geçen gün yıllardır görmediğime emin olduğum, zamanında kaybettiğim için çok üzüldüğüm ama kafam onu arayamayacak kadar can sıkıcı dünya dertleriyle dolu olduğu için unuttuğum bir tokamı geçen kış da giydiğimden emin olduğum montumun cebinde buldum.
büyülü bir an.
tam olarak böyle derdim sanırım.
avucuma sığacak kadar küçük bir şeyi avucumda görünce birden kendimi bir süpürgenin içine çekiliyormuş gibi hissettim. geriye doğru düştüm. uzun ince borunun içinden geçip süpürgenin haznesine çok önceden çekilmiş ve artık çöpe atılmak için beklenen eski anıların arasında dönmeye başladım.
geçen seneki ben de oradaydı.
ondan önceki seneden mavi de.
hayatın ne çok değiştiğini iki sene geriye gitmeden iki saniyede kavrayıverdim. hayatın sonuymuş gibi hissettiren dertlerin bittiğini anladım. hakkında düşünmesi beni gece gündüz ağlatan insanların uzaklaştığını, en çok benim uzaklaştığımı, koşup gittiğimi ve yine yeniden bambaşka bir hayata atlayıverdiğimi.
hayattan zevk almaya başladın galiba, dedi kardeşim.
daha keyifli gibi geliyorsun,
dedi bir de.
doğru.
hayat bir otogarmış da herkes otobüslere binip binip giderken ben elimde beş para olmadığı için olduğum yerde kalıyormuşum, yanımda da kimse yokmuş ne bekleyenim ne uğurlayanım, sanki ölmüşüm de dünyadan göçemiyormuşum gibi geldiğim günlerdi o tokayı taktığım günler.
en son yüzümde maskeyle kapalı bir alanda çok sevdiğim bir grubun konserini dinlediğim akşam gördüğümü hatırlıyorum. güzel bir anıyla havaya karıştığını sanıyordum.
tekrar bulunca anladım ki gidişi güzel bir anıyla olmuştu belki ama saçımda dolaştığı günlerde ve hatta o gittikten sonra ne kadar eğlensem de ne kadar gezip tozsam da ta içlerimde derin bir yarıktan oluk oluk kan akıyormuş. hayat hep böyle kan akıtmakla geçecek sanıyormuşum. hep aynı tavana bakıp hem aynı sokaklarda yürüyüp hep aynı sıkışıklık içinde kalacakmışım. razı geliyormuşum. kabul ediyormuşum. alışıyormuşum.
mutsuz değildim.
ama mutluluk dediğin nedir ki zaten?
bütün olmaya dua ediyordum. bütün hissetmeye. çünkü eksiktim sanki.
toka değil mesele. aynısından bulunmaz mı hiç?
ama kim bir tokaya bakıp iki yıl geriye atlayabilir? hangi toka insanın elinden tutup sihirli bir aynada ne kadar büyüdüğünü gösterebilir?
büyümek güzel. yaş almak. hayatı yaşamak. yaşamak.
iki yıl yaşadım bu tokayı gördüğümden beri. gerçekten yaşadım.
iki yıl daha yaşayacağım. sonra iki yıl daha. yaşam zaten böyle bir şey. yaşıyorsun. gidiyor. dümdüz uzanıyor. bazen dolanıyor. ama hep gidiyor.
iki yıl sonra bir tokaya vuran tavan ışığında mı göreceğim şimdi bu yazıyı yazan kendimi? yaşadım, diyebilecek miyim? iki yıl sonraki ben, bütün olmaya dua eden iki yıl önceki benin dualarının kabul olduğunu ilan eden şimdiki benin diğer dualarının da tamama erdiğini görüp üstünü çizebilecek mi?
ne fark eder.
ben yaşayacağım.
başka başka tokalar takayacağım. başka başka yollarda yürüyeceğim. otobüslere bineceğim. başka insanlar için ve başka insanlarla ağlayacağım. üşüyeceğim. terleyeceğim. acıkacağım. koştur koştur bir yerlere yetişeceğim.
ve bileceğim ki en kötü günler geçti.
ve ne zaman geriye dönüp baksam en kötü günlerin geçtiğini göreceğim.
çünkü bir yaz günü, belki bir kış günü, belki sağanak yağışın altında, belki çimlerde otururken cebimden, çantamdan, dolabımdan, günlüğümün arasından bir şey bulduğumda bir şeyler çoktan geçip gitmiş olacak.
mesele toka değil.
hem zaten ben o tokayı iki yıl sonra görmüş olamam.
ama öyle hissetmem gerekiyor. anlıyor musun?
çünkü geçti.
koştum, koştum, atladım.
şimdi başka bir dünyadayım.