Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #21

Eve şoförle beraber döndüm. Beni üstüm başım dağılmış, kollarımda şu meşhur yarin yanakları kadar kırmızı çiziklerle ve patlamış bir dudakla gördüğünde oldukça şaşırdı. Ama tepki vermedi, benim için sessizce kapıyı açmakla yetindi.
Yoldayken neden her şey için suçlanan ilk kişinin ben olduğumu düşündüm. O an doğal olanın o olduğunu düşünsem de annem bile beni suçlamış, beni odama kilitlemişti. Hatta daha kötüsü, bana tokat atmıştı. Bazen her şeyin asıl suçlusu Atıf Bey bile davranışlarına tepki gösterdiğimde usulca beni suçlar, laflarıyla eksik eteğin biriymişim de onu baştan çıkarmışım gibi beni aşağılardı. Ayrıca tüm o adını hatırlamadığım -yani hatırlamak istemediğim- insanlar... Eskiden hayatımda olan ve her şeyi öğrendiklerinde kafa yormaya bile gerek görmeden beni suçlayan tonlarca insan. Şikayet etmek istiyordum, ama edemiyordum çünkü onları anlıyordum. Onların yerinde olsam ben de dişi köpek kuyruğunu sallamadıkça erkek köpek ardına düşmez diye düşünebilirdim. Belki. Muhtemelen.
Zaten umurumda olan onlar değildi, annem bile.
Sadece Demir... Demir böyle yapmamalıydı.  Her fırsatta kafasını omzuna yasladığı, parmaklarıyla oynamak için bahane aradığı, her acısını paylaşsın diye anlaşma imzaladığı kıza bunu yapmamalıydı.
Tüm bunları düşünmek yine ağlamama sebep oldu. Yine de bu defa dirençliydim. Gözyaşlarımla uzun süre savaştım. Kendimi sıktıkça Gökçe'nin kopardığı saçlarımın kökleri sızlasa da denedim. Gayet başarılıydım aslında.
Sonra hatırladım.
Demir'in yaptığı her şey zaten yalandı.
O hiçbir zaman başını omzuma isteyerek koymamıştı ki.
Hikayemi duyduğunda ilk yaptığı şey etek boyumu kontrol etmek olan kalabalığın içindendi o da. Eğer güven veren limon kokusunu yok sayarsam, ayırt bile edilemezdi.
Evet, başından beri 'diğerleri' kısmında yer alan biri için ağladım. Sesim çıkmasın diye elimi ağzıma kapatacak kadar çok hem de.
***

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Geçip geçmediğinden bile emin değildim. Sadece belirsiz bir süre sonra şoförün bana seslendiğini duydum, çekingen bir tavırla dikiz aynasından bana bakıyordu.
Gürültüyle burnumu çektim, çirkin bir şekilde surat asmaya devam ettim. "Efendim?"
"Anneniz..." dedi. Devam edip etmemesi gerektiğinden emin değil gibiydi.
"Ne olmuş anneme?" Sesim genzimden geliyordu ve sanırım kulaklarım tıkandığı için bağırıyordum.
"Şu an evde. Sizi bekliyor." Gözlerimi kapatıp sümükle dolan beynimi çalıştırmaya uğraştım. Annem evdeydi. Ona doğru gidiyordum, perişan bir halde.
"Kahretsin..." diye mırıldandım kabul edilebilir bir tarafım var mı diye camdaki yansımama bakarken. Yoktu.
"Atıf Bey bugün eve geç gelecek. Annenizi karşılayamadığı için sizden özür dilememi istedi. Muhtemelen Demir Bey de geç gelecektir, onu da almam gerekiyordu ama gelmek istemedi."
Derince iç çektim, bu durum bildirimi beni sinirlendirmişti. Kafamdan atmaya çalıştığım şeylerden bahsediyordu.
"Sizce şu an o ikisini umursayacak durumda mıyım?" diye fısıldadım. Duymasını istememiştim, ne yazık ki duymuştu. Çok şükür, sadece omuz silkti.
Elimi saçlarıma soktum. Lavaboda yıkadıktan sonra biraz daha kanamıştı, bu yüzden elime kurumuş kan damlaları ve taze kabuklar geldi. Yapacak bir şeyim yoktu, annemin karşısına bu şekilde çıkamazdım.
Yavaşça koltukta kaydım, kafamı omzuna doğru uzattım. "Makyaj..." Cümleye bu şekilde başlamanın yanlış olduğuna karar vermek bir saniyemi aldı. Yeniden denedim, kafamı iki yana salladıktan sonra. "Bakın ben... Ben eve bu halde gidemem."  Başıyla onayladı. "Beni temizlenip bu izleri yok edebileceğim bir yere götürebilir misiniz? Sizden istemek ne kadar doğru bilmiyorum ama... Yani... Eğer... Böyle annemin karşısına çıkarsam bunları... Atıf Bey'in yaptığını düşünür. Olacakları düşünmek bile istemiyorum."
İnsanlar çaresiz olduklarında saçmalarlar. Hayatım boyunca o kadar çok çaresiz kalmıştım ki ne dediğimden emin bile olmadan hiç tanımadığım insanlara yalvarmak yüzümü kızartmıyordu artık. Böyle durumlarda insanların sizinle alay etmek, canınızı daha fazla yakmak için fırsatları oluyordu. Bunun yanında bazen şansınız yaver de gidebiliyordu.
O gün şansımın yaver gittiği bir gündü. Şoför bunu bekliyormuş gibi arabayı kenara çekti ve birini aradı. Sessiz arabanın içinde karşıdan gelen sesi duymuştum, bir kadındı. Ona benim saçmaladığım şeyleri aynen iletip ne yapabileceğimizi sordu.
On beş dakika sonra kapısında kocaman, pembe harflerle "Güzellik Salonu" yazan bir yere gelmiştik. Basit kuaför dükkanlarına alışkın olan benim gibiler için orası cennet gibiydi. Beni orada bırakıp arabaya gittiğinde ilk kez "filmlerdeki gibi" bir şey yaşadığımı fark ettim. Sapkın aşığımın zenginliğinden yararlanma vaktim gelmişti sonunda...
Makyajla bütün çiziklerimi kapattılar, saçlarımı güzelce yıkadılar ve kopan tutamların açıklığı belli olmasın diye oldukça uğraştılar. Doğal görünmeyecek diye korkmama rağmen yanaklarımın normalinden biraz daha kırmızı gözükmesi dışında hiçbir sorun çıkmadı.
Bütün bunlar geçiçi çözümler olduğundan daha sonra kullanmam için bir de kapatıcı almıştı bana. Nasıl kullanmam gerektiğini benimle ilgilenen kadına sorduktan sonra yeniden arabaya bindim.
Camdaki yansımama bakarak iyice rahatlamaya çalışırken içimdeki mahcubiyetin giderek arttığını hissettim.
"Neden bana yardım ettiniz?" diye sormaktan kendimi alamadım.
Dudakları gülümsemek için belli belirsiz kıvrıldı. "Süleyman Bey sayesinde elim ekmek tutuyor. Durumunuzu biliyorum, ne zorluklar yaşadığınızı. Hepsini onun ağzından dinledim."
Kısaca sana acıyorum demişti. Şikayet etmiyorum, bana acıyan insanlara ihtiyacım olduğunu kabul etmemek aptallık olur. Yine de bu cümlenin gerçek anlamını görebilecek kadar çaresiz olmamayı dilerdim.

***

Annemi gördüğüm zaman "yüreğine su serpilmek" deyimini yaşadım. Kollarını bana sıkı sıkı sarıp yanaklarımdan öptü. Sanki yirmi dört saattir değil de yirmi dört yıldır görüşmüyormuşuz gibi hasret giderdik. Ev Karam'ın pofuduk patilerinin parkenin üstünde gezinirken çıkarttığı sesle dolarken biz sessizce odamda oturduk. Annem usulca ağladı, ben de dizine yatıp kıymetli gözyaşlarını yüzüme damlatmasına izin verdim. Bugünkü kavganın yorgunluğundan sonra bu çok iyi gelmişti. Hatta birlikte güldük bile, karnım gürültüyle guruldadığı zaman.
İşte bu kısa zaman içinde annemin burada olmasının beni o kadar da rahatsız etmeyeceğini düşündüm.
Elbette yanıldım.
Koridora çıktığımızda Karam hızla merdivenleri tırmandı, neşeyle bana doğru koştu ve üstüme atladı. Annem yüzünü buruşturarak "Bırak şu mendeburun kedisini," diye homurdandı. "Şeytan gibi suratı var, alıştırma kendine."
Karam bu yakıştırmalardan memnun olmadığını uzun, acı dolu bir miyavlamayla dile getirdi. Güzel tüylerinin altında bir şeytan saklayıp saklamadığından emin olmak istercesine dikkatle baktım minik suratına. Bu sevimli şey nasıl bir şeytan olabilirdi ki? Üstelik bu evdeki tek arkadaşımdı.
Az önceki huzurlu dakikaların hafif bir rüzgarla uçup gittiğini hissettim.
Yine de yüz ifademi korumaya çalıştım. Birlikte mutfağa indik. Buzdolabının üstünde Atıf Bey'in bıraktığı bir not vardı. Bugün yemek yapamadığı ve annemi karşılayamadığı için -yine- özür diliyordu. Bu not olayı bana her şeyin nasıl başlattığını hatırlattı. Annemin gereksiz çıkışının üstüne bir de bu gelince sinirlenmiştim. Kağıdı bir hışımla buruşturup çöpe attım.
Yemeğin hazırlanması çok sürmedi. Yani kısa süre içinde havada dolaşan korkutucu bir huzursuzluk eşliğinde yemeğimizi yedik. Annem bulaşıkları makineye dizerken ben de üstümü değiştirme bahanesiyle yukarı çıktım. Tabii ki yalnız kalmamızı dört gözle bekleyen Karam da bu fırsatı kaçırmayarak peşimden koşturdu.
Kapıyı kilitledikten sonra bahçeyi gören koltuğumda oturduk birlikte. O süre zarfında kafamın içinde ne düşünceler dolaştığını hatırlamıyorum. Aslına bakılırsa belli bir zamandan sonra düşündüğüm hiçbir şeyi şu an hatırlayamıyorum, hatırlamaya çalışmak bile işkence. Yine de gerçek işkence yaptıklarımı anılarım arasında kolayca bulup izleyebilmek, buna rağmen neden o şekilde davrandığımı bilememek.
Şimdi bana kocaman bir boşlukmuş gibi gelen "Karam'la Keyif Saati"nin sonuna doğru uyuklamaya başladım. Kucağımı ısıtmıştı ve sessiz mırıltıları odayı daha uyunabilir bir yer haline getiriyordu. Gözkapaklarım yer çekimine tamamen kendilerini bırakıyorlardı ki zil sesi evin içini doldurdu. Korkutucu bir sesle yankılanmasaydı, rüyamda şirin bir kanarya gördüğümü zannedebilirdim.
Karam'ı nazikçe kollarımın arasına alıp ayağa kalkarken, ona bu kapı zilinin neden bu kadar tanıdık olduğunu sordum. Bu evden başka bir yerde mutlaka duymuş olmalıydım.
Merdivenlerden hiç de hevesli olmayan adımlarla inerken annem çoktan kapıyı açmıştı bile. Eşikte bütün heybeti ve dazlak kafasıyla gülümseyen bir adam belirdi: Süleyman Bey.
Nazik bir tavırla annemle selamlaştılar. Ben de gerisin geri odama döndüm, yüzüne bile bakmadan. Çünkü kahramanımla en son konuştuğumda birbirimize çılgın gibi bağırıyorduk. Bana aptallığım yüzünden zavallı annemi de Atıf Bey'in evine sürüklediğimi söylemişti. Onunla konuşmak istemiyordum, özellikle bu evdeki her hareketime çamur atmaya hazır olan annemin yanında.
Odama girerken kapıyı hızla çarptım, keşke kilitlemeyi de akıl etseymişim. Selamlaşma faslı bitince doğruca yanıma geldi. Benim yanıma, yatağımın kenarına oturdu. Kucağımdaki Karam'ın kulaklarının arkasını kaşıdı.
"Bu eve geldiğine mutlu musun?" diye sordu. Siz olsaydınız cevap verir miydiniz? Yenilmiştim, biliyordum ben de. Bunu tekrar dile getirmenin ne anlamı vardı? "Sana Demir'e güvenmemeni söylemiştim İpek."
Farkında olmadan masum kediyi kollarımın arasında sıkıştırdım, sanırım biraz fazlaca. Kaçıp gitti. Tek arkadaşım da.
"İpek bana bakmadığın halde yüzündeki ifadeden benden nefret ettiğini çıkarabiliyorum."
"İnsan sarrafı olmalısınız, galiba övünmeye geldiniz." Çenemin sinirle kasıldığını hissettim.
"İnsan sarrafı değilim, ama senden oldukça büyüğüm. Üstelik seni tanıyorum. Demir'i de, Atıf Bey'i de."
"Sizde olmayan bir özellikle övünmeye çalışıyorsunuz yani? Sizce de çok kaba değil mi?"
"Düşündüğün gibi yaptığın şeyi başına kakmaya falan gelmedim."
"O zaman ne halt yemeye hala bu konudan bahsediyorsunuz?"
"Çünkü henüz kapanmadı. Kapandığını düşünme sakın. Buraya gelmekten daha büyük bir hata olur bu."
"Başıma kakmayacağınızı söylemiştiniz sanki."
"Başına kakmıyorum. Hiçbir şey bitmedi diyorum İpek, daha yeni başladı. Şu an daha kötü ne olabilir diye düşünüyor olman bile hala Demir'e güvendiğini gösteriyor." Güvenmiyordum. Güveniyor olamazdım. O kadar aptal değildim... Değil mi? "Bak İpek. O çocuk seni yarı yolda bıraktı. Sana yalan söyledi. Ona güvenemezsin, tamam mı? Gözlerini dört açmak zorundasın. Demir babasının oğlu, bu lafımı ciddiye al."
"Ben... Zaten... Ona güvenmiyorum ki?" Sesim elimde olmadan soru sorar gibi çıkmıştı.
"Güveniyorsun, farkındayım. Seni bunun için suçlamıyorum, bu çok normal. Beynin uzun zaman boyunca ona güvenmeye ayarlıydı, bütün verileri birdenbire silemezsin." Durdu. Derin bir nefes aldı. Kafamdan oldukça yüksekte olan omuzları biraz daha yükseldi. "Tamam, diyelim ki ona güvenmiyorsun. Yine de onu anladığını düşüneceksin. O adam babası, sadece babasının sevgisini istiyor diyeceksin. İyi kalpli birisin, kafandan geçenlerin bunlar olduğuna eminim." Bu adam nasıl oluyor da her şeyi biliyordu?
"Ama... Zaten öyle değil mi?"
"Değil İpek. Gözünde Demir o kadar geri zekalı mı gerçekten? Onu neden bu kadar küçük görüyorsun?"
"Ne? Nerden çıktı şimdi bu?"
"Atıf Bey'in ona neler yaptığını biliyorsun. Ankara'ya gelmeden önce daha kötüydü. Dayak atardı, aç bırakırdı, eve almazdı. Sence Demir böyle birinin peşinden "baba, baba" diye koşacak kadar yarım akıllı mı?"
İnanamayarak bağırdım: "Ama o babası!"
Bir çocuğun babasına duyduğu sevgi bunlara karşı gelemez miydi gerçekten? Bunu size soruyorum, çünkü bilmiyorum. Benim babam yok ki.
"Ah İpek... Ah güzelim. O adama baba demeye bin şahit ister."
Ona bu yaşına kadar bir dilim ekmek bile kesmemiş olan birine baba demesi imkansız mıydı yani? Ama yine de... Babaydı o.
"Atıf Bey bana kahvaltı hazırladı. Sonra Demir kendisi için hiç böyle bir şey yapmadığını söyledi. Nasıl kendimi kötü hissetmem ki?"
"Atıf Bey sana kahvaltı mı hazırladı? Kahvaltıları hizmetçi hazırlar."
"Evde hizmetçi mi var?" Süleyman Bey yüzünü elleriyle kapattı. Sabır çektiğini duyar gibiydim. "Bana bu evde Karam'dan başka kadın olmadığını söylemişti."
"İşte bu yüzden sana ona inanmamanı söylüyorum. Atıf Bey'in tüm yaşamı boyunca bir kere bile mutfak işleriyle ilgilenmediğine adım gibi eminim. Ayrıca Demir de bunun farkında, sana kahvaltı hazırlamadığını benden daha iyi biliyor olmalı. Bu evde iki tane hizmetçi var. Birisi temizlikten, diğeri de mutfaktan sorumlu. Bir de bahçıvan, tabii ki. Her söylediğine inanıyorsun. Bu eve gelmemeliydin, seni bağlayıp kaçırmalıydım. Ne kadar aptalım."
Bir sürü şey söylemişti, ama aklım yalnızca birine takılmıştı. "Yani... Demir biliyordu. Peki... Neden öyle-"
"Allah aşkına İpek, hala onun yaptıkları seni hayal kırıklığına mı uğratıyor?"
Uzun bir sessizlik oldu. Hayır, ağlamadım. Artık ağlayacak bir şey yoktu. 
"İpek," dedi inler gibi bir sesle Süleyman Bey. Dakikalar süren suskunluktan sonra bu beni yerimde sıçrattı. "Yalvarırım, onlara inanma. Özellikle Demir'e. Neden babasının yanında kalmaya çalıştığını düşünme, bir sebebi olduğunu bil yeter. Ayrıca..." Devam etmesini bekledim, ama gözleri boşluğa daldı. Kafasında bir şeyleri tartıyor gibiydi.
"Ayrıca ne?"
"Bunu sana söylemem ne kadar mantıklı bilmiyo-"
"Söyleyin gitsin işte," diye homurdandım.
"Atıf Bey'in uğraştığı şu önemli iş..."
"Evet?"
"Bu konuda dikkatli ol. Şu an ihtimalleri gözümde canlandıramıyorum ama sana bulaşma ihtimalinin olduğunu düşünürsen eğer arkana bakmadan kaçmak zorundasın. Ne olur ne olmaz diye kendine bir acil durum çantası hazırlasan fena olmaz."
Kendimi tutamayıp güldüm. "Dalga geçiyorsunuz, değil mi?"
"Hayır. Dalga geçer gibi bir halim mi var?"
Dikkatle yüzüne baktım. "O kadar ciddi olamaz."
Gözlerini devirdi. "Evet ciddi. Her türlü pisliğe bulaştı." Çenemin vidaları gevşedi ve ağzım açık kaldı. Hiçbir şey söyleyemedim, bu yüzden yeni bir sessizliğe yuvarlandık.
Söylediklerini hazmetmeye çalıştım, ama onun dışında ne düşündüğümü hatırlayamıyorum. Gözlerimi kapattım. Bedenimi yavaşça eğip koca gövdesine yaslandım. Hiç tereddüt etmeden kolunu omuzlarıma doladı.
"Bugün kavga ettiğini duydum."
"Evet, ettim. Üstelik suçsuz taraf olduğum halde savunma yazmak zorunda kaldım."
"Ne yazdın o zaman?"
"Kavgayı benim başlattığımı, kötü biri olduğumu falan yazdım. Bir de fahişeyim yazmak istedim, ama öğretmenlerin tepkisinden korktum."
Derince iç çekti. "Öğretmenlerin tepki gösterebiliyor muydu ya senin?"
"Bilmiyorum ki... Hiç görmedim aslında öyle bir şey yaptıklarını." Sessizce güldü. İkimizde komik olmadığının farkındaydık, acınasıydı. Yaşadığımız dönemde hayatlarını çocuklara adamak üzerine eğitim görmüş insanlar çocuklardan birinin namusu, hatta belki hayatı tehlikedeyken biraz parayla ya da uzaktan gözüken bir silahın namlusuyla şereflerini kenara atabiliyorlardı. Polisler bile ağlayarak onlara peşimde bir sapık olduğunu anlattığımda umursamamışlardı. Çünkü onun kim olduğunu, bir elinde para diğerinde de silah tuttuğunu biliyorlardı.
Bunu düşünmeye alıştığımı sanmıştım, yanılmışım. Kalbime büyük bir acı saplandı yeniden. Tesadüf ya "Canın acıdı mı peki?" diye soruyordu Süleyman Bey tam o sırada.
"Evet," dedim. "Ama emin olun canımı en az yakan şey o kavgaydı."

***


Süleyman Bey biraz daha benimle oturduktan sonra gitti. O gittikten bir saat sonra Demir'in geldiğini duydum. Sahibi gelince Karam bir daha yanıma uğramadı. Annemle işe yaramayan, daha çok can sıkan bir sohbet girişiminde bulunduk. Sonra da kaçtım.
Pijamalarımı giyip yattım. Aklımdaki düşünceler maratonuyla yatakta dönüp durdum.
Süleyman Bey'i anladığımdan emindim. Onlara inanmayacak, güvenmeyecektim. Bunu yapabilirdim, değil mi? O kadar zor olmasa gerekti. Sadece gözümü dört açmam yeterliydi.
Ama daha baştan kaybettim.
Dikkatli olmanın ilk adımını atladım.
Kapıyı kilitlemeyi unuttum.
Gecenin ortasında o lanet olası kapı açıldı ve içeri Atıf Bey girdi.



Mavi-not: Biliyorum, şu bekletme işinin biraz suyunu çıkardım. Ama son zamanlarda kafamı toplamak çok zor. Ayrıca şu an deli gibi uykum var, o yüzden yazım hataları bol olabilir. çok özür dilerim. Sabırla beklediğiniz için teşekkürler, lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin!! ^^

2 yorum:

  1. NİHAYET!
    bağırmak istemiyorum ama insaf et be kartozu, neredeyse üç hafta oluyor! yazık günah değil mi burada "allah'ın belası ipek'e ne olacak şimdi?" diye kıvranan insan evlatlarına?
    birincisi, bu bölümde demir hiç yoktu. niçin efendim? tamam sinirlerimizle oynuyor bizi deli ediyor ama bunu ipek de yapıyor. özletmeyiniz.
    ikincisi, sevdim ben bu şoförü. süleyman'ı yeniden görmek de iyi oldu. bu hikayede bir aklı başında o var. ne diyeyim, allah kolaylık versin.
    üçüncüsü, ipek'in annesi de bir cins. ipek kızımızın hayatını b... çamur götürürken annesinin daha bir destek olmasını beklerdim, oysa oturmuş mendeburun kedisiyle uğraşıyor. ne var yahu. kedi işte. ne zararı var? o evde kızını delirtmeyen bir o kedi var. ayıp.
    yorum yazmak için ikinci bir hızlı okuma yaparken, ipek'in süleyman'dan "kahramanım" diye bahsettiğini fark ettim. süleyman iyidir de, bence asıl kahraman ufuk olmalıydı. ipek'in paçasını bu işten olsa olsa bu ikisi kurtarır.
    "Bir çocuğun babasına duyduğu sevgi bunlara karşı gelemez miydi gerçekten? Bunu size soruyorum, çünkü bilmiyorum. Benim babam yok ki." işte burası bence çok önemliydi. ipek'in neden demir ve atıf'a böyle bağlı olduğunu (ikisine de bayılmıyor belki ama belli bir ölçüde onlara bağlı olduğunu kabul etmek zorundayız) buradan anlayabiliyoruz çünkü. veya süleyman'a. süleyman, ipek için o anda sahip olmadığı, ona kol kanat gerecek baba yerine geçiyor gibi. ipek, kendi sahip olamadığı bağı atıf'la demir arasında görmek istiyor. demir'e hala güvenme sebeplerinden biri bu, onun içinde gerçekten baba sevgisi olduğunu inanıyor/inanmak istiyor çünkü kendisi bunu yaşayamaz, onun sevebileceği bir babası yok çünkü. lafı istediğim gibi toparlayamadım, ama bu cümleler ipek'in ağzından çıkan en iyiler arasındaydı bana göre.
    hizmetçi meselesinin açıklığa kavuşması da iyi oldu. biliyordum ben böyle bir şey olması gerektiğini. atıf da demir de pis çıktı yalnız. hadi atıf ipek'ten gizledi, demir ne diye "babam bana bir ekmek kesmedi ipek'e sofra açtı ühühüh" diye ufuk'a ağladı? babalı oğullu sopaya çekeceksin bunları.
    "Öğretmenlerin tepki gösterebiliyor muydu ya senin?" de süleyman'ın parmak bastığı doğa harikalarından biri olmuş. bu kadar net.
    ve fakat, bir bölüm ancak bu kadar delirtici bir yerde sona erebilir. yapılır mı bu be kartozu? hiç mi kalbin acımaz ipek'e ve bizlere bunu yaparken? (atıf'a dair etmek istediğim laflar pek aile dostu olmadığı için burada kesip sana sataşmak zorundayım.)
    sözün özü, inanılmaz akıcı ve güzel bir bölümdü. umuyorum ki 22. bölümü bir ay geçmeden okumuş oluruz. yeni bölüm gelmiş mi diye bloga girip durmaktan bir hal olduk. üzülüyoruz be kartozu.
    ders çalışmaktan beynim sulandı, cümle kuramıyorum, burada bırakıyorum. iyi akşamlar kartozu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. YAHU SEN BİR HARİKASIN.
      İki gündür kesintisiz uykum var, sabah kalktığımda gece bölüm attığımı hatırlamam bile oldukça uzun zaman aldı. O yüzden ne yazarken, ne de yazdıktan sonra oturup bölüm üzerine sağlıklı düşünemedim. Tekrar tekrar okudum ve umutsuzdum, hala umutsuz sayılırım ama yüreğime su serptin teşekkür ederim.
      Ve uykum olduğundan olsa gerek Demir'in bu bölümde olmadığını sen söyleyene kadar fark etmemiştim. Hiç yokluğunu hissettirmiyor kerata.
      İpek'in Süleyman Bey'den "kahramanım" diye bahsetmesi bir alışkanlık ve -bu kafayla düşünmek çok zor olsa da- belirttiğimi hatırlıyorum, Süleyman Bey'in soyadı Kahraman. O yüzden bir lakap gibi düşünülebilir.
      Söylediğin diğer şeylere dikkat etmediğimi düşünme, yorumu defalarca okudum ve ezberledim. Her cümleye ayrı ayrı tepki verdiğimden emin olabilirsin. Sadece... -esner-... Çok uykum var ve ciğerlerim solmadan esnemeyi kesmek istiyorum o yüzden ayrıntıya inemiyorum.
      Umarım bir ay geçmeden yeni bölümü yazarım. Eğer fakir olduğu için lisedeki son sınavlarına çok çalışırken bir de ek işe girmek zorunda kalan ve haftalardır uyumayan Kore dizisi karakteri gibi sarhoş olmasaydım yeni bölümü yazmaya başlamış olurdum. -inan bana son iki gündür ne yaptığımı hatırlamıyorum.-
      GERÇEKTEN ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM, KADEHİMİ BU YORUMA KALDIRIYORUM.
      Şimdi gidip huzurlu bir şekilde uyuyabilirim.
      Gelecek bölümü bekle, lütfen. Buing buing ~~

      Sil