Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Temmuz 2022 Cumartesi

üç yıldır ilk kez mavi

üç yıldır ilk kez bugün yapacak hiçbir şeyim, yarına mutlaka yetişmesi gerekiğini bildiğim ya da hissettiğim bir sorumluluğum yoktu. üç yıldır ilk kez bugün yapmam gerekenlerden kaçtığım, dağ gibi birikmiş işleri görmezden geldiğim için değil de gerçekten yapmak zorunda olduğum hiçbir şey olmadığı için sıkıldım.

sıkıntıdan üç kez makyaj yapıp sildim. dolabımdaki bütün kıyafetleri denedim. uzun süredir biriktirdiğim videoları izledim. uzun süredir vakit bulamadığım dans saatini gerçekleştirdim. uzandım. suçluluk duymadan telefonumla oyalandım.

kendime yeni bir hayatın ilk sayfasını açabilmek için yeni sözler verdim.

sanki üç yıldır bu sözleri verebilmek için bugünü bekliyormuşum.

ilk sözüm, uzun zamandır bırakmak istediğim ve istersem bırakabileceğime inandığım bir alışkanlığımı kesin olarak bırakmak oldu. bırakmak isteyip istersem bırakabileceğimize inandığımız ama bir türlü bırakmak istemediğimiz alışkanlıklara aslında bağımlılık diyorlar. sanırım bu alışkanlığımı bırakmak konusunda yeterince kararlı olabilmek için bir bağımlılık olduğunu kabul etmem ve hayatıma kötü bir etkisi olduğunu itiraf etmem gerekiyor. bu yazının bu paragrafı işte tam da bunun için ayrıldı. evet, bağımlılıklarımdan biri hayatıma hiç istemediğim kadar kötü bir etkide bulunuyor ve ben bu bağımlılığın üstesinden gelecek gücü kendimde buluyorum. bir gün size bu bağımlılığı yenebildiğimi yazacağım. 

ikinci sözüm de bununla ilgiliydi. yazmak.

biliyorsunuz hep söyleyip duruyorum buraya geldiğim kısıtlı zamanlarda. ben çok değiştim. el kadar çocukken her gece ağlamanın sağlıklı ve normal bir şey olduğuna inanıyordum. lisede içime kapandım, üniversitede insanlardan kaçtım. mutsuzdum kısaca. depresiftim. üstümde ara ara hala kokusunu alabildiğim bir ölü toprağı... 

ama şimdi öyle değilim. yine böyle bir söz vererek çıktım ben o mavinin içinden. neyin sağlıklı neyin sağlıksız, neyin doğru neyin yanlış, neyin zararlı neyin zararsız olduğunu öğrene öğrene, kendime güvenmeyi deneye deneye ışıl ışıl parlayan bir mavi oldum. çok uğraştım ve bence başardım da. bununla hep övüneceğim.

gelin görün ki o ikileme ben de düştüm. hani sorarlar ya, en sevdiğiniz yazarlar, düşünürler mutlu olsalardı o kelimeleri yazabilir miydi? ben kendim yazarken de o içine kapanık, sırtı kabuk bağlamış, göğsü kanayan, başı eğik maviye gereğinden fazla yaslandığımı biliyordum, farkındaydım her şeyin. mutsuzluğum, çaresizliğim, öfkem, hissettiğim tüm o olumsuz duygular kalemimin ucundan kan gibi sızıyordu, gözlerimle görüyordum. ne bileyim, hiç mutlu olacağıma inanmıyordum ki... hep böyle gider sanıyordum. sonsuza kadar beni tutan bu dikenli zincirlere güvenerek sarkabilirdim hayal gücümün karanlık uçurumlarından. tabii ki öyle olmadı. eğer o mavinin içinden kaçıp kurtulmasaydım kesinlikle o uçuruma düşecektim. o zaman ebediyen elime kalem alamazdım.

şimdiki halimle yine kalem alamıyorum. klişe, biliyorum. ama mutluyken yazılanlar sıkıcı gibi sanki, değil mi? neşeli öyküler utanç verici. ben eskiden sonunda aşıkların kavuştuğu hiçbir şeyi okuyamazdım, sinirim bozulurdu. insanların sevinçli kurguları yavan gelirdi, yalancı, gerçekdışı.

kalemden hep kan mı sızmalı? gülerken gözlerimden sızan yaşlar olmaz mı? ya da kahkahalar atarken ağzımdan sıçrayan tükürükler? beni mutlu edenlere bakarken gözlerimden fışkıran sevgi? olmaz mı?

bilmiyorum.

ama kendime söz verdim.

ben yazmaya başladığımda o koyu renkli, yaralı mavi değildim ki. dünyadan haberi olmayan bir çocuktum yalnızca. hayır yalan söyledim, belki o zamandan yaralanmaya başlamıştım. ama önemi var mı? daha karanlık uçurumlardan, dikenli zincirlerden, öfkeden, yalnızlıktan, umutsuzluktan haberim yoktu. ama yine de yazıyordum. ben okuma yazmayı söktüğümden beri hep yazıyordum ki...

yazan maviydi işte. mutluymuş mutsuzmuş, kızgınmış değilmiş, fark eder mi?

o yüzden kendime dönüp bu defa daha heyecanlı, kuş gibi kanatları olan, neşeli bir kalemle yazmak istiyorum içimdekileri. arada kan da sızabilir bu kalemin ucundan, ne de olsa yaşamaya devam ediyorum ve damarlarımda kan akıyor. ama tek rengi kan kızılı olmayacak kelimelerimin.

kendime sözümdür, ucu körelen kalemimi sivrilteceğim.

işte öyle, hem daha iyi bir mavi olmak için hem de tüm o iyi kötü, mutlu mutsuz gibi sıfatların çevrelediği maviyi bulmak için kendime söz verdim.

bir de durup düşündüm.

akademiye geri dönmek istemiyorum.

beni kendimden ne kadar uzaklaştırmış, ne kadar kopartmış, ben sıkılmayı bile unutmuşum.

içimden geldiğinde iki satır karalayamayacağım, kelimelerimi raflara kaldırıp kalemlerimi yontmaya zaman bulamayacağım bir hayat istemiyorum bir daha.

istediğim gibi bir hayat yaşayabilir miyim bilmiyorum ama istemediğim bir hayat yaşamayacağımdan emin olacağım. bu da üçüncü sözüm olsun.



17 Mayıs 2022 Salı

beklentiler, tarot ve o benim kendimle alakalı bir sıkıntı

selam dostlar.

aslında şimdi söyleyeceklerimi bir videoya çekip youtube'da paylaşmak istemiştim. ama yapamadım. kağıda ağlamaya alışığım ama kamerada ağlamak hala yabancı ve korkutucu geliyor.

aşağı yukarı eylül ayında kendimi iki yıllık bir çıkmazın en kötü döneminde buldum. o zamanlar arkadaşlarımla hep beraber tarot izlemeye sarmıştık. tarot falları hem youtube'da hem de tiktok'ta bana duymak istediğim şeyleri söylüyordu, içinde bulunduğum durumdan ya da bu durumda beraber bulunduğum kimseden almak istediğim ama hiçbir zaman alamadığım cevapları bana veriyordu. bana umut veriyordu. gitmek istediğim yolun açık olduğuna, gecenin bir vaktinde yolculuk etsem de sokak lambalarının yanık olduğuna beni inandırıyordu.

yanlış anlamayın, ben de inanmaya çok müsaittim. böyle boş şeylerden anlam çıkarmaya çok yatkınım, zaten öyle olmasam kendimi böyle bir durumun içinde bulmazdım. sürekli noktaları birleştirmeye, bir resim çıkarmaya, çıkan resmin içini boyamaya çalışıyordum. tarot falları böyle anlamsız yolculuklar için gerçekten mükemmel bir yakıt. asla sonu gelmiyor, asla bitmiyor. sürekli deponuz dolu, sürekli çok yorulacağınız ve karşılığında hiçbir şey alamayacağınız o yolda sizi destekliyor. bunu bilmeme rağmen yine de tarot izlemeye devam ediyordum.

yılbaşından sonra arkadaşlarım tarot izlemeyi bırakmaya başladılar. belki onlar bırakmasaydı ya da ben tek başıma tarot izliyor olsaydım ya da onlar bu yolculuğuma hiç şahit olmamış olsaydı ben hala o yolda çıplak ayak yürümeye devam ediyor olurdum. artık bir arabada değildim çünkü. arabam yoldan çıkmış, taklalar atmış, başüstü bir çayırın üstünde yanmaktaydı. kollarımdan ve bacaklarımdan kanlar süzülüyordu. saçlarım dağınık, dudaklarım kuru ve solgun. ama yine de o yolda yürümek istiyordum. öyle biriyim çünkü. öyle biriydim demeyi çok isterdim. ama hala bırakmam gereken şeylere inatla tutunmaya, kopan ipleri inatla bağlamaya çalışıyorum bazen.

arkadaşlarım tarotu bıraktıkların da ben de yavaş yavaş bırakmaya başladım. her gece yatmadan önce mutlaka, üstüne bazen gündüzleri canım sıkılırsa izlediğim bu videolardan kopmam çok kolay olmadıysa da izlemedikçe kafamdaki bulutların dağıldığını ve topallayarak yürüdüğüm o karanlık yolun üstünde en azından sisin dağıldığını gördüm. yapmam gereken şeyin farkına vardım. o şeyi yapmam gerektiğini kabul etmek yapmaktan çok daha zordu benim için. ama yaptım.

nihayetinde o yoldan çıktım. bedenimde hala kazanın izleri, içimde beni yanlış yola saptıran pusulaya olduğu kadar göz göre göre karanlıklarda araba sürmeye kalkan kendime duyduğum çılgın öfke... dinlendim. elimden geldiğince iyileştim. işlerimi bitirdim. saplandığım çukurdan çıkıp başka yolculuklar için hazırlanmaya karar verdim.

tarot izlemiyordum artık. tarot izlemiyorum da hala. izlemeyeceğim de.

başka bir yolculuğa çıkmak istediğim zaman gördüm ki evet, pusula hatalıydı ama o pusulayı seçen kişi bendim. o arabaya binen de bendim. o tarot fallarını izleyip sokak lambalarının yanacağına inanan ve yolların açık olduğunu umut eden de bendim. pusulamı, arabamı değiştirsem ve yolumu fallarla çizmekten vazgeçsem de yolculuğu kontrol eden benim.

kendimi suçluyorum.

kendimi suçlamak istemiyorum.

bu durumda olan kimsenin kendisini suçlamasını istemiyorum.

bize öğretilenlerden, bizi oyalayanlardan, bizi yaralayanlardan biz suçlu olmamalıyız.

ama suçlu hissediyorum.

aslında hiç değişmediğimi, hiç büyümediğimi, hiç öğrenmediğimi hissediyorum. dönüp bakınca nasıl büyüyeceğimi, nasıl değişeceğimi, öğreneceğimi bilmediğimi hissediyorum. girdabın çıktığım yolculuklarda değil, yola çıkan benim gövdemin tam ortasında dönüp durduğunu hissediyorum. çaresiz hissediyorum. umutsuz hissediyorum. başarısız hissediyorum. sevilmiyorum. sevilmiyorum. sevilmeyeceğim.

hiçbir zaman sorularıma yanıt bulamayacağım. sorular her zaman daha fazla soru ve daha fazla başarısızlık getirecek. mi? 

beni boş umutlara sürükleyen tarot falları olmadan umut edebilmek istiyorum.

sevginin bir çaba karşılığı bir ödül değil, tüm bunları düşünen zavallı tarafımla bir bütün olarak hak ettiğim bir şey olduğuna inanmak istiyorum. 

bir bütün olarak, bir bütün olduğum için, bir bütün ben olduğum için sevilmeyi hak ettiğime inanmak...

geçenlerde arkadaşıma bütün ilişkilerim böyle gelişiyor dedim. tüm arkadaşlık ilişkilerim de... önce ben çabalıyorum, önce ben uğraşıyorum.

ilgi göstermeden ilgi göreceğine inanmıyorsun. o yüzden sen bir şey yapmadan sana ilgi göstermelerine izin vermiyorsun, dedi.

sanki içimde her şeyi tutan bir pazar filesi varmış da altındaki küçücük delik birden genişlemiş, tüm elmalar yollara usul usul dökülmüş, bayırdan aşağı yuvarlanmış gibi hissettim. hafifledim. çok hafifledim. bayırdan aşağı yuvarlanan kırmızı elmaların renklerini içime çektim, gözyaşlarımın arasından gülümsedim. ama giden benim elmalarımdı. biriktirdiğim, aldığım, parlak yüzlü, sulu, tatlı elmalarım...

o andan beri durup durup ağlıyorum.

biliyorum, iyileşmek böyle bir şey. fiziksel bedenimde büyüyen zararlı şeyi iki kez kesip aldıklarında da yaşadım bunu. ne kadar acı çekersen o kadar iyileşiyorsun nihayetinde. ne kadar gözyaşı dökersen o kadar öğreniyorsun.

ama bu defa neyi öğrendiğimden bile emin değilim. nasıl iyileştiğimi bilmiyorum. dedim ya inanmıyorum hala. birinin bakıp içindeki sevgiyi yöneltmek isteyeceği biri olarak görmüyorum kendimi aynada. bir insanın kendini sevdiği gibi seviyorum kendimi. ama bir başkasını sevdiğim gibi sevemiyorum.

içimde yararlı bir şeylerin büyüdüğüne inanmak istiyorum. pazardan aldığım ve yırtık filemden kaçıp yollara dökülen kırmızı elmaların yerine, içimin bahçesinde büyüyen sapasağlam bir elma ağacı olsun istiyorum. gövdesine sımsıkı sarılayım, gölgesinde uyuklayayım, sulu elmalarını iştahla ısırayım. onu gözyaşlarıyla sulayışıma değsin, içimden sökülen topraklarla besleyişime değsin, ardından baktığım yuvarlanan elmalarına duyduğum özleme değsin.

değecek biliyorum.

yalnızca anlamıyorum.

henüz göremiyorum.

bir daha tarot izlemeyeceğim.



31 Aralık 2021 Cuma

mavi'ye mektup - 2021'e veda ederken #5

merhaba,

nasıl oldu bu? mektuplara soru sorarak başlanmaz diye öğretmişlerdi çocukken ama sana sormadan duramayacağım ben. nasıl geldin buralara? nasıl böyle büyüdük?
2021'e de söyledim, sana da söyleyeceğim. tabii ki bir senede olup bitmedi bunların hepsi. önce ağacı diktik, sonra büyüsün diye su, güneş, besin verdik. nihayet meyve verdi ağacımız. mavi mavi, sulu, ısırması güzel yaz meyveleri.
bu sene en sevdiğin mevsimin kış olmadığını kabul ettin sen önce. ne kadar özgürleştiriciydi... artık yazlarla kışlar değişti senin için. değişimi kabul ederek büyüdün önce. sonra bir baktın ki bu değişim çok tatlı, çok heyecan verici. değiştikçe anladın ki aslında sen değişmiyordun. yalnızca seninle kendin arasındaki engel kalkmıştı. o puslu, soğuk, karanlık kış gitmişti. nereden bakarsan bak kır çiçekleriyle süslü, yemyeşil, tertemiz bir havası olan kendini görüyordun artık. çok güzel... çok güzeldin. çok güzelsin.
o kadar çok şey öğrendin ki hangi birini saysam bilemiyorum.
öncelikle kendini sevdiğin için teşekkür ederim. biliyorum, sen hep kendini seviyordun. ama önceleri kendini göremiyordun, dedim ya. kendini görüp de sevebildiğin için teşekkür ederim. tuhaflıklarıyla, kötülükleriyle ve güzellikleriyle onu kucakladığın için ve ona kendisini ifade edecek alanı verdiğin için. bedenini güvenle taşıdığın için. duygularını saklamadığın, sokaklarda dimdik yürüdüğün, kendine değer verdiğin, hayır demeyi öğrendiğin için. kendini koruduğun için ama kendini korurken kapatmadığın için... dengeyi bulduğun için.
son zamanlarda en çok söylediğin şey bambaşka biri olduğun.
sen sahiden bambaşka biri olarak çıkıyorsun bu seneden.
hala ne yaptığını pek bilmiyorsun belki. şimdi bile kendini üç kelimeyle tanımla deseler kafası karışık biri dersin. ama yine de ne yaptığını bilmeyen halinle bile özgüvenli durduğun için seninle gurur duyuyorum.
nasıl oldu bu?
ben hala bilmiyorum. gururla ve özlemle haykırıyorum. alnımın akıyla ve omuzlarım dik bitiyorum bu seneyi.
kimseye söyleyemedin ama ben biliyorum. çocukken bakıp özendiğin o kadınlardan biri olmayı başardın. nasıl? nasıl yaptın bunu? hep yapacağım diyordun ama inanıyor muydun gerçekten bunu yapabileceğine? hatırlamıyorum neye inanıp inanmadığımı.
beni tanımayan ben o kadar uzakta kaldı ki...
ilkokula giden sen şimdiki sana baksa ağzı açık kalırdı. demek yapabildim.
demek yapabildim.
demek yapabildim ben bunu.
yapabildim. kendimi beni asıl ismimle tanıyan insanlara mavi olarak tanıtabildim.
söylerken korktuğum gibi sesim de titremedi.
bana mavi dediklerinde heyecandan ne yapacağımı bilemedim.
ama ne yapacağımı bilemediğimden panik yapacağıma heyecanımı kucaklayıp sarıldım ona.
yapabildim.
utanıp sıkılmadan yüksek sesle konuşuyorum artık. saklamıyorum.
bir kere kendimi görünce onu saklayamayacağımı anladım zaten.
artık üstünü kara örtülerle örtsem de altından ışığı parlayacaktı. hem haksızlık insanlara, benim gördüğümü onlar da görmeliler.
demek yapabildim.
daha yapabileceğim ne çok şey var kim bilir.
hepsini yapacağım.
ve şimdiki halim o zamanki halime bakınca ağzı açık kalacak. diyecek ki,
demek yapabildim.
çünkü artık göğsümde saklanan biri değilim. ben bu göğüsüm, bu gövdeyim, bu bedenim ben. eskisi gibi gözlerim sakız olana kadar ağlıyorum, eskisi gibi çok küçük şeylere takılıyorum, eski bana benziyorum.
evet, tam da o sebepten. çünkü eski ben değildi o. bendim. üstünde kara örtüler olan ve ışığını göstermekten korkan ben...
teşekkür ederim.
yirminde öleceğine çok inanmıştın.
yaşadığın için çok teşekkür ederim.
bu sene baharı sevip ışıldayan mavi'yi görmeme izin verdiğin için teşekkür ederim.
ve yine buranın yolunu bulabildiğin için...
ne olduğunu anlamayan ilkokullu senin, yeşermeye çalışan ortaokullu senin, lisede karanlıkta yaşayan senin ve üniversitede ölmek isteyen senin ağzı bir karış açık kaldı.
demek yapabildin.
demek yapabildik.
demek yapabildim.
ve yapmaya devam edeceğim.
şimdi ağlamayı bırakıp kucaklaşalım.

sevgiyle,
mavi nihal.


24 Aralık 2021 Cuma

2021 senesine mektup - 2021'e veda ederken #4

2021,

Sen tuhaf bir yıldın. Beni daha fazlası için heyecanlandırdın. Beni daha fazlası olabileceğine inandırdın. Bu sene çok sık düşündüm yirmi yaşıma girdiğim doğum günümü.
Ben yirmi yaşına girerken o sene öleceğim sanıyordum. Belki de ölmek istiyordum. İki türlü de günlerim bitmek üzere gibi geliyordu bana. Her şeye veda etmeye hazırlıyordum kendimi. O zaman teşekkür edeceğim bir tanecik şey bulamazdım. Neredeyse beş sene önceydi.
Şimdi ölmek üzere olduğuna inanıp kendisine o mektupları yazan kız teşekkür mektupları yazıyor hayatına ve ölmek isteyen o kızı tanıyamıyor.
Hayır, yalan söyledim.
Onu hala tanıyorum. Onu hep tanıyacağım. Bir tanıdık olarak kalacak benim için, hepsi o kadar.
2021, ben seninle yepyeni bir Mavi tanıdım. Öyle bir Mavi ki korktuklarının tam ortasına gidecek cesareti var. Öyle bir Mavi ki eskiden onu utandıran şeyler şimdi eğlendiriyor. Öyle bir Mavi ki insanları seviyor. İtiraf etmekten korkmuyor, ilgiyi ne kadar sevdiğini. Kendine güveniyor, inanıyor.
Hepsi senin sayende oldu diyemem aslında. Sen bu çiçeğin renklendiği yıldın yalnızca.
Yirminci yaş günümden beri büyüyorum. Sanki o sene doğmuşum. Belki de o sene ölmüşüm, mezarımda çiçekler olarak yeniden geliyorum hayata.
Beş sene sonra dönüp sana bakınca ne hissedeceğimi merak ediyorum. 2021 yılında ne yapmışım? Ne renkmiş çiçeklerim? Kimleri çok sevmişim? Kimler beni çok sevsin istemişim? Kimleri kaybetmişim? Kimleri kazanmışım?
Bunların hepsi önemli ama acaba beş sene sonra da bu kadar önemli olacaklar mı?
Daha güzel yıllarım olacak. Beni buna sen inandırdın.
Teşekkür ederim.
Seni bir kutu gibi kaldırıp bir rafa koymayacağım.
Dönüp dönüp bakacağım sana, söz.
Günü gününe kaydettiğim ilk yılsın sen. Belki de bu yüzden bu kadar sevdim seni ve belki de sen beni bu yüzden bu kadar sevdin. Seni benden başka günü gününe seven oldu mu? Bana birinin beni günü gününe sevmesini istemenin hiç tuhaf ya da abartılı olmadığını öğrettin, ben de seni öyle sevmeye çalıştım.
İyi günler, kötü günler, ama hep günler.
Senin günlerine minnettarım.
Sayının sonundaki bir rakam değişti diye günler bitmiyor, yaş günleri geldi diye Maviler ölmüyor. Öğrendim.
Devam.
Sayende hep devam etmek istiyorum.
Verdiğin ve aldığın her şey için teşekkür ederim.
Bana kaybettiklerim için minnettar olmayı da öğrettin.

Sevgiyle,
Mavi.


17 Aralık 2021 Cuma

rıfkı'ya mektup - 2021'e veda ederken #3

küçük oğlum,

nerelerdesin? seni çok özledim.
hayatım senin sayende hiç geçeceğini düşünmediğim yollardan geçerek hiç varacağını düşünmediğim bir noktaya gelmişken sen gittin.
iyi misin? hala bu dünyada mısın? o keskin düşlerini, sivri hıslamalarını, kaplan pençelerini kullanıp hayatta kalmayı başarabildiğine inanıyorum. kendine arkadaşlar bulduğunu, özgürce bu şehrin sokaklarını ve topraklarını dolaştığını, yaşlı teyzelerin sana uzanan ellerine bana hiç sürtünmediğin kadar sevecen bir şekilde sürtündüğünü, hayvanseverlerin bıraktığı mamalarla karnını doyurduğunu, köpüşlerden koşup kaçtığını hayal ediyorum.
sağlıklı olduğunu, bazen bizi özlediğini... özlüyor musun? kediler özler mi? hiç bilmiyorum. ama ben insanım ve seni özlüyorum.
daha anacığına, belki de kardeşlerine doyamamışken o kutunun içinde yağmurdan ıslanmış halde evimize geldiğin günü hatırlıyorum. o günü içinde hissettiğin için mi yağmuru sevmezdin? geçen yağmur yağdığında seni düşünüp çok ağladım. yaşıyorsan kendine sığınacak bir yer bulmuşsundur sen, benim küçük aslanım.
daha iyi bir insan olmam için mükemmel bir sene verdin bana. analarından süt emen yavru kedileri gördükçe aklıma senin böyle bir şansının olmayışı geliyor hep. sokaklarda uyuklayan, koşturan, miyavlayan kedileri gördükçe seni hatırlıyorum.yüreğim merhametle doluyor. belki bencilce biliyorum ama ne zaman bir kedi okşasam, ne zaman bir kedinin karnını doyursam dua ediyorum. biri rıfkı'ya da aynı merhameti göstersin diye.
ama biliyorum, kimse seni beslemese de sen kendini beslersin. kimse seni sevmese de ayaklarının üstünde durabilirsin. daha önünü göremeyen küçük bir fareyken bile tüylerini kabartıp bana tıslayan sen, eminim bu hayatta tek başına olabilirsin.
bana ihtiyacın olduğunu hiçbir zaman düşünmedim.
bana hiç ihtiyacın olmasa da olur.
ama seni çok özledim.
tam bir sene boyunca yüreğimi tarifsiz, başka hiçbir şeye benzemeyen bir sevgiyle doldurdun. 2021 seninle güzeldi. seni veterinere götürdüğüm için özür dilerim, ayağına bastığım için, dışarı çıkmak istediğinde bazen izin vermediğim için.
ama tabağına yemek koyarken en sevdiğin sarı parçalardan birini sana koklatana kadar yemeye başlamadığın için teşekkür ederim. her gün bir kerecik de olsa sözümü dinliyormuş gibi hissettirdiğin, bütün gün birbirimizi görmediğimizde seni istediğim kadar öpmeme izin verdiğin, sabahları günaydın dememe, geceleri iyi geceler diyerek okşamama izin verdiğin için teşekkür ederim.
bir tam sene yanımda kaldığın için teşekkür ederim.
çünkü bazılarının o kadar da şanslı olmadığını üzülerek görüyorum.
umarım özgürsündür, mutlusundur. karnın toktur ve üşümüyorsundur.
umarım hala bu dünyadasındır.
ben bu mektubu yayınlamadan dönsen çok komik olurdu.
ama dön diye beklemeyeceğim.
çünkü ben beklesem de beklemesem de sen ne istersen onu yapacaksın.
aptal çocuğum benim, küçük canavarım.
seni seviyorum.
beni başka bir benle tanıştırdığın için teşekkür ederim.
sakız kokulu küçük başından öperim.
kendin gelmesen de, gelemesen de, hatıran hep benimle olacak.

annen,
mavi.



3 Aralık 2021 Cuma

arkadaşlarıma mektup - 2021'e veda ederken #1

Merhaba canikolarım ve bebişlerim,

Bu sene size en çok böyle seslenmeyi sevdim sanırım. Bu mektubu her birinizin üstüne alınacağı ama bazılarınızın bazı cümleleri özellikle anlayacağı şekilde yazmaya çalışacağım. Hangi sırayla günyüzüne çıkacaklar bilmiyorum, ama ilk sizin mektubunuzu yazıyorum.
Her şeyden önce teşekkür ederim. Hepinize ve her birinize. Bu mektubu yazmak istememin en büyük sebebi size olan minnettarlığımdı.
Yani bir Mavi'ye şekillendiğim bu seneyi siz olmasaydınız bu kadar alnı açık ve yüzü ak bir şekilde bitirebilir miydim, bilmiyorum. Bunu hep biliyordum ama bu sene kelimelere dökecek kadar iyi anladım ki insanın bir destek sistemi, düşerken yere çakılmasını engelleyecek, kalın halatlardan örülmüş bir ağı olmadığı zaman kafasını asfalta vurup beynini dağıtması çok çok kolay. Siz benim destek sistemimsiniz.
Bu sene hiç var olmayacağını sandığım, sadece bende veya benim bedenimde değil gerçekte kanlı canlı karşımda hiç göremeyeceğimi düşündüğüm bir hayalin cana gelmiş hali olduğumu düşünmeyi çok seviyorum. Ama bunu asla sizsiz başaramazdım.
Her konuyu didik didik düşünüp kılı kırk yarıp düşündüğümden daha çok konuşup belki de sizi hiç ilgilendirmeyen konularda başınızı şişirdiğim zamanlarda beni hiç yorulmadan ve şikayet etmeden dinlemekle kalmadınız, bana her birinizin kişiliği kadar özgün olan farklı bakış açıları da getirdiniz ve ben aklımda beliren onca karanlık düşünceleri sizin bakış açılarınızla aydınlatabildim. Biliyorum, eninde sonunda canım ne isterse onu yapıyorum ama bir sonraki adımımı sizden öğrendiğim derslerle daha iyi atabiliyorum hep.
Sonra kimseye anlatamadığım, utandıracak kadar can sıkıcı olaylardan beni çekip alışınız yok mu? Sizinle bir ütopyanın gerçekten var olduğuna inanacak hale geliyorum. Yalnızca sizlerin olduğu, canımızı sıkan, bizleri üzen, kıran, aynaya farklı baktıran, bizleri utandıran kimsenin olmadığı, acı düşüncelerin olmadığı bir ütopya... Gerçek değil tabii, ama sizinle öyle işte. Hiçbir şeye değişmem.
Hiç beklemediğim anda neye ihtiyacım olduğunu hissedip söylemeniz bir de. Nasıl yaptığınızı hala bilmiyorum ama ben de sizin için aynı şeyi yapabilmeyi istiyorum. Canınızı acıttığını dile getiremediğiniz dikenleri elimle koymuş gibi bulup çıkarıp atmak... Çünkü size olan minnettarlığımı benim için siz neyseniz sizin için de o olarak göstermek istiyorum. Hayır, yalnızca minnettar olduğum için değil. Bir arkadaş olarak benim en iyi versiyonumu hak ettiğiniz için...
Teşekkür ederim.
Beni önümüzde uzun yıllar olduğuna inandırdığınız ve onlara umutla, hevesle bakmama yardım ettiğiniz için.
Kameranın karşısına geçip saçma sapan şeylerden bahsederken, hayatın içinde koşturup başkalarının utanç verici şeyler bulacağı ama benim tüm kalbimle yapmak istediğim şeyleri yaparken bana her zaman ve her zaman destek olduğunuz için.
Kendime güvenmenin bu dünyadaki en güzel his olduğunu bana güvenerek gösterdiğiniz için.
Aynaya bakarken beynimi yiyen kurtçukları öldürdüğünüz için.
Kendimi güzel bulmama yardım ettiğiniz için.
Bana hayatımın baş karakteriymişim gibi davrandığınız için.
Beni kendimin daha iyi bir versiyonu olmaya teşvik ettiğiniz için.
Bu hayatı beraber yaşamak istediğiniz için ve bunu isteyip istemediğinizi sorgulatma ihtiyacı hissettirmediğiniz için.
Benim için neyseniz, sizin için o olmak istiyorum.
Teşekkür ederim.
2021'i her şeye rağmen çok ama çok güzel bir yıl kıldığınız için.
Sizinle bu çılgın seneyi yiyip bitirmek çok güzeldi. Karnım doymuş, tadı damağımda kalmış olarak kalkacağım bir sonraki masaya geçmek için.
Sizi seviyorum.
Hem de çok.
Biliyorum yine çok konuştum.
Ama siz hiç öyle demezsiniz bana.
Hep tam konuşmam gerektiği kadar konuştuğumu hissettirirsiniz.
Teşekkür ederim.
En güzel 2022'ye...
Yakanızdayım,

Mavi


23 Eylül 2020 Çarşamba

cavidan hanım

 “Abi inanamadım gözlerime resmen.”

“Ben aslında bir yerlerden lanetli iskeletler falan fırlamasını beklemiştim ama bu kadarı fazla.”

“Artık daha çok korkuyorum kadından.”

“Karantina falan bitip de ofise dönünce nasıl eskisi gibi davranabiliriz ki artık?”

“Abartmayın be siz de.”

Leyla tırnaklarını boyamaya öfkeli bir ara verip telefonlarımıza yağan saçma sapan mesajları kesmeye çalışmıştı. Ojeleri bozulmasın diye dikkatli dikkatli yazışını görünce kendimi tutamayıp güldüm. Ekranımı delip geçen, yanımdaymış gibi ani bir etki yaratan bir bakış attı bana.

“Ne gülüyorsun kızım, sen de bir şeyler söyle de sussun şunlar.”

“Valla biraz abarttıkları doğru ama ikimiz de onlar kadar şaşırdık sonuçta. Bırak eğlensinler.”

O sabahki günlük görüntülü toplantımızda, senelerdir birlikte çalıştığımız ama hakkında en ufak bir şey bilmediğimiz müdür yardımcımız ve ekip yöneticimiz Cavidan Hanım’ın arkasında duran ve sanki yüzyıllardır kapalıymış gibi duran kapı açılmış ve pijamalarıyla, onun yaşlarıyla bir kadın içeriye girmişti. Yüzünde çocuksu bir gülümsemeyle, toplantıda olduğumuzun hiç farkında olmayarak kadının omzuna dokunmuştu. Müdür yardımcısının hızlı davranması sebebiyle görebildiğimiz tek şey bu olmuş, kadının kamerası ve mikrofonu anında kapanmıştı. O sırada rapor veren kişi susmuş, kimileri yüz ifadelerini kontrol altına alamadıkları için görüntülerini kapatmak zorunda kalmışlardı. Birkaç dakika sonra Cavidan Hanım hiçbir şey olmamış gibi geri dönmüş, şaşkın suratlara hiçbir açıklama yapmadan toplantıya devam edilmesini istemişti.

Toplantı bittiğinden beri içeri giren kadın hakkında saçma sapan teoriler üretiliyordu. Cavidan Hanım aslında göründüğünden daha yaşlıydı, o da gayrimeşru kızıydı. Evli olmadığını biliyorduk, ama kadınla anne kız ilişkileri olmasına ihtimal veremiyordum. Olsa olsa kız kardeşi falan olabilirdi ya da ablası. Ama omzuna dokunuşu, Cavidan Hanım’ı görünce gülümseyişi ve üstünde resmi kıyafetler ya da karşısındaki ekranda süren bir toplantı olduğunu fark etmeden içeri girişi bana üstünde durduğumuz ihtimallerin de pek gerçekçi olmadığını söylüyordu.

Leyla’ya göre ben fazla düşünüyordum. Bunun sebebi karantinada yapacak işimin olmaması, fazla sıkılmam ve Cavidan Hanım’ın özel hayatı hakkında çok ihtimamlı davranmasıydı. O da hepimiz gibi aynı ofiste çalıştığımız günlerde havadan sudan konuşarak, ev hayatından bahsederek, geçmişini anlatarak bize katılsaydı muhtemelen üzerinde fazla durmazdım.

“Öyle olsun,” demiştim böyle deyince. “Ama bence lanetli iskeletten daha mantıklı bir fikir benimki.”

İş arkadaşlarımız Leyla’nın mesajların önünü alma girişimini görmezden gelmiş, şimdi de Cavidan Hanım’ın yapayalnız yaşayan bir vampir olduğunu düşündüklerinden bahsediyorlardı. Tüm bu karantina olaylarından önce, hep beraber yediğimiz bir öğle yemeğinde bu teori üstüne sanki gerçek olabilirmiş gibi uzun uzun konuşmuştuk. O an çok gülsem de akşam eve gittiğimde gerçekten yapayalnız olabilecek bir kadının hayatıyla dalga geçtiğim için kendimi epey kötü hissetmiştim. Nihayetinde ben de yapayalnız bir kadındım. Tek fark benim yalnızca eve geldiğimde bu yalnızlığı hissediyor olabilmek için işteyken başka yalnız kadınlara gülebilmemdi.

O günden sonra ne zaman yüzüne baksam yüreğimin derinliklerinde ikiyüzlülüğün minik ateşi yanar, tüylerimi diken diken ederdi. Vicdan azabını bastırabilmek için bir gün ondan özür dileceğimi söylerdim hep. O sabah onun yalnız olmadığını, kim olursa olsun uyanınca onu evde bulmaktan mutlu olan bir kadının yanında olduğunu görmek omzumdan bir yük kalkmış gibi hissetmeme sebep olmuştu.

Fakat yine, artık birlikte öğle yemeği yemiyor olsak da bizi birbirimize bağlayan telefonlarımız sayesinde yalnızlığıyla dalga geçtiğimiz kadının şimdi de yalnız olmayışıyla dalga geçiyorduk. Ben geçmiyordum, ama bir şey söylemeye dilim varmıyordu. Leyla ojelerini sürerken telefona baktığı için kızgındı belki de. Kimse Cavidan Hanım’ın hiçbir suçu olmadığını, bizlere anlatmasa da bir hayatı olabileceğini söylemiyordu çıkıp.

Ben düşüncelere dalmış avucumda titreyen telefonu bile hissetmiyorken öfkeli arkadaşım söve söve mesaj yazarken masasının üstünde duran oje şişesini devirdi. “Hay sikeyim böyle işi ya!” Güldüm gayriihtiyari, her zaman yaptığım gibi. Sonra gülüşümü yakaladım, yüzümde sönüverdi.

“Leyla ben kaçıyorum, bir şeyler atıştırmam lazım.”

Masanın altına eğilmişti, bıkkın bir sesle cevap verdi: “Kızım daha yeni yemedin mi?”

“O zaman gidip uyuyacağım. Hadi görüşürüz.”

Kafasını kaldırdı. “Bu saatte mi?”

Cevap vermeden çıkış yaptım. Hızla bilgisayarımı ve telefonumu kapatıp yatağa uzandım. Hafta sonu boyunca kimseyle konuşmak istemiyordum ve kısa bir süre içinde de istesem de konuşamayacağımı anladım. Birkaç saat içerisinde hafta başlayınca mecburen üstesinden gelmek zorunda kalacağım korkunç karın ağrıları başladı. Uyur uyanık iki gün geçirdim. Yalnızca arada bir telefonumu açıp insanların Cavidan Hanım’la ilgili söylediklerini okuduğumu, bazen buzdolabının önüne oturup ağzıma bir şeyler tıkıştırdığımı, defalarca kustuğumu hatırlıyordum pazartesi sabahı toplantıya girdiğimde. Makyaj yapamamıştım. Üzerimi değiştirmemiştim. Saçlarımı yapmamıştım. Çirkin renkli ev hırkamı sırtıma geçirip yüzüme düşen saçları birkaç el hareketiyle geriye itmiş, gözlerimi zar zor açıp bir bardak rezene yapmıştım kendime.

Kamerayı açmak zorunlu olduğu için içten içe küfreder görüşmeye katıldım. Cavidan Hanım iyi olup olmadığımı sordu. Gözlerim dolu dolu “Kusura bakmayın, biraz rahatsızlandım,” dedim.

“Toplantıdan çıkmak ister misin?”

“Yok, Cavidan Hanım. Katılsam daha iyi olacak, teşekkür ederim.”

Mikrofonumu kapatıp çayımı gürültülü bir şekilde hüpleterek tüm toplantıyı dinledim. Müdür yardımcısının yerinde ben olsam benim de arkamdan dalga geçecek olan insanların profesyoneller gibi konuşmalarını izledim. Şimdi bile arkamdan konuşuyor olabilecekleri ihtimalini geriye atmaya çalıştım kafamda. Aslında bu bir ihtimal değildi, kesin konuşuyorlardı arkamdan. Hatta belki Cavidan Hanım hakkında konuştuklarından daha çok. Çünkü o hiç anlatmıyordu kendisini, ben yalnızlığımı dile dökerek zırh alıyordum elime. Onun üstüne senaryolar yazıyorlardı, benim için bunu yapmalarına dahi gerek yoktu.

Yine içim bulandı.

“Evet, arkadaşlar. O halde yarın yeniden görüşmek üzere.”

“Cavidan Hanım, haddimi aşarak bir sorum olacaktı.”

Lanetli iskelet çıkış tuşuna basmaya hazırlanan herkesi oturdukları yere zamkladı. Herkesin nefesini tuttuğunu duyabiliyor, dehşete düşmüş yüzlerine içimin bulantısı yükselerek bakıyordum.

“Dinliyorum.”

Yapamaz, diye düşündüm. Herkes yapamayacağını düşünüyordu. Ama yaptı.

“Geçen toplantıda odanıza giren kimdi? Tabii ki cevap vermek zorunda değilsiniz, ama biz arkadaşlarla çok merak ettik. Pek özel hayatınızı paylaşan biri olmadığınız için…”

Hepimizi işin içine karıştırıp götünü de sağlama alıyordu utanmadan.

Açıkçası Cavidan Hanım’ın ne yapacağını hiçbirimiz kestiremiyorduk. Bir kez bile bağırıp çağırdığını, hatta ufak sürtüşmeler dışında öfkelendiğini görmemiştik. Bu uzaklıktı bizi korkutan ama şimdi o uzaklığı tek seferde atlayıp kapatmaya çalışıyordu herkes. Ne yapsa bizi şaşırtacaktı, ama sessizce kıkırdaması bazılarını gerçek manada korkuttu.

“Siz de haklısınız tabii, ben olsam ben de merak ederdim.”

Rahatlayan lanetli iskelet gülerek bir adım öteye gitti. “Kamerayı da apar topar kapatınca…”

“Doğru,” diye kıkırdamasını bir gülümsemeyle sürdürdü Cavidan Hanım. İçimin bulantısı yemek borumdan ağzıma doğru tırmandı. “Ama güzel karımı hepinizin görmesini istemedim.”

Bıçak gibi kesilen sessizlikte kameramı kapatmaya yetişemeden midemde ne var ne yoksa klavyemin üstüne kustum.