki
yüzyıllardır kapalıymış gibi duran kapı açılmış ve pijamalarıyla, onun
yaşlarıyla bir kadın içeriye girmişti. Yüzünde çocuksu bir gülümsemeyle,
toplantıda olduğumuzun hiç farkında olmayarak kadının omzuna dokunmuştu. Müdür
yardımcısının hızlı davranması sebebiyle görebildiğimiz tek şey bu olmuş,
kadının kamerası ve mikrofonu anında kapanmıştı. O sırada rapor veren kişi
susmuş, kimileri yüz ifadelerini kontrol altına alamadıkları için görüntülerini
kapatmak zorunda kalmışlardı. Birkaç dakika sonra Cavidan Hanım hiçbir şey
olmamış gibi geri dönmüş, şaşkın suratlara hiçbir açıklama yapmadan toplantıya
devam edilmesini istemişti.
Toplantı bittiğinden beri içeri giren kadın
hakkında saçma sapan teoriler üretiliyordu. Cavidan Hanım aslında göründüğünden
daha yaşlıydı, o da gayrimeşru kızıydı. Evli olmadığını biliyorduk, ama kadınla
anne kız ilişkileri olmasına ihtimal veremiyordum. Olsa olsa kız kardeşi falan
olabilirdi ya da ablası. Ama omzuna dokunuşu, Cavidan Hanım’ı görünce
gülümseyişi ve üstünde resmi kıyafetler ya da karşısındaki ekranda süren bir
toplantı olduğunu fark etmeden içeri girişi bana üstünde durduğumuz
ihtimallerin de pek gerçekçi olmadığını söylüyordu.
Leyla’ya göre ben fazla düşünüyordum. Bunun sebebi
karantinada yapacak işimin olmaması, fazla sıkılmam ve Cavidan Hanım’ın özel
hayatı hakkında çok ihtimamlı davranmasıydı. O da hepimiz gibi aynı ofiste
çalıştığımız günlerde havadan sudan konuşarak, ev hayatından bahsederek,
geçmişini anlatarak bize katılsaydı muhtemelen üzerinde fazla durmazdım.
“Öyle olsun,” demiştim böyle deyince. “Ama bence
lanetli iskeletten daha mantıklı bir fikir benimki.”
İş arkadaşlarımız Leyla’nın mesajların önünü alma
girişimini görmezden gelmiş, şimdi de Cavidan Hanım’ın yapayalnız yaşayan bir
vampir olduğunu düşündüklerinden bahsediyorlardı. Tüm bu karantina olaylarından
önce, hep beraber yediğimiz bir öğle yemeğinde bu teori üstüne sanki gerçek
olabilirmiş gibi uzun uzun konuşmuştuk. O an çok gülsem de akşam eve gittiğimde
gerçekten yapayalnız olabilecek bir kadının hayatıyla dalga geçtiğim için
kendimi epey kötü hissetmiştim. Nihayetinde ben de yapayalnız bir kadındım. Tek
fark benim yalnızca eve geldiğimde bu yalnızlığı hissediyor olabilmek için
işteyken başka yalnız kadınlara gülebilmemdi.
O günden sonra ne zaman yüzüne baksam yüreğimin
derinliklerinde ikiyüzlülüğün minik ateşi yanar, tüylerimi diken diken ederdi.
Vicdan azabını bastırabilmek için bir gün ondan özür dileceğimi söylerdim hep.
O sabah onun yalnız olmadığını, kim olursa olsun uyanınca onu evde bulmaktan
mutlu olan bir kadının yanında olduğunu görmek omzumdan bir yük kalkmış gibi
hissetmeme sebep olmuştu.
Fakat yine, artık birlikte öğle yemeği yemiyor
olsak da bizi birbirimize bağlayan telefonlarımız sayesinde yalnızlığıyla dalga
geçtiğimiz kadının şimdi de yalnız olmayışıyla dalga geçiyorduk. Ben
geçmiyordum, ama bir şey söylemeye dilim varmıyordu. Leyla ojelerini sürerken
telefona baktığı için kızgındı belki de. Kimse Cavidan Hanım’ın hiçbir suçu
olmadığını, bizlere anlatmasa da bir hayatı olabileceğini söylemiyordu çıkıp.
Ben düşüncelere dalmış avucumda titreyen telefonu
bile hissetmiyorken öfkeli arkadaşım söve söve mesaj yazarken masasının üstünde
duran oje şişesini devirdi. “Hay sikeyim böyle işi ya!” Güldüm gayriihtiyari,
her zaman yaptığım gibi. Sonra gülüşümü yakaladım, yüzümde sönüverdi.
“Leyla ben kaçıyorum, bir şeyler atıştırmam lazım.”
Masanın altına eğilmişti, bıkkın bir sesle cevap
verdi: “Kızım daha yeni yemedin mi?”
“O zaman gidip uyuyacağım. Hadi görüşürüz.”
Kafasını kaldırdı. “Bu saatte mi?”
Cevap vermeden çıkış yaptım. Hızla bilgisayarımı
ve telefonumu kapatıp yatağa uzandım. Hafta sonu boyunca kimseyle konuşmak
istemiyordum ve kısa bir süre içinde de istesem de konuşamayacağımı anladım.
Birkaç saat içerisinde hafta başlayınca mecburen üstesinden gelmek zorunda kalacağım
korkunç karın ağrıları başladı. Uyur uyanık iki gün geçirdim. Yalnızca arada
bir telefonumu açıp insanların Cavidan Hanım’la ilgili söylediklerini
okuduğumu, bazen buzdolabının önüne oturup ağzıma bir şeyler tıkıştırdığımı,
defalarca kustuğumu hatırlıyordum pazartesi sabahı toplantıya girdiğimde.
Makyaj yapamamıştım. Üzerimi değiştirmemiştim. Saçlarımı yapmamıştım. Çirkin
renkli ev hırkamı sırtıma geçirip yüzüme düşen saçları birkaç el hareketiyle
geriye itmiş, gözlerimi zar zor açıp bir bardak rezene yapmıştım kendime.
Kamerayı açmak zorunlu olduğu için içten içe
küfreder görüşmeye katıldım. Cavidan Hanım iyi olup olmadığımı sordu. Gözlerim
dolu dolu “Kusura bakmayın, biraz rahatsızlandım,” dedim.
“Toplantıdan çıkmak ister misin?”
“Yok, Cavidan Hanım. Katılsam daha iyi olacak,
teşekkür ederim.”
Mikrofonumu kapatıp çayımı gürültülü bir şekilde
hüpleterek tüm toplantıyı dinledim. Müdür yardımcısının yerinde ben olsam benim
de arkamdan dalga geçecek olan insanların profesyoneller gibi konuşmalarını
izledim. Şimdi bile arkamdan konuşuyor olabilecekleri ihtimalini geriye atmaya
çalıştım kafamda. Aslında bu bir ihtimal değildi, kesin konuşuyorlardı
arkamdan. Hatta belki Cavidan Hanım hakkında konuştuklarından daha çok. Çünkü o
hiç anlatmıyordu kendisini, ben yalnızlığımı dile dökerek zırh alıyordum elime.
Onun üstüne senaryolar yazıyorlardı, benim için bunu yapmalarına dahi gerek
yoktu.
Yine içim bulandı.
“Evet, arkadaşlar. O halde yarın yeniden görüşmek
üzere.”
“Cavidan Hanım, haddimi aşarak bir sorum olacaktı.”
Lanetli iskelet çıkış tuşuna basmaya hazırlanan
herkesi oturdukları yere zamkladı. Herkesin nefesini tuttuğunu duyabiliyor,
dehşete düşmüş yüzlerine içimin bulantısı yükselerek bakıyordum.
“Dinliyorum.”
Yapamaz, diye düşündüm. Herkes yapamayacağını
düşünüyordu. Ama yaptı.
“Geçen toplantıda odanıza giren kimdi? Tabii ki
cevap vermek zorunda değilsiniz, ama biz arkadaşlarla çok merak ettik. Pek özel
hayatınızı paylaşan biri olmadığınız için…”
Hepimizi işin içine karıştırıp götünü de sağlama
alıyordu utanmadan.
Açıkçası Cavidan Hanım’ın ne yapacağını hiçbirimiz
kestiremiyorduk. Bir kez bile bağırıp çağırdığını, hatta ufak sürtüşmeler
dışında öfkelendiğini görmemiştik. Bu uzaklıktı bizi korkutan ama şimdi o
uzaklığı tek seferde atlayıp kapatmaya çalışıyordu herkes. Ne yapsa bizi
şaşırtacaktı, ama sessizce kıkırdaması bazılarını gerçek manada korkuttu.
“Siz de haklısınız tabii, ben olsam ben de merak
ederdim.”
Rahatlayan lanetli iskelet gülerek bir adım öteye
gitti. “Kamerayı da apar topar kapatınca…”
“Doğru,” diye kıkırdamasını bir gülümsemeyle
sürdürdü Cavidan Hanım. İçimin bulantısı yemek borumdan ağzıma doğru tırmandı. “Ama
güzel karımı hepinizin görmesini istemedim.”
Bıçak gibi kesilen sessizlikte kameramı kapatmaya
yetişemeden midemde ne var ne yoksa klavyemin üstüne kustum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder