“Kendini neden yalnızca
kendinden ibaret sanıyorsun ki? İçindeki dünyayı nasıl bu kadar
küçümseyebiliyor, nasıl bu kadar kopartabiliyorsun?”
“Peki, sen nasıl oluyor
da kendini tüm dünyayla iliştirebiliyorsun? Her şeyde bir parçan olduğuna, her
şeyin sende bir parçası olduğuna nasıl böylesine inanabiliyorsun?”
“Çünkü öyle. Gözlerimin
önünde olan şeye nasıl inanmam?”
Genç adam tabağında
duran havuç parçalarından birine işaret ederek “Şununla bile kendini
iliştirebilir misin yani?” dedi.
Kadının kahkahası ufak
kafeteryada yankılandı. Turuncu saçlarını savurarak kafasını iki yana salladı.
“Bari birazcık düşünerek konuş.”
“Saçlarındaki şeyin
boya olduğunun farkındasın değil mi?”
“Öyleyse ne olmuş? Ben
bile isteye seçtim bu rengi. Böyle gözükmek istediğim için seçtim. Kaldı ki
istemeden olmuş olsa da bu aramızdaki ilişiği koparamazdı. Hatta güçlendirirdi
bile.”
“O zaman şöyle yapalım.
Benim bu havuçla ilişiğim nedir, bunu söyle bana.”
“İkinizi de yemeyi çok
seviyorum.”
Adam çatalını tabağın
içine atıp elleriyle yüzünü kapattı. “Yapma.”
Uzun parmağını
sevgilisinin kızaran yüzüne uzattı kadın. “Şimdi renginiz de biraz benziyor
bak.”
İki gencin gülüşmeleri
çevresindekilere, hiç anlamadıkları ve anlayamayacakları bir enerji verirken;
kafeteryanın en köşesinde yalnız başına oturmuş önündeki telefona bakarak
gülümseyen genç kızı tedirgin etti.
Kendisiyle alakası
olmadığına emin olduğu halde bu gülüşmeler onu utandırmış, kapılıp gittiği
internet dünyasından korkutucu bir hızla sıyrıldığı için aniden boşluğa
düşmüştü.
Az önce içini sıcacık
eden videoyu kapatıp gözlerinin neden dolduğunu sordu kendine. Belki de
annesini özlemişti. Şimdi evinde olsaydı insanların neden güldüğünü bilirdi,
kendisine gülseler de utanıp alınmazdı. Rahatsız sandalyenin tepesinde
oturacağına yatağına uzanır öyle izlerdi. Belki kardeşinin odasına girip ona da
anlatırdı, birlikte gülümseyebilmek için.
Bunların hiçbirini
yapamadığı için mi başkalarının mutlu kahkahaları onu rahatsız ediyordu? Yoksa
başka bir sorun mu vardı? Bu hafta bu kaçıncıydı? Bu his geçer miydi ki?
Geçecek gibi değildi. Boğazındaki yumruyu kolayca yutabilmek için bile yemek
yiyemiyordu bir kere. Öğürtülerin korkunç tadını dilinden silemiyordu.
Herkes geçer diyordu.
“Geçince geçer, geçince anlamazsın bile geçtiğini.” Bekliyordu geçmesini, çokça
üşüyüp bolca ağlayarak ve hep aç gezerek bekliyordu.
Kulaklıklarını kulağına
iyice bastırıp ardı kesilmeyen gözyaşlarını usulca silmeye çalıştı.
Karnı guruldayarak
yemek almak için masaların arasından ilerleyen genç, birinin sürekli burnunu
çektiğini duymuştu. Belli etmeden etrafına bakınsa da açlığı görüşünü
engelliyordu.
Boş vermeye çalıştı. Bu
sabah derste her şakasına içtenlikle gülen şirin çocuğu düşünmeye başlaması zor
olmadı. Şansı var mıydı, denemeli miydi bilmiyordu. Ama şansı olmasa da bir
şeyler yapmak istiyordu.
Sanki hepsini
yiyebilecekmiş gibi tepeleme doldurduğu tepsisini alıp kasadaki kadına teşekkür
ederken ağzının kulaklarında olduğunun farkında değildi. Bir masa seçmeden önce
şöyle bir göz attı, kalabalık olmasına rağmen dersteki çocuk yoktu. “Neyse,”
diye düşündü kendi kendine. “Başka zamana artık…”
En köşede, başını eğmiş
bir kızdan başka kimsenin oturmadığı masaya doğru yürüdü. Önce tepsisini
bıraktı. Üstündekileri çıkarırken kızın kendisine bakmamak için epey çaba sarf
ettiğini fark etti. Rahatsız olmaması için başka bir masaya gitmeyi düşündü bir
an. Ama sonra, öyle yaparsa daha da rahatsız edici olabileceğinde karar kıldı
ve gitmekten vazgeçti.
Burun çekme sesine
yaklaştığını düşündü, aslında çok da düşünmeyerek. Pirince kaşığını daldırmıştı
ki çok yakınında olduğunun bilincine vardı. Başını kaldırdı. Kendisine bakmamak
için çabalayan, küçük elleriyle yüzünü gizlemek isteyen kızdı ağlayan.
Aniden gelen bakışları
hissettiği için midir bilinmez, kafasını çocuktan öteye çevirdi. Bir an sonra
yaptığı şeyden pişman olmuş gibi başını eğdi, omuzları da aynı hızda düştü.
Çocuk tepsisindeki
peçeteyi hiç düşünmeden kıza doğru uzatırken, kız da pes etmişti. Bakışları
karşılaştığında bir anlığına dünyanın durdurma düğmesine basılmışçasına herkes
sustu.
Uzatılan peçeteyi
kâinatın en değerli hediyesiymiş gibi iki eliyle alan kız yanaklarından süzülen
yaşlar ve kırmızı gözlerindeki soluk ışıkla gülümsedi. “Teşekkür ederim.”
Genç, burada ağlayan
çok insan görmüştü. Yeni hayatların başlangıcı, devam eden hayatların dönüm
noktası, hayatın devam ettiği bu kafeteryanın kayıtsızlığı ilk geldiğinde onu
da korkutmuştu hatta.
Yine de bu zamana kadar
hiç üstüne kafa yormamıştı. Kızın gözünden henüz o an çıkıp çenesine doğru
süzülen gözyaşına bakarken düşündü yalnızca.
“Geçer,” dedi. “Bugün
hoşlandığım çocuk derste bütün şakalarıma güldü.”
mavinot: epey karanlık geçen ilk günlerimde yazdığım bu kısa karalamayı belki çok utanırım ya da belki çok üzülürüm diye hiç okumadan yayınlıyorum. mavi yarınlara... hepinizi çok özlüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder