Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
Jaehwan kahvaltısını ederken bir anda donup kalan,
ağzındaki lokmayı güçlükle yuttuktan sonra “Gerçekti,” diye fısıldayan
kardeşine şaşkınlıkla bakıyordu. Uyanır uyanmaz neşeli bir şekilde ona rüyasını
anlatmaya başlayan bu soluk yüzlü çocuk, anlatmayı bitirir bitirmez kendine
gelmişti. Şimdi olduğundan daha soluktu, dudakları bile beyaz gibiydi. Gözleri
boşlukta takılı kalmış, nefesi gidip geliyordu.
Abi iç çekti. Rüya diye anlattığı şeyin gerçek olduğunu
daha başından anlamıştı zaten. Kaşığını kaldırıp kendine gelsin diye
delikanlının yanağına sert sert vurdu.
“Kalk git yüzüne bir su çarp. Sabah sabah bayılıp
kalacaksın başıma şimdi.”
Taekwoon elini ağzına götürdü, gözlerini kocaman açmıştı.
“Ne yaptım ben?”
“Bok yemişsin, kardeş.”
“Abi… Ne yapacağım?”
“Yediğini sıçarsın olur biter. Bir kere adıyla
seslendiysen bir daha hanım dememen lazım. Kırlarda falan koşalım demişsin,
artık bir şeyler ayarlayacaksın. Yapacak bir şey yok bu saatten sonra.”
“Delirdim ben. Yok, vallahi delirdim.” Kafasını hızla öne
bıraktı, alnı çarpınca sofranın üstündeki şeyler zıpladı. Tabii abisi de…
“Hay dilimi eşek arısı soksaydı da konuşamasaydım. Ay
benim dilimi kessinler, dilimi.”
“Ben keserim şimdi senin dilini.”
Başını kaldırdı, gözlerinde heyecanla karışık bir korku
vardı. “Abi! Anlamıyor musun? Kafamızı çevirip görmezden gelelim deyince ona o
kadar kızdım, lakin bu laflarımdan sonra kafasını çevirmesi gereken benim.
Yüzüne nasıl bakarım? Bunca şeyin arasında… Söylediklerimin arkasında nasıl
durabilirim? Ben seninle bir saat göle gidelim diye Âlim Efendi’den izin almak
zorundayım. Onu nasıl kırlara götüreceğim?”
“Şakasına söylemiştim.”
“Ben samimiydim.”
Jaehwan gözlerini devirdi. “Delirmişsin evet. Hayır, o
değil de… Sen o saatte görevde değil miydin?”
Neye uğradığını şaşırdı delikanlı. Telaşla ayağa
kalkamaya çalışırken dizleri sofraya çarptı. Abisi son anda kollarını koymasa,
her şey onun üzerine devrilecekti.
“Doğru, nöbet tutuyordum. Ben Vekil Efendi’nin evinde…
Nöbet tutuyordum. O da öyle dedi zaten… Nasıl oluyorsa hep o evin önünde
karşılaşıyoruz diye sordu. Yolumu değiştireceğim dedi.” Yine asıl konuyu unutup
hayale dalmıştı. Sesinde kırgınlık hissediliyordu.
“Dişli hatun mübarek… İyi yetiştirmiş anası. Sahi adı
neydi bu hanı-”
“Taekwoon, Jaehwan!” Hanın bahçesinde bir birlik
muhafızı, bir de saray muhafızı duruyordu. Veliaht Prens ve Âlim Cha
görevlileri böyle eşleştirerek tabandan gelen bir güven oluşturmayı
amaçlıyordu.
Jaehwan da Taekwoon’la birlikte ayağa kalktı, birlikte
toprağa indiler. Bir terslik olduğu açıkça belliydi.
“Karargaha gideceksiniz, çabuk hazırlanın. Taekwoon sen norigeni
boynuna asacaksın.”
Abisi delikanlının kolunu tutuverdi. Korumak istercesine
ardına çekti. Birliğin simgesi olan norigeyi boyna asmak demek, ceza almak
demekti.
“Önce ne olduğunu söyleyin! Onun Âlim Efendi’nin yakın
koruması olduğunu bilmez misiniz?”
Saray muhafızı güldü: “Yakın korumalar güya disiplinli
olurlar.”
Taekwoon kendini savunmak adına öne atılmaya çalıştı.
Jaehwan onu tuttu. “Ne demeye getiriyorsunuz!”
Diğerinden daha gergin olan birlik muhafızı araya girdi:
“Dün öğleden sonra nöbet yerini terk edip geri dönmediğin, geri dönmeyişinle
ilgili herhangi bir rapor sunmadığın için cezalısın. Birlik komutanı ve Âlim
Efendi tarafından sorgulanacaksın.”
Abi öfkeleniyordu. “Ne sorgulanması! Bu sorgulanmayı
gerektirecek kadar önemli bir mesele değil ki…”
“Dün yerinde değilken… Bir şeyler… Bir sorun çıkmış işte.
Açıklayacak zamanımız yok, gidince öğrenirsiniz. Acele edin.”
Jaehwan kardeşinin elini tutup odaya soktu. Elleri
titrediği için, ceketini bağlamasına yardım etti. Norigesini boynuna geçirmeden
önce saçlarını tarayıp topladı. Sonra kendisi giyindi.
“Korkma kardeşim,” dedi kendinde olmadığı belli olan
Taekwoon’a. “Âlim Efendi seni ne kadar sever biliyorsun. Hem… Daha gidecek
yolumuz uzun. Senin gibi bir hizmetkârı kaybetmek işlerine gelmez.”
“Cahilliğime gülmeden söyle,” diye onu durdurdu
delikanlı. “Bu sorgulanma nasıl olacak? Saraydaki gibi… Beni… Bağlamazlar değil
mi? O kadar kötü bir şey olmuş mudur ki? Ne kadar büyük bir hata yaptım acaba?
Abi dün gece birlikten en son sen ayrılmamış mıydın? Hiç mi bir şey duymadın?”
“Gece her şey yolundaydı. Sabah anlamış olmalılar. Ne
kadar büyük olduğunu bilemeyeceğim. Lakin biliyorum ki, hatan ne kadar büyük
olursa olsun herkes sana güveniyor. Göstermelik olsun diye yapıyorlar bunu. Hem
bağlamayacaklar seni, korkmadan üzgün olduğunu söyle yeter.”
Dışarıdaki muhafızlardan biri bağırdı. “Öğlene kadar
duracak mısınız orada?! Acele edin dedik!”
***
Taekwoon öğretmen olarak girip çıktığı karargâha şimdi
abisinin ardına saklanmış küçük bir çocuk gibi girdiğini fark etti. Mide
bulandırıcıydı, utanç vericiydi.
Abisini girişte bırakmışlar, kendisini karargâh boyunca
yürütüp arka kapıdan çıkarmışlardı. Komutan ve Âlim Cha orada ayakta
bekliyorlardı. Delikanlı dizlerinin üstüne çöktü. Ağlayıp da daha fazla küçük
düşmemek için dişlerini sıktı.
Omzuna vurdu komutan, diziyle. Taekwoon sarsıldı, ama
düşmedi. Başı ağrımaya başlamıştı.
“Neredeydin lan sen?”
Neredeydi? Yalan mı söylemeliydi? Yolda gelirken bahane
de düşünememişti ki… Ne yapmak daha doğru olurdu?
“Özür dilerim.”
Komutan ikinci bir tekmeye hazırlanıyordu, Âlim
Efendi’nin tatlı sesi araya girdi. Hiç sinirli gibi değildi. “Taekwooncum,
kafanı kaldır evladım.”
Delikanlı efendisinin yüzünü görüp rahatlamak için adeta
sabırsızca baktı yukarı. Cha Hakyeon gülümsüyordu. Öfkeli değil, yorgundu
yalnızca.
“Bağışlayın beyim,” dedi Taekwoon sessizce. “Çocukluk
ettim.”
“Dün akşam Vekil Efendi’nin evine önemli bir konuk
gelmiş. Gelecekteki planlarımızı tehlikeye düşürecek birini de getirmiş
yanında.”
Tam da kendisi gittiği zaman olurdu böyle şeyler zaten.
Orada beklediği sıkıcı günlerde neden bir şey olmamıştı? Hem birkaç saat geç
öğrenmeleri neden bu kadar panik yaratmıştı? Sadece bir konuk gelmişti işte…
“Artık daha hızlı hareket etmemiz gerekiyor. Bu konuk
geldiği saatlerde seni handa da bulamadık, karargâhta da değildin. Ben sana
güveniyorum güvenmesine, lakin birliğin muallakta kalmasını da anlıyorum. Senin
oradan ayrılışınla o konuğun gelmesi nasıl denk düşmüş olabilir, talihsiz
yavrum. Bize yalnızca o saatlerde ne yaptığını anlatmanı istiyorum.”
Anlatınca her şey bitecekmiş gibi konuşması komikti.
Sanki dayak yemeden salacaklardı onu.
“Öğleden sonra,” diye başladı delikanlı. “Ağacın üstünde
oturuyordum. Adamın biri… Haydutlardan kaçıyordu. Ben de yardım-”
“Dur dur. Adamın biri haydutlardan mı kaçıyordu? Gündüz
gözüyle haydutlar ne arasın şehirde?”
“Ben… Ben de bilmiyorum komutan beyim. O adam… Kaçıyordu
yalnızca. Yapmamam gerekiyordu… Lakin günlerdir Vekil Efendi’nin evinde ses
seda olmadığı için… Ben… Kendime hâkim olamadım. Onu alıp kaçırdım… Sonra da…
Hana döndüm.”
Âlim Efendi sessizdi. Gülümsemesi silinmişti.
Komutan yeniden tekme attı. “Aptal çocuk! Böyle saçma
sapan bir iş için görev yerini nasıl terk edersin!”
“Özür dilerim beyim. Bağışlayın, ne olur.” Delikanlı
efendisinin sessizliğinin korkusu içinde başını yeniden eğmişti.
“Üç gün ev hapsi,” dedi Âlim Cha aniden. “Başına nöbetçi
dikmenize gerek yok. Kaçmaz.” Arkasını dönüp ağır ağır uzaklaşmaya başladı.
Birlik komutanı şaşkınlıkla bir delikanlıya bir de giden efendiye
baktı. “Nasıl olur? Bu çocuğun yalan söylemediğini nereden bileceğiz? Biraz
daha araştırmamız gerekmiyor mu?”
“Ben biliyorum. Bu kadarı kâfi değil mi?”
***
İlk gün can sıkıcı ve yapayalnız geçmişti.
Öğlene kadar odasında uzanmış, yaptığı aptallığı düşünerek
uzun uzun iç geçirmiş, uyumaya çalışmış lakin başarılı olamamıştı. Öğleden
sonra hana gelen giden artınca kalkıp hancı kadına yardım etmiş; kazan
karıştırmış, koca tepsileri ve ağır testileri taşımış, insanlara yemek
götürmüştü. Hancı kadının ona verdiği kirli önlüğün uzun boyuna pek yakıştığını
söylemesi dışında onu gülümsetebilen pek bir şey olmamıştı.
Akşam vakit ilerledikçe kafaları çekip kör kütük sarhoş
olan iki adam gecenin sonunda kavga edince hepten morali bozuldu. Handa çok
tehlikeli bir durum olmadıkça kılıç kullanması yasaktı, bu yüzden adamların
ödemeyi eksiksiz yapıp handan uzaklaşmasını sağlamak için kullanabildiği tek
şey diliydi.
Yorulmuştu.
Hancı kadına imrendi, bir yaşlı kadın kadar güçlü
olamadığı için üzüldü.
Yattığı yerde yan dönüp arka kapıyı açtı. Artık sonbahar
yaklaşıyordu, hava serinlemişti. Hafif bir rüzgâr odaya doğru esti, yanaklarını
okşadı.
Hiçbir işe yaramıyordu. Çalışırken, bir işe yaramak
isterken de beceremiyordu. Sonunda onu böyle kapatmışlardı işte.
Gözleri doldu. Babası aklına geldi. Küçükken
arkadaşlarının babaları ağlayınca kızardı. Onunki ağlamayınca, içinde tutunca
azarlardı onu. Bu sefer kızamazdı, yanında değildi sonuçta. İstediği kadar
tutabilirdi içinde.
Hem bugün handa kalması iyi olmuştu, hancı kadına yardım
etmişti işte fena mıydı? Bir güncük de olsa biraz dinlenebilmesini sağlamıştı.
Yarın, öbür gün de yardım ederdi. Evet, bütün gün kimsenin gelip gitmediği bir
evin önünde nöbet tutmaktan daha iyiydi. Hem buradayken Doyeon Hanım’la da
karşılaşamazdı. Yani Doyeon’la…
Gözlerinden kurtulan yaşlar usul usul damladı yere. Bunu
da becerememişti.
Dışarıda sessiz bir yağmur başladı. Masallardaki
prensesler gibi hissetti. Onlar ağlayınca gök de ağlardı, annesi böyle
anlatmıştı ablalarına. Keşke kendisi de bir kız çocuğu olsaydı.
Acaba bugün birlikte ne yapmışlardı? O gelen konuğun
nasıl bir soruna yol açtığını bile tam olarak bilmiyordu. Yine üstünden
üstünden anlatıp geçiştirmişlerdi onu. Kendisi de bilmek isterdi, yapabileceği
bir şey var mı sormak isterdi.
“Üç gün ev hapsi!” Efendisinin sesi hala kulaklarında
yankılanıyordu. Dayak yememişti, lakin dayak yeseydi daha mı iyi olurdu diye
düşünmeden edemiyordu. Hiç değilse eğitimlere devam edebilseydi…
Gözü aya takıldı. Sanki onun böyle bebek gibi ağlayışını
izleyip “Hak ettin!” diyordu. Hak ettiğini biliyordu Taekwoon. Yine de rahatsız
oldu.
Duvara doğru dönerken Jaehwan girdi odaya. Sırılsıklam
olmuştu. Öylece durup gözyaşlarını aceleyle silmeye çalışan kardeşine baktı bir
süre. Sonra onu utandırmamak için arkasını dönüp üstünü silkelemeye başladı.
Saçlarını çözüp kılıcını ayağının dibine bıraktı.
“Hoş geldin abi,” dedi delikanlı doğrulup otururken.
“Neden uyumadın daha?” Jaehwan ona dönmeden önce biraz
daha oyalanmış, üstünü kapıda çıkarıp kenara koymuş içliğiyle gelip oturmuştu.
“Handa çalıştım, ama birlikte koşturmak kadar zorlamadı
beni. Uyuyamadım o yüzden.”
“Anladım.”
Tuhaf bir sessizlik odayı doldurdu. Jaehwan’ın gözü
Taekwoon’un omzunun üstünden bir yere takılmıştı.
Uykusunda konuşur gibi “Kapıyı kapat,” dedi.
Delikanlı anlamadı. “Ne?”
Abisi dalmış bakışlarını toparladı. “Kapıyı kapat dedim.
Hava soğudu iyice.”
“Ah, evet. Sen bir de ıslaksın, üşüteceksin.” Kapıya
uzanırken sanki umurunda değilmiş gibi sordu. “Birlikte işler nasıl? Benim
yüzümden çok mu karıştı her şey?”
“Yok be. Zaten her şey hazırdı. Vekil Efendi hiçbir şey
bilmiyor ki en fazla ne kadar karıştırabilir ortalığı? Sadece biraz hızlanmak,
önlem almak gerekti o kadar.”
“Neyle ilgili peki?”
“Veliaht Prens’in izdivacıyla ilgili…”
“Ne? Bu kadar mühim bir meseleyi zora mı soktum yani?”
“Hayır. Sen zora sokmadın. Sen orada olsaydın da o adam o
eve gelecekti. Senin bir şeyi durdurmaya gücün yetmezdi. Böyle zamanlarda
efendilerin öfkelerini başkalarından çıkarmak istediklerini bilmez misin?”
Kimse Taekwoon’dan öfkesini çıkarmaya kalkışmamıştı. Âlim
Efendi ona haber yüzünden değil, emrinden çıktığı için kızmıştı yalnızca. Bunu
da onu kendisinden uzak tutarak ödetiyordu işte.
“Haklısın galiba.”
“Bu konuda kendini suçlayıp durma. Âlim Efendi bu konuda
kendisine göre planlar yapmıştı zaten. Ama daha sırası gelmemişti. Vekil Efendi
de kendi kızını rütbesi düşürülmüş bir adamın oğluna vermek zorunda kalınca
gücü başka yerde aramak zorunda kaldı. Karısının tarafından bir genç kızı
önerecekmiş Kral’a. İşin kötüsü kızın ailesi sadece Vekil Efendi’yle değil
sarayla ilgili bir sürü insanla bağlantılı. Anlayacağın güçlü bir rakip geldi
karşımıza.”
“Âlim Efendi kimi önerecek, biliyor musun?”
“Kızlarından birini önerir herhalde. Küçüğü biraz uçarı
olsa da büyüğü oturmasını kalkmasını biliyor. Tam prenses olacak kız vallahi.”
“İyice sağlamlaştıracak yerini yani.”
“Evet, mecburen. Şimdi Âlim Cha, Vekil Efendi’nin öneriyi
ne zaman yapacağını öğrenmeye çalışıyor. Bir de kendi tarafını hazırlıyor. Öyle
ahım şahım bir telaş yok.”
“Rahatladım.”
Jaehwan gülümseyip Taekwoon’un omzuna vurdu.
“Sen de bu üç günü tatil olarak düşün. Şiir miir yaz ne
bileyim, kitap getireyim mi sana?”
“Kalsın Jaehwan Beyim,” diye güldü delikanlı. “Yemek
yedin mi? Yemediysen bir şeyler hazırlayayım.”
“Ooo Küçük Bey’imiz bir gün handa çalıştı diye hemen aşçı
sanmaya başlamış kendini.”
“Aman abi sen de…”
“Gerek yok, ben Wonsiklerde yedim yemeğimi.”
“Abi? Wonsikler mi?”
“Evet.”
“Wonsikler? Âlim Wonsik’in evi değil de Wonsikler? Baya
yakınsınız herhalde artık.”
Jaehwan utanır gibi oldu. Başını çevirdi. Sinirleniyormuş
gibi yapıp çenesini kaldırdı. “Ne var öyleyse? Ne olmuş yakınsak?”
“Bir şey mi dedik yahu?”
“Abi abi diye peşimde dolaşıp duruyor.”
“O zaman sen de Wonsikcim mi diyorsun yani?”
Kaşlarını çatıp “Hayır be!” diye bağırdı. “Nasıl cüret
edeyim?”
“Cüret etsen diyeceksin yani?”
İç çekti. “Evet. Diyeceğim. Ben de şu dilimi tutan sınırı
kesip atmak istiyorum. Arkadaş olmak istiyorum. Ne var bunda?”
Taekwoon omuz silkti. “Bir şey yok tabii. Bu konuda ne
düşündüğümü sen de biliyorsun. Aynı kafadayız.”
İkinci gün delikanlı hep Jaehwan ve Wonsik’i düşündü.
İşlerin bir şekilde yolunda gitmeyeceğine olan saçma inancını bir kenara
atmayı, sırf onlar için başarılı olacaklarına kendini ikna etmeyi denedi. Lakin
bunu yalnızca Doyeon’la ilgili çocukça hayaller kurarken başarabiliyordu.
İşlerin kötüye gideceğine dair en ufak bir işaret yoktu,
bugüne kadar yaptıkları her şeyde kusursuz bir şekilde başarılı olmuşlardı.
Yine de bu tarafından bakabilmek zordu. Sanırım umut etmenin ağırlığını
taşımak, korkuyla sonu beklemekten daha zordu. Bu sefer kolaya kaçıyordu
Taekwoon.
Birlikteki diğer insanlar nasıl düşünüyordu bilmiyordu.
Kimse konuşmuyordu ki onunla… Başarılı olmalarına ne kadar vardı, başarılı
olacaklar mıydı? Gerçi birisiyle konuşsa bile öyle düşünseler bile başarısız
olacağız diyemezdi kimse. Âlim Efendi böyle düşünen insanları birlikte
barındırmak ister miydi ki? Kendisi hariç…
Bazen kendisini kötü tarafından bakıp önceden önlem
alabilmek için dinlediğini düşünüyordu efendisinin. Dinlemesine bile gerek
yoktu, yüzüne şöyle bir baksa umutsuzluğu görebiliyordu. Her şey tozpembe
gözükmesin diye biraz siyah bulaştıran Taekwoon’du resme. Birliğin felaket
tellalı…
Abisi akşamüstü gelmişti hana. Delikanlı yemek taşıyordu,
Jaehwan da arkadan yaklaşıp korkutuvermişti onu.
Hancı kadının öfkeli denetimi altında Taekwoon’un düşürüp
kırdığı çanakları, testiyi, çubukları toplamış; yemeklerin döküldüğü yere arka
bahçeden getirdikleri toprağı atıp kapatmışlardı.
Jaehwan sürekli gülüyordu, delikanlının gülecek hali yoktu.
Kırdıklarının parasını ödemek istediklerinde kadın, Taekwoon’un iki gündür
burada çalışarak yeterince ödeme yaptığını söylemişti. Bir dahakine dikkatli
olsa ona yeterdi.
Akşam yemeklerini alıp odaya geçmişlerdi.
“Neden erken geldin?” diye sormuştu delikanlı.
“Yarın saraya uzak bir ülkeden çok önemli bir konuk
gelecekmiş. Biraz beklenmedik bir durum olduğundan Veliaht Prens’in en
yapılacağı kararlaştırılacak bu gece. Ben de sarayda sabahlayacağım.”
“Nasıl bir konuk? Hangi ülkeden geliyor? Ming’den de mi
uzak?”
“Ne dedilerdi adına? Os… Osmanlı? Öyle bir şey… Dünyanın
öbür ucuymuş, adam senelerdir yolculuk ediyormuş.”
“Sahi mi?”
“Sahi ya, kendi kulaklarımla duydum. Vekil Efendi bu
konuk yüzünden izdivaç teklifini ertelemek zorunda kaldı, birlik de rahat bir
nefes aldı.”
“Of çok şükür…”
“Âlim Cha konuğu tanıdığını söylüyor bir de. O yüzden o
buradayken izdivaç teklif edecekmiş.”
“Nasıl tanıyor? Nereden tanıyabilir ki?”
“Bu konuk daha el kadar bebeyken kervanla Ming’e gelmiş. Âlim
Efendi de o sırada elçinin yanında Ming’deymiş. Şimdi Joseon’a geleceğini
duyunca etekleri zil çaldı. Gökler gönderdi onu bana, deyip duruyordu.”
Taekwoon sessizleşti. Belki de başarılı olmak o kadar imkânsız
değildi. Dünyanın öbür ucundan yardıma koşanlar bile vardı.
“Peki, hazırlıkları tamamladı mı?”
“Tamamladım diyor, ama ben de ayrıntılarıyla bilmiyorum.
Yarın erkenden gelip öğlene kadar uyuyacağım. Öğleden sonra seninle birlikte
çıkarız.”
“Benim yarın akşama kadar cezam var.”
“Uslu uslu handa oturduğun için çıkmana izin verdiler
merak etme.”
“Cidden mi? Yaşasın be! Sıkıntıdan patlayacaktım artık.”
Jaehwan güldü. “Sessiz ol, hancı teyze duyarsa üzülecek.”
Abisi gittikten sonra daha bir canla başla çalışmıştı
Taekwoon. Cezasının yarım gün de olsa erkenden bittiğini öğrenmek günlerdir ilk
kez yüzünü güldürmüştü.
Yarın efendisinin peşinden yürüyebilecek, oradan oraya
koşturabilecek, işe yarayabilecekti. Çok sıkılmıştı. Sadece cezalı olmanın verdiği
tuhaf bir bozukluk da vardı üstünde, o da yok olacaktı.
O gece Jaehwan’ı beklemeden yattığı gibi uyuyakaldı.
Rahatlamıştı; rüyasında Âlim Efendi’yle dağlara tırmandığını, kayalara oturmuş
manzarayı izlerken pirinç topu yediklerini gördü. Sonra birden başına bir taş
çarptı. Elini götürüp yoklamaya kalmadan bir taş daha geldi, bir tane daha. Tam
arkasını dönüp kimin attığına bakıyordu ki uyanıverdi.
Rüyasındaki taşları birisi arka kapısına atıyordu. Güneş
henüz doğmuştu, abisi çoktan yanında uyuyakalmıştı. Yanındaki kılıcı alıp onun
üstünden atladı ve savunma pozisyonu alarak kapıya yaklaştı.
Dinledi. En ufak bir ses yoktu. Belki de rüyasının
yankısıydı bu duyduğu.
Bir taş daha.
Hayır, gerçekti işte. Kapıyı biraz aralayıp alacakaranlıkta
zor seçilen ağaçlara doğru baktı. Orada bir gölge gördü. Kendisinin kapıyı
açtığını fark etmediğini sanmıştı, lakin görüldüğünü anlar anlamaz gölge kapıya
doğru ilerlemeye başladı.
Önce yeşil eteğini seçti Taekwoon, sonra beyaz kelebekli
ceketini. İplerini gelişi güzel bağladığı kırmızı pelerini omuzlarında
duruyordu. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı.
Delikanlı daha ne olduğunu anlamadan uzanıp kapıyı tek
hamlede sonuna kadar aralamış, delikanlının eline yapışıp onu dışarı çekmişti.
Taekwoon yalpalayarak sundurmaya inince gölge ön kapıdan aldığı ayakkabıları
onun ayaklarının dibine bırakmıştı. Elini hala sımsıkı tutarken giymesini
bekledi.
İçliğiyle dışarı çıkmaktan biraz utansa da delikanlı
istenileni yaptı ve kendisini çekiştirip duran elin sahibini takip etti.
Birlikte arka bahçenin derinine, kerpiç duvara kadar
gittiler.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu Taekwoon en sonunda
dayanamayıp. Cevap gelmedi. “Doyeon…”
“Bana öyle seslenmemenizi söylemiştim size.”
mavinot: Lütfen yorum yapmayı unutmayın! Teşekkür ederiim!
Duygusala bağladım ben yine bu bölümde içim yandı Taekwoon'u öyle hayal edince , Jaehwan'ında teleşlandığını farkedince
YanıtlaSilCidden Mavi tarzı bir bölümdü ne diyim
Teşekkür ederiim, seni etkileyebildiğime sevindim ^^
SilDoyeon nasıl bir kadınsın sen gülüm muhteşem
YanıtlaSilAnasına çekmiş ahahaha
Sil