Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

8 Mart 2017 Çarşamba

silik mavi

Selam dostlar.
Evet, yine işin içinden çıkamayıp size geldim. Keşke dilimi eşşek arısı soksaydı da (ama iki ş'lisinden) mutluyum falan demeseydim.
Ben nazar konusundan çok etkileniyorum. Yeni doğan bebeklerin kimseye gösterilmemesini, hamileliğin ilk aylarında kimseye söylenmemesini, güzel haberlerin hemen çatır çatır herkese yayılmamasını, öyle önüne gelene "ay ben bu aralar çok mutluyum yeaaa" denilmemesini doğru buluyorum. Yeni doğanın yüzünde yaralar çıkar, daha doğmamış olan annesinin karnından düşer, güzel haberler yalan olur ve mutluluk uçar gider çünkü fazla insan duyarsa. Biliyorum, ya da inanıyorum demeliyim.
Bildiğim şey bu nazar olayını bir kılıf, hayır aslında bir savunma mekanizması olarak kullandığım. Zaten kırılgan olan mutluluklarımın parça pinçik olmasının suçunu başkalarının gözlerinde, nazarlarında arıyorum ben. Yoksa dayanamam.
Bir mutluluğu kimseye söylemesen de uçup gideceği fikrine dayanamam ben. Yazarken bile ağır geliyor.
İşte öyle nazar değdirdiler bana herhalde yine.
Toplayamıyorum ya. Olmuyor yani. Zaten nasıl toparlamışım da mutluyum diyecek kadar mutlu olmuşum onu hiç anlayamıyorum. Kendimi nasıl kandırmışım da inanmışım mutlu olduğuma.
Gerçi, mutluyken de diyorum ki kendi kendime, "Nasıl kandırdım kendimi de inandım bu kadar umutsuz olduğuma." Hangisi doğru bilmiyorum. Kime kanıyorum, kimi kandırıyorum; anlamıyorum. İnsanın kendisine inanmaması gibi bir hastalık var mı acaba?
Kendime söylediğim ve mutluyken bile inandığım tek şey var: Yaşamak istemiyorum.
Bu, kendimi öldürmek istiyorum tarzı bir fikir değil aslında. Bir dinlerseniz, hayattan zevk alınamayacağını da düşünmüyor değilim. Arkasına bir anlam yüklemeden, tam anlamıyla "yaşamak istemiyorum."
Evet, daha gencim. Dünyanın geneline bakarsak insanların çoğunun benim yaşımdayken daha gidecek upuzun bir yolları varmış, haliyle benim de uzun bir yolum olduğunu varsayıyoruz. İdeallerim ve hayallerim olduğu da bir gerçek. Ve biliyor musunuz, ben istediğim şeyi istediğim gibi yapabileceğime de adım gibi eminim.
Ama istemiyorum. Ben okulu bitirip işe girmek istemiyorum, evlenmek istemiyorum, yarın okula gitmek istemiyorum, yeni insanlarla tanışmak istemiyorum, kimseyi sevmek istemiyorum, uyumak istemiyorum, uyanmak istemiyorum, kitap okumak istemiyorum, kahvaltı yapmak istemiyorum, yorulmak istemiyorum, ben var olmak istemiyorum.
İstemiyorum işte.
Tam şu anda; bu zamana kadar istediklerim ve bundan sonrası için istemediklerimle, hayallerimle, mor ojelerimle, umutsuzluğumla, birkaç gün öncesinde kalan ve yalan olup olmadığını anlamadığım mutluluğumla, insanlara olan sevgi ve nefretimle, korkularımla, hırslarımla, tüm benliğimle yok olmak istiyorum.
İnsanlar arkamdan ne derler umurumda değil. Üzülüp üzülmemeleri umurumda değil, beni hemen unutup unutmamaları umurumda değil. Ben daha fazlasını düşünmek istemiyorum. Kendimi son bildiğim an bu olsun istiyorum; bilgisayarının başında oturmuş ağlayan, yazan ve bir yandan telefonuna gelen mesajlara normal cevaplar vermeye çalışan Mavi. Böyle kalayım istiyorum. İnsanların hayat çizgilerinde; herhangi bir zikzak çizmeden, şaşırtıcı dönüşler yapmadan, silgi izi bırakmadan, korkutmadan ya da acıtmadan... Öyle nefes alır gibi doğal bir şekilde... Silineyim istiyorum.
Kendime söyleyip de inandığım tek şey bu. Mutluyken de bunu istiyorum ben, özellikle de mutluyken çok istiyorum. Sanırım şöyle özetleyebilirim: Mutluyken hayatımın bitmesini çok kez istiyorum, bu haldeyken ise yoğun bir şekilde istiyorum.
Aslında istediğim tek bir şey var, o da bir çocuk yetiştirmek ve siz de biliyorsunuz bunu zaten. Ama bugün düşündüm de... Ben neden çocuk yetiştirmek istiyorum? Bir aile istemiyorum, bir ev istemiyorum, bir iş istemiyorum ama bunlar olmadan bir çocuk yetiştiremem. Neden çocuk yetiştirmek istiyorum? Neden?
Neden olacak canım, tabii ki yalnız ölmek istemediğim için. Tabii ki istediğim gibi yok olamayacağımı ve tüm bu istemediğim şeylerin içinde azar azar yanacağımı bildiğim için, azar azar yanarken bunu biraz daha yaşanılır kılacak bir sevgiye ihtiyaç duyacağım için. Şu bomboş hayatımı adayabileceğim, bomboş hayatımı doldurabileceğim başka bir hayat istediğim için...
Çünkü ben ölmek de istemiyorum. Evet, çok ikiyüzlüce. Yaşamak istemiyorum ama ölmek de istemiyorum. Dolayısıyla yaşayacağım. Derim sökülürcesine, etlerim koparcasına, kalbim sökülürcesine acı çekerek yaşayacağım. Korkuyorum çünkü ben ölmekten.
Yani demem o ki; yarın öleceğim diye korkarak ve de yarın yaşayacağım diye acı çekerek sürüp giderken bu hayatı yanımda elimi tutan biri olsun istiyorum.
Ne bencilce... Ah ne üzücü, ne büyük hayal kırıklığı.
Ben bütün hayatım boyunca kendimi kandırmaktan başka bir şey yapmamışım, işte bu yüzden inanmıyorum kendime. Oysa ben; benim öğrenip ona anlattıklarımla yetinmeyecek ve hep öğrenmek isteyecek, ayak bastığı bu dünyaya yararlı biri olacak biri yetiştirmek istiyordum güya. Ne komik değil mi?
İnsan neler düşünüyor içten içe... İtiraf edince çok üzülüyor sonra. Sahi bu kadar salak mıydım ben, diyor. Bu kadar acımasız, bu kadar acınası mıydım?
Ne zamandır günlük tutmuyorum, eğer yok olmazsam beş on sene sonra o defteri açtığımda tek bulduğum şey gözyaşları olacak. Kendimi umutsuz hissettiğimde yazmak bir çeşit tedavi, hayır aslında yalnızca hafifletici görevi görür diye hep öyle zamanlarda yazıyorum ben. Hata yapıyorum sanırım. Mutluluğumun izini bırakamıyorum bile kıçı kırık bir deftere. Sonra geçince elimde somut bir şey kalmıyor. "Mutlu muydum gerçekten?" diye sorunca da çoktan ölmüş hislerim cevap veremiyor. "Mutlu muydum?" sorunun cevabı asla "Mutluydum" olmadığına göre, gerçekten mutlu olduğum bir zaman var mı?
Şimdi şu an şu odada biri belirse, tam arkamda... Yazıyı bitirmemi beklese mesela... Ve yayınlama tuşuna bastığım an elindeki büyük baltasıyla uçuruverse kafamı... Yok olup gitmiş sayılır mıyım?
Silinir miyim hayat çizginizden?
Kim bilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder