Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

4 Ocak 2014 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #11

Nisan 2013
Mart ayı göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Demir'le aramızda olup biten her şey bir anda geçmiş zaman oluverdi. Buna rağmen hiç hız kaybetmeden yeni geçmiş zamanlar yaşamaya devam ediyorduk.
Artık okulda çift olarak kabul görmeye başlamıştık. Herkes birlikte olduğumuzu söylüyordu, genç öğretmenlerin bile koridorlarda bizle ilgili konuştuğunu duymuştum. Oysa biz bu konu hakkında tek kelime etmiyor ve okulun gündemi biz değilmişiz gibi arkadaşça takılmaya devam ediyorduk. Biz yorum yapmadıkça insanlar kendi söylediklerine inanıyorlardı. En yakın arkadaşımız Ufuk bile böyle düşünüyordu. Bizden kolayca bahsedebilmek için bize "Demirpek" ismini takmıştı. Bu kelimeyi söylemesi yarım dakikasını alsa bile yüzü çok neşeliydi. Ama asıl eğlenenler dokuzuncu sınıflardı. Çoğu bazı derslerde yardımcı olduğum çocuklardı, beni severlerdi. Tabii ki bu sevgi Demir'e olan hayranlıkları yanında ufacık kalıyordu. Birlikte olduğumuz dedikodusu çıkınca anında bana gelmişler, inkar etsem de sanki gizlemeye çalışıyormuşum gibi davranmışlardı. Bizi desteklediklerini söylediler. Utanmasalar hayran kulübümüzü kuracaklardı.
Her şey gittikçe daha karmaşık bir hal alıyordu ve biz bu karmaşanın ortasında gayet iyiydik.
Son zamanlarda Demir omzuma yatmayı alışkanlık haline getirmişti. Uykusu olduğu zamanlarda kafasını masaya yaslamak yerine omzuma koyuyordu. Bunu bir kızın en yakın kız arkadaşının omzuna yattığı gibi çok doğal bir şekilde, hiç çekinmeden yapıyordu.
İlk yaptığında vücudum kaskatı kesildi. Kafasını savurmakla tepkisiz kalmak arasında gidip gelirken o çoktan ayağa kalkmıştı bile. Hiçbir şey yapamadığım için sorun olmadığını düşünmüş olacak ki bu hareketi tekrarladı, pek çok kez. Gittikçe normalleşmeye başladı, en sonunda yanağımı kafasına yaslayabilecek kadar rahat davranabildim.
Erkeklerle kızlar arasında bu gibi şeyler ilk kez olduğunda ufacık da olsa bir gariplik yaşanması gerekir diye düşünmüştüm o zamana kadar. Ama Demir'le her şey o kadar doğaldı ki anormal olan onu yapmamakmış gibi hissettiriyordu.
Tüm bu doğallığın içerisinde, zaman da doğal olarak akıp gitti.
16 Nisan günü gelip çattı. Hayatım boyunca nefret ettiğim, çok mutlu olduğum, hüzünlendiğim pek çok gün oldu her insan gibi. Bir tek 16 Nisan günleri bomboştu. Evet, tamamen boş. En ufak bir duygu bile hissedemediğim, siyaha boyalı bir gün.
O sabah okula giderken hayatımda Demir'in bile değiştiremeyeceği tek şeyin bu olduğunu söylemiştim kendime. Hiç kimse beni bugünün hissizliğini yaşamaktan alıkoyamazdı. Bugün babama aitti ve o artık bu dünyada değildi.
Neşeyle "Günaydın!" diyen Zeynep'e gülücüğü eksik bir bakış attıktan sonra uyuyan Demir'in yanına oturup sadece nefes almaya devam ettim. İnsanların o gün çok fazla konuştuklarını, bana garip garip baktıklarını hatırlıyorum. Ayrıca sevgili Pazı da sürekli uyuyordu. Ben de olabildiğince az yaşıyordum.
Öğle teneffüsünde Demir yine kafasını omzuma yaslamış kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu. Sesinin küçümsenemeyecek kadar güzel olduğunu daha önce söylemiş miydim? Hissizliğimin siyahında minicik beyaz bir delik açacak kadar güzeldi; üstelik çok alçak sesle, takip edilmediği takdirde manasız gelecek kadar yavaş söylüyordu. Sözlerini anlamıyor olmama rağmen kaburgalarımın içeri doğru göçtüğünü hissettirdi bana. Elimle oynuyordu, limon kokusunu saçlarıyla yanaklarıma değdiriyordu.
Sınıfta yalnızca ikimiz vardık. Tahtanın üstünde asılı duran saatin tik-taklarını duyuyordum.
Yavaşça gözlerimi kapattım. Ya uyuyakalacaktım, ya da bayılacaktım bilmiyorum ama kendinden geçme haline yaklaştığım kesindi.
Tam o anda birisi kapıyı gürültüyle açtı ve ben yerimde sıçradım. İçeri giren ilk şey üstünde bir sürü mum yanan muzlu bir pastaydı, Ufuk'un ellerinde duruyordu. O an tek düşünebildiğim 'Hangi geri zekalı doğmak için bugünü seçti? Hangisinden nefret etmem gerekiyor?' oldu.
Sonra sınıf arkadaşlarımız hep bir ağızdan şarkı söyleyerek, neşeyle el çırparak içeri girmeye başladılar: "İyi ki doğdun, Demiiir. İyi ki doğdun, Demiir..."
Demir hızla ayağa kalkınca pastaya doğru gidecek zannetim. Aksine diğer taraftan dolaşıp grubun arkasından geçip dışarı çıkmak için yürümeye başladı. Nefret etme fikri aklımdan uçup giderken onu yakalayabildim. Bu hamlesini bir tek Ufuk fark etmişti, neyse ki başka kimse anlamadı. Kolunu ellerimden kurtarmaya çalıştı.
"Bırak İpek, gitmek istiyorum," diye fısıldadı.
"Nereye gideceksin?" dedim bütün gün neredeyse ilk kez konuştuğum için boğuk çıkan sesimle.
"Doğum günü pastasının olmadığı bir yere. Hatta gel birlikte gidelim."
"Olmaz. Otur hadi." Çekiştirerek yerine oturttum onu, arkasına dikildim. Ufuk pastayı önüne koyduğunda yüzünde gerçekten sinirli bir ifade vardı.
"Sana yapma demiştim Ufuk," dedi zehir gibi bir sesle.
Zeynep hemen atladı: "Neden yapmayacakmış canım? Doğum günün işte, mutlu olsana."
"Ufuk biliyor nedenini. Bir kerecik sözümü dinlese şaşırırım zaten." Ufuk mahcup bir ifadeyle kafasını eğdi.
"Biz ısrar ettik," dedi Gökçe.
"İyi halt ettiniz," diye çıkıştı Demir.
"Teşekkür etsen olmaz mı? Niye bu kadar celalleniyorsun anlamıyorum ki..." Neşeli hava birdenbire bozulmuştu. Herkesin yüzü düşmüştü. Her an biri pastayı kapıp Demir'in suratına yapıştırabilirdi.
"Mumları üfle, Demir," dedim net bir sesle.
"Bence de," diyerek destekledi Zeynep.
"Üfleyince bitecek mi?" diye sordu Demir. Ayakta dikilen kalabalıktan toplu bir iç çekiş duyuldu. Herkes duruma el koymam için gözlerini bana dikmişti.
"Saçmalama Demir, üfle hadi," diye mırıldandım. Elimi kafasının üstüne koyup saçlarını karıştırdım. "Doğum günün bugün, sinirlenecek zaman değil." Sesim elimde olmadan kırgın çıkıyordu. Bir şeyler beni derinden gücendirmişti, katlanılmaz bir histi.
"Tamam üflüyorum," dedi Demir. Onun ses tonundan, benim kırgınlığımı anladığını fark ettim. Bu yüzden uslu davranmaya karar vermişti. Bir saniyeliğine gözlerini kapattıktan sonra, bilinçli olarak tükürük saçarak üfledi. Büyük bir alkış koptu. Zeynep elindeki bıçakla pastayı dilimlemeye başladı. Birkaç kişi hediye almıştı, vermek için Demir'e yaklaşmaya çalışıyorlardı. O sırada Demir pastanın kremasına elini batırıp burnuma dokundu, tüm dişlerini göstererek güldü. Karşılığında ona yalnızca beceriksiz bir gülümseme verdim.
Onur'un hediyesini aldıktan, ona samimi bir şekilde teşekkür ettikten sonra yanına oturmamı söyledi. İnsanlar pasta dilimlerini alıp uzaklaşıyorlardı, yine de herkes göz ucuyla bizi izliyordu.
"İyi misin?" diye sordu Demir pastanın üstündeki kalp şeklindeki şekerlerden birini alırken. Ben cevap vermeden önce o şekeri eliyle bana yedirdi.
Dişlerime yapışan şekeri çiğnemeye çalışırken homurtulu bir sesle "İyi değilim," dedim. Gözlerinden korkutucu bir endişe bulutu geçti. "Çünkü bana doğum gününün bugün olduğunu söylemedin," diye ekledim hemen. "Bütün bu insanların gözü önünde kötü duruma düştüm."
"Söylememe gerek yok ki. Doğum günümse ne olmuş?"
"Demir," derken işaret parmağımı yanağına bastırdım. "Saçmalama. Böyle günleri bilmemiz gereken bir ilişkimiz olduğunu düşünüyorum."
Sadece gülümsedi. "Bundan daha öte bir ilişkimiz var."
Pasta dağıtma ve hediye kabul etme işi bitince kalan pastayı ellerimizle didiklemeye başladık. Bu sırada hiç konuşmadık, Demir'le Ufuk sürekli şakalaşıp gülüşüyorlardı. Ama ben ikisinin arasında oturup sadece kremayı yemekle meşgul oluyordum.
Hiçbir şey yapmadığım için zihnim inanılmaz açıktı, bu yüzden durup dururken Demir'in bu pasta olayına normaldan fazla tepki gösterdiğini hatırladım. O keyifle, dudaklarının kenarına çikolata bulaştırarak pastayı yerken "Doğum gününü kutlamalarına neden bu kadar kızdın?" diye soruverdim. Ufuk ağzındaki pastayı suratımıza püskürtmekten son anda kendini alıkoydu. Zar zor yutkunduktan sonra kesik kesik öksürmeye başladı.
"Bana söylemediğiniz bir şey var," dedim. "Aslında bunu şimdiye kadar anlamış olmam gerekirdi, şanslısın ki bugün kafam karışık Demir. Neyse ki Ufuk var, sağ ol canım."
"Ufuk bugün iki oldu," dedi Demir sinirle. "Acısını çıkartırım ama."
"Evet, sizi dinliyorum. Doğum gününün altında acıklı bir hikaye varsa dinlemeye ve ağlamaya hazırım." Ufuk'un öksürükleri bitmişti, derin bir nefes alıp işten sıyrılmak için başka tarafa baktı.
"Hayır, yok öyle bir şey," diye cevapladı Demir.
"O zaman?"
Ufuk hiç beklemediğim bir anda konuştu: "B... Bi... Bi... Bil... Biliyor... Biliyorsun. Bu... Bu... Bu... Bu... Bu... Bu...gün. Ba...Ba...Ba... Baba...-"
Baba. Hayatımın yasaklı kelimesi. Var olanları kahreden bir yokluk. Demir'i bugün doğum gününü kutlarken mutlu olmaktan alıkoyan şey benim babamdı. Çünkü yıllar önce o kutlama yaparken benim babam ölmüştü.
Hiçbir şey hissetmediğimi söylediğimi hatırlıyor musunuz? O gün ilk kez hissettim. Utandım, çok utandım...
Hiç duyulmayan bir sesle "Ciddi misiniz?" diye fısıldayabildim yalnızca. Gözlerimi kapattım. Bu aptalca sorunun cevabını almak istemiyordum.
"Ufuk, defol git abicim, defol," diye homurdandı Demir.
"Neden benim yüzümden... Benim yüzümden mi sevinemedin yani?"
"Öyle bir şey yok. Yanlış düşünüyorsun. Sevindim, kim sevinmez ki."
"Sevinmiş gibi değildin."
"Sevindim, gerçekten. Sadece... İçimden sevinmek gelmedi. İpek böceğim gülümsemezken ben nasıl gülümseyebilirim." Telaşlanmaya başladım, çünkü gözlerim doluyordu. Ağlayamazdım, zaten yeterince utanıyordum.
Demir bana bakmadığı için yaşlarla parıldayan gözlerimi görmedi, ama Ufuk fark etti. "A... A... Ağ... A... Ağl... Ağlıyor..."
Koruyucu Pazı'mın kafası hızla bana döndü. Kollarını omuzlarıma sardı, kafamı omzuna yatırdı. Hiçbir şey söylemedi. Zaten o böyle zamanlarda hiçbir şey söylemezdi, benden bir şey beklemezdi. Yalnızca yanımda olduğunu belli eder, geçmesini beklerdi. İtiraf ediyorum, o böyle yapınca daha çabuk geçerdi.
Ağlamadım, sadece gözyaşlarımı gözlerimden içeri itene kadar omzuna yatmanın keyfini çıkardım. Ufuk da o sırada sıvıştı zaten.
"Beni kızdırıyorsun artık. Bir insan bu kadar ağlayamaz," diye kızdı Demir.
"Bu sefer ağlamıyorum, sadece ağlayacak gibi oldum."
"Bir gün beni de kendine benzeteceksin."
"Sen ağlarsan çok üzülürüm."
"Sen üzülünce ben üzüldüğüme göre, demek ki gözyaşlarımız kısır döngüde akmaya devam edecek."
Kafamı kaldırdım, ama o kollarını çekmedi.
"Benim yüzümden sevincini yaşayamadığına inanamıyorum."
"Senin yüzünden değil, benim yüzümden. Seninle senkronize olmuşuz bir ara, ben kaçırdım herhalde orayı. Ondan beridir hep böyleyim." Bir süre birbirimize baktıktan sonra yeniden konuştu: "Sen daha düzelmemişsin, hadi biraz daha yat." Eliyle kafamı bastırıp omzuna yatırdı. O günü düşündükçe kendimi hep suçlu hissederim. Evet, Demir'in doğum gününü mahvettiğim için öyle hissetmiştim, ama asıl sebep bu değildi. Onun omzunda yatarken babamın ölüm yıldönümü aklımdan uçup gitti. Kim bilir belki de onun da söylediği gibi senkronize olduğumuz içindi: Yani o da biz öylece dururken mutlu hissediyordu. Bu ihtimali gözden kaçıramazdım.
Farkında olmadan gülümsediğimde elleri saçlarımı okşamaya başlamıştı. "İpeek..." dedi usul usul. "Sen de farkındasın değil mi?"
"Farkındayım," dedim. Okulu çalkalayan dedikodularımızdan bahsediyordu. Bu konuşmayı yapmak için ne kadar da uygun bir zamandı.
"Ne yapmalıyız sence?"
"Bilmiyorum."
"Bir şey olmadığını söylersek hayal kırıklığına uğrarlar," diye güldü.
"Peki bir şey yok mu gerçekten?"
"Ben de onu bilmiyorum işte." Bir an duraksadıktan sonra devam etti. "Sen biliyor musun?"
"Olup bitenden haberim yok, sadece kafamın içindekileri biliyorum."
"Var desek olmaz mı?" diye sordu.
"Bence var zaten," dedim kısık sesle.
"Bence de. Uzun zamandır var. Uzun zamandır senkronize olmuş haldeyiz." Sessiz bir kahkaha patlattım. "Gülme. Burada bir itirafta bulunuyorum."
"Ben henüz yeni bir şey duymadım."
"Duymak ister misin?"
"Söyler misin?"
"Ben sana aşık oldum İpek."
"Ben de senin aşkınla senkronize oldum Demir."
Sonunda herkesin bildiği, ama hakkında konuşamadığı gerçekleri söylediğimizde değişen hiçbir şey olmadı. Yalnızca limon kokusu benim tenime de biraz bulaştı, o kadar. Sonuçta biz artık birbirimizle senkronize olmuştuk.

6 yorum:

  1. Vay anasını çok iyiydi bee. Eline sağlık yine döktürmüşsün. Güzel bir bölümdü. Romantiklik uzun sürecek mi? Biraz da aksiyon istiyom ben. ATIF nerede?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. O kadar iyi değildi, ama tişikkirlir sipirmin. Atıfcığım "iş"lerle meşgul ehehe.

      Sil
  2. kartozu'muzun elinden her türlü yazı geliyor maşallah. her birine yorum atmasak da takipteyiz, bilesin.
    diğer yoruma katıldığımı belirterek başlamak istiyorum. bu kadar sessiz, sakin, mutlu günlerden sonra ortalık darmaduman olacak gibi bir his var içimde, ama bilmiyorum artık, bekleyip göreceğiz.
    demir'in sürekli ipek'in omzuna yatması güzel de, ağrımıyor mu o omuz kardeş?
    ufuk'a bayılıyorum bu arada ben. adamım ufuk ya.
    senkronize olmak ha. hoş bir tanım, betim, neyse işte. bu lafı çok beğendim, "birbiriyle senkronize olmak".
    artık okulda arkadaşlarıma anlatıyorum bu hikayeyi, maaile oturup bir sonraki bölümde olacakları falan tahmin etmeye çalışıyoruz. biri çıktı "sonunda kesin ipek intihar eder var ya" dedi bir de. dellendik, beklemedeyiz.
    bakıyorum yine gece yarısı iş başındasın. ellerine sağlık kartozu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorumu üç gün sonra görmenin ezikliği içinde ama gerçekten çok mutluyum şu an. Böyle bir okuyucum olduğunu bilmek... Ah çok teşekkür ederim çok.

      Sil
  3. İçimden bir ses bu hikayenin mutsuz sonla biteceğini söylüyor bu kadar güzel ve mutlu bir bölümü okuduktan sonra :D Hadi bakalım.. :D Ellerine sağlık kartozuuuu ^3^

    YanıtlaSil