Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

9 Mart 2013 Cumartesi

Mavi Çılgın Tavşan! - I Miss You'yu bitirmek (sonunda!)

Bu diziye çılgınca bir hevesle başladım. Gerçek anlamında kullandım "çılgınca" kelimesini. Dram arıyordum, uzunca bir hikayesi olsun istiyordum birden karşıma çıkıverdi I Miss You. Başladık başlamasına -hatta yazsını bile yazdık- ama sağ olsun önümüzdeki kocaman engeller, ayırdılar bizi. İnatla izlemeye devam ettim vee... Sonunda bitirdim!
Biraz ağladım, biraz dizinin müziklerini dinledim -ağlamaya devam ederek yani-, gözlerim yaşlı ve aklım başka yerdeyken oturup televizyon izledim, gecenin bir vakti iç çekerek yemek yedim, en sonunda kendimi ikna ettim; diziye hak ettiği bu yazıyı vermeliyim şimdi.
Önce biraz anlatayım diziyi, sonra överim; mekan bizim sonuçta.
Dizinin başrol oyuncuları: Park Yoochun, Yoon Eun Hye, Yoo Seung Ho, Yeo Jin Goo ve Kim So Hyun. Bu izlediğim ilk Yoochun dizisiydi, o yüzden onun hakkında pek konuşmak istemiyorum. Ben tanıdıklarımdan bahsedeceğim.
Yoon Eun Hye'yi sürekli Park Shin Hye ile kıyaslanmasında dolayı pek sevmem aslında. Benim için fazla büyütülmüş biri o. Mor rujunu da hiç sevmem ayrıca. Patates tadında yusyuvarlak bir kafası, siyahi kadınlarınki gibi kocaman dudakları, alık bakışları...
O kadında en sevdiğim şey hıçkıra hıçkıra ya da çığlık çığlığa ağlamasıydı; yani bu diziyi izleyene kadar.
Pek çok Yoon Eun Hye dizisi izlemiş biri olarak hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki bu dizideki rolünde başardığı işi başka hiçbir rolde başaramamıştır bu kadın. Senaristin -ah o kalemine kurban olduğumun- yarattığı Lee Soo Yeon karakteri için muhteşem bir seçim olmuş. Beni hiç bu kadar çok etkileyememişti.
Lee Soo Yeon'un hikayesi bir katilin kızı olarak başlıyor. (O sırada Kim So Hyun oynuyor tabii ki gençliğini.) Babası cinayetten içerde ve insanlar ondan korkuyor, nefret ediyorlar. Çok yalnız. Annesi de sürekli içiyor ve kederden kafayı sıyırmak üzere.
Derken bir gün (o sırada Yeo Jin Goo'nun canlandırdığı) Han Jung Woo'yla karşılaşıyorlar. 
Han Jung Woo sekiz yaşından beri Amerika'da yaşadığı için ailesinin evine yeni geliyor, kızla arkadaş olmak istiyor. Tabii ki haberi yok katilin kızı olduğundan. Öğrenince bir tırsma geliyor, ama sonra anlıyor ki kız çok masum, çok tatlı. Kaçırır mı? Kaçırmaz. ^^
Neyse işte bu ikisi arkadaş oluyorlar, her şey çok iyi gidiyor aralarında. İkisinin evinde de ayrı ayrı kıyamet kopuyor oysa ki. Han Jung Woo'nun babası kirli işlere bulaşıyor, para için. Lee Soo Yeon'un annesi de gerçekten kafayı yemeye başlıyor, parasızlık yüzünden. Jung Woo'muzun babası olacak adamın elinde bir çocuk ve onun annesi var. Annesine çocuğu öldüreceğini söyleyerek onu tehdit ediyor, para nerde muhabbetleri dönüyor falan. Çocuk da bu annenin yakın bir arkadaşı tarafından kaçırılıyor, kaçırılırken de bacağı yaralanıyor. Kaçtıkları yer neresi olsa beğenirsin? Lee Soo Yeon'ların yan evi. Komşu oldular, iyi mi? Değil, tabii ki.
Lee Soo Yeon, bu çocuk -adı Jun- evde yalnız başınayken camdan başını uzatıp içeri bakıyor. Çocuğun bacağındaki yara çok ciddi olduğu için ayağa bile kalkamıyor, acılar içinde kıvranıyor. Soo Yeon onunla ilgileniyor falan derken arkadaş oluyorlar. 
Şimdi olayın düğüm noktasına getirmeye çalışacağım sözü, ama o kadar karışık ki izlerken bile zor topluyor insan kafasını. Dikkatli dinleyin. Han Jung Woo'nun babası, Jun'un annesini çocuğunu öldürmekle tehdit edince, kadın Jun'u kurtaran arkadaşına "sen de onun oğlunu öldür" diyor, yani Han Jung Woo bu oğlancık. Bu vesileyle Jung Woo kaçırılıyor, tabii o sırada Soo Yeon'la buluşmaya gidiyor delikanlımız. Kız, çocuğu arabaya yaka paça soktuklarını görünce tek arkadaşını kurtarmak için atılıyor ortaya. Kaçıran adamlar da kızı da çekiyorlar arabaya.
Bu ikisini bir yere götürüyorlar. Hemen el ele tutuşuyor bunlar tabii. Ama koca bir adam gelip Soo Yeon'un ayak bileklerine yapışıyor ve onu Jung Woo'dan alıyor. Kıza tecavüz ediyorlar, çocuğun gözleri önünde hem de. Ondan sonra bir şekilde Jung Woo kendi ayak bağlarını çözmeyi başarıyor. Ayağa kalkıyor. Hıçkıra hıçkıra ağlayan Soo Yeon'un ona seslenmesini görmezden gelip ağlayarak dışarı çıkıyor. Kurtarmıyor, yardım etmiyor, kaçıyor!
Ondan sonra birbirlerinden kopuyorlar. Han Jung Woo'nun babası olayı örtbas etmek istiyor kendi kirli işleri de olduğu için ve basına Lee Soo Yeon öldü şeklinde bir asparagas haber veriliyor. Böylece Jung Woo babasına kızıp evi terk ediyor ve Soo Yeon'un annesinin yanına gidiyor. 
Soo Yeon ise şu yan evlerine gelen Jun vardı ya hani... Jung Woo'nun babasının öldürmeye çalıştığı çocuk... Hani kendi başına gelenlerin sorumlusu olan kadının oğlu olan çocuk... Ona sığınıyor. Kim olduğundan haberi yok. Çocuk annesini öldü zannediyor, Soo Yeon kimsenin onu aramadığını. İki kimsesiz birbirlerinin arkadaşı olup Fransa'ya kaçıyorlar, yanlarında da Jun'un annesinin arkadaşı var.
Ve aradan tam 14 yıl geçiyor. Elbette daha sonrasını anlatmayacağım. Bu genel taslak bile 5 bölümü kapsıyordu. Elbette ayrıntı sayıp atladığım şeyler de var, diziyi asıl dramatik kılanlar da onlar. Yine de anlatmayacağım, her şeyi benden beklemeyin. Mavileyin!

Yoo Seung Ho. Tek cümleyle "amcasına çekmiş" bu çocuk. Oyunculuk yeteneği, doymuş olsan da bir tabak daha yiyebileceğin bir yemek kadar leziz, nerdeyse benim kadar mavi. Boynuz kulağı geçecek, amcasından bile daha muhteşem bir oyuncu olacak. İşte, yazıyorum buraya.
Aynı anda saygılı bir yetişkin, centilmen bir erkek, yaramaz bir ufaklık, yalnız bir insan, hasta bir yalnız, korkutucu bir karakteri oynadı. Genç oyuncular hakkındaki önyargılarımı yerle bir etti. O yaşta veya o yaştan küçük olup da kalbine dokunabilen tek oyuncu vardı: Kim Sae Ron. Onu bile geçti. 
Bastonuyla yere vuruşunu, şiddet gösterisine yaklaşan kavgaların ortasında kahkahalar atarak gülmesini, şirin suratından hiç beklemediğim erkeksi yapısını, annesinin karşısında deli gibi ağlamasını, "şşt" derken başparmağını dudağına koymasını, "Gitme, gidersen peşinden gelemem biliyorsun" demesini, asıl benliğini saklamasını, gülümsemesini, Soo Yeon'a bakışını, çocukça tepkilerini, piyano çalışını, 21. bölümün başında bayılmadan hemen önce Fransızca "sarıl bana" diye fısıldamasını öyle kolay kolay unutabileceğimi zannetmiyorum. 
Ah, neden onu düşünürken ateş basıyor? Biri bana su getirsin.

Dizide çok fazla simge vardı. Meselaa... Mandal!
Jung Woo tüm bu olaylar olmadan önce saçları yüzünden yüzünü görmediği Soo Yeon'un saçına yoldan bulduğu bir mandalı takmıştı. Ondan sonra dizide toka niyetine kullanılmaya başlandı mandallar.
Sonraa... "Suhvaa!" var. Bu bir sihir. "Kötü anılarını sildim. Şimdi yeni ve iyi anılar yapabiliriz."

Sarı şemsiye, gözleri uslandıran hain rüzgar ("Üzgün olduğum için ağlamıyorum. Rüzgar estiği için. Gözlerim sulanıyor."), su dalgası büyüsü, sokak lambasıyla evin arasındaki adımlar, yağmur, ilk kar... Daha bir sürü şey var. 
Yazı çok uzadı, en sevdiğim sahnelerden de bahsedeyim gideceğim söz.

İkinci Öpücük Sahnesi!
-Seni unutamıyorum! Bana yaptığın şeyi... bilmiyorsun değil mi? Sizin eve giderken otobüste... Kalbim yerinden fırlayacak sandım.
+Ne?
-Senin önünde bayılacağımı sandım. İlk kez sizin eve geldiğimde, yemek yerken herkes ilk öpücüğünden bahsediyordu. Otobüste... O bizim ilk öpücüğümüzdü. (Kız o sırada uyuyordu, Jung Woo yüzüne yakından bakayım derken kızı kafası öne düştü ve dudakları birbirine değdi.) Bilmiyorsun, değil mi? Boğulmaktan öleceğimi sanmıştım. Bu yüzden... Şaşırma. Çünkü bu bizim için ilk değil.
(Bu öpücük o kadar içliydi ki anlatamam. Zaten Yoon Eun Hye, Koreli bayan oyuncular arasında en iyi öpüşen oyuncu bence. Gayet doğal, rahat.)


"Sen Yokken..." Sahnesi!
+Seni serseri... Ne biliyorsun ki?! Ne biliyorsun? Sen yokken... Kendimi nasıl ölüyormuş gibi hissettiğimi biliyor musun?
(Boşuna izleyin demiyorum, Yoon Eun Hye mükemmeldi bu sahnede. Ben gerçekte bile öyle ağlayamam ya.)



Çocuklarım Sahnesi... 
Soo Yeon'un annesi: Bu adam... Bu adam benim Soo Yeon'umu ve Jung Woo'mu yine incitmeye mi çalışıyor? Çocuklarımı geri getir! Çocuklarımı geri getir dedim!
Jung Woo'nun babası: Ne oluyor? Şu kadını göndersenize!
Polis Şefi: (tanıtma amaçlı kadına) O Jung Woo'nun babası.
Soo Yeon'un annesi: Kimin babası? Jung Woo'nun ailesi falan yok. Jung Woo 14 yıldır benim oğlum, ben büyüttüm onu! Gülüyor musun? Nasıl gülebilirsin? Benim kızımın ölüm ilanını sen vermiştin! Ben 14 yıl boyunca nasıl, kalbimdeki yarayla yaşadım! Kızıma ne olduğunu biliyor musun? Onun neler görüp geçirdiğini biliyor musun? Jung Woo'mun senin yüzünden nasıl bir hayat yaşadığını biliyor musun? Gülüyor musun! 
Jung Woo'nun babası: Manyak kadın!
Soo Yeon'un annesi: Doğru manyağım. Manyağım ben! Sen de insan mısın? Yaptıklarından sonra, hala nasıl yaşayabiliyorsun? Kızım nerde! Jung Woo'm nerde! Evlatlarımı bana ver!

Dizinin senaryosu, oyuncuları, müzikleri mükemmel olmakla birlikte yönetmenine de kocaman, yüksek sesli mavi alkışlar gönderiyorum. Çekim formatına bayıldım ben, yumuşacıktı.

Yazı çektikçe uzayan ve bir daha asla eski haline dönmeyen lastik tokaların halini almış. Gecenin bu vaktinde fotoğraf ve replik aramaktan gözlerim sakız kıvamına geldi. Belim desen iki büklüm olmuş yetmişlik teyzelerin bellerinden hallice. Kontrol okuması yapmayı da gözüm yemiyor açıkçası.
Ama değdi. Eğer sonuna kadar okuyan olursa, yani dayanabilen, işte o zaman kesin başlasın bu diziye. Boşuna dil dökmüş olmak istemiyorum.
I Miss You, Korelilerin tozpembe dünyalarından sıyrılmış bir diziydi. Hayatımda hiç bu kadar gerçekçi bir Kore yapımı dizi izlediğimi hatırlamıyorum. Kesinlikle çok başarılı olmuş. Oyunculukları bir kez daha öveceğim.
Dizi oyuncuların kendisini bile etkilemiş olacak ki henüz 20 yaşında olmasına rağmen dizi biter bitmez gizlice askerlik görevini yapmak için orduya katıldı Yoo Seung Ho, ona da hayırlı tezkereler diliyorum burdan. İki yıl mahrum kalacağız onun mükemmeliğinden. Sağlık olsun.

Artık tek söyleceğim şey MAVİLEYİN ŞU DİZİYİ!

Dizinin unutulmaz şarkısı Magic Castle'la herkese mavi geceler!