Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

25 Ocak 2014 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #13

2 Mayıs 2013
"Hadi! Hadi Demir, daha sert! Hadi!"
30 kişi, sınıfın arkasına, kümesin köşesine toplaşıp kaçmaya çalışan tavuklar gibi sıkışmıştık. Ortada dönen nefes kesici savaşı daha iyi görebilmek için ilk seyirci halkasının dışında kalan öğrenciler sıralara çıkıp birbirlerinin üstüne abanıyorlardı. Gerçek bir arena havası vardı.
Gönüllerin sevgilisi Demir ve gönüllerin kankası Ufuk ateşli bir bilek güreşi müsabakasının ortasındaydılar. Bu okulda geçirdiğim en iz bırakan zamanlar olan öğle aralarından birindeydik. Birdenbire tartışmaya başlamışlardı, Ufuk'un kekemeliği de hızla kaybolunca herkes heyecanlanıp dikkat kesilmişti. Sonuç olarak konusunu yalnızca ikisinin bildiği bu tartışma -nasıl olduysa- iddiaya dönüşüvermiş, kazananı belirlemek için bilek güreşine başvurulmuştu. Demir gömleğini sıvayıp meşhur pazularını açarak rakibine gözdağı vermeye çalışırken Ufuk sinirden kıpkırmızı kesilmiş suratıyla öldürücü bakışlar atıyordu. Başlayalı beş dakika kadar geçmişti, ama kenetlenmiş ellerinde yalnızca milimetrik oynamalar oluyordu.
Bu okuldaki neredeyse tüm hayatım olan iki kişi tüm insanların ilgisini çekebilecek kadar heyecanlı bir işin ortasındayken bana da uzakta bir köşede saçlar ve omuzlar arasından onları izleyip iç çekmek düşüyordu.
Eğer tüm okul bahçede güneş banyosu yapıyor olmasaydı bu kalabalık üç dört katına çıkabilirdi. Pireyi deve yapıp herkese deve diye yutturmak konusunda Demir'le Ufuk'tan daha başarılı bir ikili daha olamazdı. Tezahüratlar o kadar yüksek sesliydi ki stadyumda holiganlar arasında ayakta durmaya çalışıyormuşum gibi hissettiriyordu. Kızlar bile gittikçe kabalaşmaya başlamıştı.
"Hadisene Demir!" diye bağırdı biri isyankar bir sesle. "Bu mu senin demirliğin be!" Gözlerimi devirdim. Bizimkiler abartmak konusunda iyilerdi, ama diğerleri gaza getirmek konusunda onlardan daha becerikliydi. Öyle ki çocukların az sonra boynuzları çıkacak, birer boğaya dönüşeceklerdi.
Gökçe heyecanla "Pazılığını göstersene!" diye bağırdı sevgilimin kollarına bakarak. Size bahsettim mi bilmiyorum ama Demir'i defalarca uyardım. İlk uyarım bana ilgi gösterirse gittikçe daha dayanılmaz olacağımdı, sonrakilerse artık bana ilgi göstermek konusunda ustalaştığı için daha özelleşmişti. Tamamen Gökçe'ye odaklıydı. Ondan uzak duruyordu, farkındaydım. Ama benim uyarılarım Gökçe'nin de kendisinden uzak durmasını sağlaması içindi. Buna şaşırmıştı. Başkasının yaptığı bir şey için sorumlu tutulmak istemedi. Ona dayanılmaz biri olacağımı, benden uzak durması gerektiğini söylediğim zamanı hatırlatana kadar mızmızlanmaya devam etmişti. Sonunda kabul etti. Beceremedi tabii, yine de denedi. Denemesine rağmen Gökçe onun yanından geçtiğinde bile çıldırıyordum.
Şimdiyse Gökçe onun pazularından bahsediyordu. Demir'in pazularından. Benim Demir'imin. Üstelik "pazı" demişti. Aptallar kraliçesi!
Beni hiçbir şey durduramazdı. "Demir," dedim. "Kaybedersen cezan Gökçe'ye bir sözlük almak olsun."
Demir ve Ufuk hariç herkes bana kulak vermişti. O ikisi işlerine devam ediyorlardı.
"Ne sözlüğü ya?" diye söylendi Gökçe.
"Pazıyla pazuyu bile ayırt edemiyorsun da o yüzden." Kalabalığın arasından kim olduğunu göremediğim biri güldü. Düşmanım gözlerimin içine baktı, anlamamıştı ne demek istediğimi. Artık benimle ilgilenmesi gerektiğini belirten kızgın bir bakış atmak için kafamı Demir'e çevirdim. "Bilmiyor musun yoksa? Demir'inkiler kas değil, ot. Güvenme bu ot kafalıya kaybedecek."
Birdenbire Demir durdu. Kenetlenmiş ellerine doğru uzattığı kafasını kaldırıp kollarına verdiği gücü kesti.
"Niye durdun lan şimdi!" diye bağırdı Ufuk sinirle. "Kazanmama izin mi vereceksin aklın sıra!" Karşısındaki onu duymadı. Elini çekmeden hafifçe yan dönüp bana baktı. Kalabalık onu izliyordu.
"Sen..." dedi. Kaşları yavaş yavaş çatılırken, kendimi kötü hissetmeme sebep olacak kadar çözülmesi zor bir bakışla bakıyordu gözleri. Biz uyumlu bir çifttik, bu yüzden benim kaşlarım birer yay gibi gerildiler ve gözlerim ördek yavrularınınki kadar şaşkınlaştı. "Sen bu espriyi nereden biliyorsun?"
Bütün kafalar bana döndü, filmlerdeki o garip gıcırtı seslerini duyduğuma yemin edebilirdim.
"Ne-" Durup yutkunmam gerekti çünkü maceracı bir tükürük damlası dilimden boğazıma atlamaya karar vermişti. "Ne demek nereden biliyorum?"
"Birinden mi duydun?" Benim aksime o oldukça hızlıydı cevap verme konusunda.
"Ha-hayır," dedim. Nedense bir anda Süleyman Bey'i korumaya karar vermiştim, bir arkadaşımdan duyduğum yalanını bile söyleyesim gelmemişti. "Sadece kelimenin anlamını biliyorum. Neden?"
Demir kafasını iki yana salladı. "Hoşlanmıyorum. Lütfen bir daha yapma." Gözkapaklarımı kullanarak itaat ettiğimi gösterdim. Sebepsiz yere korkmuştum, içimde bir şeyler dökülüyor gibiydi. Parmak uçlarım çoktan buz gibi olmuştu bile. Kafamın içinde kaybolup gittim. Beni çıkartan şey Demir'in bir pislik gibi sırıtan Gökçe'ye seslenmesi oldu. "Açık konuşacağım, bir daha benimle muhatap olma. Senin için daha iyi olur." Yanlış mı algılıyordum yoksa parmak uçlarım aniden eski sıcaklıklarına mı dönmüştü?
Sert çocuk rakibine döndü. "Tabii ki kazanmana izin vermeyeceğim salak herif. Hadi devam edelim."
"Yenildin!" diye bağırdı Yiğit. "Oyunu terk ettin." Ufuk belli belirsiz gülümsedi.
"Yenilmedim!" diyerek itiraz etti pehlivan. "O bileğinin hakkıyla kazanmalı, bunu kaybedemem. Adil değil."
"Belki de kolun yorulduğu için bıraktın abi, biz nereden bilelim şimdi?" dedi Salih.
"Sence kolum ağrıdı diye miydi? Gerçekten mi yani? İpek bana arka çık. Kaybedemem, bu çok önemli." Kalabalık kaybettiği konusunda hemfikir olurken ona doğru yürüyüp saçlarını karıştırdım. 
Sonra kulağına fısıldadım: "Boş ver. Saçma sapan bir iddia sonuçta."
"Saçma sapan değil," dedi sanki yüzüne düşen bir tel saç onu rahatsız ediyormuş gibi suratını buruşturarak. "Önemli diyorum sana, kaybetmemem lazım."
"Ne olur kaybedersen?" Gözlerini Ufuk'a dikip iç çekti.
"Bilmek istemezsin."

***

Babamla ilgili hatıralarım bir japon balığının beyninin ölçülerinde bir fanusa sığdırılabilecek kadar azdır ve her biri öyle değerlidir ki eskimesinler diye fazla çıkarmam onları fanustan. Ama unutmamak için, belli aralıklarla, belli bir sıraya göre hatırlarım. Hayatımın arasına bir boşluk koyup sırası gelen hatırayı tazelemek için kullanırım.
İddiadan sonra ortalığı yatıştıran matematik sınavından faydalanarak kağıdımı erken teslim edip kafamı sıraya yasladığımda sıranın "babama yaklaşırım" hatırasına geldiğini fark ettim.
Kasıtlı olarak mı yapıyordum bilmiyorum ama babamdan gelen limon kokusu keskinleştiği zaman ona yaklaşırdım. Elini tutardım ya da ayaklarının üstüne, kucağına, iki ayağının arasına otururdum. Kanepeye çıkar sırf o kokuyu duyabilmek için onun bedeninin yarısı kadar olan bedenimin tamamını ona yaslar, burnumu saçlarının arasına sokardım.
Bu çok normal bir şey, değil mi? Ama o limon kokusu ben ne zaman üzgün olsam o zaman bu kadar keskinleşirdi. Babama yaklaşırdım, her zaman şefkatle karşılık verirdi ve ben birkaç dakika sonra çok çocukça bir şeyi bahane ederek huysuzlanmaya başlardım. Onu genelde geceleri gördüğümü hatırlıyorum. Bu yüzden böyle yaptığım zamanlarda biraz gözyaşı döktükten sonra kucağında uyuyakalırdım. Burnumda limon kokusuyla; gittikçe ekşileşen, beynimi gagalayan.
Bu hatıraya rağmen onu algılamak beni her zaman mutlu ediyor çünkü babamın kucağındaydım o zaman. Kucağında olduğum çok görülen bir şey değildi. Belki başkaları görmüştür ama ben değil.
Keşke diyorum, keşke daha fazla yaklaşsaymışım da babama bana da biraz bulaşsaymış ondan. Böylece net bir şekilde algılamak için üzülmeme gerek kalmazdı. Belki daha mutlu bir hayatım olurdu.
Mutluluğumla babamın kokusunun ne alakası vardı peki? Hiç düşünmeden kabul ettiğim bu denklemin nereden geldiğini çok daha sonraları kurcaladım. O kokuya ihtiyacım olduğu ve o kokuyu yalnızca üzgünken bu kadar net alabildiğim için sürekli üzülmeye eğilimliydim. Eğer öyle olmasaydı yaşadığım her şeyi unutup gülümseyebildiğim anlar çoğalırdı, baş etmesi daha kolay olurdu.
Başıma gelecekleri bilseydim öyle yapardım. Babamın yanından bir an bile ayrılmazdım sırf biraz bana da bulaşsın o kokudan diye.
Şimdi bunları düşünürken yanı başımda tıpkı onun gibi kokan biri oturuyordu. Kokuyu ondan çalabilir miydim acaba? Düşüncesizce, korkusuzca elimi uzatıp dokunsam yanaklarına, saçlarına... Becerebilir miydim?
Eğer becerebilseydim siyah renkte, limon kokan bir duvar örerdim ikimiz için. Arkasında beraber gülebileceğimiz, kimsenin bizi bulamayacağı göklere uzanan bir duvar. Böylece kurtulabilirdik! Hayatımı zayıflaştıran şeyi kendimi korumak için kullanabilirdim. Kendimi ve Demir'imi.
Birinin malzemeden çalabileceğini hesaba katmamıştım.

***

Çıkışa kadar, hırsızlığımı yapabilmek için Demir'in yanından bir saniye bile ayrılmadım. Nereye giderse peşinden yürüyor; sık sık saçlarına, yüzüne, ellerine dokunuyordum.
Bu zaten çok sık yaptığımız bir şeydi. Samimiyetimizi böyle belli ederdik birbirimize, parmaklarımızla. Sanki dokunursak konuştuğumuzdan daha fazla sevgi verebilecekmişiz gibi. Bana bunu Demir öğretmişti.
Ama iddiadan sonra dokunmaktan çekinmeyen o çocuğa bir şeyler oldu. Utanıyordu... Yani galiba. Onda çok sık gördüğüm bir şey değildi bu, özellikle bana karşı. O yüzden ben parmağımı yanağına değdirdiğimde nefesini tutması, yüzünün alev topuna dönmesi beni korkutuyordu. Çok geriliyordu, benden uzak durmaya çalışıyordu. Onu bugün çok kızdırmış olsa da Ufuk'la konuşuyordu sürekli.
Neler olduğunu sormaya korkuyordum. Erkeklerle çok fazla tecrübem olmasa da -babam yaşındaki kötü avcıyı saymazsak- onların çoğu zaman iç güdüleriyle hareket ettiklerini biliyordum. Demir'in ağzından buna benzer bir şey duymak... Kesinlikle düşünmek bile istemeyeceklerim arasındaydı. Buna rağmen ondan uzaklaşmaya da pek niyetim yoktu.
Çıkış zili çaldığında zar zor bırakabildim onu. Kendimize bile belli etmeden yaptığımız sözsüz anlaşmaya göre dışarı çıkmadan önce sınıfta sarılıyorduk, sonra da ayrılıyorduk. Benimle yürümesini teklif etmediğim sürece, birbirimizi tanımıyormuş gibi yapıyorduk.
Kokusunu içime çeke çeke sarıldıktan sonra üzgün ve yavaş adımlarla merdivenlerden indim. Beş basamak arkamdan Ufuk'la beraber geliyordu.
Kapıdan çıkınca gözlerim Süleyman Bey'i ya da başka herhangi bir adamı görmek için çabaladı ama etrafta kimse yoktu. Bahçenin ortasına kadar yürüyüp beni gözleyen biri olmadığına emin olduğumda belki de Demir'le son bir kez konuşabilirim diye düşündüm.
Kararlı bir şekilde arkamı döndüğümde orada duruyordu. Aramızda hiç mesafe yok gibiydi, kafasını aşağı eğmiş gözlerimin içine bakıyordu.
"İpek bir şey söylemem lazım," dedi telaşla.
Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne- Ne söyleyeceksin?"
"Sakın bana kızma, tamam mı?"
"Ne oldu Demir?" Kaşlarımı çattım, farkında olmadan ben de boynumu uzatıp iyice ona yaklaştım.
"Ufuk'la girdiğimiz iddia bizim hakkımızdaydı."
"Nasıl yani?"
"Ufuk... Salak... Aptal... Şey dedi... Neyse... Detayları boş ver..."
"Ne diyorsun, anlamıyorum."
"Bana vurma, İpek."
"Ne?"
"Söz ver. Bana vurmayacağına söz ver. Hemen." Serçe parmağını ikimizin yüzü arasına uzattı.
"Sana neden vurayım ki?" dedim bıkkın bir sesle.
"Söz ver dedim." Sinirle serçe parmağımı uzatıp onunkini kavradım. Baş parmaklarımızla sözümüzü mühürledik.
"Söz. Oldu mu?"
"Evet, oldu." Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Sanki orada bizi bu saçma durumdan kurtaracak biri varmış gibi. Derin bir nefes aldı, bakışları tekrar ben de sabitlendi. Sonra aniden gözlerini kapattı. Kafasını bir tavuğun yeme uzanması kadar hızlı bir şekilde bana doğru uzattı. Dudakları kısacık, minicik bir an için yanağıma değdi, damga gibiydi.
Bu ondan aldığım ilk öpücüktü. O zamanlar ne kadar masum olduğumu yanağıma konan bu öpücüğün kalbimi çılgın gibi hızlandırmasından ve heyecandan gözlerimin dolmasından anlayabilirsiniz. Büyülü bir andı. Benim de gözlerim refleks olarak kapanmışlardı. Saniyelerin içine o kadar çok düşünce sığdırdım ki beynim patlayacak gibi oldu.
Keşke sonra birbirimize gülümseyip Ufuk'a dil çıkardık diyebilseydim.
Yapamadık, tabii ki.
Yapamazdık ki.
Gözlerimi açar açmaz, Demir'in omuzlarının üstünden arkada bizi izleyen birini gördüm. Yüzünde, hayatımda gördüğüm en korkutucu ifadelerden olan çirkin bir adam.
Ayaklarım birer adım geri çekildiler.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Onların karşısında yüzlerce kez zor durumda kaldım, ama hiçbirinde bu kadar çaresiz değildim.
Sevgili Pazı'm korkumu fark edince bana dokunmak istedi. Size söylemiştim, dokunmak bizim için işleri yoluna koyan şeydir. Eğer yapabilseydi ikimizin arasındaki gerginlik azalırdı, çoğalansa onun suratına inecek yumruk ve tekmelerin sayısı olurdu.
"Dur," dedim. "Dur, gelme."
"Özür dilerim, İpek. Çok özür dilerim." Kendisi yüzünden olduğunu sanıyordu, beni incittiğini sanıyordu.
"Özür dileme, lütfen." Ayaklarım geri gitmeye devam ederken karşımdaki aptal da bana doğru yürüme eyleminde kararlılığını sürdürüyordu.
"Ne oldu? Kırılacağını düşünmemiştim, gerçekten. Çok öz-"
"Demir. Dur. Lütfen. Gelme. Dur." Elleri yavaşça güvende olduğumu belirtmek istercesine havaya kalktı, ama yürümeye devam etti. "Dur, dedim. Dursana aptal. Dur işte!" En sonunda darmadağın olduğumu fark edip sözümü dinlemeye karar verdi. "Bana mesaj atma, bana ulaşmaya çalışma. Tamam mı?" Zaten istese de yapamayacaktı. Öldürülesiye dayak yemekle meşgul olacakı o sırada.
"Neden?"
"Soru sorma. Peşimden gelme. Şu an aklından geçen hiçbir şeyi yapma, anladın mı? Kalbinin sesini kıs. Duyma onu." Kaşlarını çattı. Gözlerinin içinde yalvaran yavru Demir'i görebiliyordum. O an o da ben de koşup birbirimize sarılmak için her şeyi verebilirdik.
"Ne oluyor İpek?" diye fısıldadı.
"Özür dilerim Demir." Yüzüne son bir kez bakıp arkamı döndüm. O kadar hızlı koştuğum bir gün daha hatırlamıyorum.
Yanında kalmayı ya da elinden tutup birlikte kaçmayı çok istemiştim. Ama zaten istediğim şeyleri yapabilseydim bunları isteyecek seviyeye gelmezdim ki.
İşte! Demir onların elindeydi. Muhtemelen bir daha yüzüme bakmayacaktı. Yine okulumu değiştirmek zorunda kalabilirdim. Onun hakkımda bir şeyler söyleyeceğini zannetmiyordum, ama daha fazla yüzüne bakamazdım. Yalan söylemiştim, canının yanmasına sebep olmuştum. Benden nefret edecekti. Kalbindeki sevginin kırıntısı bile kalmayacaktı. Biliyordum.
Onlarca arkadaş eskitmiştim, onlarca dost; anında arkasını dönebilenlerden. Demir neden dönmesindi ki? Ona hiçbir yararım olmamıştı. Üstelik az önce girdiği bu savaştan sadece dayakla kurtulması bile kârdı. Hayatını mahvedebilirlerdi. Hayır, ben hayatını mahvedebilirdim.
Dünyada en çok değer verdiğiniz insanlardan birinin hayatının sorumluluğu omuzlarınızdayken kusmak istiyorsunuz. İç organlarınızı ağzınızdan çıkarmak, onları temizlemek, karın boşluğunuzdaki aptal insandan arındırmak istiyorsunuz. Bu yüzden eve gidince yaptığım ilk şey kusmak oldu. Asit boğazımı yakıp yukarı çıkarken fark ettim ki bu hiçbir işe yaramayacak. Aptallık benim damarlarımdaki kandaydı. Yüzyıllar önce yaşamış olan büyükannemden miras kalmıştı belki de. Kim bilir belki de onun da babası o küçükken ölmüştü, belki o da başına buyruk davrandığı için sevdiği insanın hayatını mahvetmişti. Bunu tek başıma yapıyor olamazdım. Tüm suç bende olamazdı.
Midemdeki asidin son damlası dudağımdan süzülürken kapı zilinin çaldığını duydum.
İçimden gelenin gerzek komşularımızdan biri olması için dua ettim. Çünkü eğer onlardan değilse bir koruma kapıma dayanıp beni yaka paça Atıf Bey'e götürebilirdi. Ya da Demir'i gözümün önünde dövmek için getirmiş olabilirlerdi.
"Hayır," diye fısıldadım. Elimi aynaya yasladım. "Hayır, o kadarını yapmazlar. Sakin ol. Bu gece kimse gelmeyecek rahat rahat kendini yiyip bitirebilir ve yarın için kendini hazırlayabilirsin."
Kafamı son bir kez musluğun altına sokmak için eğerken kapı zili yeniden çaldı. Annemin evde olmadığını unutmuştum. Yüzümü kurulayıp kapıya gittim.
Sadece gelene annemin evde olmadığını söyleyip onu gönderecektim. Sonra odama kapanıp istediğimi yapabilirdim. Annem gelene kadar zaten uyuyakalırdım, böylece açıklama yapma gibi bir zorunluluğumda olmazdı.
Tüm bu planlar için önce kapıyı açmalıydım, ama nedense yapacak cesaretim yoktu. Bir şey beni kapıyı açmaktan alıkoyuyordu. Ciddi anlamda kimsenin yüzünü görmek istemiyordum, herhangi birinin benim merkezinde bulunduğum 100 metre çapı olan çemberin içinde nefes dahi almasını istemiyordum.
Kapının arkasındaki kimse yerinde duramıyor olacak ki bir kere daha zile bastıktan sonra kapıyı yumruklamaya başladı. Derin bir nefes aldım.
Baş etmesi güç bir rakip olacağını düşünmüştüm. Artık alışmış olmalısınız, benim hayatımda benim tahminlerim hep yanlış çıktı.
Kapının arkasındaki baş etmesi güç bir rakip değildi. O baş etmesi imkansız bir rakipti.
Bana elme yedirmeye gelmişti, masalımızın kötü cadısı. Atıf Bey.


Mavinot: Geciken bölüm için özür dilerim. Bir sonraki bölüm gecikeceği için şimdiden özür dilerim. Kış tatili geldi, yeheeet! Mavi tatilleeer. ^^

19 Ocak 2014 Pazar

Kartozu Mevsiminin İlk Günü, CNBLUE'nun Yıl Dönümü ve Mavi Tatilin Başlangıcı! Yehet!

Selam olsun efendim.
Bu hafta benim açımdan dolu dolu geçen bir haftaydı. Hiçbir günümü boş geçirmemiş olmakla beraber, göz pınarlarımın boş olduğu bir gün de yoktu. Beş gün içinde tam dokuz tane sınav oldum ve özellikle bu kadar çok sınavımın olduğu haftada özel hayatım(?) benden çok şey istedi. Tüm bu koşuşturmaca içinde boş olan tek şey düşüncelerimdi, çünkü beynimin içinde o kadar çok şey vardı ki hangisini düşüneceğimi karıştırmaya başladım artık.
Yukarıdaki gifte gördüğünüz Taeyeon kadar sıyırmak üzereydim. Kafatasımda en büyük yeri kaplayan şeyse bir an önce kendimi toplamam ve her şeyi nüfus artış oranı gittikçe yükselen sevgili blogumda anlatmam gerektiğiydi.
En kötüsünden başlayalım o halde!
GEOMETRİ!
Evet, başımın belası bu haftanın tüm olaylarının neredeyse tepesindeydi. Muhtemelen kalacağım bu dersten, kurtarma sınavında bile boş boş kağıda baktım. Üstelik o soruların kolay olduğunu hissediyordum, yapamadım işte. Sınavın ortasında köpek yavrusu bakışlarıyla -pek vefalı- sevgili arkadaşlarıma dönüp "N'oolur yardım edin lan" diye sızlandıktan sonra imece usulüyle bir şeyler denedik. Sağ olsunlar. Ama bir sınav geçmem için yeterli olmayacak gibi gözüküyor. İkinci dönem 70 ortalama yapmak için yırtınacağım.
Yahu kalmayı falan geçtim de hocanın trip atması yok mu, çıldıracağım.
Evet, geometri hocamı da Tom ve Jerry giflerimle dövdüğüme göre devam edebiliriz.
Her şeye rağmen bilgisayarımla buluştuğum zamanlar da oldu elbette bu hafta. Zaten bir sürü de comeback vardı, onlarla ilgilenmeliydim.
Öncelikle meleklerim, AOA Miniskirt şarkılarıyla geri dönüş yaptılar.
Belirtmek isterim ki son zamanlarda k-pop fanları arasında dönen "yeaaa bu seksi konsept işi sıkmadı mı sizce de yeaaa" muhabbetine, seksi konsept işine gıcık olduğumdan daha çok gıcık oluyorum. Tamam, gerçekten artık seksi kızlar sıkıcı olmaya başladılar, zaten bence Koreliler seksi olmak için değil sevimli olmak için doğmuşlar. Ben de sevmiyorum şu popoyu bile örtmeyen etekleri, bacakları havada pozlar vermelerini. Ama bunu yapan şirketlerdir. Şirketler ne isterse kızlar onu yapıyorlar. Ha bunu söylemekle "kızlar seksi konsept istemiyor" düşüncesini savunduğumu düşünmeyin, ne istediklerini soran yok diyorum sadece. Şimdi siz gelip sırf konsepti yüzünden şu şarkıya, kızların yeteneklerine çamur atmaya kalkarsanız dokuz sınavdan bileğinin hakkıyla çıkan Mavi Kartozu'nu kızdırırsınız. İsterseniz gözlerinizi kapatın, ama şu şarkıyı bir dinleyin lütfen. Gerçekten çok güzel. Beğeneceksiniz.
AOA fighting!!
Ayrıca pazartesi günü Two Song Place'in şarkısının klibi yayınladı.
Biliyorsunuz bu FNC Şirketi'nin çıkardığı ikinci "ikili". Song Seung Hyun ve Song Eun Yi birlikte eğlenceli bir şarkı hazırlamışlar. Klipte bu yılın çok meşhur olan şarkılarının parodileri var ve pek çok konuk oyuncu(?) yer almış. Hayranlar her yerde SeungHyun'un dans konusunda çok isteksiz oluşuyla dalga geçiyorlar, onu çok tatlı buluyorlar. Açıkçası bence de acayip sevimli. Song Eun Yi, FNC şirketinin en büyük elemanı ve aynı zamanda eski bir şarkıcı. Komedyenlik yaptığını duymuştum. Her komedyende olan sert ve yanındaki insanın moralini bozan garip mizaç onda da var ama gerçekten çok tatlı bir kadın. Boice'lar onu Minhyuk'a olan hayranlığından tanıyor olabilirler.
Şarkıyı çok beğendim, insanın diline dolanıyor. Gün içinde yüzlerce kez dinliyorum, bence siz de bir izleyin çok eğleneceksiniz.
Bu haftaya giriyor mu bilmiyorum ama bunu da eklemeden edemeyeceğim B1A4 da comeback yapt.
Bu da insanın ağzına takılan şarkılardan kesinlikle. Klibi de çok hoş, karlı karlı.
Git gide B1A4'un çizgisine yaklaşıyorum. Bir gün oturup didik didik araştıracağım galiba, çok takdir ediyorum bu çocukları.
Sonra bir de Royal Pirates'in yeni şarkısı yayınlandı.
Korede ismini çok sık duyamayacağınız şeylerden biri de rock gruplarıdır. Yok değil, bir sürü var. Sadece isimleri duyulmuyor. Bence sizin duymanızda bir sakınca yok. Royal Pirates sizin için bir başlangıç olabilir. (Videoyu çocukların orjinal hesabından yükleyemedim, size zahmet buluverin.)

Tüm bu yeni şarkıların arasında henüz çaylak sayılan gruplarla da baya bir ilgilendim. Çoğu hala bitmedi ama VIXX'i neredeyse tamamladım. Bir Starlight olmak üzereyim.
Ayrıca bu hafta EXO'dan D.O ve Kai'nin doğum günü vardı! 12'sinde Kyung Soo ommamızın, 14'ünde dans makinesi Jongin'inimizin doğum günleriydi. Saengil chukkahaeyo! ^^
Tüm bu anlattığım şeyleri koca bir listeden tek tek silerek anlatıyorum. Evet, liste yaptım. Ve şimdi sırada dizi sezonu var.
Tatil vakti geldiği için -sonunda- dizilerime dönebileceğim.
İlk sırada yaklaşık bir buçuk yıl önce yazısını yazdığım ve yaklaşık 4 ay önce başladığım halde hala sonunu göremediğim bahtsız dizi Nice Guy var. Bu sefer bitirmekte inanılmaz kararlıyım, yolum açık olsun.
İkinci olarak tabii ki The Heirs var! Park Shin Hye ve artık tüm Kore'nin Chan Young'u olan "Lovely Minhyuk"umuz oynuyor o dizide. Diğer etkenleri saymak istemiyorum, tüm fanlar hepsini biliyordur zaten.
Üçüncü sırada Marry Him If You Dare var. Dizinin adını "Yonghwa yine çok havalı" olarak da düzeltebiliriz sanırım.
Dördüncü olarak efsanenin ikinci sezonu Reply 1994'ü izlemeyi düşünüyorum.
Sonuncu sıraya Doojoon oppanın bol yemekli dizisi "Let's Eat"i kondurdum. Umarım ona sıra gelebilir.

Evet, şimdi önemli kısımlara geçiyorum. BURAYI DİKKATLE DİNLEYİN. Dün gece bir rüya gördüm ve gördüğüm en "zengin" rüyalardan birisiydi.
CNBLUE, Rain, SHINee, B2ST ve sanırım EXO'dan birkaç kişi vardı rüyamda. Üye sayılarını topladığınızda 10'u çok rahat geçiyor. Yani rüyamda ondan fazla yakışıklı adam gördüm!
İnanılmaz güzel bir rüyaydı, Rain'i ailemle bile tanıştırdım. Hepsiyle tek tek konuştum. Hayatımda uyandığım zaman suratımın asık olmadığı nadir günlerden biriydi bugün. Böyle rüyaları her gece göremez miyim sanki?
Bu rüyayı doğum günüme uyandığım sabahın öncesinde görmek isterdim. Ah, doğruya diğer bir konumuz da buydu. Geçtiğimiz perşembe benim doğum günümdü. Yani kartozu mevsiminin geldiği gün. Geçen yıl bunun yazısını çok büyük bir içtenlikle yazmıştım, üstelik çok büyük bir olay da olmamıştı. Bu yıl doğum günüm çok daha dolu doluydu. Ama yazamadım ve böyle yazının arasında bahsediyorum.
16 Ocak 2014 - Perşembe.
Okulda dört tane sınavla savaştım. Annem bile o gün yanımda değildi, hastanede gece nöbeti vardı. Ondan önceki gece VIXX'in hayranlarıyla armağan ettiği doğum günü şarkısına benzeyen şarkıyı dinleyerek mal mal ağlamıştım.
Sonra okula gittim. Geometri sınavında yardım eden arkadaşlarım bana uğur böceği şeklinde bir pasta almışlardı, hatta sürpriz yapmaya falan çalıştılar da işte Mavi Kartozu aşırı zeki olduğu için çaktı her şeyi. ^^ Çok mutlu oldum hepsini çok seviyorum.

Ve şu an fark ettim olaya kronolojik olarak yaklaşıyorsanız çok kafanız karışacak çünkü şimdi doğum günümden iki gün öncesi hakkında konuşacağım.
14 Ocak 2014.
Bundan tam 4 yıl önce CNBLUE Kore'de resmi olarak çıkış yaptı. Hangi kelimelerle bu cümleyi duyduğum/yazdığım/okuduğum/düşündüğüm zaman hissettiklerimi açıklayabilirim bilmiyorum. Kalbimde onlar için öyle büyük bir yer var ki kendi doğum günümde bile bu kadar duygusallaşmıyorum.
Çok büyüdüler, çok şeyler yaşadılar. Kamera karşısında nasıl duracağını bilemeyen Yonghwa'dan kameranın önünden çekilmek bilmeyen bir Yonghwa yaptılar, sessiz Jonghyun'dan çapkın bir Jonghyun çıkardılar, konuşamayan Jungshin hiç susmayan Jungshin oldu ve "lovely" Minhyuk artık seksi Minhyuk. Her şey değişti. Tek değişmeyen mavi oluşları ve müzikleri.
Birkaç aydır gülümsemeyen, yorgun ve sıkıcı bir grup gibi gözüküyorlardı. Ama son günlerde eski ve mutlu CNBLUE oldular. Bu yüzden mutluyum.
Hiçbir zaman CNBLUE'nun bana hissettirdiklerini anlatamıyorum, bu konuda inanılmaz beceriksizim. Birini ne kadar sevdiğinizi ellerinizle göstermeye çalışmak kadar saçma bir çaba aslında bu. O yüzden fazla bir şey beklemeyin.
Sadece bilin ki onları çok seviyorum ve aslında bu kocaman ve saçma sapan yazıyı sırf bu çocukların dördüncü yılını geç de olsa kutlamak için yazdım.
(Bir de bilin istedim, herkes Kore'deki çıkışı esas alsa da benim gerçekten kutladığım çıkış tarihi Japonya'daki çıkış tarihleridir.)
Ve iştee dördüncü yıl için hayranlara gönderdikleri mesaj:
 
Bundan önce dört tane daha video yayınladılar, her üye yaş sırasına göre kendisinden sonra gelen üyeye -haliyle Jungshin en büyüklerine- birer video çekmiş. Çok güzeldi.
-bu yazıyı yazarken ne kadar çok iç çektiğimi sayamadım-
Neyse ben daha fazla yazamayacağım çünkü her an tekrar fangirl hislerimle hareket etmeye başlayabilirim. Soğuk kanlılığımı kaybediyorum.

Bu arada hiç aklımdan çıkmayan bir şeyi daha ekliyorum: CNBLUE'nun ilk basisti Kwangjin'in grubu da Mart'ta çıkış yapacak Kore'de. Sonunda!! Yıllardır bekliyoruz, sonundaa!! Bu süre zarfında Japonya'da çıkardıkları şarkıları dinleyerek onları tanıyabilirsiniz.

Gidiyorum, biraz Nice Guy izlemeliyim. Ya da Running Man. Evet ikincisi daha iyi bir seçenek.
Kendinize iyi bakın.
Siyah Limon yarın öbür gün buralarda, yoğunluktan gecikti kusura bakmayın.
Mavi kalıın!! ^^
Ah, az daha unutuyordum, şimdiden mavi tatilleeer!!

12 Ocak 2014 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #12

Nisan 2013
Ben serinliği severim. Sabahın çok erken saatinde camdan kafamı çıkarınca yüzüme esen rüzgarı, akşamları parmaklarımı üşüten ayazı, yastığın soğuk tarafını, kulaklığı ilk taktığımda kulağımın içini ferahlatacak kadar serin olmasını, kolye zincirlerinin boynuma değdiğinde ürpermeme sebebiyet vermesini, Demir'i... Serin olan her şeye derin bir sevgi beslerim.
Demir kadar sıcacık bir insanı nasıl olur da serin olarak değerlendirebilirim, merak ediyor olmalısınız. Onun serinliği adında, beni kızgın sıcakların bunaltıcı havasından kurtarışında. Kanından gelen buz gibi soğukla teninin yumuşacık sıcağı karışınca Demir çıkmış ortaya. Serin o da. Sevdiğim her şey gibi.
Ama o günlerde fazla sıcak olan bir şeyle savaşmak zorundaydım: Korku.
Demir'i herkese erkek arkadaşım olarak tanıtmaya başladığım günlerden bahsediyorum. Bütün okul bizden bahsetmeye devam ediyordu; eğer bir okul dizisinde yaşıyor olsaydık çok acı çeken ana çift olmak yerine her zaman sevimli, kıskanılan ikinci çift olurduk. Okuldaki diğer sorunsuz çiftlerle sihirli bir şekilde tanışmıştık ve arkadaş çevremiz hızlıca genişliyordu. Her şey harika gidiyordu, gülümsemeden geçirdiğim tek bir gün bile yoktu. Gittikçe bunun bir peri masalı olduğuna inanmaya başlamıştım. Türlü maceralardan geçen prenses sonunda prensine kavuşur, mutlu mesut yaşarlar. Her şey harikadır. Ama peri masalları tam bu noktada biter. Onlara sonradan ne olduğunu kim bilebilir? Yalnızca tahminler yürütülür. Çünkü onlar bu masal için yaşamış kişilerdir, sözcükler bittiğinde ölürler.
Bizse yaşamaya devam ediyorduk. Masalımızı en mutlu yerinde bitirmek için henüz çok erkendi. Beyaz atlı prensim kötü cadıyla henüz savaşmamıştı. Hayır, kötü cadı derken kıskanç bakışlarını bizden çekemeyen Gökçe'den bahsetmiyorum. Sayısız zehirli elması, Pamuk Prenses'in kalbi yerine bir ceylanın kalbini götürecek kadar bile merhameti olmayan yüzlerce avcısı vardı asıl kötü cadının. Üstelik kendisi de kibrin esiri olmuş değildi, yaşlı ahmak bir kadından çok daha güçlüydü. Sarayıma yerleştirdiği onlarca muhbir her an ona beyaz atlı prensimle mutluluğun doruğuna tırmanmakta olduğumuzu haber verebilirdi.
Bu durumda korkumla yalnız başıma çıkmam çok zordu. Kötü cadının ordusunda en merhametli olan avcıyla iş birliği yapmaya karar verdim ben de.
Güneşin gökyüzünden aşağı kaymakta olduğu saatlerde yine korumaların görevde olmasından faydalanıp nöbete gelen Süleyman Kahraman'ın arabasında eve gidiyordum. Radyodan James Blunt'ın "Aynı Hata" şarkısı süzülüyordu.
Bütün gün ne yapmam gerektiğini düşünmüş olmama rağmen hala kendimi hazır hissetmiyordum.
Sesimdeki gerginliği gizleyemeden "Size Demir'den bahsetmiştim, değil mi?" diye sordum. Onun adını duyar duymaz uzanıp radyonun sesini kıstı. Lanet olası tedirgin sesimi daha çok dinlemek ister gibiydi.
"Evet bahsettin."
"Şey... Demir çok iyi bir arkadaş."
"Söylemiştin."
"Söylemediğim bir şey var." Parmakları sıkı sıkı direksiyona yapıştı. Dişlerini sıktığını görüyordum.
"Seni dinliyorum." Sesi o kadar sert çıkmıştı ki daha itiraf etmeden pişman oluvermiştim.
Kelimelerimi iyi seçmek için duraklamak zorunda kalarak toplamaya çalıştım. "Önemli... Bir şey... değildi. Yani... Boş verin." Sıkıntıyla koltuğuma sinerken içimde vereceği tepki için bir korku alevlenmişti. Ona güvenmediğimden değildi, ama sonuçta eve götürdüğü ekmeğin parasını veren de ben değildim. Aptallık etmiştim. Ağzımı hiç açmamalıydım.
"İpek," diyerek hızla düşüncelerim arasına girdi. "Söyle."
Gözlerinin içine baktım. Görmeyi beklemiyordum, ama işte benim için sakladığı endişeden bir parça duruyordu orada. Beni korumak istiyordu sadece, o da korkmuştu. Başka bir şey yoktu.
"Ben," dedim. "Ben... Demir'den hoşlanıyorum... Sanırım." Söyleyememiştim. Yalnızca hafifletmiştim. Ama bu bile onun üstünde büyük etki yaptı. Öncellikle çok şaşırdı. Daha kötü bir şey söylememi bekliyormuş gibi baktı, sanki öyle bir şey varmış gibi.
"Gerçekten mi?" Ciğerlerindeki bütün havayı bu cümleyle atmosfere bırakmış gibiydi. Gözleri kocaman olmuştu. "Ondan hoşlanıyor musun? Ciddi misin?"
"Evet, ciddiyim. Ama size göre çok kötü değil gibi."
"Hayır öyle değil. Ben sadece... Sanmıştım ki..."
"Ne sanmıştınız?" 
Sorumu görmezden geldi. Parmaklarını gevşetmeye, göz kapaklarını alçaltmaya çalıştı. Konuşmasına yavaşlatılmış bir halde devam etti: "Bak İpek, anlıyorum. Genç kızsın, bu dönemlerde böyle şeyler hissetmen normal." Bir an durdu, şimdi şaşkınlığını tamamen atmıştı ve gerçekten kötü bir şey olduğunu fark etmeye başlıyordu. "Herkes hisseder bunları bu yaşlarda. Ama..."
"Ama ben lanetliyim, değil mi?" diye atladım. "Bu yüzden hissedemem."
"Ben öyle bir şey söylemedim."
"Buna benzer bir şey geliyordu, hissettim. Uzun zamandır duyuyorum da." Korkum uçup gitmişti, sinirleniyordum.
"Açık konuşayım mı?"
"Her şey yeterince açık gibi ama?"
"Demir'le aranızda bir şey olması yalnızca bir hayalden ibaret," dedi dümdüz.
Omuzlarım düştü. "Bu fazla açıktı," diye mırıldandım. Gözlerim dolmaya başladı. Kulaklarım yanıyordu, duyduğum şey korkunçtu. Yaşadığım şeyin bir hayalden ibaret olduğunu söylemişti. "Çok acımasızsınız!"
"Özür dilerim." Sesinin tınısında ufak bir çatlama işittim. Telaşla yerinde kıpırdandı, nefes alışları hızlanmıştı. "Çok özür dilerim İpek. Sen de biliyorsun, istediğini yapabileceğin bir hayatın yok." Gözyaşlarım çoktan süzülmeye başlamıştı bile. Salak gibi bana destek olmasını beklemiştim. Atıf Bey'i alt edebileceğimi yeniden hatırlatmasını, gülümsemesini istemiştim. "O çocuğa fazla yaklaşma. Canını yakarsın, hayatını mahvedersin."
"Yeter," diye fısıldadım. Yanağıma süzülen bir damla gözyaşını sildim usulca. Demir'in ağlamamam gerektiğini söylediğini hatırladım, ama kendime engel olamıyordum.
"Bana ilk kez birinden hoşlandığını söyledin, bunun ciddi olduğunun farkındayım. Ama... Olmaz... Yapamazsın İpek."
"Yeter!" diye ciyakladım. "Keşke söylemeseydim! Bir dostumla heyecanımı paylaşmak istemiştim sadece. Görünen o ki bugün dostum değilsiniz." Burnumu çekip gittikçe hızlanan gözyaşlarımı bir kez daha montumun koluna sildim. "Kalbimin her gün kırıldığının farkındasınız, değil mi?" Derin ve acılı bir nefes aldım. "Keşke siz biraz daha kırmasaydınız. Çünkü bu ölümcül bir darbeydi."
"İpek..."
"Ne durumda olduğumu biliyorum ben de. Sizden istediğim tek şey birkaç dakika polyannacılık oynamaktı beraber. Karşı takımda olduğunuzu bilmiyordum. Kusura bakmayın."
"Ben senin tarafındayım."
"Arabayı durdurur musunuz? İnmek istiyorum. Lütfen bir süre nöbetlere gelmeyin." Zaten çok yavaş gittiğimiz için hemen durduk, o anın işkence kokan havasını daha fazla solumak zorunda kalmadım.
İnmeden önce şarkıdan duyduğum son dizeler aklıma geldi: "Bana sebep ver, ama seçim verme. Çünkü aynı hatayı yeniden yapacağım."
İçimden kendime bir söz verdim: Bundan sonra savaşlarımı başkalarıyla paylaşma hatasını yapmayacaktım.
Şarkının haksız çıkmasını umuyordum.

***

Ertesi gün okula giderken metroda iki dakikada bir telefonumun ekranından kendime bakıyordum. Gözlerim dün akıttıkları gözyaşları yüzünden davul gibi şişmişlerdi. Demir beni bu halde gördüğünde bir sürü soru soracaktı, telaşlanacaktı. Moralimi düzeltebilecek en son şey onun telaşlanmasıydı. Ama gözlerim inatla şişkin kalmaya devam ediyorlardı.
Okula vardığımda yüzüme soğuk su çarpıp kaküllerimi -işe yaramayacağını bildiğim halde- gözlerimin üstüne çekmeye çalışacaktım. İşe bakın ki okulun kapısından girer girmez o şişkinliklerin karşılaştığı ilk şeyler Demir'in dudaklarından daha çok gülümseyen kahverengi gözleri oldu. O aceleyle dışarı koştuğu, ben de aynı aceleyle içeri girdiğim için hafifçe çarpışmıştık. Bir an için gülümsemesi genişledi; bir sonraki an kollarımdan sıkıca tutmuş, kafasını eğip benimle aynı boya gelmiş, göz torbalarımı inceliyordu.
"Gözlerine ne oldu? Ağladın mı?" diye sordu.
"Sana da günaydın canım," dedim geri çekilmeye çalışarak. "Gece uyuyamadığım için oldu."
"Neden uyuyamadın?"
Sıkıldığımı belirtmek istercesine iç çektim ve "Annemle sohbet ettik sabaha kadar," diye yalan söyledim. Gözlerini kısıp birkaç saniye şüpheyle baktı. Ona yalan söylediğim için kendimi kötü hissediyordum. "Artık gidebilir miyim?" diye sızlandım. Doğrudan gözlerinin içine bakamayacak kadar utanıyordum.
"Önce bana sarıl," diye mırıldandı belli belirsiz bir sesle. Kollarımı tutan elleri düştü, duruşunu dikleştirdi. Gülümseyince şiş gözlerim tamamen kapandı, ama kollarının arasını bulmak hiç de zor olmadı. Kafamı boynuna gömüp limon aromalı, leziz kokuyu bugünün güzel olmasını umut ederek içime çektim.
"Günaydın İpek böceğim," diye fısıldadı.
Böyle bir anda Süleyman Bey'in söylediği her şeyi unutmam gerekirdi, değil mi? Normal insanlar karşıdakinin sevgisini hissettiklerinde daha güvende hissederlerdi, korkularını alt ederlerdi. Benim duygularım tam tersi yönde ilerledi.
Süleyman Bey haklıydı.
Demir için savaşabilirdim, ama bunun neye faydası olurdu ki? Sevgi bir zırh değildi bedenlerimizi koruyacak. Üstelik onu satamazdım da zırh almak için.
Sayfalarımda klişeleşti ağlamak kelimesi, ama gerçekten o zamanlar gülmediğim bir gün bile olmadığı gibi ağlamadığım hiçbir gün de olmuyordu.
Her sabah  gözünüzü açıp "Acaba bugün sapasağlam okula gelecek mi?" diye düşünmek ne kadar zor hayal bile edemezsiniz. Üstelik, her Allah'ın günü bunu düşünmeme rağmen asla buna hazırlıklı olamayışım da cabasıydı.
Gün geçtikçe her şeyi kabullendim. Bizim peri masalımıza mutlu son yazılmayacağı gittikçe kesinleşiyordu. Bu yüzden başkasının ellerinden çıkmış kelimelerle değil de kendi zihnimden dökülenlerle bir şeyler yazmak istedim. Demir'den bir an önce ayrılacaktım. Yaklaşan yaz tatilini bahane edecek, başka bir okula gideceğimi söyleyecektim. Atıf Bey'den kaydımı başka bir yere almasını istediğim zaman itiraz edeceğini zannetmiyordum. Bu şekilde birbirimizden uzakta her şeyi unutmamız daha kolay olacaktı. Planım... Mükemmeldi.
Ama kusursuz değildi. Hesaba katmadığım çok önemli bir şey vardı: Demir'in düşünebilen, hissedebilen, üstelik bu niteliklerini üst seviyede kullanabilen bir canlı olduğu.
Birkaç hafta sonra ayrılmamız gerektiğini söyleyeceğim gün; sırf duyduğu zaman daha kötü hissetsin, umursamadığımı düşünsün diye mutlu numarası yaptım. Onunla olabildiğince az konuştum, diğer herkesle ilgilenmeme rağmen. Bir süre farkında olmadı, birkaç saat içinde ise rahatsız olduğunu belli etmeye başladı. İlgimi çekmek için kırk takla atıyordu. Sinir katsayılarındaki artış hızını göz önüne alarak patlamadan önce, yani öğle arasında, her şeyi söylemeye karar verdim.
Zeynep'le birlikte öğle yemeğimizi koridorda yere oturup yedikten sonra sınıfa girdim. Onunla hiç göz teması kurmadan yanına oturdum. Beni bekliyormuş gibi aniden konuşmaya başladı. Söylediği hiçbir şeyi duymuyordum, kalbim kulaklarımda atıyordu. Sabrettim, sabrettim, sabrettim.
Birdenbire konuşmam gerektiğini hissederek sözlerini yarıda bölmek üzere ona döndüm. Burnuma doğru bir kağıt uzatmıştı.
"Sen beni dinliyor musun?" dedi heyecanla.
"Ne dedin? Kafam başka yerde de..."
"Diyorum ki anlaşmamızı yapmalıyız artık." Şaşkın şaşkın gözlerimi kırpıştırdım.
"Ne anlaşması?"
"Başından beri dinlemedin değil mi?" Kız gibi gözlerini devirip iç çekti. "Film izlediğimiz zamanı hatırlıyor musun?" Ağladığım zaman gözyaşlarımı silişini nasıl unutabilirdim?
"Tabii ki."
"Filmden sonra acıları paylaşmakla ilgili ne demiştik?" Umutla gözlerimin içine bakarken yapmak üzere olduğum korkunç hatanın farkında vardım. İçimde kuyametler kopuyordu.
"Acıları..." Duraksadım ve boğazıma takılan yumru yüzünden yutkundum. "Paylaşma Anlaşması."
"Evet!"
"Ciddi anlamda aşık olduğun zaman..." Vardığım sonuçtan oldukça memnun olarak gülümsedi. Kağıdı masaya bıraktı. Masada aynı kağıttan bir tane daha vardı.
Boğazını temizleyip okumaya başladı: "Biz, Demirpek çifti; birlikte olduğumuz süre boyunca -ki umarız sonsuza kadar olur- hiçbir acımızı birbirimizden saklamayacağımıza, her şeye birlikte göğüs gereceğimize, ağladığımız zaman kafamı yaslayacağımız omuzların birbirimizinkiler olacağına aşkımız üzerine yemin ederiz." Kalp atışlarım yavaşladı, beynim uyuşuyordu. "Nasıl? Sade olsun dedim." Usulca kafamı yasladım. Yanağımın içini kemirmeye başladım. Ağlamamalıydım, hayır. "İkimize de birer kopya. Böylece eğer acıları paylaşmazsak birbirimizi mahkemeye verebiliriz." Masum, komik bir kahkaha attı. "Ama... Sana sormadım. İmzalamak istiyorsun değil mi? Eğer... Şey... Yani... Emin değilsen... Sonraya bırakabiliriz..."
İmzalamak istiyor muydum? Bu sorunun iki farklı anlamı vardı benim için.
İlki: Demir'e yanında durduğum her saniye acı çektirmek istiyor muydum? İşler ileri giderse ölebilirdi, bunu ona yapmak istiyor muydum?
Hayır, istemiyordum. Hem de hiç.
İkincisi: Ağladığım zaman kafamı omzuna yaslamak istiyor muydum? Elimi uzattığımda ona dokunabilmek istiyor muydum? Gözlerinin içine bakmak istiyor muydum? Dünyada hiçbir şeye değişmeyeceğim o limon kokusunu duymak istiyor muydum?
Evet, hem de deli gibi istiyordum.
Kendime tüm hayatım boyunca 'neden' kelimesiyle başlayan sorular sordum ve hiçbirine yanıt alamadım. Ama içlerinde cevabını çok merak ettiğim bir tane vardı. O soruyu tam da kağıtlar önümde dururken sormuştum. Neden daha çocuk sayılacak yaştayken kalbimi kaptırdığım insana sevgimi kanıtlamak için hayatlarımızın üstüne kumar oynamak zorundaydım?
Cevabı düşünmedim bile. Sadece birkaç saniye kendime izin verdim. Dedim ki 'Kendini tutma, belki bütün hayatın mahvolacak ama önemli değil. Zaten uzun zamandır kendini tutuyorsun değil mi?'
Ruhumu tutan engeller kırılınca hıçkırıklarım taştılar. Ellerimi yüzüme kapatıp yakıcı gözyaşlarımı gizlemeye çalıştım. Demir artık bu ani sinir krizlerine o kadar alışmıştı ki bana sarılmak için bir hamle yaptı olağan bir tavırla. Ben geri çekildim. Kendimden bile beklemediğim bir çeviklikle hem de. Ona sarılarak vakit kaybedemezdim. Engellerim geri gelmeden, yapmak istediğim şeyi yapmalıydım.
"Bana kalem ver!" diye bağırdım. "Hemen bana kalem ver!"
Kağıtların ikisini de gözyaşlarımla ıslatarak imzaladım. Tüm kaçış yolları kapanmıştı. Dümdüz kötü cadıya doğru yürümek zorundaydık artık. Kafamıza estiğinde geri dönemezdik.


5 Ocak 2014 Pazar

K-POP YIL SONU FESTİVALLERİ - Yılın En Mavi Zamanı

Evvet, evvet sonunda üçünü birden izledim efendim. Keşke bir blogum yerine bir televizyon şovum olsaydı da ışıklı mışıklı, davul sesleriyle bezenmiş bir giriş yapabilseydim ancak bunu kelimelerle yapmak zor. Direk giriyorum konuya.
Evet, hepinizin bildiği üzere 27-29-31 Aralık günlerinde Kore'nin üç büyük ulusal kanalının geleneksel yıl son festivalleri yapıldı. İlk ikisini öğrenci olmanın verdiği eziklikle kaçırmış olsam da MBC'nin canlı yanını izleyebildim. Dört saat kadar kafamı hiç çevirmeden izlemek biraz sıkıcıydı açıkçası, özellike sunuculardan üç tanesi inanılmaz derecede sinir bozucu insanlarken... Akşam yemeği için iki performans kaçırmak zorunda kaldım, ama sonra videolar silinmeden hemen izledim.
Kısacası izlemeye sondan başladım. Aslında baştan devam edecektim, ama dedim ki insanların hepsi baştan izledi ben farklı bir şey yapayım bari.
İyi ki de öyle yapmışım. İlk festival, yani KBS'de yayınlanan en kısaları ve onu en sona bırakmayıp diğerlerinden birini izleseydim kesinlikle dayanamazdım. Zira şu an inanılmaz uykum var, bu durumda hiç durmadan izlenecek şey değil bu festivaller.
Her neyse beni boşverin.
Festival zamanlarında en sevdiğim şey k-pop'ın bir bütün haline gelmesidir. Bir k-fan olarak gururla söyleyebilirim ki fanlarımızın organizasyon yetenekleri, idollerimizden geliyor. Eğer hayatınızda hiç festival izlemediyseniz hemen gidip izlemenizi tavsiye ediyorum. İzlediğiniz an göreceksiniz ne demek istediğimi. Teknik aksaklıkları boşverin ve etrafta en sevdiğiniz idolleri görmeye çalışın. Beklenmedik bir şekilde kanka olmak üzere olabilirler. Bu ne kadar mükemmel bir şey haberiniz var mı sizin?
Şu fotoğrafa dikkatlice bakın. Kris ve Yonghwa el sıkışıyorlar. Bunun benim için ne demek olduğunu biliyor musunuz? Kesintisiz on beş dakika çığlık atmak, on dakika tepinmek demek.
Tekrar çıldırmaya başlamadan önce asıl konumuza geri dönmeliyim sanırım.
 Festivallarde bu yıl çok fazla teknik aksaklık olduğunu okudum izlemeden önce. Fanların abartısı olduğunu düşünmüştüm, yanılmışım. SBS'in kameramanları gerçekten sarhoşmuş çekim sırasında. Hayır, aslında sarhoşlar bile öyle açılar yakalayamazlar. KBS'deki ses sorunlarından bile daha kötüydü o çekim açıları. Daha önce hiç kamera görmemiş biri bile daha iyisini yapabilirdi.
Sanırım en sorunsuz MBC'in festivaliydi. Ne yazık ki orada da Clara vardı. İnşallah ben evlenmeden önce k-pop camiası tüm bu sorunlara bir çözüm bulacak.

KBS GAYO DAECHUKJAE - 27.12.2013
İlk festival olduğu için mi kısaydı bilmiyorum, ama çok uzatmamış olmalarını kutluyorum. Sanırım iki saat on beş dakika civarlarındaydı.
Diğer festivalleri önceden izlediğim için olsa gerek KBS'nin festivali bana çok sade geldi. Performanslar da sadeydi, dekorlar da sadeydi, sunucular da sadeydi. Aslında bu kötü bir şey değil, aksine göz doldurmak yerine şarkı söylemeleri iyi. Ne yazık ki festivallerin daha cafcaflı olmasını bekliyorum bir fan olarak. Eğer haftalık programlardaymış gibi performans sergileyeceklerse ben bunu her gün izleyebilirim sonuçta. Yılda bir kere yapılan bir olay için daha fazla süs kullanılmalıydı. Evet, tek şikayetim bu.
Sunuculardan başlıyorum. Suzy, Yoon Shi Yoon, Lee Hwi Jae sunuculuk yapıyorlardı. Suzy çok neşeliydi, Shi Yoon oppa çok sevimliydi, yanlarındaki ajussiyle tam bir takım olmuşlardı. Tüm festivaller için bir sıralama yapacak olursam, bu sunucular ikinci sırada olurdu.
Beğendiğim performansları not aldım ama hepsini burada vermeye kalkarsam büyük bir karmaşa olacak sadece çok hoşuma gidenleri vereceğim, diğerleri ismen geçeceğim.
İlk olarak açılış klasik de olsa çok hoştu:
Exo ne zaman çıkacak diye ekrana baya bir yapıştım. Çünkü CNBLUE yoktu T.T
Böyle grupların bir arada şarkı söylemelerine bayılıyorum. Çok klasik ve basit ama benim çok hoşuma gidiyor.
Veee Exo'nun bu festivaller içinde en sevdiğim performansı:
Intro kesinlikle mükemmeldi. Chanyeol ve Kai'nin yaptığı o dansımsı şeye bakarken kafamı nereye vursam bilemedim gerçekten. Bu intro şarkı olsa keşke diyen fanlardanım efendim. Ayrıca dansı da böyle kalmalı. Baekhyun'un Lay ve Kai'ye yaslanıp şarkı söylediği o kısım mesela kesinlikle olmalı yani. Çok iyiydi, yüzlerce kez izledim bu performansı.
Sonra özel dans performansları gerçekleştirdi idoller çiftler halinde. Dans ve çift dediğimde aklınıza Troublemaker geliyor mu bilmiyorum, ama benim geliyor. İlk performans onlara aitti ve bayıldım.
Birkaç çift daha çıktı ama onları hatırlamıyorum. Bu çiftten sonra aklımda bir tek Fei ve Chansung çifti kalmış.
Bu da çok seksi bir performanstı. Zaten Fei'nin ne kadar çekici bir kadın olduğunu bilmeyen yoktur. Ayrıca muhteşem dans ediyor.
Bu performanslardan sonra yarışma şeklinde performanslar yapıldı efendim. Ji Eun ve Niel, Yoseob ve Eunji'ye karşı savaştılar. Exo kendi içinden şarkı ve dans grubu çıkartmıştı onları yarıştırdılar. Bir de K.Will ve Huh Gak'a karşı Ailee ve Hyorin yarıştı.
Ailee ve Hyorin, yani k-pop'ın divaları, Amerikan popüler müziğinin kraliçelerinin şarkısı Telephone'u söylediler.
Gerçekten iyiydiler, zaten bu ikisi bir aradayken kulaklarım bayram ediyorlar. Ha gözlerim bayram etmedi orası ayrı. Farkında mısınız bilmiyorum ama bu kadar kilo vermek ve şaçlarını o renge boyatmak Hyorin'i çok çirkinleştirdi. Ayrıca Ailee de manyak gibi kilo aldı. Neyse ki dış görünüş değişince seslere etkisi olmuyor. Yine de bir an önce eski hallerine dönmelerini çok isterim.
Her neyse.. Sıradaki performans Yoo Hee Yeol için özel hazırlanmış olan performanstı. Bu adamı çok tanımıyorum açıkçası sadece Sketchbook programını biliyorum. Bugün de çok güzel piyano çaldığını öğrenmiş oldum. IU, Daybreak, Kim Yeon Woo ve Onew ona eşlik ettiler. Hoş bir performanstı tavsiye ederim.
Bir sonraki notumda Again K-pop performansları var. İdollerin, şirketlerin, yapımcıların inanılmaz derecede ilk nesil k-pop takıntısı vardır. Her festival zamanı en az bir tanesinde eski şarkılar söylenir, eskiler hatırlanır. Geçen yıl CNBLUE'da bu performanslara katılmıştı. Ah Boice kalbim...
Bu yıl performanslar tam 7 taneydi ve benim çok uykum var o yüzden dikkatli inceleyemedim. Ama Min ve CNU'nun performansı çok sevimliydi.
İşte burada:
Ve bir de Gag Concert çılgınlığı var ki festivalin ortasında Nickhun, Taecyeon ve Minho'nun rol aldığı kısa bir skeç yaptılar. Sevimliydi aslında, özellikle Taecyeon ehehe. Bir göz atmanızı öneririm.
Bu arada 2013 damgasını vuran gruplar performans sergilemeye devam ediyorlardı tabii ki.
Infinite, Lee Seung Chul ve Infeungchul çok iyiydi. Infeungchul benim dilimde Lee Seung Chul ve Infinite'in birlikte sergilediği performans anlamına geliyor. Düşüncemi temellendiremeyeceğim ama nedense Infinite üyelerinin efsanelere, sunbaelerine çok saygı duyduğunu düşünmüşümdür hep. Bu yüzden onları bir efsaneyle aynı sahnede görmek çok hoşuma gidiyor.
Beast'in performansını kesinlikle belirtmem gerektiğiyle ilgili bir not almışım buraya. Evet, belirttim şu an. Gerçekten güzeldi, tebrikler çocuklar.
Ama asıl eğlenceli olan 2PM'in performansıydı bence. Sahne bir anda dans eden beyaz takım elbiseli erkeklerle doldu, sonra sandalye dansı ve kızlar... 2PM her zaman Kore'nin erkeksi ve seksi grubu olarak kalacak bence.
SHINee'nin performansı da çok enerjikti. Diriiim guuuurl!! ~~
Evet, performanslar dışında bahsetmek istediğim birkaç şey var. Örneğin Secret'ın neden böyle yaptığı. Sahne performansı çok korkunçtu. Palyaçolar, garip giyinen bir sürü dansçı, arkada dönen atlı karınca. Gerçekten dayanamadım izlemeye. Secret'ın tarzı kesinlikle bana hitap etmiyor.
Bir de Girls' Day'den Hyeri'nin saçları var. Saçlarını ne zaman kestirdi bilmiyorum, ama sizce de çok kötü olmamış mı? Hyeri geniş omuzlu ve grup üyelerine göre uzun boylu bir kız. Kısa saç hiç yakışmamış, ama hiç.
Vee son olarak da bu festivalde en yüksek reytingi alan performansta vuku bulan o korkunç olaydan bahsetmeliyim sanırım. Miss A'in performansından bahsediyorum. Dansçılardan biri Min'in ağzına çok sert bir yumruk patlattı farkında olmadan. İzlemeden önce bundan bahsedildiğini duymuştum, ama bu kadar sert bir şekilde vurduğunu düşünmemiştim. Resmen kızın ağzını yamulttu. Ama Min şoku alatır atlatmaz performansa devam etti. Alkışlıyoruz!!

SBS GAYO DAEJUN - 29.12.2013
SBS'nin festivali, kamera açılarını saymazsak, bu yılki en iyi festivaldi. En ufak bir şüphe duymadan söylüyorum bunu dostlarım, inanın bana.
Bir kere idollerin hepsi, onları görebileceğim bir yerde oturuyorlardı. Üstelik CNBLUE üyeleri ve EXO birbirine çok yakınlardı. YG sanatçılarının muhteşem performansları vardı bir de. Ama en en en en önemlisi sunuculardan birisi Heechul'du. Dara ve Sung Shi Kyung'la beraber süper bir ekip oluşturmuşlardı. Bu festivallerin en iyi sunucuları onlardı bence.
Eveet şimdi gelelim performanslara.
Açılışta yine çeşitli idoller vardı. Ama her gruptan iki ya da bir üye alınmıştı. Klasik, toplu açılışları sevdiğim için bunu da beğendim:
Gruplar performans sergilediler. Hepsini tek tek göstermek istesem de yazı çılgınca uzayacak diye korkuyorum. Hemen isim vereceğim o yüzden. BTS ve VIXX'in performanslarını çok beğendiğimi not almışım. Zaten bir süredir VIXX hayranlığı başladı bende, iyi çocuklar bir ara dinleyin bence.
A Pink ve Girls' Day birbirlerinin şarkıları için performans hazırlamışlardı. Kesinlikle çok hoştu, grupların yer değiştirmesine bayılıyorum! Block B'nin performansı da çok enerjikti.
Bu festivalin en büyük olaylarından birisi TaeTiSeo'nun performansına katılan Lay, Chanyeol, Sehun, Luhan ve Tao'ydu.
Chanyeol'u bateri çalarken görmeyi ne kadar seviyorsam Tao'yu dans ederken görmeyi de o kadar çok seviyorum. Ama sırf çocuklar onlara eşlik etti diye kızlara çamur atan fanlara çok gıcığım. Keyfimi kaçırıyorlar durduk yere.
Vee JYP STAGE! Bu adamdan -nedense- pek hoşlanmıyorum. Yine de yetenekli olduğu su götürmez bir gerçek. Haliyle idoller ona saygı duyuyorlar. Onun için özel bir sahne hazırlandı. Eunji, Niel, Hoya ve Hyosung bu sahnede yer alıyordu. Ben çok beğendim bu performansı.
İlk yarı bu performanstan sonra bitti. İkinci yarının açılışını EXO yaptı. Eğer görebilseydim size nasıl olduğunu söylerdim ama sağ olsun kameramanlar onları görmemem için çabalayıp durdular.
Miss A'in Hush performansı bu festivalde diğer ikisine göre daha iyiydi. Yani öyle yazmışım izlerken. K.Will'in performansını çok beğendiğimi hatırlıyorum.
Ama tüm festivaller boyunca istisnasız söylüyorum en beğendiğim performans CNBLUE'nun I'm Sorry performansıydı.
Performans festival sırasında gerçekleştirilmedi, daha önceden çekimi yapıldı. Benim bugüne kadar gördüğüm en iyi I'm Sorry performansıydı. Muhteşemdi! O kadar enerjik, o kadar mutlulardı ki bunu ufacık bilgisayar ekranından izlerken bile hissedebildim. Son zamanlarda çok yorulduklarını, hem dizilere hem yeni albümlerine koşturduklarını biliyordum. Özellikle Yonghwa'ya bakmak içimi acıtıyordu ama burada özlediğim CNBLUE'yu gördüm. Hayallerimin anafikirleri, hayatımın kilometre taşları. Hala sapasağlamlar.
Bu duygusal konuşmadan sonra belirtmeden edemeyeceğim ki Yonghwa'nın uçan öpücükleri süperdi. Ayrıca bir yerde Tao'nun şu meşhur -ve garip- dansına benzer bir şey yaptı. Ahh, kalbiiim...

Bu festivalin ikinci en iyi performansı da Lee Seung Chul özel performansıydı. Woohyun, Hyunseung, Onew ve Sandeul ustayla birlikte sahne aldılar ve kesinlikle nefes kesiciydi. (Devamında Nine Muses çıkıyor, ama ilki kadar iyi değil.)
Performansta seslerini en sevdiğim idollerin yer almasına mı sevinsem yoksa bu idollerin Lee Seung Chul için bir araya gelmiş olmasına mı sevinsem bilemedim.
Üstelik performansı izledikten sonra Lee Seung Chul'un twitlediği bir fotoğraf buldum.
Çok tatlı değiller mi!! Bu fotoğrafa aşık oldum resmen...

Lee Hyori ve CL'in performansını görmeyen kalmadı sanırım. Ben aslında festivali izlemeden önce o performansla ilgili konuşulan şeyleri duyup abarttıklarını düşünmüştüm. (Buna benzer bir cümle daha kurmuştum sanırım.) Ama hiç abartmamışlar, performans gerçekten muhteşemdi. Kraliçe demiyorlar boşuna onlara.
SHINee'nin performansı da çok güzeldi. Tek sorun EXO'nun orada olmasıydı. Evet, malesef bir sorun oldu bu. Tamam şarkı arasında kostüm değiştirirken dans ettiler falan ama bence SM biraz abartıyor. EXO tanınsın diye bir yerlerini yırtıyor, boşu boşuna çocukların üstüne tepki çekiyor. Sonra orada "bu çocuklar fazla olmuyo mu yeaa" diye car car konuşan antifanlarla kavga ediyoruz. Hiç gerek yok SM böyle şeylere, lütfen.

Diğer bir "manyak" performansa geliyoruz. Taeyang ve G-Dragon.
Bayıldım, eridim yahu. Sahnenin kenarına oturmaları, performanstan sonra sarılmaları harikaydı. O sarılma sahnesini doğru dürüst çekemeyen kameramanı öldürmek istiyorum!

Tabii ki SBS kendisine yakışır bir şekilde popüler dizilerin parodilerini kullanarak festivali bir saneryoya oturttu. Friendship Project adı altında, o yıl yıldızları parlayan grupları ve soloistleri biraraya topladı. Hep birlikte bir şarkı söylediler.
Bu şarkı için CNBLUE bir reklam çekti. Fakat sütdyoya gelenler arasında yoklardı. Panik atak geçirmek üzereyken farklı stüdyolarda tek tek çekim yapan gruplar olduğunu da fark ettim. Evet, benimkiler de oradaydı. HERKES oradaydı. Muhteşemdi. K-pop'ı sevmemin sebebi bu şarkıda gizli. GD size "Korkma arkadaşım. Ben senin hayranınım, en büyük hayranın," derken nasıl sakin kalabilirsiniz ki?!

Son olarak bu festivaldeki ufak notlarımdan bahsedeyim. Herkes gri dönüş tarihinin reklamını yaptı efendim. Heenim'in iyi niyetinden faydalanıp mikrofonu aldılar ve reklam yaptılar! O kadar çok tarih söylendi ki hatırlamıyorum bile.
Ayrıca uçan sahne olayı çok iyiydi. Sahne havalanıp hayranların üstünden geçiyordu, muhteşemdi. GD hayranların üstünde oturup ayaklarını aşağıya salladı, süperdi!
Berbat olan bir şey de vardı elbette: Takma tırnaklar. Gerçekten iğrençti. CL, Lee Hyori, Hyorin ve daha görmediğim bir sürü idolün takma tırnaklar vardı. Biri onlara bunun havalı olmadığını söylemeli. Mide bulandırıcı duruyorlar.

MBC GAYO DAEJEJUN - 31.12.2013
Sunucularından gerçekten nefret ettiğim tek festivaldi bu yıl. Sıralamaya almıyorum bile bunları. Clara'yla o yaşlı amcalar çok iticiydi ve çok fazla konuştular. Söyleyecek pek bir şeyim yok hemen performanslara geçiyoruuum.
A Pink ve B1A4'un özel performansı.
Çok sevimliydi! Eunji ve Sandeul'a bayıldım. Baro'ya iki kız düşmesine de bayıldım ehehe. Çok güzeldi gerçekten, izlemelisiniz bunu.
Ailee ve Niel'in özel performansı da güzeldi. 4 Minutes yaptılar, Niel kesinlikle gözüme girmeye başladı son zamanlarda. Performansın sonundaki öpücük çok garip olsa da Niel fighting!
BTOB, BAP ve Ladies' Code'un performansları hoşuma gitti. Sonra trot performansına da bayıldım. Özellik Tae Jin Ah'nınki çok güzeldi. Adam sahneye çıkmadan önce Hoya'yla sarıldılar, o anın hastasıyım. Lee Juck'ın performansını da çok sevdim, adam efsane değil boşuna.
Gelgelelim SM Özel Sahnesi'ne. Tiffany ve Key, şu sıralar çok meşhur olan Bang Bang şarkısını söylediler birlikte. Ve sonra... Sonra... Zurna zırt dedi efendim. Kris, Chanyeol, Amber ve Key birlikte Like A G6 performansı yaptılar. Kris'in aktif olmasına bayılıyorum, çünkü normalde çok konuşan ön planda olan bir üye değildir. Rap yapışını seviyorum.
Buyrun siz de sevin:
Sonra... CNBLUE. At çiftliğinde çektikleri festivale özel klibimsi bir performansla karşımıza çıktılar. Bol bol at vardı evet.
Lady'nin Kore versiyonunu söylemeleri beni çok mutlu ettiii!!
Bunun yanı sıra Romantic J'in de bir performansı vardı! Alkıış.
Geçen yılki gibi FNC Family olarak bir sahne paylaşsalardı çok mutlu olurdum, ama bu senelik böyle idare etmek zorunda kaldık. En azından performans sergilediler.
IU'nun Red Shoes performansında elbisesinin değişmesi çok hoşuma gitti. Zaten Red Shoes performansları çok eğlenceliydi, üç festivalde de.
K.Will'in performansı yine çok iyiydi. Im Chanjung denen adamın sahnesi çok komikti. Sonra birlikte şarkı söylediler K.Will'le. Çok eğlenceliydi, baya güldüm.
Derken B1A4'un What's Going On performansı yayınlandı.
Kesinlikle harikaydı. Muhteşemdi. İzlediğim en iyi performansıydı bu şarkının. Arkalarında enstrüman çalan birileri olduğu için olabilir ve rock versiyonu olduğu için. ^^ Sizce de CNU çok havalı değil mi? Bu çocukları yakın takibe alacağım yakında.
Beast'in performansını da beğendim gerçekten.
Ama en iyisi 2PM değil miydi sizce de? Tişörtlerini kaldırıp bize biraz baklava gösterdiler ve o kadar çok tepindim ki alt komşu gelip izlemek isteyecek diye korktum. Çok.. seksiydi. Her zamanki gibi.

Kısaca notlarımdan bahsedecek olursam da Teentop yazıp yanına artı işareti koymuşum. Sanırım bu çocuklara iltifat etmem gerektiği anlamına geliyor. Evet, süperler. Onları seviyorum.
Bu arada KARA bu festivalde son kez beş kişilik bir grup olarak performans sergiledi. Biliyorsunuz üyeleri patır patır döküldüler, sözleşmeleri bitince gruptan ayrıldılar. KARA hayranı sayılmam ama ben bile baya üzüldüm. Sonuçta onlar da efsaneydiler.
Ah bir de Insooni'yle tanıştım. Bu kadına Tao'nun ağladığı ödül konuşmasını anlatırken "korkunç ajumma" demiştim. Hala lafımın arkasındayım. Ancak kadın Ajda Pekkan'ın Koreli versiyonu gibiymiş ve sesi de çok güzelmiş. Tebrik ediyorum kendisini.
Son olarak festivallerin yılbaşı günü yapılmasına ve idollerin yılbaşını sahnede geçirmesine karşı olduğumu söylemek istiyorum. Çünkü k-pop idolleri yaşça oldukça küçükler ve hepsinin ailesiyle evinde olmasını tercih ederim. Geri sayım bitince o kalabalıkta sarılacak birini bulamayan bir sürü idol gördüm. Onlar için gerçekten üzülüyorum. Hayatları daha rahat olsaydı mutlu olurdum.


Eveet, böylece 2013 yılını da -geç de olsa- kapatmış bulundum efendim.
Seneye festival zamanı böyle uzun yazılarda görüşmek dileğiyle.
Ne demişti Friendship Project'in arkadaş idolleri? "I am the light of world. You are the light of world. We are the light of world. We're shining bright together!"
Şimdi gidip uyumalıyım. Mavi geceleeer!! ^^