Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

24 Nisan 2018 Salı

zor akşamlar

Selam dostlar.
Biraz içimi dökeyim sizlere. Erkek kardeşimle çok çok yakın olmamıza rağmen, zaten o iki sene önce evden ayrılıp yurda gittiği için midir yoksa erkek kardeş olduğu için midir yoksa her aradığımda ağlayacağımı bildiğim için midir bilmiyorum, ama onu pek sık aramıyorum. Sadece regl olmak üzereyken ve artık çenemin altına kadar dolduğumu bildiğim zamanlarda konuşuyoruz.
Dün gece konuştuk mesela.
Bütün konuşma boyunca (bir saat on iki dakika) o kadar çok özledim dedim ki kapatırken bıkmıştı artık bunu duymaktan. Beni özlemediğinden değil, tekrarın anlamı yok etmesinden dolayı öyle oldu.
Bir de epey azar işittim ondan. Arama annemleri dedi, her gün yüz kere arıyorsun bıkmadın mı dedi. Bizi biraz soyutla hayatından ki alışabilesin dedi. Canımı yakan daha pek çok şey söyledi. Hepsi de acı oldukları kadar gerçek şeylerdi.
Bunları düşünemediğimden değil. Ben de çok düşündüm. Hatta bazen, annemi aramayı unuttuğum günlerde daha mutlu olduğumu düşünüyorum. Ama mutlu olduğum için mi aramayı unutuyorum yoksa aramayı unuttuğum için mi mutluyum bilmiyorum.
Yine de hiçbir önemi yok bunların. Ben annemin sesini günde bin kere de olsa duymak istiyorum. Telefonu kapatmadan yanımda gezdirebilsem yaparım.
Bunu kime anlatsam tuhaf gözlerle bakıyorlar bana. Ama benim nasıl büyüdüğümü hiç kimse bilmiyor. Eminim sizlerin çoğu da bilmiyor o yüzden yargılarınızı bir kenara bırakın. Annemi çok özledim işte. Babamı da. Kardeşimi de. Evinde aylaklık etmeyi seven kendimi de. Odamın penceresinden bahçede oynayan kuzenlerimi izlemeyi izlemeyi de.
Burada olmaktan çok mutluyum. Gerçekten mutluyum. Böyle bir fırsatı yakalayabildiğim için, bambaşka bir dünyanın havasını soluyabildiğim için, buraya gelmesem asla tanışamayacağım insanları tanıyabildiğim için... Çok mutlu ve minnettarım.
Tüm bu mutluluk hissi yalnızlık ve özlem hissinin ağırlığı silmiyor ki... Keşke bunu biraz anlayabilse insanlar... Hayır, kardeşime bir diss değil bu. En çok o anlıyor, biliyorum ben. Ama tüm dünya anlasın istiyorum. Kimileri için bir kaçış dünyası bu. Kaçtıkları için memnunlar, kaçtıkları bu yerde kalmak istiyorlar. 
Bense kaçmak için gelmedim. Kürkçü dükkanıma geri dönüp bir şeyleri değiştirebilmek için geldim buraya.
Ha, kaçma fikri hiç mi yoktu? Evet vardı. Kaç kere söyledim kim bilir benim ailemden biraz uzaklaşmam lazım diye. Lafımı yedim ve şaşırdım biraz öyle bir ihtiyacım olmadığını görünce. Eh kabul uzun vadeli planlarım da biraz sarsılmış olabilir bu buhran döneminde.
Ama depremler hep vardır, depremler değil önemli olan. Can kaybı olmasın, mal kaybı olmasın yeter. Gerisi hallolur. Karanlıktayken ışığın var olduğunu bilsek de ancak dışarı çıkınca görebiliyoruz onu. O yüzden bırakın da biraz karanlıkta korkumu yaşayıp acımı çekeyim. Bakarsınız bir gün karanlıkta olmadığımı, sadece karanlıktan korktuğum için gözlerimi kapattığımı fark ederim.
Ara verdim, sakinleştim.
Duygularımın bu kadar inişli çıkışlı olması ve zorla toparladığım psikolojimin teker teker yuvarlanması beni bir nebze korkutsa da eve dönüşüme üç ay kaldığını kendime hatırlatarak her şeyi bir arada tutmaya çalışıyorum.
Ve merak eden var mı bilmiyorum ama Kırmızı Kamelya'dan umut kaybetmeyiniz, o hikayeyi mutlaka bitireceğim. 
Sabırla okuyan hayaletlerime teşekkür ederim. Hepinizi seviyorum.
Mavi akşamlar ~

21 Nisan 2018 Cumartesi

kafeterya

“Ne olduğunu bilmek zorunda mıyız?” diye sordu genç adam. “Bilmeden de hayatımıza devam edemez miyiz? Kendimizi bilsek yetmez mi?”
“Kendini neden yalnızca kendinden ibaret sanıyorsun ki? İçindeki dünyayı nasıl bu kadar küçümseyebiliyor, nasıl bu kadar kopartabiliyorsun?”
“Peki, sen nasıl oluyor da kendini tüm dünyayla iliştirebiliyorsun? Her şeyde bir parçan olduğuna, her şeyin sende bir parçası olduğuna nasıl böylesine inanabiliyorsun?”
“Çünkü öyle. Gözlerimin önünde olan şeye nasıl inanmam?”
Genç adam tabağında duran havuç parçalarından birine işaret ederek “Şununla bile kendini iliştirebilir misin yani?” dedi.
Kadının kahkahası ufak kafeteryada yankılandı. Turuncu saçlarını savurarak kafasını iki yana salladı. “Bari birazcık düşünerek konuş.”
“Saçlarındaki şeyin boya olduğunun farkındasın değil mi?”
“Öyleyse ne olmuş? Ben bile isteye seçtim bu rengi. Böyle gözükmek istediğim için seçtim. Kaldı ki istemeden olmuş olsa da bu aramızdaki ilişiği koparamazdı. Hatta güçlendirirdi bile.”
“O zaman şöyle yapalım. Benim bu havuçla ilişiğim nedir, bunu söyle bana.”
“İkinizi de yemeyi çok seviyorum.”
Adam çatalını tabağın içine atıp elleriyle yüzünü kapattı. “Yapma.”
Uzun parmağını sevgilisinin kızaran yüzüne uzattı kadın. “Şimdi renginiz de biraz benziyor bak.”
İki gencin gülüşmeleri çevresindekilere, hiç anlamadıkları ve anlayamayacakları bir enerji verirken; kafeteryanın en köşesinde yalnız başına oturmuş önündeki telefona bakarak gülümseyen genç kızı tedirgin etti.
Kendisiyle alakası olmadığına emin olduğu halde bu gülüşmeler onu utandırmış, kapılıp gittiği internet dünyasından korkutucu bir hızla sıyrıldığı için aniden boşluğa düşmüştü.
Az önce içini sıcacık eden videoyu kapatıp gözlerinin neden dolduğunu sordu kendine. Belki de annesini özlemişti. Şimdi evinde olsaydı insanların neden güldüğünü bilirdi, kendisine gülseler de utanıp alınmazdı. Rahatsız sandalyenin tepesinde oturacağına yatağına uzanır öyle izlerdi. Belki kardeşinin odasına girip ona da anlatırdı, birlikte gülümseyebilmek için.
Bunların hiçbirini yapamadığı için mi başkalarının mutlu kahkahaları onu rahatsız ediyordu? Yoksa başka bir sorun mu vardı? Bu hafta bu kaçıncıydı? Bu his geçer miydi ki? Geçecek gibi değildi. Boğazındaki yumruyu kolayca yutabilmek için bile yemek yiyemiyordu bir kere. Öğürtülerin korkunç tadını dilinden silemiyordu.
Herkes geçer diyordu. “Geçince geçer, geçince anlamazsın bile geçtiğini.” Bekliyordu geçmesini, çokça üşüyüp bolca ağlayarak ve hep aç gezerek bekliyordu.
Kulaklıklarını kulağına iyice bastırıp ardı kesilmeyen gözyaşlarını usulca silmeye çalıştı.
Karnı guruldayarak yemek almak için masaların arasından ilerleyen genç, birinin sürekli burnunu çektiğini duymuştu. Belli etmeden etrafına bakınsa da açlığı görüşünü engelliyordu.
Boş vermeye çalıştı. Bu sabah derste her şakasına içtenlikle gülen şirin çocuğu düşünmeye başlaması zor olmadı. Şansı var mıydı, denemeli miydi bilmiyordu. Ama şansı olmasa da bir şeyler yapmak istiyordu.
Sanki hepsini yiyebilecekmiş gibi tepeleme doldurduğu tepsisini alıp kasadaki kadına teşekkür ederken ağzının kulaklarında olduğunun farkında değildi. Bir masa seçmeden önce şöyle bir göz attı, kalabalık olmasına rağmen dersteki çocuk yoktu. “Neyse,” diye düşündü kendi kendine. “Başka zamana artık…”
En köşede, başını eğmiş bir kızdan başka kimsenin oturmadığı masaya doğru yürüdü. Önce tepsisini bıraktı. Üstündekileri çıkarırken kızın kendisine bakmamak için epey çaba sarf ettiğini fark etti. Rahatsız olmaması için başka bir masaya gitmeyi düşündü bir an. Ama sonra, öyle yaparsa daha da rahatsız edici olabileceğinde karar kıldı ve gitmekten vazgeçti.
Burun çekme sesine yaklaştığını düşündü, aslında çok da düşünmeyerek. Pirince kaşığını daldırmıştı ki çok yakınında olduğunun bilincine vardı. Başını kaldırdı. Kendisine bakmamak için çabalayan, küçük elleriyle yüzünü gizlemek isteyen kızdı ağlayan.
Aniden gelen bakışları hissettiği için midir bilinmez, kafasını çocuktan öteye çevirdi. Bir an sonra yaptığı şeyden pişman olmuş gibi başını eğdi, omuzları da aynı hızda düştü.
Çocuk tepsisindeki peçeteyi hiç düşünmeden kıza doğru uzatırken, kız da pes etmişti. Bakışları karşılaştığında bir anlığına dünyanın durdurma düğmesine basılmışçasına herkes sustu.
Uzatılan peçeteyi kâinatın en değerli hediyesiymiş gibi iki eliyle alan kız yanaklarından süzülen yaşlar ve kırmızı gözlerindeki soluk ışıkla gülümsedi. “Teşekkür ederim.”
Genç, burada ağlayan çok insan görmüştü. Yeni hayatların başlangıcı, devam eden hayatların dönüm noktası, hayatın devam ettiği bu kafeteryanın kayıtsızlığı ilk geldiğinde onu da korkutmuştu hatta.
Yine de bu zamana kadar hiç üstüne kafa yormamıştı. Kızın gözünden henüz o an çıkıp çenesine doğru süzülen gözyaşına bakarken düşündü yalnızca.
“Geçer,” dedi. “Bugün hoşlandığım çocuk derste bütün şakalarıma güldü.”



mavinot: epey karanlık geçen ilk günlerimde yazdığım bu kısa karalamayı belki çok utanırım ya da belki çok üzülürüm diye hiç okumadan yayınlıyorum. mavi yarınlara... hepinizi çok özlüyorum.