Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

18 Kasım 2016 Cuma

mavi ağlasın, dünya dönsün

Selam dostlar!
Kedi istediğimden defalarca bahsetmiştim zaten. Son zamanlarda, bu kedinin geveze bir kedi olmasını istediğime karar verdim. Yani çok miyavlayan, anlamasa bile "anlıyor ya bu beni" diye mutlu olabileceğim, benimle gerçekten konuştuğunu hissedebileceğim bir kediden bahsediyorum.
Eskiden aylak bir kedi isterdim. Ama artık "birlikte eğlenebileceğim" bir kediye ihtiyacım olduğundan emin oldum. Söz dinlemeyen ve zarar peşinde koşan bir kedi istediğimi düşünüyordum, ama artık biliyorum ki sözümü dinleyip beni sevdiğini sık sık gösteren bir kedi lazım bana.
Aklınızda ne canlandı bilmiyorum. Ben bir süre kafamdaki güncellenmiş kedi hayaliyle tatmin olmuşken, aniden bunun hiç de doğru olmadığını fark ettim.
Benim istediğim bir kedi değil. İstediğim şey beni yalnız bırakmayacak biri, bir şey, bir hayvan, bir eşya... Mümkün olduğunca insana yakın bir şey, konuşan kedi gibi mesela.
Tuhaf değil mi? Bence korkunç hatta.
Gerçi bu dünyada insanlar genelde böyle şeyler yapıyorlar, doğru. Dışardan bakınca normal gibi geliyor. Çünkü "yalnız yapabilirim bik bik bik" zırvasını yalnızlığımdan saldıran herkese döküp saymış olsam da biliyorum ki, biliyoruz ki yalnız olmak insanın doğasına aykırı. Evet, yalnız yaşayabilirsin. Ama gerçekten yaşayacak mısın? Sadece kendimiz için yaşadığımız bir hayat, gerçek bir hayat kabul edilebilir mi? Ziyan değil midir? Bir ömürde birkaç ömür yaşatmak varken?
O yüzden ben hiçbir insanın yapayalnız olduğunu düşünmüyorum. Belki kendilerine bir eş bulmuyorlar ya da bulamıyorlar. Belki yakın bir arkadaşları da yok ya da bir hayvanları. O zaman kendilerine bir uğraş bulacaklar. Belki yapayalnız kalmanın yarattığı boşluğu doldurmak için dünyayı kurtaracaklar; dünyaya gerek yok, birkaç çocuk kurtaracaklar belki. Belki koleksiyonlar yapacaklar, kalem kağıda sarılacaklar, melodilere ya da renklere belki. Kim bilir belki hayallerindeki arkadaşlarla geçirecekler hayatlarını.
Demem o ki, içini yaslayabileceği biri olmayan kişi yaslanacak başka şeyler arayacak illa ki. Yani bu dünyanın en doğal şeyi.
Ama benim gibiler, bizim gibiler yalnızlık peşinde koştular hep. "Benim gibiler" derken ne demek istediğimden ben de emin değilim. Yaş grubu değil, ilgi alanlarıyla da alakası yok, coğrafya desen hiç değil. Benim gibiler işte, öyle bizim gibiler.
Bu fikre nasıl kapıldık bilmiyorum ama biz sandık ki yalnız olursak her şeyi daha güzel yapabilirdik. Daha özgür olurduk bir kere. Kendimi geliştirebilirdik, kendimiz için uğraşabilirdik. Birey olabilirdik, bence en önemlisi bu.
Ben şahsen birey olmaya kafayı takmış biriyim. Düşüne düşüne de birbirine bağlı iki kişinin, iki birey olmasının imkansız olduğu sonucuna vardım. Yani iki kişi, iki birey olamaz bir çift olur. Eğer aralarında öyle bir bağ varsa yani...
Buna aşk ya da sevgi demekten ödüm kopuyor çünkü aşk ve sevgiden ödüm kopuyor ahahahha. Şaka bir yana yalnızlığın tek ilacı aşk ya da sevgi değil diye düşünüyorum. Yani sevgi olabilir ama aşk benzeri romantik bir sevgi değil bu. Açıklattırmayın, anlayın. Bu yüzden aşk ya da sevgi ya da dillerde geze geze anlamsızlaşmış herhangi başka bir duyguyla bunu adlandırmak istemiyorum. Herkes için farklı bir anlamı var bu bağın çünkü.
Her neyse konumuza dönelim. Kafası yine karışık olan bir Mavi var karşınızda.
Biz, birey olmaya takmış bir nesil olarak yetiştik. Özellikle şimdinin genç kadınları böyle düşünüyor bence. Ya da ben erkek olmadığım için onların düşüncelerini bilmiyorum.
Sonuç olarak herkes kendi ayakları üzerinde durmaya, kendini geliştirmeye ve büyük balık olmaya çabalarken bu olmazsa olmaz bağı ihmal etti. Yalnızlaştık, bunun doğru şey olduğunu düşünerek.
Doğru şey miydi?
Doğru şey mi?
Bilmiyorum.
Ben yoluma çıkmasın, acil durumda basamayayım diye o düğmeyi kırdım. Bildiğim şey bu.
Ve son birkaç yıldır, sizin de şahit olduğunuz üzere, acil durum zamanındayım. O düğmeye basmaya ihtiyacım var.
İzlediniz mi bilmiyorum, "Bir Böceğin Yaşamı" diye bir animasyon filmi var. Filmde karıncalar durmadan, dinlemeden çalışıp yiyecek topluyorlar ve hepsini üst üste diziyorlar. Çok net hatırlamıyorum ama bir yaprak parçasının üzerine dizilmiş bu yiyecekler. O kadar küçük tanelerden o kadar kocaman bir yığın oluşturuyorlar ki... Sonra birden o yiyeceklerin hepsi yuvarlanıp gidiyor. Her şey mahvoluyor, bütün o çalışma boşa gidiyor.
Ben o sahneyi hiç unutmuyorum ve bazen kendi hayatıma benzetiyorum. Tüm hayatım boyunca, bilinçli veya bilinçsiz olarak o taneleri topladım, hepsini üst üste yığdım ve şimdi kocaman bir yığınım var. Ama bazen (şu an olduğu gibi) o kadar çaresiz hissediyorum ki bütün bu taneleri boşuna topladığım fikrine kapılıyorum. Çünkü o tanelerden bir tane bile yemedim ve hayatımın geri kalanına yetecek, hatta belki artacak kadar tane topladım. Peki neden? Neden artacak kadar topladım ki? O taneleri paylaşabilecek bir insana, bir hayvana, bir şeye bile sahip değilken... Neden bu kadar uğraştım?
O yaprağı çekip topladığım bütün tanelerin birer birer uçurumdan yuvarlanmasını izlemek istiyorum. Filmin sonunda da uçurumdan aşağı ayaklarımı uzatmış ağlarken, açlıktan ölmek...
Beni kim kurtarabilir ki? Ben sadece kendim için çalışırken, kendim için uğraşırken, birey olurken, bir tane olurken ayağım kayıverse kim kurtaracak ki beni?
Gurur duyuyor muyum? Evet, inkar etmeyeceğim.
Acı çekiyor muyum? Evet, inkar etmeyeceğim.
Ama zaten gurur uğruna koştururken acı çekmek şart gibi bir şey değil mi? Gururunu kurtarmaya çalışırken mutlu olan bir tane insan görmedim hayatımda.
Gerçi doğru dürüst insan gördüğüm de yok artık ya neyse.
Biz dünyanın gördüğü en en en yalnız nesiliz dostlar ve en en en gururlu olanları da bizleriz, en en en birey olanları da.
Yalnız olma fikri, evet, boğucu. Fakat kesinlikle yalnız ölme fikri kadar boğucu olamaz. İnsan içinde bulunduğu bu çaresizlikten eninde sonunda kurtulacağını ümit etmek istiyor. Ediyor da bazen. Genellikle edemiyor ve genellikle boğuluyor.
Yalnız olabilirim, yalnız dayanabilirim ama yalnız ölmek istemiyorum.
Ama sonra "Asla yalnız olduğun kadar mutlu olmayacaksın. Yalnız olana kadar mutlu olduğunu bilmeyeceksin asla," diyen bu şarkıyı dinliyorum. Hiçbir işe yaramıyor ahahahahahah.
Yine ağlamasını durduramadığı için yazmaya başlayıp bitirince "ne yazdım şimdi ben????" şokuna giren ve tek bir kelimeyi bile hatırlamayan Mavi'yi okudunuz.
Blogu o kadar çok özlüyorum ki bazen, belki de benim "özel bağım" bu blogun verdiği güven hissidir diye düşünmeden edemiyorum. Gelip anlatamadığımda, içimde biriktirdiğimde daha da yalnız, çok ama çok yalnız hissettiğimin bilincindeyim.
Blogu bin yıl geçse de bırakamayacağımı hissediyorum bu yüzden. Ama gereğinden fazla dürüst olmak gerekirse, keşke boşluğumu doldurmaya ihtiyacım olmasaydı da böyle bir çıkarım yapmasaydım diye düşünmüyorum da değil.
Umarım hiçbirimiz yalnız ölmeyiz. Güzel bir şey değil, düşünmesi bile.
Şu az önce bahsettiğim hiçbir işe yaramayan şarkıyı bırakıp gidiyorum şimdi.
Mavi kimseler bulun kendinize. Mavi geceler.