Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Temmuz 2022 Cumartesi

üç yıldır ilk kez mavi

üç yıldır ilk kez bugün yapacak hiçbir şeyim, yarına mutlaka yetişmesi gerekiğini bildiğim ya da hissettiğim bir sorumluluğum yoktu. üç yıldır ilk kez bugün yapmam gerekenlerden kaçtığım, dağ gibi birikmiş işleri görmezden geldiğim için değil de gerçekten yapmak zorunda olduğum hiçbir şey olmadığı için sıkıldım.

sıkıntıdan üç kez makyaj yapıp sildim. dolabımdaki bütün kıyafetleri denedim. uzun süredir biriktirdiğim videoları izledim. uzun süredir vakit bulamadığım dans saatini gerçekleştirdim. uzandım. suçluluk duymadan telefonumla oyalandım.

kendime yeni bir hayatın ilk sayfasını açabilmek için yeni sözler verdim.

sanki üç yıldır bu sözleri verebilmek için bugünü bekliyormuşum.

ilk sözüm, uzun zamandır bırakmak istediğim ve istersem bırakabileceğime inandığım bir alışkanlığımı kesin olarak bırakmak oldu. bırakmak isteyip istersem bırakabileceğimize inandığımız ama bir türlü bırakmak istemediğimiz alışkanlıklara aslında bağımlılık diyorlar. sanırım bu alışkanlığımı bırakmak konusunda yeterince kararlı olabilmek için bir bağımlılık olduğunu kabul etmem ve hayatıma kötü bir etkisi olduğunu itiraf etmem gerekiyor. bu yazının bu paragrafı işte tam da bunun için ayrıldı. evet, bağımlılıklarımdan biri hayatıma hiç istemediğim kadar kötü bir etkide bulunuyor ve ben bu bağımlılığın üstesinden gelecek gücü kendimde buluyorum. bir gün size bu bağımlılığı yenebildiğimi yazacağım. 

ikinci sözüm de bununla ilgiliydi. yazmak.

biliyorsunuz hep söyleyip duruyorum buraya geldiğim kısıtlı zamanlarda. ben çok değiştim. el kadar çocukken her gece ağlamanın sağlıklı ve normal bir şey olduğuna inanıyordum. lisede içime kapandım, üniversitede insanlardan kaçtım. mutsuzdum kısaca. depresiftim. üstümde ara ara hala kokusunu alabildiğim bir ölü toprağı... 

ama şimdi öyle değilim. yine böyle bir söz vererek çıktım ben o mavinin içinden. neyin sağlıklı neyin sağlıksız, neyin doğru neyin yanlış, neyin zararlı neyin zararsız olduğunu öğrene öğrene, kendime güvenmeyi deneye deneye ışıl ışıl parlayan bir mavi oldum. çok uğraştım ve bence başardım da. bununla hep övüneceğim.

gelin görün ki o ikileme ben de düştüm. hani sorarlar ya, en sevdiğiniz yazarlar, düşünürler mutlu olsalardı o kelimeleri yazabilir miydi? ben kendim yazarken de o içine kapanık, sırtı kabuk bağlamış, göğsü kanayan, başı eğik maviye gereğinden fazla yaslandığımı biliyordum, farkındaydım her şeyin. mutsuzluğum, çaresizliğim, öfkem, hissettiğim tüm o olumsuz duygular kalemimin ucundan kan gibi sızıyordu, gözlerimle görüyordum. ne bileyim, hiç mutlu olacağıma inanmıyordum ki... hep böyle gider sanıyordum. sonsuza kadar beni tutan bu dikenli zincirlere güvenerek sarkabilirdim hayal gücümün karanlık uçurumlarından. tabii ki öyle olmadı. eğer o mavinin içinden kaçıp kurtulmasaydım kesinlikle o uçuruma düşecektim. o zaman ebediyen elime kalem alamazdım.

şimdiki halimle yine kalem alamıyorum. klişe, biliyorum. ama mutluyken yazılanlar sıkıcı gibi sanki, değil mi? neşeli öyküler utanç verici. ben eskiden sonunda aşıkların kavuştuğu hiçbir şeyi okuyamazdım, sinirim bozulurdu. insanların sevinçli kurguları yavan gelirdi, yalancı, gerçekdışı.

kalemden hep kan mı sızmalı? gülerken gözlerimden sızan yaşlar olmaz mı? ya da kahkahalar atarken ağzımdan sıçrayan tükürükler? beni mutlu edenlere bakarken gözlerimden fışkıran sevgi? olmaz mı?

bilmiyorum.

ama kendime söz verdim.

ben yazmaya başladığımda o koyu renkli, yaralı mavi değildim ki. dünyadan haberi olmayan bir çocuktum yalnızca. hayır yalan söyledim, belki o zamandan yaralanmaya başlamıştım. ama önemi var mı? daha karanlık uçurumlardan, dikenli zincirlerden, öfkeden, yalnızlıktan, umutsuzluktan haberim yoktu. ama yine de yazıyordum. ben okuma yazmayı söktüğümden beri hep yazıyordum ki...

yazan maviydi işte. mutluymuş mutsuzmuş, kızgınmış değilmiş, fark eder mi?

o yüzden kendime dönüp bu defa daha heyecanlı, kuş gibi kanatları olan, neşeli bir kalemle yazmak istiyorum içimdekileri. arada kan da sızabilir bu kalemin ucundan, ne de olsa yaşamaya devam ediyorum ve damarlarımda kan akıyor. ama tek rengi kan kızılı olmayacak kelimelerimin.

kendime sözümdür, ucu körelen kalemimi sivrilteceğim.

işte öyle, hem daha iyi bir mavi olmak için hem de tüm o iyi kötü, mutlu mutsuz gibi sıfatların çevrelediği maviyi bulmak için kendime söz verdim.

bir de durup düşündüm.

akademiye geri dönmek istemiyorum.

beni kendimden ne kadar uzaklaştırmış, ne kadar kopartmış, ben sıkılmayı bile unutmuşum.

içimden geldiğinde iki satır karalayamayacağım, kelimelerimi raflara kaldırıp kalemlerimi yontmaya zaman bulamayacağım bir hayat istemiyorum bir daha.

istediğim gibi bir hayat yaşayabilir miyim bilmiyorum ama istemediğim bir hayat yaşamayacağımdan emin olacağım. bu da üçüncü sözüm olsun.



17 Mayıs 2022 Salı

beklentiler, tarot ve o benim kendimle alakalı bir sıkıntı

selam dostlar.

aslında şimdi söyleyeceklerimi bir videoya çekip youtube'da paylaşmak istemiştim. ama yapamadım. kağıda ağlamaya alışığım ama kamerada ağlamak hala yabancı ve korkutucu geliyor.

aşağı yukarı eylül ayında kendimi iki yıllık bir çıkmazın en kötü döneminde buldum. o zamanlar arkadaşlarımla hep beraber tarot izlemeye sarmıştık. tarot falları hem youtube'da hem de tiktok'ta bana duymak istediğim şeyleri söylüyordu, içinde bulunduğum durumdan ya da bu durumda beraber bulunduğum kimseden almak istediğim ama hiçbir zaman alamadığım cevapları bana veriyordu. bana umut veriyordu. gitmek istediğim yolun açık olduğuna, gecenin bir vaktinde yolculuk etsem de sokak lambalarının yanık olduğuna beni inandırıyordu.

yanlış anlamayın, ben de inanmaya çok müsaittim. böyle boş şeylerden anlam çıkarmaya çok yatkınım, zaten öyle olmasam kendimi böyle bir durumun içinde bulmazdım. sürekli noktaları birleştirmeye, bir resim çıkarmaya, çıkan resmin içini boyamaya çalışıyordum. tarot falları böyle anlamsız yolculuklar için gerçekten mükemmel bir yakıt. asla sonu gelmiyor, asla bitmiyor. sürekli deponuz dolu, sürekli çok yorulacağınız ve karşılığında hiçbir şey alamayacağınız o yolda sizi destekliyor. bunu bilmeme rağmen yine de tarot izlemeye devam ediyordum.

yılbaşından sonra arkadaşlarım tarot izlemeyi bırakmaya başladılar. belki onlar bırakmasaydı ya da ben tek başıma tarot izliyor olsaydım ya da onlar bu yolculuğuma hiç şahit olmamış olsaydı ben hala o yolda çıplak ayak yürümeye devam ediyor olurdum. artık bir arabada değildim çünkü. arabam yoldan çıkmış, taklalar atmış, başüstü bir çayırın üstünde yanmaktaydı. kollarımdan ve bacaklarımdan kanlar süzülüyordu. saçlarım dağınık, dudaklarım kuru ve solgun. ama yine de o yolda yürümek istiyordum. öyle biriyim çünkü. öyle biriydim demeyi çok isterdim. ama hala bırakmam gereken şeylere inatla tutunmaya, kopan ipleri inatla bağlamaya çalışıyorum bazen.

arkadaşlarım tarotu bıraktıkların da ben de yavaş yavaş bırakmaya başladım. her gece yatmadan önce mutlaka, üstüne bazen gündüzleri canım sıkılırsa izlediğim bu videolardan kopmam çok kolay olmadıysa da izlemedikçe kafamdaki bulutların dağıldığını ve topallayarak yürüdüğüm o karanlık yolun üstünde en azından sisin dağıldığını gördüm. yapmam gereken şeyin farkına vardım. o şeyi yapmam gerektiğini kabul etmek yapmaktan çok daha zordu benim için. ama yaptım.

nihayetinde o yoldan çıktım. bedenimde hala kazanın izleri, içimde beni yanlış yola saptıran pusulaya olduğu kadar göz göre göre karanlıklarda araba sürmeye kalkan kendime duyduğum çılgın öfke... dinlendim. elimden geldiğince iyileştim. işlerimi bitirdim. saplandığım çukurdan çıkıp başka yolculuklar için hazırlanmaya karar verdim.

tarot izlemiyordum artık. tarot izlemiyorum da hala. izlemeyeceğim de.

başka bir yolculuğa çıkmak istediğim zaman gördüm ki evet, pusula hatalıydı ama o pusulayı seçen kişi bendim. o arabaya binen de bendim. o tarot fallarını izleyip sokak lambalarının yanacağına inanan ve yolların açık olduğunu umut eden de bendim. pusulamı, arabamı değiştirsem ve yolumu fallarla çizmekten vazgeçsem de yolculuğu kontrol eden benim.

kendimi suçluyorum.

kendimi suçlamak istemiyorum.

bu durumda olan kimsenin kendisini suçlamasını istemiyorum.

bize öğretilenlerden, bizi oyalayanlardan, bizi yaralayanlardan biz suçlu olmamalıyız.

ama suçlu hissediyorum.

aslında hiç değişmediğimi, hiç büyümediğimi, hiç öğrenmediğimi hissediyorum. dönüp bakınca nasıl büyüyeceğimi, nasıl değişeceğimi, öğreneceğimi bilmediğimi hissediyorum. girdabın çıktığım yolculuklarda değil, yola çıkan benim gövdemin tam ortasında dönüp durduğunu hissediyorum. çaresiz hissediyorum. umutsuz hissediyorum. başarısız hissediyorum. sevilmiyorum. sevilmiyorum. sevilmeyeceğim.

hiçbir zaman sorularıma yanıt bulamayacağım. sorular her zaman daha fazla soru ve daha fazla başarısızlık getirecek. mi? 

beni boş umutlara sürükleyen tarot falları olmadan umut edebilmek istiyorum.

sevginin bir çaba karşılığı bir ödül değil, tüm bunları düşünen zavallı tarafımla bir bütün olarak hak ettiğim bir şey olduğuna inanmak istiyorum. 

bir bütün olarak, bir bütün olduğum için, bir bütün ben olduğum için sevilmeyi hak ettiğime inanmak...

geçenlerde arkadaşıma bütün ilişkilerim böyle gelişiyor dedim. tüm arkadaşlık ilişkilerim de... önce ben çabalıyorum, önce ben uğraşıyorum.

ilgi göstermeden ilgi göreceğine inanmıyorsun. o yüzden sen bir şey yapmadan sana ilgi göstermelerine izin vermiyorsun, dedi.

sanki içimde her şeyi tutan bir pazar filesi varmış da altındaki küçücük delik birden genişlemiş, tüm elmalar yollara usul usul dökülmüş, bayırdan aşağı yuvarlanmış gibi hissettim. hafifledim. çok hafifledim. bayırdan aşağı yuvarlanan kırmızı elmaların renklerini içime çektim, gözyaşlarımın arasından gülümsedim. ama giden benim elmalarımdı. biriktirdiğim, aldığım, parlak yüzlü, sulu, tatlı elmalarım...

o andan beri durup durup ağlıyorum.

biliyorum, iyileşmek böyle bir şey. fiziksel bedenimde büyüyen zararlı şeyi iki kez kesip aldıklarında da yaşadım bunu. ne kadar acı çekersen o kadar iyileşiyorsun nihayetinde. ne kadar gözyaşı dökersen o kadar öğreniyorsun.

ama bu defa neyi öğrendiğimden bile emin değilim. nasıl iyileştiğimi bilmiyorum. dedim ya inanmıyorum hala. birinin bakıp içindeki sevgiyi yöneltmek isteyeceği biri olarak görmüyorum kendimi aynada. bir insanın kendini sevdiği gibi seviyorum kendimi. ama bir başkasını sevdiğim gibi sevemiyorum.

içimde yararlı bir şeylerin büyüdüğüne inanmak istiyorum. pazardan aldığım ve yırtık filemden kaçıp yollara dökülen kırmızı elmaların yerine, içimin bahçesinde büyüyen sapasağlam bir elma ağacı olsun istiyorum. gövdesine sımsıkı sarılayım, gölgesinde uyuklayayım, sulu elmalarını iştahla ısırayım. onu gözyaşlarıyla sulayışıma değsin, içimden sökülen topraklarla besleyişime değsin, ardından baktığım yuvarlanan elmalarına duyduğum özleme değsin.

değecek biliyorum.

yalnızca anlamıyorum.

henüz göremiyorum.

bir daha tarot izlemeyeceğim.