Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #13

Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

Güneş gökyüzüne yeni gelmişti, henüz ay gitmemişti bile. Kuşlar çılgınca ötüşüyor, ağaçlar ılık bir rüzgârla sallanıyordu.
Taekwoon bir bebek gibi kıvrılmış uyuyan Jaehwan’ı uyandırmadan önce güzelce giyindi, dün yatmadan hancı kadından istediği pirinç toplarını mutfaktan alıp sundurmaya getirdi. Bir an önce gitmek istiyordu, heyecandan ziyade bıkkınlık hissediyordu.
Abisini uyandırmak zor oldu. Ortalığın daha tam aydınlanmadığını görünce mızırdandı. Delikanlı açık ve net bir şekilde, eğer hemen kalkmazsa onu burada bırakabileceğini söyledikten sonra ancak kendine gelebildi. Olabildiğince hızlı bir şekilde yola çıktılar.
Köyün çevresinden dolaşıp kuzeyinden ormanlara girdiler. Jaehwan beş saniyede bir şikâyet ediyor, kılıcının kınıyla rastgele ağaç dallarına ve çalılara vurup sarsak sarsak yürüyordu. Taekwoon’un keyfi olmadığını anlamıştı, onu konuşturmak için çabalıyordu. Lakin geri tepiyor gibiydi, o sızlandıkça delikanlının yüzü biraz daha asılıyor, adımları biraz daha hızlanıyordu.
Ağaçlar ve çalılıklar sazlıklara, kuş sesleri su ve kurbağa seslerine karışmaya başladı.
“Dereye mi geldik, hani göle gidiyorduk?”
“Abi… Birazcık, çok azıcık sessiz olsan olmaz mı?”
“İyi be, tamam anladık.”
Su sesi gittikçe güçleniyor, serin ve nemli hava insanın yüzünü okşuyordu. Birkaç dakika daha yürüdükten sonra Taekwoon sık sazlıkların arasına daldı ve uzun kollarıyla bir kucak dolusu sazlığı ikiye ayırdı. Şimdi tam karşıda, sık ağaçların ve sazlıkların gizlediği ufak bir şelale gözüküyordu.
“Sen de amma kirli çıkısın ha,” derken kardeşini yana ittiriyordu Jaehwan. Sazlıkların arasından geçirip şelalenin dibindeki küçük göle yaklaştı. Derin değildi, ama sığ da sayılmazdı.
“Uykun açıldı bakıyorum da?”
“Nereden buldun sen burayı?”
“Âlim Efendi’nin yanında çömezken az dolaşmadım ormanda.”
“Aferin sana lan.”
Taekwoon yarım yamalak gülümsedi. “Eh müsaadenle o zaman.” Hızlı hızlı üstündekileri çıkardı. Çıkının yanına, kılıcının üstüne güzelce dizdi. Yalnızca çamaşırı kalmıştı.
“Onu da çıkar, onu da.” Jaehwan kıyafetlerini rastgele etrafa atıyordu. Sırıtmaktan yanakları yarılacaktı. Delikanlı düşünmeden donunu da çıkardı ve suya atlayıverdi.
Buz gibiydi. Lakin öylesine ferahtı ki insanın üşüyesi gelmiyordu. Kafasını daldırıp saçlarını ıslatırken abisi de ağır ağır girdi suya. Ellerini daldırıp su alıyor, omuzlarına çarpıyordu. Bir yandan da başını kaldırmış etrafı izliyordu.
Dalmış olduğunu fark eden Taekwoon başlattığı su savaşıyla onu hazırlıksız yakaladı. Neye uğradığını şaşırdı abisi. Ağzı açık kaldı. En sonunda gözlerine çarpan sudan sıkılıp arkasını döndü.
Delikanlı o döner dönmez durdu. Jaehwan’ın sırtında upuzun, geniş kılıç yaraları vardı. Gerçek gibi gözükmüyorlardı, sanki şöyle ovalasa çıkıverecekmiş gibi. Delikanlı silmeyi denedi, ama gerçekti işte.
“Ne yapıyorsun?”
“Savaşa mı katıldın abi?”
“Ne savaşı, ne diyorsun?” Jaehwan kardeşine baktı. Şaşkındı.
Taekwoon’un işaret parmağı havadaydı. “O sırtındaki yaralar… Nasıl oldu?”
“Haa onlar mı?” Abisinin yüzündeki sırıtış rahatsız bir tebessüme dönüşmüştü şimdi. Temkinli adımlar atarak kardeşinin yanından geçip gölün ortasına doğru ilerledi. Su göğsüne kadar çıkmıştı şimdi. “Zamanında dövüşten galip çıkma hevesiyle arkamı dönmek gibi bir hata yapmıştım.”
“Tek seferde mi oldu bunlar yani? Hepsi?” Arkası yine kendisine dönük olan abisini izliyordu. Sanki birisi resim çizmişti, kılıcının ucuyla. “Nasıl oldu da sağ çıktın?”
“Tek seferde oldu, ama tek kişi değillerdi. Kılıcımı bırakmıştım bir de.”
“Taşak mı geçiyorsun?” Jaehwan sessizce güldü.
“Ne taşağı be? Kaç hafta kendime gelemedim sen biliyor musun?”
“Ölmediğine dua et. Hatta çok dua et. Seni orada bu ölmüştür diye bıraksalar şaşırtıcı olmazdı.”
Jaehwan’ın sesi aniden ciddileşti. “Bırakmadılar ama. Âlim Efendi’nin hanımı, kızları, birliğin kadınları başımda sabahladılar haftalarca. Bir daha ayağa kalkamasam bile beni bırakmayacaklarmış gibi baktılar bana.”
Taekwoon derin bir nefes aldı. Bu yolculuktaki her yarada bir minnettarlık, bir borç vardı sanki. Yorucuydu. Geri ödenmesi gereken şeyler çığ gibi büyüyordu.
“Ölmedim yani,” diye konuyu kapattı Jaehwan. “Kolay kolay ölmem ben oğlum. Koskoca ülkenin en iyi kılıç ustasıyım.” Gülüştüler.
Taekwoon, ağaç dallarının arasından süzülen güneş ışıklarının pırıl pırıl aydınlattığı gölün derinlerinde yüzerken, Jaehwan kenarda oturmuş kuşları dinliyor ve ötüşlerini taklit etmeye çalışıyordu. Hemen tepesine sarkan ağacın üstünde zamanla bir sürü kuş birikti, hepsi onunla ses yarıştırıyordu.
Ah, her şey ne güzeldi! Delikanlı çocukken bile böylesine sakin bir an yaşadığını hatırlamıyordu. Memleketinde belki Veliaht Prens için çabalamıyordu tabii, lakin ekmek peşinde koşmanın da bir farkı yoktu. Savaş gazisi olan babası, topal bacağının ağrısından çalışamadığı günlerde o giderdi çalışmaya. Aynı böyle güneş doğmadan uyanır, ayak işleri için koşturmaya başlardı. Babasının yerine onun geldiğini görüp surat asan insanları görmezden gelirdi. Ölecek kadar yorgun olsa da mutlaka kılıç talimi yapardı yatmadan.
İlk defa alacakaranlıkta evden çıktığı bir gün yolun sonu böyle güzel bir yere çıkmıştı.
Suyun üstüne kendisini bırakıp yaprak ve dallardan zar zor görünen gökyüzüne baktı. Tertemizdi. İçinde bulunduğu su gibi, yürüyüp geldiği yollar gibi, ötüşen kuşlar gibi tertemizdi.
Ölüp de tekrar gelirse ağaç olmalıydı, ya da bir bulut.
“Taekwoon, kardeşim.” Tuhaf, ne diye böyle demişti şimdi abisi? Kalktı, ona doğru gitti.
“Buyur, abi.”
“O resim var ya…”
Sonunda ikisinin de uyanık olduğu bir ana denk gelmişti bu konu. Konuşup hemen kapatmalıydılar.
“Evet?”
“Ben çizdim değil mi?”
“Evet.”
“Sensin o resimdeki. Yanındaki de… Sevdiğin hanım olmalı?”
“Evet abi.”
“O zaman bu hanım… Soylu bir evin kızı…” Taekwoon kalbinin boğazında attığını hissetti. Konuşunca ağırlığı gidecek miydi? Son zamanlarda konuşulan şeyler daha da ağırlaşmıyor muydu? “Seni de soylu bir beyefendi sanıyor? Öyle mi?” Delikanlı abisinin yanına oturup saçlarını örmeye başladı.
“Dürüstçe söyleyeceğim. O hanımın soylu bir evin kızı olduğu doğru. Hatta Vekil Efendi’nin kızıyla arkadaş olabilecek bir seviyede.”
“Taekwoon…”
“Sorunu sordun, izin ver de cevaplayayım. Başlarda, evet, beni soylu bir beyefendi sanıyordu. Onlar gibi giyiniyordum çünkü onlar gibi yürüyüp onlar gibi konuşuyordum.” Örgüsünü çaputuyla bağlarken iç çekti. “Lakin sonra beni bu eski püskü kıyafetlerimle, çaputlu saçımla da gördü. Sonra fark ettim ki her buluşmamızda yanımda kılıcım vardı. Hangi beyefendi ipek kıyafetleri içindeyken dahi kılıcını yanında taşır ki?”
“Anladı mı yani?”
Gülümsedi Taekwoon. “Bilmiyorum. Bana hiçbir şey söylemedi.”
“Bizim nasıl bir işe bulaştığımızı biliyorsun, değil mi?”
“Evet, farkındayım. Şüphelenmem gerekiyor, korkmam gerekiyor. Temkinli davranmam gerekiyor. Ama abi… O gün onu başkası sanıp kellesini almak isteyince… Ne kadar korktu biliyor musun? Dizlerinin üstüne çöküp ağladı, bebek gibi. Titriyordu. Hem ben ona hiçbir bilgi vermedim. O da bana. Yalnızca isimlerimizi paylaştık birbirimizle.” Abisine dönüp sırıttı. “Bir de sevgimizi.”
“Of Taekwoon! Midem bulandı, az ötede âşık ol git.”
İstediği tepkiyi almaktan memnun bir şekilde kahkahalarla yeni bir su savaşı başlattı delikanlı.
***
Bir hafta içinde Prens’in isteğiyle birçok devlet dairesinde düzenlemeler yapılması kararlaştırılmıştı. Ülkede savunma, tarım ve içişleriyle ilgili görevi olan pek çok çalışanın görev yerleri değişmiş, kimisi işten çıkarılmış ve yeni atamalar yapılmıştı.
Orduya yeni askerler alınması, ülkenin dışişleri ilgili yasa değişiklerine gidilmesi de birlik ve Veliaht Prens tarafından kararlaştırılan yeni adımdı. Lakin önce beklemeye karar verdiler. Hem Kral’ın hem de meclisin tepkisini ölçmek istiyorlardı.
Bu sırada Âlim Cha’nın gereksiz bir ayrıntıymış gibi araya sokuşturduğu Kraliyet Kütüphanesi düzenlemeleri gerçekleştirildi. Taekwoon, bu konu konuşulurken orada bulunduğu için, efendisinin en çok adam yerleştireceği yerin kütüphane olduğunu anlamıştı. Sebebini bilmiyordu, düşünmek istemiyordu. Ama Veliaht Prens’in düşünmek istemediğine inanamıyordu. Kütüphane değişiklikleri dile getirildiğinde ölgün bir sesle “Tabii, neden olmasın,” demiş. Kendisine uzatılan dilekçeyi yanında oturan Âlim Kim Wonsik’e uzatıp onun kontrol etmesini istemişti. Prens Hazretleri’nin sakin sakin otururken kâğıdı okuyan Wonsik’in gergin yüzünden terler aktığını görmek ürkütücüydü.
Diğer tüm değişiklikler de tereyağından kıl çeker gibi oluyordu. Kimse tüm bu dilekçelerin neden birdenbire Veliaht Prens’e yağmaya başladığını sormuyor gibiydi. Daha sonra efendisi Taekwoon’a Veliaht Prens’in gelecekte tahtını sağlamlaştırmak için yenilikler yapmasının doğal olduğunu, şimdiki Kral’ın da oğlu gibiyken böyle şeyler yaptığını açıklamıştı. Lakin öyle değildi. Veliaht Prens tahtını sağlamlaştırıyor gibi gözükmüyordu, daha çok yanından geçtiği otlara bile varlığını hissettirmeden usulca süzülen bir yılana benziyordu.
İnsanlar onun niyetini bilmedikleri için, Veliaht Prens başka bir Prens’e tehdit oluşturmadığı için, iş henüz onlara dokunmadığı için sessiz kalıyor olabilirlerdi. Hatta Yüce Kral, oğlunu devlet meseleleriyle ilgilenir gördüğü için seviniyor dahi olabilirdi. Lakin nasıl olur da Prens Sanghyuk önüne gelen her dilekçeye başını sallardı? Âlim Cha’ya nasıl olur da böylesine güvenirdi? Onu kendisine yalnızca danışmanlık yapan bir melek mi zannediyordu acaba? Yoksa karşı koyacak gücü mü yoktu?
Taekwoon için fark etmezdi. Ülkenin durumunun iyi olacağına dair beklentisi vardı elbet, yine de hiçbir şey olmazsa da şaşırmayacaktı. Lakin bir gün Veliaht Prens önüne koyulan bir dilekçeyi okumaya kalkışırsa, işler daha da büyüyünce gözlerini açarsa o zaman her şeyin sonucu ağır olacaktı. Yalnız kendisi için değil, herkes için.
Asıl komik olan Âlim Cha’nın da bu durumda aptal gibi gözükmesiydi. Şimdi ağzına bir parmak bal çalıp kandırdığı oğlanın bir gün uyanıp kendisini balda boğmayacağını nereden biliyordu?
Kimsenin korkusu yok muydu? Kimse düşünmüyor muydu? Eninde sonunda dünya hep aynı düzene oturuyor, birilerinin söylediğini diğerleri her halükarda onaylıyordu. Kimin yararına olduğu önemli değildi, dünya bunu umursamıyordu bile.
Kendisi de derin bir uykuya dalsa ne güzel olurdu. Kendisi de düşünmese, yalnızca yapsa ve ayırdına varamadan birinin kılıcının ucunda ölüp gitse ne güzel olurdu. Böyle düşündüğü pek sık oluyordu artık. Kılıcını belirsiz geleceğin boğazından geçirmek istediği de… Sonra hatırlıyordu. Uyumayı isterse yapabilirdi, lakin istemiyordu.
Haddi değildi delikanlının. Biliyordu. Sadece Veliaht Prens, Âlim Cha, Vekil Efendi gibiler hayal kurabilirdi. Sadece onların hayalleri için insanlar birlikler kurar, onların hayallerinde kendilerine yer bulmaya çalışırlardı. Taekwoon yerini Âlim Cha’nın hayalinde bulduğuna inanıyordu artık. Düşük vergi, ucuz toprak, elde etmek için yalnızca elin terinin yeteceği ekmek, eşit insanlar diyordu o adam. Delikanlının en çok istediği şey belki çocukçaydı, ama kimse kimseye “bey, hanım” demesin istiyordu. Gerek duyulmasın, isimler kalsın istiyordu ve tabii ki isteyen herkes bir soyadı alabilsin.
Böylece Doyeon Hanım’ın karşısına çıkıp “Doyeon,” diyebilirdi doya doya. “Doyeon’um… Doyeoncum…” Mümkün olabilirdi, Âlim Efendi ülkenin yarısını almıştı işte. O neden Doyeon Hanım’ı alamasındı?
Bir gün evlenirlerse kapılarına ikisinin soyadlarını yazdıracaktı Taekwoon. Kendisine babasının dileğiyle bir soyadı alırdı, Nüfus Dairesi’ne gidip kaydettirirdi ailesini. Sonra Doyeon’un da… Sahi Doyeon’un soyadı neydi?
İç çekti. “Ne saçmalıyorum ben? Kızlar gibi evlilik hayali de kurar olduk, iyi mi?”
Öğleden sonra birliğe girer girmez nöbete yollanmıştı. Sabahki serin suların yerini, tepesinde paralayan güneşin sıcağı alıvermişti. Vücudu dinlenmiş olmasına rağmen yorgun da hissediyordu. Hem artık Vekil Efendi’nin evinin etrafında yapacak işi de kalkmamıştı, çok sıkıcıydı. Son çare bir ağacın üstüne çıkmış, geleni geçeni izlemeye başlamıştı.
Kafasındaki evlilik mevzusuna da yoldan geçen hanımefendilerin konuşmalarını duyup da gelmiş olmalıydı. Yoksa kendisi düşünmezdi öyle şeyleri durup dururken. Kılıcı olan adam yalnızca canını düşünmeliydi.
Rahatsız bir yüz ifadesiyle başını kaldırıp dallara baktı. Bu ağaçta hiç kuş ötmez miydi yahu? Abisi yanında oturuyor olsa birkaç tanesini çağırıverirdi. Kendisi doğru dürüst ötmeyi beceremiyordu.
Dudaklarını büzüp üflemeyi denedi, lakin çabası sokağın başından gelen bağrışlarla bölünüverdi.
Şimdi eğlence çıkmıştı.
Yanındaki dala yasladığı kılıcını alıp üstünde oturduğu daldan iyice sarkıttı başını. İzlemeye başladı. Kısa boylu bir adam, arkasından gelen kalabalıktan çok daha hızlı ama çok daha komik bir şekilde koşuyordu. Bir yandan da bağırıyordu: “Adam öldürüyorlar! Yetişin haydut bunlar!” Sesi de… Bir değişikti bu adamın. Sanki şey gibiydi… “Yetişin! Öldürecekler! Canımı alacaklar diyorum!” Kadın gibi…
Adam hızla Taekwoon’un üstünde bulunduğu ağaca yaklaşıyordu. “Adam öldürüyorlar ahali!” Delikanlı daha fazla beklemeden aşağı süzüldü, diğeri birkaç adım daha ilerleyince onunla yüz yüze geliverdi.
“Çekilin! Adam öld-”
“Doyeon Hanım…”
“Beyim…” Durmuştu, lakin yerinde zıplamaya devam ediyordu hanımefendi. Hızla arkasına kaçamak bir bakış atıp yeniden önüne döndü. “Beyim? Nasıl…”
Cümlesini tamamlayamadan koşmaya devam etmeye karar verdi. Tek başına gitmek yerine, Taekwoon’un elini tutuvermişti. Hızlanıp bir sokaktan ötekine girerek aralarındaki arayı açmışlardı. Sonrası için Küçük Hanım’ın herhangi bir planının olmadığı her halinden belliydi.
Köyün en ucuna ulaştıklarında delikanlı dayanamayıp en sonunda onu kucaklamış, köhne bir evin duvarından atlamış, kilerine girmişti. O ana kadar Taekwoon hep kendisinin zinde ve idmanlı olduğunu düşünürdü, ama bu kadının gücü kendisininkini üçe dörde katlardı. Onu buraya çekmese koşmaya devam edecekti, Ming’e kadar koşabilir gibiydi.
Birkaç dakika nefeslerini dinlendirmek, arkalarından kimsenin gelmediğinden emin olmak için sessizce dikildiler. Hanımefendi takma bıyığını çıkardıktan sonra gözlerini kapatmıştı. Etrafı dinliyor gibi yapmasına rağmen Taekwoon’la göz göze gelmemek için böyle durduğu belliydi. Zaten delikanlı da ondan tarafa bakmaya cesaret edemiyordu.
Emin olduklarında Doyeon Hanım kilerin kapısını aceleyle ittirip dışarı çıktı.
“Küçük Hanım!”
Evin kapısına kadar peş peşe yürüdüler. Taekwoon onun ardına bile bakmadan gideceğini, onu takip etmek zorunda kalacağını düşündü. Genç kız onu şaşırtarak kapının önünde durup döndü.
“Peşimden gelmeyin.”
“Lakin Doyeon Hanım…” Sözünün devamını nasıl getireceğini bilmiyordu. Şu an neler olup bittiğinin ayırdına varamıyordu. Soru sorulmasından korktuğu için mi kendisinden kaçıyordu? O halde çenesini tutmalıydı. Ama bu noktada soru sorulmadan konuşulacak şeyler de olur muydu?
Ne yapacağını bilemese de olduğu yerde duran hanıma doğru yaklaştı. Ondan önce çıkıp gitse miydi?
“Bu defa karşıma çıkmamalıydınız.”
Delikanlı kulaklarına inanamadı. Gözlerini kırpıştırarak baktı. “Ne?”
“Gidecek bir yolum vardı. Sizin yüzünüzden kısa kesmiş bulundum. Şimdi devam da edemem. Başarısız olmuş sayılmasam da başarılı da olamadım.”
“Siz benim karşıma çıktınız hanımefendi, ben yalnızca Vekil Efendi’nin evinin önünde dikiliyordum.”
“Değil mi? Siz yine Vekil Efendi’nin evinin önünde bekliyordunuz. Her seferinde o evin önünde karşılaşmayı nasıl beceriyoruz acaba? Bir dahakine yolumu değiştirmeliyim.”
“Hanımefendi…” Sesindeki kırgınlığı gizlemeyi becerememişti Taekwoon.
Doyeon başını çevirdi. “Sizi de peşimden koşturup yordum, işinize de mani olmuş olmalıyım. Kusura bakmayın beyim.”
Delikanlı öne eğilip kaçmasından korkar gibi bir elini ona doğru uzattı. “Hayır,” dedi. “Hayır, Doyeon Hanım. Sizin elinizi tutup koşmak ne olursa olsun çok güzel. Lakin başınıza iş açıp kendinizi tehlike atmanızdan, sizi her görüşümde birilerinden kaçmanızdan bıktım usandım.”
Küçük Hanım’ın omuzları dikleşti. “Ben sizden yardım istemedim.” Ses tonu acı vericiydi.
“Evet, biliyorum Küçük Hanım. Bilmesine biliyorum da hep zor zamanlarımızda çıkıyoruz birbirimizin karşısına. Kafalarımızı çevirip gidelim mi o halde?”
“Öyle yapalım. Rica ediyorum, öyle yapalım bundan sonra.”
“Utanıyor musunuz benden?” Dayanamamıştı işte. Öylece çıkıvermişti ağzından. “Oysa bugün elimi tutan sizdiniz, hanımefendi.”
“Nasıl böyle lakırdılar edersiniz?” Hangisi daha çok kırılmıştı, anlaşılmıyordu. Sesleri kırgınlıklarını yarıştırırcasına birbiri ardına çatlıyordu.
“Ben sizinle kırlarda koşturmak istiyorum Küçük Hanım, eli kılıçlı adamlardan kaçmak değil.”
Doyeon gözle görülür biçimde sinirleniverdi. Diklenir gibi yüzünü delikanlının yüzüne yaklaştırdı. “Yaşamak böyle kolay bir iş mi sanıyorsunuz? Böyle çocukça hayallerinizi kendinize saklayınız! Sizi bilmem, lakin benim yapacak işlerim boyumu aşıyor.”
Bıyığını aceleyle takıp pantolonunu çıkarmaya girişti. Taekwoon neye uğradığını şaşırarak başını çevirdi, yine de kaçıp giderse diye gözünün ucuyla ne yaptığına bakıyordu. Pantolonun altından sönük bir etek çıkmıştı, ceketinin altında da ince bir kadın ceketi vardı. Bıyığı ve toplu saçlarının altında bu zarif kıyafetler belirince çok komik gözükmüştü.
Delikanlının içinden onun yüzünü sımsıkı tutup yanaklarını öpmek gelmişti. Boş bulunup “Doyeoncum…” diye fısıldadı.
Hanımefendi aniden çılgına dönmüş gibi başını kaldırdı. Göz kapakları bile titriyordu. Ufacık boyuyla bile uzanıp okkalı bir tokat patlatması zor olmadı. Elleri yumuşaktı, lakin acıtmıştı. Taekwoon tokadın geldiğini görmesine rağmen onu durdurmamıştı.
“Bir daha öyle seslenmeyin bana!” Böylesine yakınken, bıyığı ve öfkeli gözleriyle kendisine böyle diklenirken; delikanlının artık sürekli içlerinde bulunduğu o beyefendileri andırıyordu. Elbisesi olmasa eksiksiz olacaktı. Delikanlının onu böyle süzüşünü görmezden gelip “Öylesi sizin için de iyi olur,” diye devam ettirdi sözlerini.
“Neden?” diye sordu Taekwoon. “Küçük Hanım benim gibi birine ‘Beyim, beyim’ diye seslenmekten utanmıyorlar da ben onlara hanım diye hitap etmediğim için utanmalıyım, öyle mi?”
“Söylediklerinizin ne denli manasız olduğunun ayırdında mısınız?”
“Hayır! Sen benim söylediğin şeylerin ne denli manidar olduğunu fark ediyorsun. Ben nasıl biriyim biliyorsun! Lakin nasıl olur da tek kelime etmezsin? Sormayan, söylemeyen insanlardan sıkıldım artık. Bu gerçek mi? Şimdi karşımda duruyor musunuz gerçekten, yoksa ben aklımı mı yitiriyorum Doyeon Hanım, söyleyin bana. Size bir efendi gibi yaklaşıp sizi kullanmadığımı nereden biliyorsunuz? Sizden sakladığım onca şey olduğu belliyken neden hala elimi tutup koşuyorsunuz? Neden sormuyorsunuz?”
Doyeon’un yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Hitap şeklini sürekli değiştirmesi açıkça bir oyundu; kendisini etkilemeye, dilini çözmeye çalışıyordu. “Çok komiksiniz,” dedi hiç de eğlenmeyen bir ses tonuyla. “Benim sizden sakladığım şeyler olmadığını mı düşünüyorsunuz? Belki de bir adamım ben, nereden biliyorsunuz? Sormayışım, söylemek istemeyişimdendir, bu böylesine belliyken neden hala elinize uzanan elimi kabul ediyorsunuz? Neden sormuyorsunuz da sormamı bekliyorsunuz? Ben anlatmayacağım beyim. Beklediğiniz buysa beklemeyi bırakabilirsiniz. İstediğinizi yapmadığım için özür dilemeyeceğim. Zor zamanımda karşınıza çıktığım için özür dileyebilirim belki. Bunun karşılığında bir daha bana ismimle seslenmemenizi isteyeceğim sizden.”
Delikanlı güldü. “Gücendiğim için öylesine söylemiştim. Lakin sahiden utanıyor olmalısınız benden. Yalnızca sizin gibiler size adınızla seslenebilir yani, öyle mi?”
Bu defa kesinkes gitmek üzere arkasını döndü Doyeon. “Hayır,” dedi. “İsmimi söyleyişinize alışırım da bir daha sizi görünce kafamı çeviremem diye…”
Taekwoon göğsüne bir yumruk yemiş gibi hissetti. Ölecekti sanki. “Doyeon!” diye bağırdı. “Bıyığını çıkarmayı unuttun! Doyeon… Ben bey değilim Doyeon. Ben… Doyeon…” Genç kız çoktan sonun sesini duyamayacak kadar uzaklaşmıştı. “Özür dilerim Doyeon.”

mavinot: Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin! Teşekkürler.

4 yorum:

  1. Ben ne yazsam şimdi bu bölüme ne desem bilemedim
    Doyeon ve Taekwoon'un bölümleri hep çok hoşuma gitti şimdiye kadaro yüzden böyle bir bölümün geleceğini görememişim sanırım
    Doyeon kimin nesi bilmiyorum ama sonları nasıl olacak merak etmeden duramıyorum
    Ayrıca Jaehwan ve Taekwoon neden bu kadar güzel oldular çok tatlılar aynı zamanda bir o kadar da hüzün dolu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle bir durumun olacağını Taekwoon da görememişti ehehe. Teşekkür ederim, birlikte neler olacağını görelim :)

      Sil
  2. Jaehwan favorim kararımı verdim umarım başına aptalca bir şey getirmez manyak çocuk

    YanıtlaSil