Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Haziran 2013 Pazar

Yumuşacık ve Masmavi - Clannad

Bir gün, ki can sıkıntısının tavan yaptığı bir gündü, neden anime izlemediğimi düşündüm kendi kendime. Gerçekten uzun zaman olmuştu ve ben gerçekten iyi bir şeyler izlemek istiyordum. Fikirlerin arasında boğulduğum sırada gözlerimin önünde bir şimşek çaktı. Aklımın kenarında saklanmış görüntüler su yüzüne çıktı. O zaman hatırladım. Sakladığım bir şeyler vardı, hep ertelediğim.
Yumuşacık bir şeyler. Mavi bir şeyler.
Clannad tam da en zor zamanımda kurtardı beni. Bu yaz için mükemmel bir başlangıç oldu.
Japonlar istediklerinde mükemmel olabiliyorlar, bütün klişelerden ve çoğu Japon'da gördüğümüz sapkınlıktan uzak şeyler yapabiliyorlar. Bu da onlardan işte.
Clannad iki sezonluk bir anime serisi. Bu seri, bir romandan uyarlanarak televizyona aktarılmış. Araştırıldığı zaman "shonen" ya da "seinen" türlerinde olduğu yazıyor. Bu erkekler için olduğu anlamına geliyor. Üstelik 18-30 yaş arası erkekler için. Ama bu animeyi seven ve bana öneren insanların hepsi bayandı, üstelik bayıla bayıla anlatıyorlardı. Biraz tereddüt yaşamış olsam da başladım. İyi ki beni engellemesine izin vermemişim bu tereddütün. Çok şey kaçırmış olabilirdim.
Hikayenin ana karakteri Okazaki Tomoya.
İlk başta "O kafasının önündeki ne ya?" diye suratına bön bön baktığım yakışıklı, nazik, serseri, ipsiz sapsız, aşık olunası biri. Bu kadar çok zıt sıfatı nasıl taşıyor hala aklım almasa da beni gerçekten kendisine bağladı. Ayrıca o perçemlerine alışmam oldukça uzun zaman aldı. Gerçi nerdeyse bütün karakterlerin saçında saçma sapan ayrıntılar vardı ama bu da hoş olan şeylerden biri bence.
Okazaki Tomoya'ya bakınca gerçekten ipsiz sapsız birini görüyorsunuz başlarda. Ders yok, doğru dürüst arkadaş yok. Etrafta dolaşıp yalnız olan herkesle konuşuyormuş gibi geliyor sadece. Ayrıca ilk cümlesi "Bu şehirden nefret ediyorum" olunca ergen davranışları olacağını düşünüyor insan.
İlk dakikadan tanıştığı kız Furukawa Nagisa ise ikinci ana karakterimiz.
Onun ilk cümlesi ise "Tatlı fasulye ekmeği!" İlk başta çok beceriksiz, aptal bir kıza benziyor o. Her şeye umutla bakan tiplerden. Ayrıca hasta, vücudu çok zayıf. Bu yüzden son senesini tekrar etmek zorunda kalıyor okulda. Bu da tanıdığı herkesin mezun olduğu, küçüklerle takılmak zorunda olduğu bir sene anlamına geliyor. Yani yapayalnız. Okulda bir tiyatro kulübü kurmak istiyor.
Okazaki'yle tanışınca birlikte kurmaya karar veriyorlar kulubü. Çocuğun tiyatroyla ilgilendiği yok gerçi, ama işi gücü de yok zaten.
İşte maceraları böyle başlıyor. Kendisi de son sınıf olan Okazaki, Nagisa'yı insanlarla tanıştırıyor. Bu sırada kendisi de yeni arkadaşlar ediniyor.
Birlikte kocaman, mutlu, yumuşak ve mavi bir dost ailesi kuruyorlar. İçlerinde iki sınıf başkanı, iki serseri, bir üstün zeka, bir hayalet, bir erkek fatma, bir de hasta ama mutlu kız bulunan bu aileyi izlemek çok keyifliydi. Çocuklarımızın gerçek aileleri de bu maceralara katıldılar. Beklediğimden daha sıcak bir his verdi. Herkesin hikayesi, herkesin içinde sakladığı acı... Herkesin birlikte bunlara göğüs gerişi... Sanki bunları ben yapmışım gibi övünmek istiyorum. Yalnızca övmekle yetinmeliyim sanırım.
Nagisa-chan'ın ailesi, Okazaki'ye göre garip, aptal ama sıcak bir aile. Her zaman mutlu olmaya bilen türden, fedakarlık yapmayı seven türden.
Hepsinin kafasının üstünde tavşan kulağına benzeyen iki tel saç var. Çok sevimli ve komikler.
Okazaki'yi ve diğer çocukları da çok seviyorlar. İdeal aile tipi desek az kalır.
Çılgın baba Akio-san, şefkatli anne Sanae-san...
Onları çok seviyorum.
Ama özellikle bahsetmek istediğim kişi Furukawa Akio, yani çılgın baba. Kızı için çıldıran, karısı için çıldıran, ailesi için çıldıran bir baba. Her şeyini vermeye hazır bir baba. Dünyanın en iyi babalarından biri.
Animenin ilk sezonuyla ikinci sezonu çok farklı. Merak etmeyin, konu bütünlüğü açısından eksiksiz. Ama duygusal açıdan neredeyse uçurumlar var. İlkinde arkadaşları anlatıyor, ikincisinde ise büyüyüp aile olmaya karar veren çocukları.
Hikayenin daha en başında "hiçbir şey değişmeden kalmaz" diyorlar. Bir nevi haklılar. Değişmeyen tek şey yüzümdeki gülümseme... ve gözyaşlarım.
Bu anime sulu gözlerle dolu. Ağlamayan karakter yok sanırım. Hatta Nagisa'dan bahsederken sürekli ağlayıp durmasıyla dalga geçen Okazaki bile ağlıyor. Haliyle sizin bu Mavi Kartozu'nuz da salya sümük halde buluyor kendini. Beni en çok ağlatan anime/manga listesinde ilk sıraya yerleşti, inanılmaz ama Orange'ı bile geçti.
İzlerken içimden hep "aile" dedim. "Aile... İşte bu aile. Bunun anlatığı aile. Bu aile demek."
Clannad, sizi ağlatacaktır izlerseniz. Ama gülümsetecektir de. Hatta belki kıskandıracaktır.
Bu animede asla, ama asla unutmayacağım bir replik var.
Spoiler vemek zorundayım ama bunu söylemezsem anlayamazsınız.
Nagisa ve Okazaki'nin ikinci sezonda olan çocukları babasına bakıp ondan aldığı ilk oyuncağı kaybettiği için özür diliyor.
Sonra kafasını eğiyor. "Baba. Şey... Artık içimde tutmasam olur mu? Sanae-san bana söyledi. Ağlayabileceğim yerler banyo ve... Babamın kollarıymış."
Bu tatlı, içli kıza annesinin çok, çok sevdiği "Büyük Dango Ailesi"nin şarkısını söylüyorlar ninni olarak. Gerçekten uykuya dalmak için mükemmel bir şarkı. Su baloncuğu kadar hafif.

Yazının kopuk kopuk olduğunun farkındayım ama animeyi bitireli yalnızca iki saat oldu. Hala etkisindeyim, gözyaşlarım henüz kurumuş değiller. Üstelik iki sezonun hepsini deli gibi anlatmak istiyorum, bu seferlik mazur görün.
Kısa kesip izleyin demeliyim sanırım artık. İzleyin bu animeyi. Hissettirdikleri farklı olacaktır. Bir arkadaşıma bahsederken Usagi Drop'la Ouran High School Host Club karışımı olduğunu söylemiştim. Kulağa çok garip gelse de doğru bir tanım olduğuna inanıyorum.
Son olarak vermek istediğim bir replik daha var.
"Gerçekten benimle hiç tanışmaman gerektiğini düşünüyorsun diye çok endişelendim. Ben seninle tanıştığım için çok mutluyum. Harika bir hayatım oldu. Bu yüzden lütfen artık kendini kaybetme. Bundan sonra bizi bekleyen ne olursa olsun benimle tanıştığın için pişmanlık duyma. Olmaz mı?"

Clannad'ı üç kelimeyle tanımlasam yumuşak, mavi ve aile derdim.
Lütfen bu zevkten mahrum kalmayın. Kaçırmayın bu animeyi. Mavileyin!
Büyük Dango Ailesi'yle mavi geceler efendim!
"Tüm mutlu ve üzücü şeyleri, hepsini yuvarla gitsin."


14 Haziran 2013 Cuma

Yaz Geldi - Mavi Kartozu Hazır!

Bilirsiniz, kış mevsimi kartozları için daha hayırlıdır. Hayata tutunmaları için gereken enerjiyi kışın soğuğundan alırlar. Yeni kartozları da dünyaya gelirler yaşamak için. Pek çok kartozu mevsimlik ömürlere sahiptir. Pek çok dediğime bakmayın genelleme yapacak kadar çok kartozu, kış bittiğinde eriyerek toprağa karışırlar. Bu onlar için ölüm demektir.
Peki Mavi Kartozu yazları ölür mü?
Elbette bu sorunun cevabı HAYIR!
Çünkü kendime ve bu bloga defalarca söylediğim gibi ben normal bir kartozu değilim. Maviyim ben. Onca beyaz kartozunun içinde tek mavi olan benim. Denizin, gökyüzünün en mavi olduğu bu mevsimde nasıl olur da eriyip giderim?
İnanır mısınız bilmem, kutuplarda yaşayanlar hariç, dünya üzerinde yaşayan en yaşlı kartozlarından biriyim ben. Yaz-kış demedim yaşadım. Yaz benimdi çünkü maviydim. Kış da benimdi çünkü kartozuydum. Velhasıl geldim buralara kadar. Kış'ı daha çok sevdim, doğal olarak. O mevsimde düştüm dünyaya, o mevsimde yaşadım hayatımın en güzel hatıralarını ve en çok o mevsimde huzurluydum. Ama Yaz da bana gülümsedi.
Yaz mevsimi demek sabahlara kadar dizi-film izlemektir. Ter içinde olunmasına rağmen bir de salya sümük ağlayarak vücuttaki su oranını iyice düşürmektir. Gözleri sakız kıvamına getirmeyi alışkanlık edinmektir. Ramazan ayında iftara saatler kala Korelilerin şapur şupur yemek yedikleri dizileri midenin gurultusu ile uyum içinde izlemektir.
Bütün bunların yanı sıra deniz kenarında, parklarda kitap okumak; insanları izleyerek malzeme çıkarmak; yüzmek demektir yaz.
Yaz eğlenceli bir mevsimdir.
Mavi Kartozu yorucu okul döneminden yeni çıkmış olmanın verdiği gazla bu eğlencenin suyunu çıkarmaya hazırdır.
Peki siz hazır mısınız?
Yazın sık sık uğrayın lütfen. Arkadaşlarınızı da getirmeyi unutmayın!
Bu yaz çok mavi olacak. ~ 

7 Haziran 2013 Cuma

Zeni Geba - Mavi Makaron

"Zeni geba" Japonca'da para delisi demek. Bu deyim kendisine garip geldiğinden midir, yoksa sırf o güzel final bölümünü yazabilmek için midir bilinmez Japon arkadaşlardan biri çıkıp bir "zeni geba"nın hayatını anlatan bir dizi yapmaya karar vermiş.(Ne çok bir dedim lan.) Başrol için de aramışlar Kenichi Matsuyama-san'ı, demişler ki gel seni oynatalım bu dizide. Bunların hepsi dört yıl önce olup bitmiş şeyler, ama ben Mavi Kartozu bu diziyi ancak geçen yıl fark edebildim.
İnsanlar hakkında "etkileyici" dediler. Muhtemelen "insanı etkiliyor" demek istediler, ama ben bunu bir iltifat olarak gördüm. Sonra araştırdım falan işte, başrol oyuncusunu gördüm. Balıklama daldım tabii.
O zamanlar uçarı zamanlarımdı, eğlenceli şeyler arıyordum. Şu an sıkıcı bulduğum basit Kore melodramlarından zevk alıyordum. O yüzden çok tutanamadım bu diziye. Yalnızca iki bölüm izleyip bıraktım. Fakat gel gör ki pişmanım. Aklım başıma geç geldi. Neyse ki silmemişim bilgisayardan, geri dönüp izlemeyi düşünebildim.
Bu yazıyı bunu izleyin diye anlatıyorum ama uyarmadan edemeyeceğim. Bu dizi, Zeni Geba; aşkı istiyorsanız, aile sıcaklığını istiyorsanız, aklı başına gelen mantıklı insanlar istiyorsanız, doğrunun kazanmasını istiyorsanız, büyük ilgi çekici olaylar istiyorsanız eğer, size göre değil! Bu dizinin doğru düzgün bir dönüm noktası yok, yalnızca bir adamın hayatını anlatıyor. Tahmin edilebilir şeyler oluyor. Hatta çoğu zaman söylenenleri dinlemeniz bile gerekmiyor. Bölüm bölüm bakıldığında sıkıcı bile denilebilir. İnsanın içine sıkıntı veriyor olaylar, yok artık demek istiyorsunuz ama gerçek hayatta da böyle olduğunu biliyorsunuz. İşte bu yüzden, hayatınıza ara vermek istiyorsanız bu diziyi beğenmeme ihtimaliniz çok yüksek. Ama eğer ders istiyorsanız, şükretmek istiyorsanız ve o muhteşem finali tatmak istiyorsanız izleyin. Hiçbir şey kaybetmezsiniz. Söyleyeceklerim bu kadar.
Gelelim ayrıntılara.
Başrol oyuncumuz Kenichi Matsuyama Gamagori Futarou isimli fakir bir adamı canlandırıyor.
Bilirsiniz, Japon dizi/anime/mangalarında fakirlik ekmek kapısıdır. Fakir-zengin ayrımı, fakirliğin zorluğu, zenginler kötüdür mesajlarıyla dönüyor onların değirmeni. Bu dizide de bunun gibi şeyler var.
Gamagori Futarou'nun babası bir ayyaş. Sürekli içiyor ve yalnızca para istemek için eve geliyor. Annesiyse kanser hastası, paraları olmadığı için ilaç alamıyor, ama oğluna ilacı olduğunu söyleyip hep kullanıyormuş gibi yalan söylüyor. Bir gün Futarou'nun babası yine para almak için sarhoş olmuş bir halde dönüyor. Çocuğun kumbarasını buluyor, çocuk da "Vermem anneme hediye alacağım o parayla" diye adamın üstüne atılınca adam bunu ittiriyor, o da gözünü dolabın sivri yerine çarpıp yaralıyor. Yüzündeki yara izi korkutucu görünüyor ve haliyle çirkin.
Sonra bir gün sevgili yavrumuz arkadaşları tarafından dışlandığı bir okul gününü geride bırakmış eve doğru yürürken lüks bir araba üstünü başını ıslatarak yanından geçiyor, sonra yaptığını fark edip az ilerde duruyor ve içerden mini mini şık bir kız çıkıyor koşup özür diliyor. Sonra ıslanan kıyafetlerini değiştirmesi için onu evine götürüyor. Bu kızın ismi Mikuni Midori. 
Elbiselerinin kurumasını beklerlerken kız ona makaron ikram ediyor.
Futarou ilk kez yediği bu tatlıya bayılıyor. Övgüler yağdırıyor. Hatta o kadar çok övüyor ki konuşmaktan yalnızca bir makaronun yarısını yiyebiliyor. Sonra kız bir ara odadan çıkıyor. O sırada çocuğun aklından geçen kişi annesi. Keşke o da yese diye düşünüyor ve ona da götürmeye karar veriyor. Topluyor makaronları çantasına doldurmaya başlıyor. Bu onun ilk hırsızlık girişimi ve başarısız oluyor. Kız o işini bitiremeden geri dönüyor. Hırsızlığı affedemeyeceğini söyleyerek onu kovuyor, üstüne üstlük çocuğun annesi kızdan gelip özür diliyor, önünde eğiliyor lan. Ah, sinirimden öldüm. Kız hala affetmem falan diyor. Alt tarafı minicik kurabiyeye yapılan bu tantana Futarou'nun hayatını çok etkiliyor.
Bu olaydan sonra -sanıyorum baya sonra- Futarou'nun annesi bir gece öksüre öksüre ölüyor. Doktor "Neden hastaneye gelmeyi bıraktı, neden ilaç almadı?" deyince Futarou anlıyor ki annesi parasızlıktan öldü. Parasızlığa sebep olan ise babasıydı. Bu yüzden hem babasından nefret etmeye başlıyor, hem de paraya aşık oluyor.
Yetimhaneden kaçtığı gece bir adamın cüzdanını çalıyor. Bunu yaparken abi-kardeş gibi oldukları komşuları Hiroshi-san görüyor. Yapma diyor, gel beraber cüzdanı geri verip özür dileyelim diyor. Ama o paradan ayrılamaz, çünkü annesi parası olmadığı için öldü. Beyzbol sopasıyla "abi" dediği adamı gözünün yaşına bakmadan öldürüyor. Henüz 7-8 yaşlarındayken.
(Burada durup uyarmak istiyorum ağır spoiler vereceğim, özellikle yazının sonlarına doğru. Umarım rahatsız olmazsınız.)
Bu onun işlediği cinayetlerin ilki. Daha sonra bir sürü insanı öldürüyor ve dolaylı yoldan ölümüne sebep oluyor. Neden mi? Çünkü o bir para delisi. Para için yapmayacağı şey yok.
Yıllar sonra kendisini üç-beş tane makaron yüzünden aşağılayan kızla tekrar karşılaşıyor ve kasıtlı olarak arabasının önüne atlıyor. Hastanede gözünü açtığında kız ne isterse yapacağını söylüyor. O, "Yalnızca arkadaş olalım," diye karşılık veriyor. (Hadi ama Futarou-san! Hepimiz istediğin şeyin arkadaşlık olmadığını biliyoruz.) Kız da mecburen kabul ediyor.
Bir gün Futarou-san, bu zengin ve hırsızlığı kabul edemeyen kız tarafından bir tekne gezisine davet ediliyor. Tabii orada zengin insan nüfusu fazla ve hepsinin eli yüzü düzgün. Bir kişi halinden memnun değil yalnızca, o da bu şımarık kızın kardeşi. Onun da yüzünde bir iz var, doğum lekesi. Mavi renkte ve sağ yanağını tamamen kaplıyor. Ayrıca ayağı sakat. Futarou onu hedef seçiyor ve onu bir şekilde kendisine aşık ediyor.
Bu sırada peşinde bir polis var. İlk öldürdüğü adamın öz abisi.
Futarou bir şekilde çok zengin olan Mikuni ailesine damat olarak giriş yapıyor. Tabii bunun için kendisinin ne yaptığını anlayıp kızın ablasını uyaran aile dostunu da öldürüyor.
Zaman geçtikçe kaldığı pozisyondan sıkılıyor. Çünkü o para delisi, daha fazlasını istiyor.
Kızın babasını öldürmesi için birini tutuyor. Aslında tam olarak tutmak denemez, adam Mikuni şirketinin bir çalışanı ve şirketten haliyle zenginlerden nefret ediyor. Futarou işçilik zamanlarında bunu şefin elinden kurtarmış falan. "Zaten kanser hastasıyım ben. Öldürürüm peşinden kendimi vururum, verdiğin parayla da mezar yaparım," diyor. Dediği gibi de yapıyor. Baba ölünce şirket ailedeki tek erkek olan kendisine kalıyor. Ama artık mutlu değil. "Yanlış yapmadım," diyor sürekli.
Şirketin çatısına çıkıp bir çuval parayı insanların üstüne attığı sahne çok iyiydi.
Sonra... Midori denen, hani şu makaron kız var ya, o kızın kafasına dank ediyor bu adamın ne mal olduğu. Kardeşine vazgeçmesini, ayrılmasını, onun kötü bir adam olduğunu söylüyor.
Kız kardeşi Akane-chan "Böyle olacağını biliyordum," diyor. "Ama onu seviyorum. O beni sevmese de onu seviyorum."
Sonra babalarının öldüğü haberi gelince Midori kafayı yiyor. Tam olarak yer değiştiriyorlar iki kız kardeş. Adeta rolleri değişiyorlar, huysuz olan Midori oluyor, hep gülümseyense Akane.
Futarou yaptıklarını (aileye zorla girişini, aile dostunu ve babayı öldürüşünü) itiraf ettiğinde bile Akane hala onu seviyor. Hatta bu konuşmadan sonra ona gidip bunu söylüyor. Bir konuşma geçiyor ve adam "Ölsen de ölmesen de sorun yok," diyor.
Ertesi gün Akane kendini asıyor. Baya bir insan ölüyor. Hepsi para yüzünden. Para delisi yüzünden.
Para delisi yani Futarou-san yakınındakileri paraya muhtaç edip kendisinden para istemelerine sebep olmayı çok seviyor.
Mesela bu aile:
Onlar Futarou'yu dize getirip şu manyaklıktan kurtarabilir demiştim ama Futarou onları manyalığa sürükledi. Bir şekilde borca batmalarını sağladı. Sonra da onlara ödünç para vermedi. Bu masum, alın teriyle para kazanan insanlar para için ona bedenlerini vermeye çalıştılar, olmadı bıçak çektiler. Ben bunu beklemezdim, ama ne yazık ki böyle oldu.
Ama bu Futarou'nun işi. Babasına da bunu yaptı. Konuşurlarken "Ölmen için ne kadar lazım?" dedi. Adam da gülerek "Bir milyar?" diye cevap verdi. Eninde sonunda o bir milyar yen hazırlandı. Ölmesi için babasına gönderildi. Ne iğrenç. Ne mide bulandırıcı.
Peşindeki polise de yaptı. "Hasta karını tedavi ettirecek parayı vereceğim, ama istifa edeceksin," dedi. Polis ilk başta reddetti, ama yazık ki paraya vermesi için önünde diz çöktüğü zamanlar da geldi.
Para delisi para kazandığı ve insanlara paranın değerini "aklınca" öğrettiği için de memnun olmadı.
Her gece kabuslar gördü.
O kabus sahneleri çok iyiydi gerçekten.
Ağlamak, tepinmek, çığlık atmak... Her şey vardı.
Ona bakarken insanın uykusu açılıyordu resmen.
Ama beni en çok etkileyen şey annesine çok benzeyen bir evsiz görüp ona yüklü miktarda para vermesiydi. Kadın parayla evsiz arkadaşlarının yanına dönünce onu öldürdüler parayı almak için. Futarou bunu gördü. Parasızlık da paraya sahip olmak da öldürebiliyordu bunu anladı. Bence kabuslarının kötüleşmesinin sebebi buydu.
Şimdiyse ben senaristi anlıyorum. O, finali yazabilmek için dokuz bölümlük koca bir dizi yazmış, bense koca bir yazı yazdım bunu anlatabilmek için.
Bir süre sonra "Ee? Nereye gidiyor bu dizi?" diyorsunuz kendinizce. Herkes patır patır ölüyor falan. Ama güzel yere gidiyor dizi.
Son bölümde Futarou intihar etmeye karar veriyor. Üstüne patlayıcı bağlayıp annesiyle babasından kaçtıkları zaman saklandıkları yere kapatıyor kendini. Midori de uzaktan izliyor bunu. Fitili ateşleyip kendini kurtarmak adına bir hamle yapmaması için ellerini bağladığında ipler kopuyor. Her şey geriye gidiyor.
Normal bir hayat hayal ediyor. Babasının adam gibi biri olduğu bir hayat. Her şey öyle güzel ve içten gelişiyor ki. Annesi ölmüyor, abi dediği adam ölmüyor. Okuyor, güzel okullara gidiyor. Katil olmuyor, hırsız olmuyor. Akane'yle üniversitede tanışıyorlar. Şu babayı öldüren adamla da orada arkadaş oluyorlar. Akane'yle evleniyor. Orta halli bir hayat sürüyor. Baba oluyor. Bebeğine bakarken gözleri doluyor, ilk kez içten. Bebeği büyüyor, Akane'yle mutlular. Midori'yle arkadaşlar. Ama bunlar gerçek değil. Mutlu değil, hiç olmadı.
Bütün bunlar bir bölüm boyunca anlatılırken "Hadi," dedim kendi kendime. "Şu fitil bitsin artık, daha fazla canı yanmasın." Bu acımasız adamın acı çekmesine engel olmak istedim. Ama o fitil... Ah, o lanet olası fitil ne kadar uzundu öyle.
Bütün bunları düşünürken çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Birileri kurtarsın istedi. Ölmek istemedi, mutlu olabileceğini düşündü. Korktu. Çok korktu. Ama kimse bir şey yapmadı. Orada öldü işte.
Bende nerde kayış koptu bilmiyorum, hatta ağlanacak bir şey olduğundan da şüpheliyim ama gözyaşları içindeydim. Ama rahatlamıştım. İşte uslanmaz para delisi Futarou pişman olmuştu ölmeden önce.
Sonra, jenerik girmeden hemen önce fitil yanarken kameraya bakarak konuştuğu bir sahne girdi. karakterlerden birine sesleniyordu, ama sanki seyirciyle konuşuyordu. Yaptıklarından asla pişman olmadığını, yanlış yapmadığını söyledi. "Ölsem bile benim gibi insanlar yine gelecektir," dedi. "Para delileri, her yerdedir."
Tüylerim diken diken oldu. Kenichi Matsuyama'nın oyunculuğu parmak ısırtan cinstendi.
Ayrıca bu final, yapımları dünya geleni olan dizi sıralamalarında ilk üç finale girer benim için. Eğer... Eğer Futarou'nun babası kendini kaybetmeseydi her şey daha güzel olacaktı ve bir insanın kendini kaybetmesi için bir gece yeter. İşte bir gece insanın hayatını böyle etkiler.
Sadece arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın. Hayatınızın tamamen farklı gittiğini hayal edin. On beş dakika hayatınızı yeniden yazmaya yeter bile. Ama biliyorsunuz değil mi; on beş dakikada yazdığınız hayat asla oynanmayacak. Ürkütücü, ha?
Yalnızca izleyin şu diziyi ve keşfedin. 
Mavi geceler efendim.
Dizinin kapanış şarkısıyla veda edelim.