Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

23 Şubat 2014 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #15

3 Mayıs 2013
"Neden sevgiline sarıldığın için özür diliyorsun ki?"
Bu laf üzerine kollarım ona daha sıkı sarıldılar. Şu an hissettiğim her şeyi ona göstermek istiyordum, iki kolumun arasında tüm dünyayı tutuyormuş gibi hissettiğimi anlasın istiyordum.
"Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi Demir?"
"Sen çok sevdiğin her insanın kemiklerini mi kırarsın?" diye soludu güçlükle. "Yavaş ol birazcık. Tamam kollarının arasında olmaya bayılıyorum ama..." Hızla geri çekilip gözyaşlarımı sildim ve gülümsedim.
"Özür dilerim, canının yandığını unuttum."
"Hiç şaşırmadım," dedi yalandan bir sitemle. "Bütün gün benimle ilgilen diye sızlanıp durdum ama sen dönüp bakmadın bile."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Ama ben..."
"Tamam, neyse boş ver," diyerek sözümü kesti. "Sınıfa yürümeme yardım ederek bunu telafi etmeye başlayabilirsin." Hiç çekinmeden koluna girdim. İnsanın gözünü kör eden asıl şey aşk değil, kalbini kaptırdığın kişinin sen düşerken son anda elinden tutmasıymış. Demir de ben uçurumdan yuvarlanırken elimi tuttu. Onun düşebileceğine dair en ufak bir şey düşünmeden bencillikle eline yapıştım. Artık düşme ihtimalini görmüyorduk ikimizde. Uçuruma kör olmuştuk.
"Hasar nedir Pazı Bey?" diye sordum çekinerek. Konuşurken elini saran bandajlara dokunmuştum.
"Ne yapacaksın sen hasarı?"
"Öğrenmeden iyileştirmem ki..."
Demir dudağının yara bandı olmayan tarafını hafifçe kaydırarak gülümsemeye çalıştı. "Sen simyacıların aradığı o ölümsüzlük iksirisin İpek. Yaramın ne olduğu önemli değil, sen oldukça bir daha yaralanmamacasına iyileşeceğim nasıl olsa."
Sesimi çıkaramadım. O benim sonsuz iyileştirici olduğumu düşünüyordu, ama hatalı bir denemenin tehlikeli bir sonucu olarak ortaya çıkmış zehirli bir madde olma ihtimalim çok daha yüksekti.
Birlikte yavaşça sınıfa girdiğimizde çoğu baş bize döndü. Demir'in bu halde okula gelmesinin üstüne bir de hiç konuşmamış olmamız kafalarını karıştırmıştı, bu yüzden kol kola olduğumuzu görünce rahatlayarak gülümsediklerini fark ettim.
Sıramıza geçip oturduk. Ufuk sevimli bir ifadeyle bize bakıp konuşmak için ağzını açtı. Demir elini kaldırdı: "Evet, affeti bizi. Sakin ol." Ufuk memnuniyetle kafasını salladı.
Sonra kafamı çevirip rastgele bir yere, Demir'den uzağa baktım. Bakışlarımı ondan almak bana bundan sonra olacakları hatırlattı. Yaralanacaktık.
Şimdi yanımda acısı yüzünden dik duramıyor oluşu henüz hiçbir şeydi. Daha kötüleri olacaktı, biliyordum. Bana duyduğu büyük aşkı(!) her fırsatta gösteren Atıf Bey beni yalnızca ona değil, bana da aynı şeyleri yapacaktı. Hatta belki anneme bile. Her şeyden habersiz sırf bizi yan yana gördüler diye sevinen şu sınıf arkadaşlarımın dahi canı yanacaktı. Tüm dünyam yerle bir olacaktı. Bunu defalarca yaşamıştım, sonuçların farkındaydım.
Ama o zaman bana bir kaçış yolu sunulduğunda kaçmıştım, tereddütsüz. Acılara dayanmanın mantıklı bir noktası yoktu. Uğruna savaşacağım bir şeye sahip değildim. Artık öyle olmayacaktı. Sırtımı yaslayabileceğim, demir kadar sağlam bir duvar vardı arkamda şimdi. Savunmadan nefes aldığım bir anda saldırmama yardım edebilecek bir destek...
İşte tam bunları düşünürken aniden nefesim kesildi. Çünkü ben henüz savunmaya geçmemiştim, ama kötü cadı cephesi hiç beklemediğim bir yerden bana saldırmıştı bile.
Süleyman Bey sınıfın kapısında duruyordu, bakışlarındaki şey sınıfın havasını ağırlaştırmıştı. Refleks olarak ayağa fırladım. Dizlerimi masanın altına vurdum ve sırayı kaydırmak için yeterli gücü veremediğim için az daha düşüyordum. Yanımdakiler, onu fark etmedikleri için bana baktılar önce. Gözleriyle sordukları soruları cevaplamadan kapıya doğru bir adım attım. Süleyman Bey hiç tereddüt etmeden ona ilerliyor oluşumdan memnun bir ifade takındı, ancak bir şey beni durdurdu.
Demir sıkıca bileğimden yakalayıp beni çekmişti.
Dizlerim titriyordu. Süleyman Bey bile olsa hiçbir şeyin bu durumda kabul edilemeyeceğini biliyordum. Belki herkesin gözleri önünde canını çıkarana kadar onu dövmezdi, ama yakasından tutup dışarı çıkarmayacağından emin olamıyordum. Üstelik beni tuttuğunu görünce hızlı birkaç adımla tahtanın önüne kadar gelmişti.
"Demir," dedim inler gibi bir sesle.
"İpek," diye karşılık verdi. Ona baktım. Bileğimi bırakacak gibi değildi.
"Bir şey mi oldu?" diye sordum sanki şu an olanların hepsi hayal dünyamdaymış da kolumu öylesine tutmuş gibi.
"Ben de onu soracaktım," dedi dişlerini sıkarak. "Niye kalktın ayağa?" Göz ucuyla Süleyman Bey'in tepkisini kontrol etmeye teşebbüs eder etmez "Kim o adam?" diye devam etti. Parmakları bileğimi çok sıkmaya başladı. Tanımadığına göre dün gece onu döven kişi Süleyman Bey değildi, ama elbette bu konuda tahminleri vardı.
"Kimse." Sesimin çıkıp çıkmadığından emin olamadım.
"Sana bakıyor."
"Biliyorum."
"Kim olduğunu da..."
"Biliyorum." Süleyman Bey bize doğru birkaç adım daha attı. Bunlar tehditti, ama benim için mi Demir için mi kestiremiyordum.
"Sana doğru geliyor."
"Biliyorum. Kolumu bırakır mısın?"
"Bırakmam." Her zaman koruyucum gibi gelse de şimdi beni çok korkutan adamın bize doğru koşmayacağını umut ederek Demir'e yanaştım.
"Lütfen bırak," diye fısıldadım sesimin titremesine engel olamayarak. "Bırakmazsan kötü şeyler olacak."
"Biliyorum."
"Herkes bize bakıyor."
"Biliyorum, İpek." Sınıfta inanılmaz bir sessizlik olsa da kafaların içinde dönen düşünceleri duyabiliyordum. Bir sürü dedikodu malzemesi, korkunç şeyler... Demir gözlerimin içine o alev alev yanan bakışları atarken hele, dayanma gücüm gittikçe azalıyordu. Dizlerimde gerçekten derman kalmamıştı.
"Kötü biri değil," dedim. "Gerçekten."
"Dalga mı geçiyorsun?" diye güldü. Bandajı yanağına doğru kaydı.
"Bir şey olmayacak söz veriyorum."
Süleyman Bey'in şimdiye kadar beni kolumdan tutup götürmüş olması gerektiğini düşünüyordum. Bir anda benim gözümde sıradan bir 'avcı' oluvermişti, ama hala kahramanımdı. Sınıf arkadaşlarımın gözü önünde beni küçük düşürmek istemiyordu, yapabileceğinin en iyisini yapıyordu.
"Onun yanına gitmene izin vermeyeceğim," dedi Demir o zamana kadar duyduğum en sert ses tonunu kullanarak.
"Ama gideceğim. Bırak elimi."
"Gidebiliyorsan git," diye omuz silkti. Elimi kurtarmak için çekerken umutsuzca Süleyman Bey'e baktım.
O da gerçekten sinirlenmeye başlamıştı. Öfkeyle boğazını temizledi. "İpek," dedi. "Annen bekliyor."
Demir yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Kafam Süleyman Bey'e dönük olduğu için dudakları kulağıma yaklaşmıştı. "Annen mi?" dedi. Sıcak nefesi zaten titreyen bedenimi bir kez daha titretti.
"Annesi rahatsız," derken sesini yükseltmişti Süleyman Bey. "Bırakırsan gideceğiz delikanlı."
Annemin hasta olmadığını hepimiz biliyorduk. Ama bu bahaneyi kullandıktan sonra Demir beni bırakmazsa kendilerini gittikçe aptal hisseden sınıf arkadaşlarımın gözünde durum daha da garipleşecekti.
"Yalan söylediğini biliyorsun," diye fısıldadı Demir ve sadece ben duydum.
"Sen de biliyorsun," diye cevap verdim. "Rahatsız olan annem değil."
"Seni o adama göndermekten korkuyorum," dedi.
"Ben de sana bir şey olmasından korkuyorum. Sadece bundan. Alıştım artık, onlar beni korkutamazlar." Bir süre dikkatle baktı, gözleri yavaşça kısıldı. Sonra da usulca elimi bıraktı.
Demir elimi bıraktığı an uzanıp çantamı aldım. Niyetim hemen arkamı dönüp gitmekti, yüzüne bile bakmadan. Çünkü öyle yapmalıydım. Ama kendime söylediğim şeyi hatırladım. O benim sırtımı yasladığım taştı ve eğer ayakta durmak istiyorsam onun da dik durmasını sağlamalıydım. Kafamızın üstünde duran un çuvalının üstümüze boşalmasına sebep olan şeyi, aşkımızın üniformasına bir nişan takarcasına gururla yaptım. Hızla parmak uçlarımda yükselip yanağına bir öpücük kondurdum. Sonra da dudaklarımın kulağına bu kadar yakın olmasından istifade ederek fısıldadım: "Özür dilerim."
Süleyman Bey daha fazla dayanamayarak bana koştu, koluma yapışıp beni uzaklaştırdı. Demir son bir kez uzanıp yakalamaya çalıştıysa da başaramadı. Son gördüğüm bıkkın bir tavırla kendini sıraya bıraktığıydı.
***
"Sen ne yaptığının farkında mısın?!" diye bağırdı Süleyman Bey korkunç bir sesle. "Kafayı mı yedin sen!" Koltukla bütün olmak gibi olağanüstü bir çaba içerisindeydim. Yüzümü hissedemediğim için ifadelerimi kontrol etme yetimi de kaybetmiştim. Bir de galiba artık kanım soğuk akıyordu, çünkü neye dokunursan dokunayım elimi kızgın ateşe sokmuş gibi hissediyordum. "Öldürtmek mi istiyorsun kendini sen İpek! Ne dedim ben sana ya, birazcık bile dinlemedin mi sen beni! Hoşuna gitti mi o çocuğa yaptığın! Gördün halini!"
"Ben..." dedim o kadar kızgın cümlelerden sonra verilen esi dolduran boğuk bir sesle. "Ben yapmadım ki. Siz yaptınız. Onun canını yakan ben değilim."
"Ondan uzak dursaydın bunların hiçbiri olmazdı. Beni korkutuyorsun İpek. Sana da bir şey olacak diye çok korkuyorum."
"Ben korkmuyor muyum sanıyorsunuz?" diye fısıldadım. Konuşurken dudaklarımın arasından çıkan nefesin havada buz kristalleri oluşturduğuna yemin edebilirdim.
"O zaman yapma. Yol yakınken dön. Her şey çok daha korkunç olmadan..."
"Atıf Bey..." diyerek lafa girdim. "Bilmiyor değil mi? Her şey o öğrendiği zaman çok daha korkunç olacak. Bunu söylemek istiyorsunuz." Sessizliği söylediklerimi onaylar nitelikteydi. "Neden söylemediler? Söyleyip beni elim kolum bağlı oturmaktan kurtarsalar hiç fena olmazdı. Demir o haldeyken benim tek yapabildiğim ne zaman benden nefret ettiğini söyleyecek acaba diye beklemek, ağlamak... Kendimi çok çaresiz hissediyorum."
"Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ya seni öldürürse ne olacak?" Bu soruyu her gün kendime soruyordum, bu yüzden onun da sormasını gayet normal karşılamıştım. Ama yüzüme hiç de yapmacık görünmeyen bir şaşkınlık ifadesi yerleştirmeyi başarabildim.
"Siz... Gerçekten... Benim yaşadığımı mı düşünüyorsunuz?"
 Onun bir şeye bu kadar çok şaşırdığını ilk kez görüyordum. Kaşları alnını geçip dazlak kafasının üstüne çıkmak istermişçesine havaya kalktı ve ağzı açık kaldı. İstediğim tepkiyi fazlasıyla almış olmanın memnuniyetiyle soğuk bir bakış atarak kafamı çevirdim.
Cevap verememesinden istifade ettim: "Neden ona söylemediler hala? Tamam daha önce kimseye bu kadar yaklaşmamış olabilirim, ama yine de hala söylememiş olmaları normal değil."
Biraz önce söylediğim şeyi sindirmesi için birkaç saniye beklememiz gerekti. Sonra derin bir nefes aldı. "Çünkü korkuyorlar. Atıf Bey şu iş yüzünden normalde olduğundan daha sert biri oldu. Söylerlerse öldürülecekler listesinde onların da adı olacak."
"O halde haberi olana kadar vaktimiz var."
"Ne vakti?"
"Gençlik aşkımın tadını çıkarma vakti," diye mırıldanırken ayağa kalktım, mutfağa doğru yürüdüm. Bir bardak suya ihtiyacım vardı.
Attığım ağır, hastalılı adımları sabırla takip ederken yüksek sesli soluğunu duyabiliyordum. "Ya seni yarı yolda bırakırsa ne olacak?" dedi gerçekten endişeli bir sesle.
"Zaten yarı yoldayız," dedim. "Ne kaldı ki sona?"
"Ya ölürsen?" diye sordu, ona verdiğim cevabı unutmuş gibi.
"O zaman uğruna öldüğüm bir şey olur."
"Ya o ölürse?"
"Ölürse benim de sonunda intihar etmek için bir sebebim olur."
"Yani bütün ihtimalleri hesapladın?"
"Savaşa girmeden önce bunları yapmak gerekir. Yoksa kaybedersiniz."
"Kazanacağından eminsin."
"Kazanmayacağım belki, ama kaybedeceğim bir şey de yok." Mayıs ayında olmamıza rağmen çok soğuk olan sudan büyük bir yudum aldım. Bardağı yerine koyduğumda şu an yaptıklarıma itiraz eden herkesin kalbini kırmak istediğimi fark ettim. "Mutluyum," dedim. "Buna kalkışmadan önce yalnızca ertesi gün ne yapacağımı planlardım. Şimdi en azından daha uzun bir planım var."
Söylediğim şeyin etkisini yüzünden gördüm, ama o bunu geçiştirmek istedi. "Annenin olan bitenden haberi var mı?" diye sordu.
"Bir şey fark eder mi?" dedim bıkkın bir sesle.
Süleyman Bey'e her zaman saygı duyduğumu kaç kere söyledim bilmiyorum. Bazen ona karşı anneme karşı yaptığımdan daha yumuşak başlı davranırdım. Sözünü dinlerdim, ona güvenirdim. Ama o an söylediği hiçbir şeyi duymak istemiyordum. Duymak istemediğim şeyler söylediğinden değil, bildiğim şeyleri bana hatırlattığından böyle hissediyordum. Her ne kadar fazla cesur olan yüreğimle hazırladığım planlarım olsa da geleceğimin belirsizliğinin ben de farkındaydım. Düşünmediğim şeyler vardı, düşünmeyi ertelediğim. Annem mesela, bu konu içine girdiğim zaman ne olacağını hiç bilmediğim bir kara delik gibiydi. Beni Atıf Bey'den önce o mu öldürürdü, yoksa bana destek mi verirdi emin değildim. Ya da en korkunç cevapsız sorum: Gerçekten ölürsem tek başına ne yapardı?
Bu düşünceler -zaten son günlerde sınırını fazlasıyla aşmış olan- hırçınlığımı körüklüyordu.
Tam kötü bir şey söylemek için sıkılı dişlerimi aralamıştım ki oturma odasında bıraktığım telefonum çalmaya başladı.
Kalbimin öfkeli kanat çırpışı anında ölmek üzere olan bir kuşun çırpınışına dönüşüverdi. Süleyman Bey'in gözlerinde alevlenen bakışı gördükten hemen sonra içeri koştum ve telefonu kaptığım gibi açtım.
"Alo?"
"İpek?" diye inledi telefonun diğer ucundaki sevgili Pazı'm.
"Demir? İyi misin?" Sesimi kontrol etmeye çalışsam da becerememiştim. Biri kolumu koparıyormuş gibi ciyaklamıştım.
"İyiyim... İyiyim..." Durup duyabileceğim kadar yüksek sesle yutkundu. "Sakin ol. Sesini duymak istedim."
"Nerdesin?" diye sordum.
Güldü. "Aklındayım," diye mırıldandı. Konuşmakta zorlanıyor muydu, yoksa yine kalbimi çarptırmak için oyun mu oynuyordu kestiremiyordum. Yine de bu beni endişelendiriyordu.
"Haklısın," dedim. "Sürekli aklımdasın, sürekli diken üstündeyim."
"Sadece beni düşün, ben de sadece seni düşüneceğim." Tam da romantik konuşmamız hoşuma gitmeye, endişelerim yok olmaya başlıyordu ki birinin Demir'e seslendiğini duydum.
"O kim?" dedim hemen. Demir sessizce küfretti ve bana cevap vermedi. Seslenen insanların sayısı artıyor, sesleri yükseliyordu. "Demir ne oluyor?"
İçinde kopan fırtınaları dışarı vurmadan bir süredir beni izleyen Süleyman Bey kendini tutamayıp kulağını telefona yaklaştırdı.
"Beni dinle," dedi Demir. "Vaktim yok. Yarın derslere gelemeyebilirim. Ama akşam seni almaya geleceğim, en azından gelmeye çalışacağım. Beni göremedin diye endişelenmeyeceksin, tamam mı? Sorun yok..."
"Demir ne oluyor?" Yeniden ciyaklamaya başlamıştım, ama o duymadı.
"Yarın kulaklarını kapatıp git okula. Kim ne derse desin, sakın duyma İpek. Beni bekle, onları dinleme. Her şeyi benden dinleyeceksin..."
"Neyi dinleyeceğim?!" Yeniden sorumu görmezden geldi.
"Beni sevdiğini söyle," dedi. Sesi cetvelle çizilmiş bir çizgi gibi dümdüz çıkmıştı ve bir robotunki kadar ruhsuzdu. Yalnızca ben biliyordum bu ses tonunu kullandığında ne kadar çaresiz bir durumda olduğunu. Ben hissedebiliyorum.
"Seni seviyorum," dedim. Boğazıma bir şeyler dizilmişti. Kötü bir şeyler olacaktı. Hatta şu an oluyordu.
"Ve ben de seni seviyorum," diye cevap verdi. "İşte bu yüzden, anlaşmamızı unutma. Sakın. Bana söz verdin."
"Acıları Paylaşma Anlaşması," diye fısıldadım zorlukla. Bağrışlar yakınlaşmıştı, kulağıma bağırıyorlardı adeta. Bana cevap vermesi için sabırla bekledim. Ama o seslerin arasından duyduğum şey istediğim cevap değildi. Bir çakmak sesi geldi, sonra bir şeyin alev aldığını duydum. İlk kez birinin bir cümlede bu kadar çok küfür edebildiğini duyuyordum. Demir kabalaşmakta çığır açıyordu.
Sonra küfürlerinin arasında bana şöyle dediğini duydum. "Beni bırakırsan... Seni..." Durdu ve bağıranlardan birinin annesiyle ilgili hiç hoş olmayan bir şey söyledi. "Seni dava ederim İpek. Duydun mu?!"
"Ben de seni dava edeceğim!" diye bağırdım. "Ne oluyor Demir? Şu an canın yanıyor, değil mi? Söyle bana. Benimle paylaşmak zorundasın. Canın yanıyor, biliyorum." Küfür etmeyi kesti, güçlükle nefes aldığını duyuyordum. Ne zaman koşmaya başlamıştı?
Bir süre -ki bana yıllar gibi geldi- bekledim cevap vermesini. Kulağını dayamış dinleyen Süleyman Bey de nefesini tutmuş bekliyordu.
En sonunda "Evet," dedi Demir. "Şu an... Canım... Çok..." Birden duraksadı. Gözümde bekleyen yaramaz damla yanağıma doğru süzüldü.
"Bu kadar çok mu?" diye mırıldandım.
"Özür dilerim."
"Neden sevgilinle acını paylaştığın için özür diliyorsun ki?"
"Çünkü acımı paylaşmak, canını acıtmak demek."
"Benim canım hep acıyor. Neden biliyor musun?"
"Çünkü hep beni düşünüyorsun." Dizlerimin titrediğini hissettim. Hafifçe yana kayıp Süleyman Bey'e yaslandım.
"Doğru bildin," dedim.
"Yarın da beni düşün İpek. Başka bir şey düşünme, olur mu? Beni bırakmayı, benden nefret etmeyi... Sakın düşünme..." Hala koşuyordu.
"Neden öyle düşüneyim ki? Asla düşünmem."
"Güze-" Kelimesinin ortasında durup yılan tıslamasına benzer bir ses çıkarttı. Sanırım artık koşmuyordu. "Benim..." diye fısıldadı. "Şimdi... Kapatmam lazım."
"Hayır!" diye bağırdım. "Kapatma, hayır!"
Bir silahın patladığını duydum. Birdenbire oldu... Gerçekten çok aniydi. Hiç beklemiyordum ve kısa bir süre için hayal olduğunu, aklımın bana oyun oynadığını düşündüm.
Ama hemen sonra, silahın sesi kulaklarımda çınlamaya henüz başlamışken telefon kapandı. O an Demir'in silah sesini duymamam için telefonu kapatmak istediğini ama başaramadığını fark ettim.
"Demir?" dedim çaresiz bir sesle. "Demir? Orada mısın? Demir? Cevap ver. Lütfen?" Ne kadar sayıkladım bilmiyorum. O anları hatırlamaya çalıştığım zaman gözümün önüne tam göğsüne bir kurşun yiyip yere düşen sevgilim geliyor; yani planımın en kötü ihtimali. Bunu düşünürken çıldırmış olmalıyım.
Telefonu yere fırlattığımı hatırlıyorum. Sonra Süleyman Bey'in çığlıklarımı bastırmaya çalışarak sakin olmamı söylediğini, bana sarılmaya ya da en azından beni tutmaya çalıştığını, ama onu ittirdiğimi... Ondan nefret ettiğimi söylediğimi hatırlıyorum.
Ona "Defol git evimden!" diye bağırdım. "Sizin yüzünüzden! Eğer benim yanımda olmasaydın sen vuracaktın onu! Arkadaşlarının yanında olsaydın birlikte öldürecektiniz! Defol evimden! Defol!"
Odama kaçıp kapıyı sertçe çarptım. Muhtemelen bütün mahalle sesimi dinliyordu ama umurumda değildi. Kapının arkasından ona bağırmaya devam ettim. Gidip Atıf Bey'e köpeklik etmesini, bir daha ona asla güvenmeyeceğimi bile söyledim. Sesim kısılana kadar çığlık çığlığaydım, beni sonuna kadar dinledi.
Ardından "Özür dilerim," dedi. "Gidip ona ne olduğunu öğreneceğim ve onu korumaya çalışacağım. Bana hala güvendiğini biliyorum. Biz dostuz İpek."
Birkaç dakika sonra dış kapının kapandığını duydum.
Kendi başıma, Demir'in ertesi gün için söylediklerini unutarak sabaha kadar ağladım.

Hiç-de-mavi-olmayan-not: Mavi Kartozu üzgün.

7 yorum:

  1. Tabi üzgün olacak mavi kartozu, böyle bir bölüm yazıp bizi de üzerek mutlu olabileceğini düşünmüyordun herhalde. Ama şu ana kadar yazdığın en iyi bölümlerden biriydi kesinlikle. Heyecanı doruklara çıkarmayı başardın. Aman sakın ha tempoyu düşürme. Atıf yokken böyleyse Atıflı bölümleri çok merak ediyorum. Ben Pazı' ya ne olduğu hakkında kafamda senaryolar üretirkene sen de çabucak yaz ki bir cinayete falan kurban gitmeyesin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bölümü yayınladığımdan beri aldığım üçüncü ölüm tehdidiydi bu. Teşekkür ederim Delicim, ama ölüm tehdidi için değil. Ben polisi aramaya gidiyorum.

      Sil
  2. Ve kalemin cok kuvvetli cidden cok etkilendim ya tesekkur ederim size boyle bi kalemi tanidigim icin

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu durumda teşekkür etmesi gereken benim sanırım. Çok mutlu ettiniz, gerçekten. Lütfen beni takip etmeye devam ediin. ^^

      Sil