Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
Park Chulhwan, sarayda olduğu kadar sokaklarda da ismi
çok sık duyulan; zekâsı, serveti ve pek kabiliyetli oğullarıyla tanınan;
Joseon’un belki de en tartışmalı vekillerinden biriydi.
Veliaht Prens daha çok küçük bir çocukken, babası Kral
Hazretleri’nin özel ricası üzerine memleketi Gwangwon’daki evini bırakıp
Hanyang’a yerleşmişti. Neredeyse bütün ev halkının göç ettiği yolculuk
sırasında, zaten hasta ve zayıf olan kızı ölmüştü. Herkes karısına kötü
davranmaya başlamasına bu talihsiz olayın sebep olduğunu söylese de yalnızca
karısına karşı değil, neredeyse kendisinden aşağı gördüğü herkese karşı
acımasızca davranan biri olduğu açıkça belliydi.
Kral Hazretleri onu saraya çağırdığında insanlar
şaşkınlıktan ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Böyle merhametsiz birinden ne
hayır gelebilirdi ki? Lakin işe yaramıştı. Yüce Kral her zamanki gibi
başarmıştı. Liman kentlerinde çıkan anlaşmazlıklara sebep olan Ming soylu
ailelerin ortadan kaldırılması bu acımasız adam sayesinde gerçekleşmişti.
Katliam demeye cüret edenin de katledileceği bir iş başarılmıştı.
Ülkenin refahı için katkılarından dolayı sarayda vekil
olması uygun görülmüştü. Sonuçta Kral, uğruna kızını verdiği bir yolculukla
huzuruna gelen bir adamın geri gitmesini isteyemezdi. Gerçi tek sebep bu
değildi. Piyonlara ne zaman ihtiyaç olurdu bilinmezdi, hem koskoca tahtın ve
ülkenin sahibi ödül vermeden insanları kullanan biri olamazdı.
Piyon olarak kalmadı Park Chulhwan. Yerini
sağlamlaştırdı, önüne çıkan engelleri kenara çekmek yerine yok ediyordu. En az Prens
Hazretleri’nin dayısı kadar özerk olup büyük bir tehdit oluşturduğu gibi,
onunla özel ilişkiler geliştirip dayının kızı ve kendi oğullarının en büyüğü
arasında planlanan izdivaçla işbirliğine gitmeleri an meselesiydi.
Bu adamın, Kral ve saray gözündeki yeri sarsılamayacak
kadar güçlü gözüküyordu. Lakin birliğin elindeki defter büyük bir sarsıntı
yaratmayı başarabilmişti.
Aldığı, verdiği rüşvetler ve yaptığı yasadışı ya da
ahlakdışı işler genel hatlarıyla ve kanıtlarıyla birlikte Kral Hazretleri’ne
gizli bir mektupta sunulmuştu. O sırada huzurunda yalnızca emektar kâhya
bulunuyordu. Yüce Kral’ın “İlk günden beri böyle bir şey bekliyordum,” diyerek
iç çektiğini yalnızca o duymuş, yüksek tahtından mektubu uçak yapıp yere doğru
uçururken yakalamak için o koşmuş, verilen emirleri o dinleyip gereken yerlere
iletmek için o gitmişti.
Aynı gün içinde Park Chulhwan’ın rütbesi düşürüldü,
vekillikten alınıp alt kademelere çekildi. Yolsuzluk yapmasını telafi olarak
servetinin büyük bir kısmı devlet hazinesine geçirildi. Büyük oğlunun da
memurluk seviyesi düşürülecek, hatta küçük oğlunun memurluk sınavına girmesi
yasaklanacaktı. Lakin ülkenin her yanında insanların kanlarını damla damla
döküp dağlar kadar servet biriktirmiş olan koskoca zalim Park Chulhwan Kral’ın konutunun
önünde birkaç gün diz çökmüş, ağlanıp sızlanmıştı. Bunun üzerine oğullarına
verilen cezalar kaldırıldı. Yine de zedelenen itibara bu ufak bağışlanma merhem
olmamıştı.
Meclis makamında Vekil Efendi, müstakbel dünürünü
savunmak istediyse de ağzının payını alarak evine dönmüştü. Onun her adımını
takip eden Taekwoon, tahtırevanından inerken hamalların hepsine birer tokat
patlattığını görmüştü. Jaehwan da evin alışverişi için dışarı çıkan hizmetçi
kızlardan Vekil Efendi’nin gelecekteki izdivacı bozmak istediğini öğrenmişti.
Bu ilk hamlenin esas hedef üzerindeki etkileri tam da
Âlim Cha’nın beklediği ve istediği gibi olmuştu. Kendisi de onunla Veliaht
Prens’in konutunda karşılaşmıştı. Dayı olarak dert yanmaya mı yoksa yardım
istemeye mi gelmişti, bilinmezdi. Lakin suratının hali Âlim Efendi’yi pek bir
neşelendirmişti. Sıranın kendisine geleceğini anlamasa da hissediyordu yavaş
yavaş. Kendisi gelmediğinde sık sık güvendiği kimseleri Prens’le arkadaşlık
kurması için yolluyordu.
Saraydaki karışıklık tam anlamıyla durulmadan, ama hafif
sönmüşken plan dâhilinde Veliaht Prens babası Yüce Kral’ın huzuruna çıktı.
“Bana bu gizli mektubu kimin gönderdiğini biliyor musun?”
diye sordu Kral Hazretleri.
Genç Prens darılmış gibi görünerek “Majestelerinin
bilmediği şeyi ben nasıl olur da bilebilirim?” diye karşılık vermişti.
“Belki üstündeki çamuru temizlemek, duvarın güzel
gözükmesini sağlıyor olabilir… Lakin duvarı yaparken içine de çamur koyduk.
Unutmayasın oğul, çamura da ihtiyacımız vardır.”
“Evet, baba.”
“Dayın Vekil Efendi sık sık konutuna girip çıkıyor diye
duydum.”
“Evet.”
“Aklında ne var?”
Prens hafifçe başını kaldırıp tahtında dimdik oturan
babasına baktı. Kalp atışları hızlandı. “Yeni duvarları dikerken
kullanabileceğimiz kaliteli çamurlar seçmeye çalışıyorum. Tıpkı sizin
öğrettiğiniz gibi…”
Âlim Efendi, daha sonra bu konuşmadan memnun kaldığını
Prens’e söylese de Kral Hazretlerinin memnun olup olmadığından emin değildi
Prens Sanghyuk. Yüz ifadesinden hiçbir şey anlamamıştı, belirsizlik onu
korkutmuştu.
O gece Hongbin’le kılıç talimi yapmaya çıktılar. İşin
renginin değişmesi uzun sürmedi. Yalnızca Veliaht Prens değil arkadaşı da gün
geçtikçe büyüyen bir stresin altında küçüldüğünü hissediyordu. Korku ve hırs
birleşip kılıçlarının uçlarında göstermişti kendini. Kıyasıya dövüşmüşlerdi.
Hongbin, az daha Prens’in omzuna kocaman bir sıyrık
bırakıyordu ki kendine geldi. Kılıcını bırakıp dizlerinin üstüne çöktü. “Bağışlayın,
Majesteleri.”
Genç Prens de kılıcını arkadaşınınkinin üstüne bırakıp
yanına oturdu. “Olsun, abi. Ben de kendimi çok kaptırdım.”
Nefesleri düzene girince talim alanının ortasına uzanıp
yıldızları izlediler.
“Keşke Wonsik de olsaydı,” dedi Efendi Lee. “Özledim
keratayı.”
O sırada Jaehwan’la evine yürümekte olan Âlim Kim Wonsik,
kendisinden oldukça uzakta söylenmiş bu sözleri hissetmişçesine titremişti.
İkisi de bu titremenin üzerinde durmamıştı, zira konuşamayacak kadar
yorgunlardı.
Jaehwan hana gidip bir uyku çekmek, Wonsik de odasına
kapanıp bir şeyler yazmak istiyordu. Şiir değil, öykü de değil… Günlük gibi ama
o da değil… İçini dökmek istiyordu yalnızca. Abisiyle vedalaşıp dış kapıyı
örterken aklında sadece bu vardı. Sonra ardını döndü ve sundurmada oturmuş
uykulu gözlerle kendisine gülümseyen Jiwon’u gördü. Zar zor gülümsemesine
karşılık verirken ağır adımlarla yanına varıp oturdu.
“Akşam yemeklerine gelmeyişine alışamadım daha,” dedi
genç kız. “Yemek ayırdım sana, odana bıraktım.”
“Kim Jiwon…”
“Efendim abi?”
“Teşekkür ederim.” Jiwon’un yüzündeki gülümseme, abisinin
gözünden süzülen yaşları görünce siliniverdi. Kollarını açtı ve sanki büyük
kardeş kendisiymiş gibi kucakladı Wonsik’i. İki kardeş uzun uzun ağlaştılar.
Âlim Kim’in ihtiyacı olan bir şeyler yazmak değildi,
böyle sıcak bir kucaklama çok daha iyiydi.
En az onun kadar Taekwoon’un da sıcak bir kucaklamaya
ihtiyacı vardı. Hayır, aslında Doyeon’un ağzından duyacağı bir kelime de
yeterdi ona. Lakin bu iş bitinceye kadar hanımefendiyi hiçbir yerde
aramayacağına ve görse de uzak duracağına dair kendisine söz vermişti. En son
görüşmelerinde kızcağızın kafasını uçurmak üzere olduğuna hala inanamıyordu.
Böylesi hem kendisi, hem de onun için daha iyiydi.
Yine de düşünmeden edemiyordu. Öyle ki abisine anlatmaya
karar vermişti. Bu yüzden uzun süredir isteyip de yapamadığı göl banyosuna
davet edecekti onu. Ancak önce efendisinden izin alması gerekiyordu.
Biraz dalgın, biraz da uykulu adımlarla talimden çıkıp
mektebe yürümüştü. Kimseler yoktu, ışıklar sönüktü. Yine de efendisinin orada
olduğunu biliyordu, birliğin taşradaki ayaklarından birini yürüten bir toprak
sahibiyle görüşecekti.
Karanlık koridorları geçip iç odanın kapısına geldi. “Beyim,
kulunuz Taekwoon geldi,” dedi usulca.
Âlim Efendi’nin sesi neşeliydi. “Taekwoon, içeri gel
çocuğum.”
Konuk, kırmızı yanaklı ve kalın kaşlı, sevimli bir
adamdı. Gülümseyince gözleri incecik birer çizgi halini alıyordu. Delikanlıya
elindeki çay bardağını kaldırarak selam vermişti.
“Rahatsız ediyorum, affınıza sığınıyorum.”
“Ne rahatsızlığı?” dedi adam kahkaha atarak. “Görüşmemiz
biteli çok oluyor.”
“Sohbet ediyorduk artık,” diye onayladı onu Âlim Efendi. “Geldiğin
çok iyi oldu oğlum. Ben de sevincimi paylaşacak birini arıyordum.”
Taekwoon yalnızca bunu duyunca bile sevinmişti, ama
heyecanla devamını duymak için bekledi. Âlim Cha kocaman bir Joseon haritası
açtı masasının üstüne. Oldukça ayrıntılıydı, ilçeleri hatta küçük köyleri bile
gösteriyordu. Ülkenin dört bir yanında kırmızı renkle işaretlenmiş yerler
vardı. Delikanlı daha önce harita görmüştü, lakin böylesine ilk defa
rastlıyordu.
“Bak şuna,” dedi efendisi. “Bunun ne olduğunu biliyor
musun?”
“Joseon’un haritası, değil mi?”
Cha Hakyeon inci dişlerini göstererek gülümsedi. “Hayır,
Taekwoon. Bu bizim zaferimizin garantisi.” Delikanlı dudağını büzdü, hiçbir şey
anlamamıştı. “Şu kırmızılı yerleri görüyor musun? İşte oralar… Birliğimizin
sahip olduğu topraklar.”
“Birliğin toprak hazinesi mi var?”
“Evet, yıllardır bulabildiğim her karış toprağı toplamaya
çalışıyorum. Sonunda her şeyi garanti altına alabilecek kadarını elde ettim.” Tüm
ülkenin neredeyse yarısı kırmızıya boyanmıştı. Şaşırtıcı, hatta korkunç bir
tabloydu. “Planımızın son adımında… Her şeyi tamamladığımızda… İşte bu
toprakları vereceğiz halka. Herkese eşit, herkese karnını doyuracak kadar
vereceğiz. Sabırsızlanıyorum oğlum. İnsanların kendi ekmeklerini korkmadan
yapabilecekleri gün için sabırsızlanıyorum. Lakin önce… Toprak vergilerini
düşüreceğiz.”
Taekwoon anlamıştı. Asıl planlar Veliaht Prens tahta
çıktıktan sonra başlayacaktı. Yalnızca başlangıçtı şimdikiler, uğraş hiç bitmeyecekti.
Omuzlarına biraz daha yük binmiş gibi hissetti. Cevap veremedi.
Göz kapakları ağırlaştı. Neden geldiğini hatırlayarak konuyu değiştirmeye
çalıştı.
“Ben aslında… Yarın için izin almaya gelmiştim,” diye
mırıldandı. Artık hevesi kaçmış gibiydi.
“Ne izni?”
“Jaehwan abimle… Göle… Şey yani… Gölde yıkanmak
istiyoruz. Birkaç saat sürer yalnızca.”
Efendisi gülümseyerek başını salladı. “Öğlene kadar
eğlenin bakalım. Dikkat et, Jaehwan yüzmeyi bilmez.”
“Peki, efendim. İyi akşamlar.” Konuğa ve Âlim Efendi’ye
selam verip ayrıldı yanlarından. Geldiği zamandan daha yorgundu şimdi.
mavikartozu: Lütfen yorum bırakmayı unutmayın. Teşekkür ederiim!
Neden bilmiyorum belki de hassas anıma geldi Wonsik ve Jiwon'un sahnesinde çeşmeleri açıverdim
YanıtlaSilEn sevdiğim yerlerden biri oldu o bölüm
Gittikçe hepsinin omuzlarındaki yükler artıyor
Gittikçe daha çok yoruluyorlar
Sonunda ne olacak cidden merak etmeye başladım
Wonsik ve kız kardeşi hepimizin zayıf noktası sanırım :') teşekkür ederim, çok teşekkür ederim <3
SilBöyle bir titredim gerildim heyecanla bekliyorum her an kötü bir şey olacak gibi tetikteyim :(
YanıtlaSilDaha vakti var ehehe :D
Sil