Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

21 Nisan 2018 Cumartesi

kafeterya

“Ne olduğunu bilmek zorunda mıyız?” diye sordu genç adam. “Bilmeden de hayatımıza devam edemez miyiz? Kendimizi bilsek yetmez mi?”
“Kendini neden yalnızca kendinden ibaret sanıyorsun ki? İçindeki dünyayı nasıl bu kadar küçümseyebiliyor, nasıl bu kadar kopartabiliyorsun?”
“Peki, sen nasıl oluyor da kendini tüm dünyayla iliştirebiliyorsun? Her şeyde bir parçan olduğuna, her şeyin sende bir parçası olduğuna nasıl böylesine inanabiliyorsun?”
“Çünkü öyle. Gözlerimin önünde olan şeye nasıl inanmam?”
Genç adam tabağında duran havuç parçalarından birine işaret ederek “Şununla bile kendini iliştirebilir misin yani?” dedi.
Kadının kahkahası ufak kafeteryada yankılandı. Turuncu saçlarını savurarak kafasını iki yana salladı. “Bari birazcık düşünerek konuş.”
“Saçlarındaki şeyin boya olduğunun farkındasın değil mi?”
“Öyleyse ne olmuş? Ben bile isteye seçtim bu rengi. Böyle gözükmek istediğim için seçtim. Kaldı ki istemeden olmuş olsa da bu aramızdaki ilişiği koparamazdı. Hatta güçlendirirdi bile.”
“O zaman şöyle yapalım. Benim bu havuçla ilişiğim nedir, bunu söyle bana.”
“İkinizi de yemeyi çok seviyorum.”
Adam çatalını tabağın içine atıp elleriyle yüzünü kapattı. “Yapma.”
Uzun parmağını sevgilisinin kızaran yüzüne uzattı kadın. “Şimdi renginiz de biraz benziyor bak.”
İki gencin gülüşmeleri çevresindekilere, hiç anlamadıkları ve anlayamayacakları bir enerji verirken; kafeteryanın en köşesinde yalnız başına oturmuş önündeki telefona bakarak gülümseyen genç kızı tedirgin etti.
Kendisiyle alakası olmadığına emin olduğu halde bu gülüşmeler onu utandırmış, kapılıp gittiği internet dünyasından korkutucu bir hızla sıyrıldığı için aniden boşluğa düşmüştü.
Az önce içini sıcacık eden videoyu kapatıp gözlerinin neden dolduğunu sordu kendine. Belki de annesini özlemişti. Şimdi evinde olsaydı insanların neden güldüğünü bilirdi, kendisine gülseler de utanıp alınmazdı. Rahatsız sandalyenin tepesinde oturacağına yatağına uzanır öyle izlerdi. Belki kardeşinin odasına girip ona da anlatırdı, birlikte gülümseyebilmek için.
Bunların hiçbirini yapamadığı için mi başkalarının mutlu kahkahaları onu rahatsız ediyordu? Yoksa başka bir sorun mu vardı? Bu hafta bu kaçıncıydı? Bu his geçer miydi ki? Geçecek gibi değildi. Boğazındaki yumruyu kolayca yutabilmek için bile yemek yiyemiyordu bir kere. Öğürtülerin korkunç tadını dilinden silemiyordu.
Herkes geçer diyordu. “Geçince geçer, geçince anlamazsın bile geçtiğini.” Bekliyordu geçmesini, çokça üşüyüp bolca ağlayarak ve hep aç gezerek bekliyordu.
Kulaklıklarını kulağına iyice bastırıp ardı kesilmeyen gözyaşlarını usulca silmeye çalıştı.
Karnı guruldayarak yemek almak için masaların arasından ilerleyen genç, birinin sürekli burnunu çektiğini duymuştu. Belli etmeden etrafına bakınsa da açlığı görüşünü engelliyordu.
Boş vermeye çalıştı. Bu sabah derste her şakasına içtenlikle gülen şirin çocuğu düşünmeye başlaması zor olmadı. Şansı var mıydı, denemeli miydi bilmiyordu. Ama şansı olmasa da bir şeyler yapmak istiyordu.
Sanki hepsini yiyebilecekmiş gibi tepeleme doldurduğu tepsisini alıp kasadaki kadına teşekkür ederken ağzının kulaklarında olduğunun farkında değildi. Bir masa seçmeden önce şöyle bir göz attı, kalabalık olmasına rağmen dersteki çocuk yoktu. “Neyse,” diye düşündü kendi kendine. “Başka zamana artık…”
En köşede, başını eğmiş bir kızdan başka kimsenin oturmadığı masaya doğru yürüdü. Önce tepsisini bıraktı. Üstündekileri çıkarırken kızın kendisine bakmamak için epey çaba sarf ettiğini fark etti. Rahatsız olmaması için başka bir masaya gitmeyi düşündü bir an. Ama sonra, öyle yaparsa daha da rahatsız edici olabileceğinde karar kıldı ve gitmekten vazgeçti.
Burun çekme sesine yaklaştığını düşündü, aslında çok da düşünmeyerek. Pirince kaşığını daldırmıştı ki çok yakınında olduğunun bilincine vardı. Başını kaldırdı. Kendisine bakmamak için çabalayan, küçük elleriyle yüzünü gizlemek isteyen kızdı ağlayan.
Aniden gelen bakışları hissettiği için midir bilinmez, kafasını çocuktan öteye çevirdi. Bir an sonra yaptığı şeyden pişman olmuş gibi başını eğdi, omuzları da aynı hızda düştü.
Çocuk tepsisindeki peçeteyi hiç düşünmeden kıza doğru uzatırken, kız da pes etmişti. Bakışları karşılaştığında bir anlığına dünyanın durdurma düğmesine basılmışçasına herkes sustu.
Uzatılan peçeteyi kâinatın en değerli hediyesiymiş gibi iki eliyle alan kız yanaklarından süzülen yaşlar ve kırmızı gözlerindeki soluk ışıkla gülümsedi. “Teşekkür ederim.”
Genç, burada ağlayan çok insan görmüştü. Yeni hayatların başlangıcı, devam eden hayatların dönüm noktası, hayatın devam ettiği bu kafeteryanın kayıtsızlığı ilk geldiğinde onu da korkutmuştu hatta.
Yine de bu zamana kadar hiç üstüne kafa yormamıştı. Kızın gözünden henüz o an çıkıp çenesine doğru süzülen gözyaşına bakarken düşündü yalnızca.
“Geçer,” dedi. “Bugün hoşlandığım çocuk derste bütün şakalarıma güldü.”



mavinot: epey karanlık geçen ilk günlerimde yazdığım bu kısa karalamayı belki çok utanırım ya da belki çok üzülürüm diye hiç okumadan yayınlıyorum. mavi yarınlara... hepinizi çok özlüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder