Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #12

Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

Park Chulhwan, sarayda olduğu kadar sokaklarda da ismi çok sık duyulan; zekâsı, serveti ve pek kabiliyetli oğullarıyla tanınan; Joseon’un belki de en tartışmalı vekillerinden biriydi.
Veliaht Prens daha çok küçük bir çocukken, babası Kral Hazretleri’nin özel ricası üzerine memleketi Gwangwon’daki evini bırakıp Hanyang’a yerleşmişti. Neredeyse bütün ev halkının göç ettiği yolculuk sırasında, zaten hasta ve zayıf olan kızı ölmüştü. Herkes karısına kötü davranmaya başlamasına bu talihsiz olayın sebep olduğunu söylese de yalnızca karısına karşı değil, neredeyse kendisinden aşağı gördüğü herkese karşı acımasızca davranan biri olduğu açıkça belliydi.
Kral Hazretleri onu saraya çağırdığında insanlar şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Böyle merhametsiz birinden ne hayır gelebilirdi ki? Lakin işe yaramıştı. Yüce Kral her zamanki gibi başarmıştı. Liman kentlerinde çıkan anlaşmazlıklara sebep olan Ming soylu ailelerin ortadan kaldırılması bu acımasız adam sayesinde gerçekleşmişti. Katliam demeye cüret edenin de katledileceği bir iş başarılmıştı.
Ülkenin refahı için katkılarından dolayı sarayda vekil olması uygun görülmüştü. Sonuçta Kral, uğruna kızını verdiği bir yolculukla huzuruna gelen bir adamın geri gitmesini isteyemezdi. Gerçi tek sebep bu değildi. Piyonlara ne zaman ihtiyaç olurdu bilinmezdi, hem koskoca tahtın ve ülkenin sahibi ödül vermeden insanları kullanan biri olamazdı.
Piyon olarak kalmadı Park Chulhwan. Yerini sağlamlaştırdı, önüne çıkan engelleri kenara çekmek yerine yok ediyordu. En az Prens Hazretleri’nin dayısı kadar özerk olup büyük bir tehdit oluşturduğu gibi, onunla özel ilişkiler geliştirip dayının kızı ve kendi oğullarının en büyüğü arasında planlanan izdivaçla işbirliğine gitmeleri an meselesiydi.
Bu adamın, Kral ve saray gözündeki yeri sarsılamayacak kadar güçlü gözüküyordu. Lakin birliğin elindeki defter büyük bir sarsıntı yaratmayı başarabilmişti.
Aldığı, verdiği rüşvetler ve yaptığı yasadışı ya da ahlakdışı işler genel hatlarıyla ve kanıtlarıyla birlikte Kral Hazretleri’ne gizli bir mektupta sunulmuştu. O sırada huzurunda yalnızca emektar kâhya bulunuyordu. Yüce Kral’ın “İlk günden beri böyle bir şey bekliyordum,” diyerek iç çektiğini yalnızca o duymuş, yüksek tahtından mektubu uçak yapıp yere doğru uçururken yakalamak için o koşmuş, verilen emirleri o dinleyip gereken yerlere iletmek için o gitmişti.
Aynı gün içinde Park Chulhwan’ın rütbesi düşürüldü, vekillikten alınıp alt kademelere çekildi. Yolsuzluk yapmasını telafi olarak servetinin büyük bir kısmı devlet hazinesine geçirildi. Büyük oğlunun da memurluk seviyesi düşürülecek, hatta küçük oğlunun memurluk sınavına girmesi yasaklanacaktı. Lakin ülkenin her yanında insanların kanlarını damla damla döküp dağlar kadar servet biriktirmiş olan koskoca zalim Park Chulhwan Kral’ın konutunun önünde birkaç gün diz çökmüş, ağlanıp sızlanmıştı. Bunun üzerine oğullarına verilen cezalar kaldırıldı. Yine de zedelenen itibara bu ufak bağışlanma merhem olmamıştı.
Meclis makamında Vekil Efendi, müstakbel dünürünü savunmak istediyse de ağzının payını alarak evine dönmüştü. Onun her adımını takip eden Taekwoon, tahtırevanından inerken hamalların hepsine birer tokat patlattığını görmüştü. Jaehwan da evin alışverişi için dışarı çıkan hizmetçi kızlardan Vekil Efendi’nin gelecekteki izdivacı bozmak istediğini öğrenmişti.
Bu ilk hamlenin esas hedef üzerindeki etkileri tam da Âlim Cha’nın beklediği ve istediği gibi olmuştu. Kendisi de onunla Veliaht Prens’in konutunda karşılaşmıştı. Dayı olarak dert yanmaya mı yoksa yardım istemeye mi gelmişti, bilinmezdi. Lakin suratının hali Âlim Efendi’yi pek bir neşelendirmişti. Sıranın kendisine geleceğini anlamasa da hissediyordu yavaş yavaş. Kendisi gelmediğinde sık sık güvendiği kimseleri Prens’le arkadaşlık kurması için yolluyordu.
Saraydaki karışıklık tam anlamıyla durulmadan, ama hafif sönmüşken plan dâhilinde Veliaht Prens babası Yüce Kral’ın huzuruna çıktı.
“Bana bu gizli mektubu kimin gönderdiğini biliyor musun?” diye sordu Kral Hazretleri.
Genç Prens darılmış gibi görünerek “Majestelerinin bilmediği şeyi ben nasıl olur da bilebilirim?” diye karşılık vermişti.
“Belki üstündeki çamuru temizlemek, duvarın güzel gözükmesini sağlıyor olabilir… Lakin duvarı yaparken içine de çamur koyduk. Unutmayasın oğul, çamura da ihtiyacımız vardır.”
“Evet, baba.”
“Dayın Vekil Efendi sık sık konutuna girip çıkıyor diye duydum.”
“Evet.”
“Aklında ne var?”
Prens hafifçe başını kaldırıp tahtında dimdik oturan babasına baktı. Kalp atışları hızlandı. “Yeni duvarları dikerken kullanabileceğimiz kaliteli çamurlar seçmeye çalışıyorum. Tıpkı sizin öğrettiğiniz gibi…”
Âlim Efendi, daha sonra bu konuşmadan memnun kaldığını Prens’e söylese de Kral Hazretlerinin memnun olup olmadığından emin değildi Prens Sanghyuk. Yüz ifadesinden hiçbir şey anlamamıştı, belirsizlik onu korkutmuştu.
O gece Hongbin’le kılıç talimi yapmaya çıktılar. İşin renginin değişmesi uzun sürmedi. Yalnızca Veliaht Prens değil arkadaşı da gün geçtikçe büyüyen bir stresin altında küçüldüğünü hissediyordu. Korku ve hırs birleşip kılıçlarının uçlarında göstermişti kendini. Kıyasıya dövüşmüşlerdi.
Hongbin, az daha Prens’in omzuna kocaman bir sıyrık bırakıyordu ki kendine geldi. Kılıcını bırakıp dizlerinin üstüne çöktü. “Bağışlayın, Majesteleri.”
Genç Prens de kılıcını arkadaşınınkinin üstüne bırakıp yanına oturdu. “Olsun, abi. Ben de kendimi çok kaptırdım.”
Nefesleri düzene girince talim alanının ortasına uzanıp yıldızları izlediler.
“Keşke Wonsik de olsaydı,” dedi Efendi Lee. “Özledim keratayı.”
O sırada Jaehwan’la evine yürümekte olan Âlim Kim Wonsik, kendisinden oldukça uzakta söylenmiş bu sözleri hissetmişçesine titremişti. İkisi de bu titremenin üzerinde durmamıştı, zira konuşamayacak kadar yorgunlardı.
Jaehwan hana gidip bir uyku çekmek, Wonsik de odasına kapanıp bir şeyler yazmak istiyordu. Şiir değil, öykü de değil… Günlük gibi ama o da değil… İçini dökmek istiyordu yalnızca. Abisiyle vedalaşıp dış kapıyı örterken aklında sadece bu vardı. Sonra ardını döndü ve sundurmada oturmuş uykulu gözlerle kendisine gülümseyen Jiwon’u gördü. Zar zor gülümsemesine karşılık verirken ağır adımlarla yanına varıp oturdu.
“Akşam yemeklerine gelmeyişine alışamadım daha,” dedi genç kız. “Yemek ayırdım sana, odana bıraktım.”
“Kim Jiwon…”
“Efendim abi?”
“Teşekkür ederim.” Jiwon’un yüzündeki gülümseme, abisinin gözünden süzülen yaşları görünce siliniverdi. Kollarını açtı ve sanki büyük kardeş kendisiymiş gibi kucakladı Wonsik’i. İki kardeş uzun uzun ağlaştılar.
Âlim Kim’in ihtiyacı olan bir şeyler yazmak değildi, böyle sıcak bir kucaklama çok daha iyiydi.
En az onun kadar Taekwoon’un da sıcak bir kucaklamaya ihtiyacı vardı. Hayır, aslında Doyeon’un ağzından duyacağı bir kelime de yeterdi ona. Lakin bu iş bitinceye kadar hanımefendiyi hiçbir yerde aramayacağına ve görse de uzak duracağına dair kendisine söz vermişti. En son görüşmelerinde kızcağızın kafasını uçurmak üzere olduğuna hala inanamıyordu. Böylesi hem kendisi, hem de onun için daha iyiydi.
Yine de düşünmeden edemiyordu. Öyle ki abisine anlatmaya karar vermişti. Bu yüzden uzun süredir isteyip de yapamadığı göl banyosuna davet edecekti onu. Ancak önce efendisinden izin alması gerekiyordu.
Biraz dalgın, biraz da uykulu adımlarla talimden çıkıp mektebe yürümüştü. Kimseler yoktu, ışıklar sönüktü. Yine de efendisinin orada olduğunu biliyordu, birliğin taşradaki ayaklarından birini yürüten bir toprak sahibiyle görüşecekti.
Karanlık koridorları geçip iç odanın kapısına geldi. “Beyim, kulunuz Taekwoon geldi,” dedi usulca.
Âlim Efendi’nin sesi neşeliydi. “Taekwoon, içeri gel çocuğum.”
Konuk, kırmızı yanaklı ve kalın kaşlı, sevimli bir adamdı. Gülümseyince gözleri incecik birer çizgi halini alıyordu. Delikanlıya elindeki çay bardağını kaldırarak selam vermişti.
“Rahatsız ediyorum, affınıza sığınıyorum.”
“Ne rahatsızlığı?” dedi adam kahkaha atarak. “Görüşmemiz biteli çok oluyor.”
“Sohbet ediyorduk artık,” diye onayladı onu Âlim Efendi. “Geldiğin çok iyi oldu oğlum. Ben de sevincimi paylaşacak birini arıyordum.”
Taekwoon yalnızca bunu duyunca bile sevinmişti, ama heyecanla devamını duymak için bekledi. Âlim Cha kocaman bir Joseon haritası açtı masasının üstüne. Oldukça ayrıntılıydı, ilçeleri hatta küçük köyleri bile gösteriyordu. Ülkenin dört bir yanında kırmızı renkle işaretlenmiş yerler vardı. Delikanlı daha önce harita görmüştü, lakin böylesine ilk defa rastlıyordu.
“Bak şuna,” dedi efendisi. “Bunun ne olduğunu biliyor musun?”
“Joseon’un haritası, değil mi?”
Cha Hakyeon inci dişlerini göstererek gülümsedi. “Hayır, Taekwoon. Bu bizim zaferimizin garantisi.” Delikanlı dudağını büzdü, hiçbir şey anlamamıştı. “Şu kırmızılı yerleri görüyor musun? İşte oralar… Birliğimizin sahip olduğu topraklar.”
“Birliğin toprak hazinesi mi var?”
“Evet, yıllardır bulabildiğim her karış toprağı toplamaya çalışıyorum. Sonunda her şeyi garanti altına alabilecek kadarını elde ettim.” Tüm ülkenin neredeyse yarısı kırmızıya boyanmıştı. Şaşırtıcı, hatta korkunç bir tabloydu. “Planımızın son adımında… Her şeyi tamamladığımızda… İşte bu toprakları vereceğiz halka. Herkese eşit, herkese karnını doyuracak kadar vereceğiz. Sabırsızlanıyorum oğlum. İnsanların kendi ekmeklerini korkmadan yapabilecekleri gün için sabırsızlanıyorum. Lakin önce… Toprak vergilerini düşüreceğiz.”
Taekwoon anlamıştı. Asıl planlar Veliaht Prens tahta çıktıktan sonra başlayacaktı. Yalnızca başlangıçtı şimdikiler, uğraş hiç bitmeyecekti.
Omuzlarına biraz daha yük binmiş gibi hissetti. Cevap veremedi. Göz kapakları ağırlaştı. Neden geldiğini hatırlayarak konuyu değiştirmeye çalıştı.
“Ben aslında… Yarın için izin almaya gelmiştim,” diye mırıldandı. Artık hevesi kaçmış gibiydi.
“Ne izni?”
“Jaehwan abimle… Göle… Şey yani… Gölde yıkanmak istiyoruz. Birkaç saat sürer yalnızca.”
Efendisi gülümseyerek başını salladı. “Öğlene kadar eğlenin bakalım. Dikkat et, Jaehwan yüzmeyi bilmez.”
“Peki, efendim. İyi akşamlar.” Konuğa ve Âlim Efendi’ye selam verip ayrıldı yanlarından. Geldiği zamandan daha yorgundu şimdi.

mavikartozu: Lütfen yorum bırakmayı unutmayın. Teşekkür ederiim!

4 yorum:

  1. Neden bilmiyorum belki de hassas anıma geldi Wonsik ve Jiwon'un sahnesinde çeşmeleri açıverdim
    En sevdiğim yerlerden biri oldu o bölüm
    Gittikçe hepsinin omuzlarındaki yükler artıyor
    Gittikçe daha çok yoruluyorlar
    Sonunda ne olacak cidden merak etmeye başladım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Wonsik ve kız kardeşi hepimizin zayıf noktası sanırım :') teşekkür ederim, çok teşekkür ederim <3

      Sil
  2. Böyle bir titredim gerildim heyecanla bekliyorum her an kötü bir şey olacak gibi tetikteyim :(

    YanıtlaSil