Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

29 Mart 2017 Çarşamba

İki - Ne Önce Ne Sonra

(ilk parçayı okumak için tıklayın > İki - Önce)

Barış'ı yanımda hiç istememiştim. Komşu yurttaki öğretmenler, o hastanede yatarken yanına gitmem için uğraşmışlardı. Arkadaş olduğumuza dair saçma fikirlere nereden kapıldıklarını anlamamış ve gitmemekte inat etmiştim.
Sonradan fark ettim ki hastanede Barış adımı dilinden düşürmemişti. Öğretmenlere beni ona götürmeleri için yalvarmıştı günlerce. Taburcu olduğunda da peşimden düşmedi.
Onunla mecburen arkadaş olduğumu söylemek benim için daha kolay, en azından mide bulantılarıma ket vuruyor bu fikir. İşin aslı, onun etrafımda olması beni fazlasıyla rahatlattığı için ona izin verdim. İzin vermemek için çok direndim; ama yemeğinde görülmeyecek kadar küçük bir kıl parçası bulduğunda çılgına dönen o çocuk, ben üstüne kustuğumda öğürmeyi bırakın gözlerini bile kaçırmayınca razı oldum. 
Fazlasını yapamıyordum. Hiç koruyup kollamamış, hiç sevgi göstermemiştim ona karşı. Bazen topal bacağı ağrıdığında krem sürüp masaj yapardım, o kadar. Onunla ilgili beni iğrendirmeyen tek şey yaralarıydı sanırım.
İkimiz de köpeklerden çok korkardık, tek ortak noktamız buydu. Yetiştirme yurdunda büyümek dışında tabi... Birbirine komşu olan iki ayrı yurtta olmamıza rağmen, aynı evdeymiş gibi yaşadık çocukluk yıllarımızı. Barış kopmak istese, kolayca kopabilirdik ama hiç istemedi. Belki de söylemesem de benim de kopmak istemeyeceğimi bildiği içindi.
Öyle çok ahım şahım bir hikayemiz yok bizim. Sürekli kusan huysuz kız ve sabırlı cana yakın çocuğun uzun yıllar süren arkadaşlığından ibaretiz yalnızca.
Öyle çok sık rüya da görmem ben. Barış'ı bir rüyayla tanımış olduğum bir gerçek ve ona sımsıkı sarılışlarımın tek sebebi rüyalarım olabilir ama bunların hayatımdaki yeri gerçekten çok küçük. Belki üstüne düşünsem korkunç bir sorun ya da büyük bir dönüm noktası olabilirdi her şey. Ben bir sonraki adımını düşünerek kendini harap eden insanlardanım daha çok, fazla ilerisini kurcalamam. Akşam yemeğini kusmadan yiyebilmek için gereken şeyleri yapmak; benim için hayatın anlamından, geleceğimden ya da hayallerimden daha önemlidir.
Barış'sa olması gerektiği gibiydi. Hem akşam yemeği için plan yapar; hem de çalışma hayatında olmak istediği şehri seçip seçemeyeceğini uzun uzadıya düşünüp kendine seçenekler belirler, sonra da onlara göre atardı adımlarını. Sırf bu yüzden bazen Barış'ın çektiği yola gittiğimi düşünüp paniğe kapıldığım olurdu. Sonra akşam yemeğini hatırlardım ve "Boş ver," derdim kendime. "Barış'ın götürdüğü yoldan gitmeyeceksen hiçbir yere gidemezsin zaten." O da benim için kendi yolunun yanına bir yol daha çizmekten gocunmazdı.
Şimdi düşünüyorum da bu "rüya"larımın hepsinde Barış da benimleydi. İlkinde de... Sonuncusunda da... Bir şekilde ismimi söylüyordu. Çoğunda ismim onun dudaklarından çıktığı anda yaşadıklarımın bir rüya olduğunun farkına varıyor ve uyanmak için çaba harcıyordum. Ama hiçbir zaman gördüğüm şeyleri tam anlamıyla değiştiremedim, ne rüyada ne de gerçek hayatta. Hepsine şahit olmak zorunda kaldım, bu da mide bulantılarım için aldığım önemleri çoğu zaman faydasız kıldı.
Bana göre zor bir hayatım yoktu, sadece fazla hıçkırık tutuyordu beni. Rüyalarımdan sıçrayarak uyandığımda hemen gözlerimi bulan Barış'ın gözlerinden onun farklı düşündüğünü anlayabiliyordum. Ben çoğu zaman sakin olurdum, belki inanmayacaksınız ama hayvanların öldüğünü gördüğüm rüyalarda bunların gerçekleşeceğini bile unuttuğum olurdu uyanınca. Yalnızca hayatımda geriye baktığım şu anda aslında unutulmayacak şeyler olduklarını fark edebiliyorum. O zamanlar genelde gırtlağıma doğru yükselen asit dikkatimi dağıtırdı, muhtemelen dağıtmasa ve ben olayın ciddiyetini kavramış olsam bir daha uyumamaya çalışırken ölür giderdim. Belki de vücudum bu acı verici yolla beni korumaya çalışıyordu, kim bilir.
Gerçi, ben de biraz aptaldım galiba. Barış her şeyin farkındaydı çünkü! Ama bana en ufak bir şey hissettirmemişti, bu tek taraflı bir şey olamazdı. Herhalde kustukça aklım da akıyordu ağzımdan ya da midemin asidi beynimi uyuşturuyordu. Bütün hayatımı böyle bir umursamazlıkla yaşayıp bana acı içinde bakan o yeşil gözleri görmezden geldiğimi söylemekten utanç duyuyorum.
Utanç duyuyorum duymasına, üzülüyorum da... Yine de gerçek bu.
Biz büyüdük, Barış'ın seçtiği şehirlerden birine yerleştik. Ben evden yapabileceğim bir iş buldum, o topal bacağını çok zorlamayacağı masa başı bir iş. Hayır; evlenmedik, sevişmedik de. Aynı odada uyurduk ama yataklarımız ayrıydı. Sevdik mi birbirimizi peki? Ben o işten gelince bacaklarına masaj yapardım, o da mide ilaçlarımı alıp almadığımı sorardı.
Benden sonra uyur, önce uyanırdı. Kahvaltıları ben hazırlardım. Bazen hafta sonları, öğlen uykusuna dalardı ve ben saçlarına dokunurdum. Hemen arkasından yorucu bir öğürme nöbeti gelirdi. "Bir daha denemeyeceğim!" derdim kendime, ama ne zaman uyusa ellerim uzanırdı başına doğru.
Zordu.
Eminim onun için çok daha fazla...
Ama biliyor musunuz, Barış'ın da benim gibi, insanlarla arası pek iyi değildi. Benim kadar kötü olduğunu söylemek doğru olmazdı belki, yine de hiç arkadaşı yoktu onu bildim bileli. O yüzden ne kadar zor olursa olsun ikimiz de çekip gidemedik. Gidince kolay olmayacaktı hiçbir şey.
Sevdik mi birbirimizi? Bilmiyorum, ama sevmeye çabaladığımızdan eminim.
Onun beni uyandırmaya çalışmadığı bir rüyayı hayal edemiyorum, cehennemden farksız olurdu herhalde.



1 yorum:

  1. Barış'a ilk başta hiç kanım ısınmamıştı ama bu bölümü okuyunca düşündüm ki sonunda Barış çok üzülcek nerden geldi bu fikir bilmiyorum ama o çocuğa karşı bir şevkat oluştu içimde sebepsiz yere .
    Ayrıca kız hala beni biraz korkutuyor sanki en sonunda bir şeyler yapacakmış gibi geliyor .
    Bilmiyorum ama sonunu merak ediyorum

    YanıtlaSil