Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

25 Ocak 2013 Cuma

Love Shuffle'ı Maviledim! - Yey, panda!



Bu hafta okulun son haftası olduğundan hevesle bu diziye başlamış ve bir günde yedi bölümünü birden izlemiş olarak kendimle gurur duyuyorum! Madem karneyi aldım, o halde bunun hakkında bir şeyler yazabilirim dedim. 



Öyleyse Love Shuffle başlasın!  




Dizi ana karakter Usami Kei(Tamaki Hiroshi)'nin nişanlısı tarafından düğüne üç ay kala terk edilmesiyle başlıyor. Terk edilmenin acısıyla eve geliyor ve asansöre biniyor. Asansördeki diğer insanlar, aynı katta oturduğu komşuları. Ama bunlar birbirlerini tanımıyorlar. (Japonya'da da hiç komşuluk bağları yok anacım.) Onlar asansördeyken yağmur yağıyor. Sonra birden elektrikler kesiliyor, koca Tokyo'nun hepsi kısa süreliğine kapkaranlık oluyor. Bunlar da haliyle asansörde birlikte kalıyorlar. Madem aynı kattayız tanılaşım diyorlar. Tabii, bizim terk edilmiş oğlan nişanlısından bahsedince konu aşk hayatına geliyor ve aralarında kimsenin aşk hayatının iyi olmadığını fark ediyorlar. (Bu arada dizinin akışıyla alakası yok, ama Usami nişanlısı onu terk edince "Yapma be, Joe!" diyor sevgilisine. Bunun hikayesini de bu asansörde öğreniyoruz, sanırım Joe bir sporcuymuş falan. Dizinin içinde sık sık bu cümle kullanılıyor. Benim çok dilime yapıştı.)

Karakterlerimiz şu şekilde:


Usami Kei - Aizawa Airu - Sera Ojiro - Kikuta Masato

Usami nişanlısının babasının şirketinde üst düzey bir çalışan, Airu pek çok dil bilen bir tercüman, Ojiro çok yetenekli bir fotoğrafçı ve Kikuta da bir psikiyatrist. Usa-tan, Ai-ai, O-chan ve Kiku-rin, muhteşem dörtlü. Bir gün Kikuta sensei, yani nam-ı diğer Kiku-rin ortaya bir oyun fikri atıyor. Aslında tam olarak oyun sayılmaz, bence gayet zekice planlanmış ve biraz daha ustüruplu olsa ahlaki açıdan da bir sorunu olmayan bir deneyim kazanma çabası. Bu oyunun adı "Love Shuffle". (Hiç tahmin edememiştik, değil mi?) Oyuna göre herkes problem yaşadığı sevgilisini getirecek ve her hafta sevgililer değişecek. Aynı kartı çekenler her hafta bir çift gibi dolaşacaklar. Biraz garip aslında, evet. Ama başkasıyla mutlu bir hafta geçirdikten sonra hala esas sevgiliye dönülüp dönülemeyeceğini ölçmek açısından çok iyi bir fikir.
Böylece herkes kendi partnerini getiriyor ve Love Shuffle'ın yardımcı karakterleri oyuna dahil oluyor.

Kagawa Mei - Oishi Yukichi - Hayakawa Kairi - Kamijyo Reiko


Mei Usa-tan'ın nişanlısı, zengin bir babanın kızı; Yukichi Ai-ai'nin sevgilisi, kendi kendine borsayı öğrenip çok büyük paralar kazanmış genç bir işadamı; Kairi Kiku-rin kendine partner bulamadığı için oyuna kattığı hastası, ölüm tanrısı Thanatos'u gördüğünü iddia ediyor ve yaşamak istemiyor; Reiko ise O-chan'ın düşüp kalktığı evli bir kadın, kocasının da kendisini aldattığını iddia edip oyuna katılıyor.

Ve böylece oyun başlıyor.


Çiftleri ve neler yaptıklarını teker teker anlatmak isterim ama o zaman çok uzun bir yazı olur bu. Üstelik çiftler üç kere değiştiği için isimler birbirine girer ve kafa karışıklığına sebep olur. O yüzden yapmayacağım. Spoiler vermeyi sevmiyorum, o yüzden genel olarak geçeceğim her şeyin üstünden. 

Mesela dizinin müziklerine övgü yağdıracağım, çünkü muhteşem seçimlerdi.



En iyisi karakterlerin bazılarından bahsetmek. Ana karakter Usa-tan'dan bahsetmeyeceğim çünkü "paketi kötü bir hediye" o. Ben böyle baş karakterleri sevmiyorum pek. 

Onun yerine fotoğrafçı Sera Ojiro, nam-ı diğer O-chan'dan bahsetmek istiyorum. Dizide onu öpmeyen sadece iki karakter var: Ai-ai ve Yukichi. Onlar da nasıl dayandılar ben bilmiyorum. 


Matsuda Shota her canlandırdığı karakterde olduğu gibi bu karakterde de karizmadan ölüyordu.

Liar Game'de kalbimi kazanmıştı, Hana Yori Dango'da taht kurmuştu; bu sefer kendisine evlenme teklif ettim direk.

Gerçi o benden önce davranıp oyundaki birine teklif etti, ama... Olsun varsın. Biz onu uzaktan da severiz.

Fotoğrafını çektiği her kadını ağlatmakla ünlenmiş O-chan. Boksla ilgileniyor ve denk geldiği bütün Love Shuffle partnerlerini kendine bağlayabildi. Tabii hepsinin fotoğrafını çektiği için hepsini ağlattı da. Kairi'nin fotoğrafları basıldığında fotoğrafın üstündeki haleleri gördüğü zaman koşarak kaçtı. Hayaletlerden korkuyor bizim sert oğlan. 

Kairi onun yanında sanki odada biri varmış gibi boşluğa baktığında verdiği tepkiler çok komik.


Hazır Kairi demişken biraz ondan da bahsetmek istiyorum. Yukichi onun ilk Love Shuffle partneri. Birlikte bir fast food mekanına gidip oturuyorlar. Yukichi tatlı tatlı konuşuyor, onu da katmaya çalışıyor. Ama kızın tek yaptığı içeceğinin içindeki buzları kıtırdatarak yemek. Sonra Yukichi de pes edip aynı şeyi yapmaya başlıyor. Yukichi ona burda "Çok tatlısın! Tıpkı bir hamster gibi!" diyor. O sahnede çok güldüm. Yukichi'nin komik konuşma tarzı ve Kairi'nin yüzünün yakın çekimi... Muhteşem! 


 Ölmek istediğini öğrenen her insanla arasında geçen ilk diyalog şu şekilde oluyor:

-Neden ölmek istiyorsun?

+Neden yaşamak istiyorsun?

-Ama neden ölmek istiyorsun?

+Ama neden yaşamak istiyorsun?

Oldukça garip bir kız. Az konuşuyor, hatta ilk zamanlar en ufak bir yüz ifadesi bile yoktu.

İnanılmaz bir resim yeteneği var. Masum gözüküyor, ama öyle olduğunu söyleyemem.

Pek çok kez bileklerini kesmiş. Yukichi'yle partner oldukları zaman kendini bir arabanın önüne atıyor. O-chan'la partner oldukları zamansa köprüden denize atlıyor. Çok şükür dalyan gibi delikanlılarımız var da kurtarıyorlar kızı. 

Bu kız ölüme bu kadar takıntılı olunca O-chan onu bir hayvan barınağına götürüyor ve hayvanların öldürüleceklerini söylüyor. İnsanların seçme yeteneklerinin olması çok güzel diyor. Öldürme kendini diyor kısaca işte. Kız köpeklere bakıyor, her zamanki boş yüzüyle. Sonra şöyle diyor: "Bu köpek ölünce bir kuş olup gökyüzüne uçacak. Bu ise... Okyanusun altında bir balık olacak ve sakin bir hayak sürecek. İnsanlar tarafından bulunamayacak. Bu köpek yeniden doğmak istemiyor. Çünkü bir insan olacak. İnsanlar çok korkunç. Başkalarına zarar vermeden duramıyorlar. Bunu yapmak istemeyenler de kendilerine zarar veriyorlar. Bu dünyaya da zarar verecekler ve sonunda ölecekler." İlla ki ölecek hanımefendi. Buna çözüm Kiku-rin'den geliyor. "Bir kez ölmesine izin verelim o zaman," diyor. Ama nasıl yaptıklarını ve ne olduğunu söylemeyeceğim.

Gel gelelim Yukichi karakterine... Bütün dizi boyunca kendisi hakkında söylenen replikleri topladım. Kısa bir bilgi geçeceğim sonra size dizinin kendisi anlatacak Yukichi'yi. 


Öğrenciyken kendisine çok kabadayılık edilmiş. Hep dışlanan ve sevilmeyen çocuk olmuş. Ama her ne kadar belli etmese de o kadar zeki ve içli bir insan ki kendi başına borsayı öğrenerek çok güçlü şirketlerden çok büyük hisseler almış. Bu şirketler zamanında ona zorbalık eden insanların çalıştığı/yönettiği şirketlermiş. O insanlardan bir gün işlerini kaybedebilecekleri korkusunu kalplerine salarak intikam almış. Sonra Ai-ai ona bunu kesmesini söylemiş ve o da bırakmış. O kadar tatlı ve uslu bir çocuk ki onu ısırabilirim. Ai-ai bunu anlattıktan sonra dedi ki "Eğer güvendiği ve sevdiği kişi ona "Şu ülkeden nefret ediyorum" dese muhtemelen gider bir nükleer silah satın alır." Öyle de cengaver, öyle de kalp çalmasını bilen bir karakter Yukichi. Konuşmasını saatlerce dinleyebilirim. Dizinin bayan karakterleri de benimle aynı fikirde, bakınız:

Reiko: Şaşırtıcı derecede şeker bir yüzün var.

Mei: Zavallısın ama aynı zamanda tatlısın da.

Yine Reiko: Gözlüklerini çıkardığı zaman oldukça sevimli.

Yine Mei: Zavallı. Ama çok sevimli biri.

Kalbi kocaman Yukichi'nin. Ayrıca çok saygılı biri. Sanırım favori karakterim o. Ayrıca bir grubu da varmış. Dizideki her oyuncuyla rock işareti yapılmış bir pozu var nerdeyse. 

10 bölüm su gibi aktı geçti. "Yapma be Joe!" diyor insan bitince. 

Peki başlıktaki "Yey, panda!" ne demek oluyor?


Kairi, Usa-tan'ın Love Shuffle partneriyken kapalı bir eğlence mekanına giriyor. Para atıp kutunun içindeki kolla ayıcıklardan birini yakalanması gereken şu oyunun başına gidiyor. Kutu pandalarla dolu. Kairi gözü çıkmış bir pandayı gösterip onu istediğini söylüyor. Usa-tan bundan memnun, kız bir şey istediği için onu alacak mutlaka. O gözü kopmuş pandayı almak için 162.500 yen harcıyor, yani aşağı yukarı 85 lira. Pandayı aldıktan sonra "Yey, panda!" diye bağırıyor. Ondan sonra ne zaman iyi bir şey olsa "Yey panda!" diye bağırmaya başladı karakterler ve sonu "pan" ile biten her şeye "da" eklediler. Yey, panda!



Yazıyı dizinin en güzel replikleriyle bitirmek istiyorum.

"Ölüm hayatın sonu demek olamayabilir. Ardında kalan insanlarda bıraktığın etki; işte bu hayatının devamı." - Usami Kei

"Ortadan kaybolursam yokluğumu hisseden birileri olsun istiyorum. Kalplerinde benden kalan bir boşluk olsun. Bu bir insanın gerçekten yaşadığının kanıtıdır. Kaç insan şu anda gerçekten yaşıyor? Bir sevgili ya da arkadaş olsun önemli değil. Sadece bir kişi olsa bile önemli değil. Eğer ortadan yok olursam, kalplerinde, yokluğumdan geriye bir boşluk kalsın. "Seni görmek istiyorum. Bir kez daha seni görmek istiyorum."" - Usami Kei

"En iyisini yapacağını düşünürken aptal tavşan uyuyakalır. Ama ben o tavşanı tekmelemek ve ona "Kalk ve koş!" demek istiyorum." -Aizawa Airu

"Kışın gökyüzünü yalnız seyretmemelisin. Çok güzeldir, ama kendine has hüznüyle seni çılgına çevirebilir." -Kamijyo Reiko

Vee... En güzeli geliyor...

"Aşk ve şefkat aynı sıcaklıktadır. Ama kırmızı ve mavi gibi renkleri farklıdır." -Kikuta Masato

Love Shuffle çok maviydi! Umarım bu yazıyı okuyup da onu mavilersiniz. Hadi dizinin en güzel müziğini dinleyelim. The Bangles ve Love Shuffle'a mavi alkışlar!




22 Ocak 2013 Salı

Karne Günü Mavi Kar Yağmaz

Karne deyince sizin de içiniz titredi değil mi? Türkiye'de karne deyince içi titremeyen çocukların hepsi fen lisesinde okuyor. Hepsi tıp okuyacak, hepsi mühendis, iş adamı olacak. Bolca para kazanacaklar, harika bir hayatları olacak. Peki sizce gelecekte lise arkadaşlarıyla bir araya gelip muhabbet edebilecekler mi? Tabii ki hayır, ne konuşabilirler ki? "Fizik ortalamam 100 gelecekti sınavda hoca bir puanımı kırmıştı, hala içimde bir uktedir" mi diyecekler? (Yeri gelmişken: Fizik senden nefret ediyorum!) "Bizim karşıdaki liseyi hatırlıyor musun? Her teneffüs dışardaydı tembel tenekeler!" mi? (Hani kendisi teneffüste çalışıyor ya.) "Ya bizim Mehmet'i hatırlıyor musun? Aptaldı ya o, tıpı tutturamadı mühendisliğe girdi." (Tamam.)
Karne, karne günü, tatil rahatlaması, arkadaşlardan ayrılık... Bunları inek öğrenciler yaşayamıyor. Çünkü onlar için karne yok. Karne yıl içindeki başarının iniş çıkışını gösterir, onlar hep başarılı ki. Karne günü yok, sıradan bir gün eve gelince yine çalışıyorlar. Tatil rahatlaması desen o da yok, tatilde de çalış babam çalış. Arkadaşlardan ayrılık? Tahmin edin hadi. O da yok! Onların arkadaşları ders kitapları.
Ama bunlar olmadan lise hatırası mı olur ya? Bir kere arkadaşlarınla oturup karne muhabbeti yapmak diye bir şey vardır, ki bu aslında hocaların dedikodusunu yapmaktır; hocaya sorsanız bu kadar çok anlatamaz size kendisini. Bunu yapmadan almam karnemi, ay yok vallahi almam.
Tabii yalnızca iyi yanları değil, kötü yanları da var karne gününün. Hele karnesi çok iyi olan bir yakın arkadaşınız varsa ve sizin karneniz kırıklar çıkıklar içinde inliyorsa... Bir kıskançlık, hayal kırıklığı, aileye ne diyeceğim telaşı... 
Peki, bir ders yüzünden darma duman olan ortalamalara ne demeli? Ortalama yettiği halde yalnızca bir kırığı olduğu için alınamayan belgelere? Fen lisesinde okuyan komşu çocuğuna?
Bakın karne günleri güzeldir, stresten kurtuluruz ve tatile gireriz, evet. Sürekli "fen lisesi, inekler" deyip onları bu yazının kötü kahramanı ilan etmiş olabilirim, ama onların arasında bulundum yaşadıkları stres benimkinin bin kat fazlasıydı. Karne günü onlar için de güzel, hatta aldıkları belgelerle çok daha güzel.
Ama karne günü mavi kar yağmaz. Çünkü karne günü kafanı kaldırıp önündeki geleceğe bakınca daha fazla stres görmektir. O stresten korkup kafanı indirdiğinde karnenin neden daha iyi olmadığını düşünüp üzülmektir. Daha iyi bir karne olmadıkça kendine göre özgürlüklerinin sınırlandığını düşünme sıkıntısını çekmektir. Karne günü nefret etmektir; fizikten, kimyadan ve özellikle geometriden. Ellerinde takdir belgelerini sallaya sallaya önünden geçen çocuklara kıskanarak bakmaktır. Kimi için "akşam bu karneyi babama gösteremem" diyen arkadaşına bakıp içinden "keşke gösterebilecek bir babam olsaydı" demektir. Komşu çocuğundan da nefret etmektir karne günü. Gelecekten korkmaktır.
Evet, karne günü mavi kar yağmaz. Ve asla yağmayacaktır da.
Çünkü bu matematik bizi kandırıyor. 
Karne gününüz mavi geçemez, ama maviye yakın geçmesini dilerim!


16 Ocak 2013 Çarşamba

Kartozu mevsimi hep gelir! - Mavi Kartozu'nun Doğum Günü - Yaşasın Mavi Bayram!

Bundan bilmem kaç yıl önce bugün ben yeryüzüne düşmüşüm mavi bir kartozu olarak. Bir yaz günü doğsaydım kartozu olur muydum, bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Çünkü bu şekilde var olmadığım bir hayatı hayal edemiyorum. Her kartozu gibi beyaz da değilim belki ama mavi olmayı seviyorum.
İnsanlar doğum günlerinde ilgi beklerler. Hediyeler, kutlamalar, şarkılar, öpücükler, sarılmalar, mumlar... Mutlu eder herkesi bu. İstisnai durumları saymazsak herkes bekler. Alamadıklarında üzülürler, unutulan doğum günlerinin yıkıcı etkileri vardır. Benim doğum günüm hiçbir zaman unutulmadı. Çünkü insanlar için doğum günün rakamlardan ibaret önemsiz bir gün gibi gözükmeye başladığında ben aklımı başıma almıştım. Önceki gün ne yediğini bile hatırlamayan insanlar benim doğum günümü elbette hatırlamayacaklardı. Ya bunu kafaya takmayacaktım, ya da unutmamalarını sağlayacaktım. Ben unutmamalarını tercih ettim. Çünkü herkesin yılda bir kere de olsa kendine ait bir günü olmalı bana göre. Bu yüzden onlara hatırlattım. Yılbaşından beri laf arasında sürekli doğum günümün yaklaştığını söylüyorum herkese. Bir sürpriz falan beklemiyordum, yalnızca hatırlamalıydılar. Bir kucak dolusu sevgi yeterdi. Yetti de. 
Ben bugün mutluyum. İnsanlar doğum günümü asla hatırlamayacaklardı ben olmasam. Ben olmasam bugün doğum günüm olmayacaktı. O yüzden gözümde kendi doğum günümü kutladım, insanlara doğum günümü kutlamaları için gizlice uyarılar verirken. İnsanlara ihtiyacım yok. Kendi kelimelerim, kendi doğum günümü kutlamaya yeter; insanlar yalnızca aracı. İşte mutlu olmamın sebebi de bu. İyi ki varım ve iyi ki insanlara doğum günümü hatırlatıp kendimi mutlu edebiliyorum. Kendime yetiyorum.
Bence herkes kendine yetebilir. Başkalarının hatırlamalarını beklemeyin, asla hatırlamazlar. Çünkü değeriniz çok yüksek olabilir, ama kimse size sizin kadar değer veremez. Kendi doğum gününüzü kutlayın. Bir aynanız varsa yalnız değilsiniz, işte doğum gününüzü hatırlayan biri.
Bugün benim doğum günüm ve ben ağlıyorum. Annem bunun için bana kızdı. Ama nerden bilebilir mutluluktan ağladığımı? Kendi doğum günü hediyemin mavi gözyaşlarımın tuzlu tadında saklı olduğunu?
16 Ocak benim için kartozu mevsiminin geldiği gündür ve o mevsim hep gelir. Ne yani, böyle önemli bir günü kutlamadan mı bırakacaktım? Mavi Bayram'ınız kutlu olsun!

HEY, SEN! MAVİ KARTOZU! DOĞUM GÜNÜN MAVİ OLSUN!!

12 Ocak 2013 Cumartesi

Missing You'yu Maviliyoruz! - Dudakların Dizisi

Hala Nice Guy'ı mavilememiş olmakla beraber, içimde ona ihanet ediyormuş gibi bir hisle Missing You dizisine başladım birkaç hafta önce.

  

Dizinin içeriğinden bahsetmeyi çok isterim. Hatta bu diziye nasıl aşık olduysam sizi de öyle aşık edebilirim diye düşünüyorum. Ama henüz dizi tamamlanmadı ve ben de güncelden baya geride izliyorum, yavaşça. Doğru tahmin: Bitmesini istemiyorum. Ayrıca dizideki dudakları izlemekten mahrum kalmak da...
Bence bu dizinin adı "Seni Özlüyorum" yerine "Dudaklarına Bakıyorum" olmalıydı.
Dizinin başrol oyuncuları Park Yoochun, Yoon Eun Hye, Yoo Seung Ho, Yeo Jin Gu ve Kim So Hyun. İzlediğim ilk Yoochun projesi bu, bence mükemmel bir başlangıç oldu.
Bir büyüsü var, böyle... Kapılıp gidiyorsunuz dizinin içinde. Bitince de ne izlediğiniz aklınızda kalmıyor, ama sonra tekrar oturduğunuzda sanki aradan hiç zaman geçmemiş gibi hatırlıyorsunuz.
İşte ben bu kapılıp gitme anlarında, dizideki belki en önemli konuşmalardan birindeydi, kendimi Yoochun'un dudaklarını izlerken buldum. Altyazıya yakın olduğu için mi bilmiyorum, ama dalıp gittim dudaklarına. O ne dudaktır öyle! İnsan dudağını ısırsın ya da ıslatsın diye bekliyor adeta. Sizce de öyle değil mi?


Peki ya Yoo Seung Ho'ya ne demeli? God of Study'de isyankar liseli rolündeyken bile dudaklarına hayrandım ben onun! Çocuğun suratı şaheser zaten bir kere. Dudakları da işin... tatlısı. Dilber dudağı tatlısı... Sanırım. Evet.
Yoon Eun Hye'nin dudakları zaten tescillidir, meşhurdur. Güzeldir, tabi o iğrenç mor rujları sürmediği zaman. Yine de bir bayan olduğu için pek ilgi alanıma girmiyor. 
Yeo Jin Goo! Sevgili yeni nesil aktörüm! Ben onu küçük Lee Byung Hun diye çağırıyorum ama Yoochun'un küçüğü olmak da yakışmış ona. Kim So Hyun içinse Han Ga In ya da So Ye Jin'in küçüğü olmak daha iyi olurdu. Olsun, Yoon Eun Hye'ye de gitmiş. Bu yeni nesil oyuncuların dudakları da dizinin "Dudak Dizisi" ünvanına destek olmuş.
Ünvan dediğime bakmayın, böyle düşünen bir tek kendimi buldum. Ama sizce de bu dizinin dudak kadrosu müthiş değil mi? 
Herkese benden mavi dudak koruyucusu! Sürün ve diziyi izlerken bolca dudaklarınızı yalayın. Mutlu mavilemeler!

5 Ocak 2013 Cumartesi

Geometri'yi Hiç Mavi Bulmuyorum

Geçenlerde geometri öğretmenimden yediğim 350 soru çözme ödevi sayesinde bir şeyleri mavilemekten öğrencilik hayatımı kaçırdığımı, ama onun beni kaçırmadığını fark ettim. Üniversite sınavına az kaldı, çok çalışmalıyım gibi şeyler aklımdan şimşek hızıyla geçti ve tüm elektriğini vücudumdaki sinir hücrelerine aktardılar. 
Geometri hocam gözümü çok korkuttuğu için -o bir psikopat- soruları çözmeye karar verdim. Başına oturdum, yarım yamalak notlar aldığım defretimi de önüme aldım, başladım. Aslında başlarda çok iyi gidiyordu. İlk birkaç testi hiç soru eksiği vermeden "doğru" çözmüştüm. Sevinçliydim, hayatımda ilk kez geometride zorlanmadan bir şeyler yapabiliyordum. Sonra ne mi oldu? İlk testlerin alıştırma taktiği dolayısıyla özellikle kolay olduğunu fark ettim. Sorular zorlaştıkça bir güvensizlik başladı. Suratın aşağıya doğru hareketi, sinirle kalem sallamalar, sonra rock müziğe başvurup siniri gırtlaktan çıkarmaya çalışmalar... 
Birkaç saat geçirdim böyle, sadece bir testi çözmeye çalışarak. Bardağı taşıran son damla doğru çözdüğüme emin olduğum(?) halde cevap anahtarının bana yanlış çözdüğümü söylediği o soruydu. Defalarca silip tekrar tekrar çözdüm, tam 40 dakika boyunca tek bir soru için uğraştım.
Kalemi bir bıçak edasıyla kaldırıp kitabın kalbine sapladım ve -her zaman yaptığım gibi- ağladım. Hayatımda ilk defa istemeyerek ağladım, kendimi susturmak için çabaladım. Ne kadar garip değil mi? Mavi Kartozu ağlamamak için çırpındı. 
10 dakika içinde sesim yükseldi, tabiri caizse höykürerek ağlıyordum. Artık bileklerimi kesmeyi falan düşünmüştüm ki annem ismimi haykırarak odaya daldı. Şaka yapıyorum. Kartozlarının bilekleri ve şah damarları yoktur. İntihar olasılığını düşürmek için. Zaten kartozları böyle bir şeyi ölüm için seçenek olarak düşünmezler. Şey, en azından ben düşünmüyorum.
Her neyse, yine de 40 dakika bir soru üzerinde çabalayıp çözememek kendimi aptal gibi hissettirdi. Sonra keşfettim ki o soruyu çözemememin sebebi benim aptallığım değilmiş, tamamen bu ödevi yetiştirememe korkusuymuş. Yani hepsi hocamın suçu, çığlık atarcasına bağırıp sözlülerimize sıfır vermekle ve zaten kırık olan sınav notlarımızdan puan kırmakla tehdit eden kişinin. Artık ne kadar korktuysam "Neden yetiştiremedin?" diye sorunca cevap verirken kekeledim. Konuşmamı düzeltebilmek için yüksek sesle kitap okuyup nefes egzersileri yapan Mavi Kartozu kekeledi. 
Hayatımda karşılaştığım bütün geometri öğretmenleri kafayı yemiş. Bundan önceki hocam şairim diye geçinen öğretmen oldu diye kafasını duvarlara vuran bir adamdı. Derse girip iyi yerlere girmek için çalışmamız gerektiğinden falan bahsederdi. Kendisi de çok çalışırmış sözde. Ama adama bakınca öğretmen olmak fikrinden soğurdu insan. Çalışınca bu olacaksa, olmasın derdi. O yüzden çalışmak istemezdi insan. Sonra da suç öğrencide olurdu.
Şimdiki de bundan farksız. Sorunu olmayan düzgün bir geometri öğretmenim olursa ben de geometri sınavlarından yüksek puan almazsam mavi değilim. Buraya da yazıyorum.
Bu arada, sözüm sana Öklid: Senden nefret ediyorum. Hayatımı mahveden bu geometriyi geliştirdiğin ve benim uğraşmak zorunda olduğum geometrinin ismi "Öklid Geometrisi" olduğu için senden nefret ediyorum. İki paralel doğru birbirini kesse ne olur, kesmese ne olur? Bana ne vektörlerden ben mühendis olmayacağım ki! Umarım sen ve vektörlerin cehennemde yanıyorsunuzdur, bu konudaki hislerim açık ve nettir.
İşte böyle koskocaman saçma bir yazı yazmamın sebebi içimdeki bu kocaman öfkenin parmaklarımın ucundan sızmaya başlamış olmasıydı.
Ödevim 500 soruya artırıldı ve benim bunu perşembeye kadar yetiştirmem lazım. 60 dakikada 20 soru çözen biri olarak yatıp kalkıp geometri çözüyorum. 
Beni bu kadar zorladığı ve öğretmenlerimi delirttiği için geometriyi hiç ama hiç mavi bulmuyorum.