Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #22

Mavi-not: Yeey, yirmi gün olmadan yayınlıyorum bu bölümü :P Ön yargıyla başlamanızı istemem ama mükemmel bir bölüm olmadığının ben de farkındayım. Her neyse, şimdiden teşekkürler. Yarın okula gitmem gerek ve gecenin bu vaktinde hikaye yazıyorum. Sanırım limonun suyunu çıkardım. Görüşmek üzeree, yorumlarınızı esirgemeyin. Buing, buing ~~





Göğüs kafesimin aniden sıkılan bir yumruk gibi kapandığını hissettim. Kemiklerim bükülüyor; ciğerlerimi, kalbimi sıkıştırıyorlardı sanki. Korkuyla ayağa fırladığımda kafamı kitaplığın rafına çarptım. Eğer ses çıkmasaydı bunun farkında bile olmazdım.
Beynimde çalan zillerin arasından bir ses ona vurmak için bir şey bulmamı söyledi, keskin bir şey. Ama bakışlarımı ondan alamıyordum.
Her an yıkılabilirmiş gibi gözüküyordu. Loş ışıkta bile yorgun gözlerinin altındaki mor halkaları seçebiliyordum. Omuzları da çökmüştü.
Ağzımdan çıkan şeyle söylemek istediğim şeyin aynı olduğundan emin olamasam da burada ne aradığını sordum. Cevap verircesine içeri doğru iki adım attı. Kaçmak istedim, ama gidebileceğim bir yer yoktu. Yalnızca balkon... Tabii ölmek için hazırsam.
Elimle sırtımı yasladığım kitaplığı yokladım. Kalın bir kitap... Kalın bir kitap işimi görürdü. Kafasına atabilirdim. Hızla gezen parmklarımı durduran şey ismimi söylemesi oldu. Sayıklar gibi "İpek" demişti. Kıravatını çıkarıyordu. Bu noktada hafızam yeniden bana ihanet ediyor. Düşüncelerimi hatırlamıyorum -hiçbir şey düşünmemiş de olabilirim- olaylarsa kopuk kopuk.
Ceketiyle kıravatını koltuğa bıraktığından eminim. Bir sonraki resimdeyse odayı aşıp geldi, aramızda yalnızca yatak kaldı.
Neden bağırmadım bilmiyorum. Ama şimdi düşününce bağırsam da elime bir şey geçmeyecekti. Kim kurtaracaktı beni? Annemin mi gücü yetecekti? "Babam istediğini aldığı zaman sıkılır senden," diyen Demir mi koşacaktı yardımıma? Yoksa zavallı dostum Karam mı?
Hiç kimse.
Tam anlamıyla yapayalnızdım, o gece anladım.
Ben gözyaşlarımla savaşırken yatağın üzerinden uzanıp elimi kavradı. Bunu yaptığında sanki tüm sıkıntısı geçmiş gibi gülümsedi ve yavaşça yatağa yattı. Beni çekmesini bekledim. Çekmedi. Yalnızca elimi biraz daha sıkıp yatağın bana yakın olan tarafına kaydı.
Ne kadar uzun olduğunu kestiremediğim bir süre boyunca titreyerek bekledim. Gözlerimi yüzünden hiç ayırmadım. Elimi çekmeyi akıl etmek için çok çaba sarf etmem gerekti. Beynim iflas etmiş gibiydi.
Çektiysem de elimi bırakmadı. Aptallık bende olduğu için ısrarcı davrandım, onun daha ısrarcı olabileceğini hesaba katmamıştım. Huzurlu uykusunu bölüp gözlerini açtı. İki kan çanağı dümdüz bana bakıyordu.
"Sadece elini tutacağım," dedi. Sesi hırıltılı çıkıyordu. "Bütün gün o pisliklerle uğraştıktan sonra buna ihtiyacım var." Pes edip yatağın yanına, yere oturmak için kendi inadımla savaştım. Hareket ettiğimi hissettiğinde yeniden gözlerini açtı.
İçimde bunu tuttuğumu bile bilmiyordum ama birden "Bana bu evde hizmetçi olmadığını söylemiştiniz," deyiverdim. İşin garibi, sesim kırgın çıkıyordu.
Uykulu bir edayla derince iç çekti. "O gün yoktu," diye mırıldandı. "Çünkü o gün bütün hizmetçileri kovmuştum. Yediğin yemek de hazırladıkları son yemekti."
"Sabahki kahvaltıyı unutuyorsunuz sanırım."
"Sabahki kahvaltıyı yeni hizmetçiler hazırladı. Onlar da bu evde kalmıyorlar zaten."
"Artık öğrendiğime göre kalacaklar mı?"
Huzursuzca kıpırdandı. "Onları senin için kovmadım." Kelimelerinda yanlış bir şey yoktu, ama ses tonu benimle dalga geçer gibiydi. Bu beni öfkelendirdi.
"Neden kovdunuz o halde?"
"Güvenlik için. Yediğimi içtiğimi olduğu gibi polise anlatacak birileri şu aralar en son ihtiyacım olan şey."
Süleyman Bey haklıymış, diye düşündüm. Gerçekten pis işlere bulaşmıştı. "Polislerle aranız iyi zannediyordum," dedim elimde olmadan. Hala yüzüme bile bakmayan polisleri unutamıyordum.
"Para..." diye fısıldadı. "Para önemli şey. Yalnızca paraya göz diktiğinde büyüklerin aklı başına geliyor. Büyükleri memnun etmek de onların görevi sonuçta. Belki onların cebine de para giriyordur." Bana sırtını dönen polislerin cebini dolduran da oydu. İşte boktan toplum düzeninin zavallı bir kızın hayatını tepetaklak edişini izliyordunuz.
"Para çok önemli şey İpek," dedi yeniden. "Bu kadar önemli bir şeyi senin için çarçur ettiğimi görüyorsun değil mi?" Gözlerim farkında olmadan kitaplığa kaydı. Kalın kitaplar üst raflarda olmasalardı çoktan uzanıp almıştım. Sevgisini gösterme yolu gerçekten sinir bozucuydu.
"Ben en çok parayı severim," diye fısıldadı kayıp giden bir sesle. Biraz sonra uykuya dalmıştı.
Dizlerimi karnıma çekip kafamı yasladım. Atıf Bey'in yorgun nefes alış sesleri odayı doldururken kafamın içinde yankılanan soruyu duydum. Bu cehennem ne zaman bitecek diyordu. Keşke cevap verebilseydim.
Beni cehenneme atan adamın elini tutarak uyudum.
Sonra bir ara kapının gıcırdayarak açıldığını duydum, zihnim tetikte olduğu için uyanmakta güçlük çekmedim. Belli belirsiz bir siluet gördüm. Kucağında kuyruğunu sallayan bir kedi vardı. Belki de rüya görmüşümdür.
Ya da kabus.
Kim bilir.

***

Tekip eden bir hafta boyunca doğru dürüst insan yüzü görmedim. Annemle fazla görüşmemek konusunda gizli bir anlaşma yapmış gibiydik. Odasından çıkmıyordu, ben de yanına gitmiyordum. Atıf Bey'in eve gelip gelmediğini bile bilmiyordum. Bazen banyo aynasının ya da buzdolabının üstüne yapıştırdığı notları buluyordum. Çoğunu okumadım.
Demir'i okulda görüyordum yalnızca, ama birbirimizi görmüyormuş gibi davranıyorduk. Evdeyse hala hangi katta olduğunu çözemediğim odasına kapanıyordu, bazen hiç eve gelmiyordu.
Özetlemek gerekirse yalnızca Ufuk'la konuşuyordum. İlk tanıştığımız zamanlarda iki kelimeyi doğru dürüst bir araya getiremeyen bu sevimli çocuk artık çok değişmişti. Ölümüne korktuğu kız kavgalarından bile çekinmiyor, beni herkese karşı koruyordu. Üstelik normal konularda konuşabiliyorduk. Demir hakkında ağzını açıp tek kelime bile etmemişti.
Onun yanında gülüp birkaç saniyeliğine olsa hafızamı silebilsem de kendimi her dakika daha kötü hissediyordum.
İlkokuldayken palyaço olmak isterdim. İri, kırmızı burunlarını mı sevmiştim yoksa aptal makyajlarını mı bilmiyorum ama uzun süre boyunca en büyük hayalim buydu. Annemden yaşça biraz daha büyük olan bir kadın -kim olduğunu bile hatırlamıyorum- benimle dalga geçmişti. Evet, kendini bilmeyecek yaşta bir çocuğun hayalleriyle dalga geçmek gerçekten eğlenceli olmalı. Artık palyaçolardan nefret ediyorum.
Ortaokuldayken anne olmak istediğime karar vermiştim. Size her fırsatta söylediğim gibi her zaman ayıplanan çocuk ben olurdum. Kalabalık bir grupla koştururken içimizden biri düşüp dizini kanatırsa bana bağırırlardı. O yüzden olabildiğince anneme sığınmıştım o dönemlerde. Kararımdaki en büyük etken buydu galiba. Bir gün öğretmenim bana anneliğin bir meslek olmadığını söyledi ve ben de annelikten vazgeçmem gerektiğini düşünüp öyle yaptım.
Liseye başlarken daha gerçekçiydim. Birkaç meslek üzerine yoğunlaşmıştım. Ne olmak istediğim sorulduğunda her öğrencinin verdiği standart cevaplardan birini veriyordum. Bunlara hayal demek istemiyorum, çünkü hiçbir zaman hayal etmedim. O zaman bu standart gelecek planlarından bile şikayetçiydim.
Ama şimdi onları geri istiyordum.
Kendimi boşlukta süzülüyormuş gibi hissediyordum, bunun yerine üniversite sınavına çalışırken ölmeyi tercih ederdim.
O gün Ufuk'la bahçede oturmuş meyve suyu içerken bunları düşünüyordum. Basketbol oynayan bir çocuk, dokuzuncu sınıflardan bir kızın kafasına yanlışlıkla basketbol topunu fırlattığında ölmek için üniversite sınavına falan çalışmama gerek olmadığını fark ettim.
Korku yüreğime yayılmaya başlıyordu ki Ufuk dikkatimi dağıttı.
Akşam eve gittiğimde bu düşünceyle her ergen gibi depresyona girerek, gereksiz yere her şeye sinirlenip belki biraz ağlayarak savaşacağımı düşünmüştüm. Atladığım bir ayrıntı vardı; hayatımın normal bir ergenin hayatıyla uzaktan yakından alakası yoktu.
Araba eve yaklaşırken bir şeylerin yok olduğunu hissettim. Jenga gibi, birileri yüreğimden tahtaları çekiyordu sanki. Tıpkı o oyunun sonundaki gibi taşların hepsi döküldü. Üstelik çok geçmeden.
Evin önünde üstündeki ışıkları telaşla dalgalanan bir ambulans duruyordu. Kapımı açmak için inen şoför apal minibüsü görünce donup kaldı.
Sıradan bir minibüs değil, diye hatırlattım kendime. İnsanların hayatını kurtaran bir minibüs. Peki ama kimin hayatını gelmişti?
Kendimi dışarı atıp şoförün yanından geçmeye çalıştığımda iki kelime duydum: "İpek, annen..."
Evet, annem. Sedyenin üstünde yatan oydu. Ve kan... Kan gördüğümü hatırlıyorum.
Oraya doğru koştum, bağırarak. Duruma alışkın olan görevlilerden biri kollarını iki yana açarak annemi ambulansa bindiren insanlarla arama bir duvar oldu. Gözyaşlarımın arasından anlaşılmaz kelimelerle o kadının beni doğuran kadın olduğunu anlatmaya çalıştım. O beni dinlemedi, ben de onu. Yine de birisi kollarımdan tutup beni geri çekene kadar yüzüne doğru bağırmaya devam ettim.
"İpek, sakin ol," dedi. "Arabaya bin. Hastaneye gidelim. Bağırma artık!"
Süleyman Bey'in onu neden benim şoförüm olarak önerdiğini artık biliyordum. O da iyi bir adamdı, başı belada olan herhangi bir savunmasız kızın ihtiyaç duyacağı türden biri.
Beni arabaya sürüklemesine izin verdim. Normalde ön koltuğa oturmazdım, ama gözünün önünde olmamı istemiş olacak ki beni oraya oturttu. Bir bebekmişim gibi emniyet kemerimi bağladı ve usulca saçımı okşadı.
Hızla ilerlemeye başlayan ambulansın arkasından giderken evin bahçesinde Atıf Bey'i gördüm. Elleri ceplerinde can kurtaran minibüsün gidişini izliyordu. Yüzü duvar gibiydi, en ufak bir şey söylemiyordu.

***

Hastanede annemin merdivenlerden düştüğünü öğrendim. Bunu evde olan tek kişiden, yani Atıf Bey'den öğrenmiş olmalılardı, çünkü annem uzunca bir süre uyanmadı. Kafasını çarpmıştı ve sol bacağını kırmıştı.
Yeni dostum şoför Şahin Bey bir süre beni yalnız bırakmadı. Ama sonra gitti. Ben de tam on üç saat boyunca bununla kendi başıma savaşmak zorunda kaldım. Evet, saatleri saydım. Hatta dakikaları, saniyeleri...
Herkes bilir, kuzuları sayarken uyuyakalmak daha kolaydır. Ben de bu kabustan uyanmak için ona benzer bir şey denedim işte.
On üç saat boyunca kendi başıma savaşmak zorunda olduğumu söylemek başından beri yanımda oturan hayalete biraz haksızlık olacak sanırım. Aslında bir değil, bir sürü hayalet vardı o hastanede. Her biri kendine has kokusuyla salınıyordu koridorlarda. Yanımda olması gerekeni bulmak benim için hiç zor olmadı. Babamın kokusu içlerindeki en limonlu kokuydu.
Yanımda olduğunu hissettim, uzun zaman sonra ilk kez gerçekten. Böyle bir nimeti bulmuşken şikayet etmek ne kadar doğru bilmesem de yanımda olması yeterli değildi. Hayaletler konuşamazlardı, saçlarınızı okşayamazlardı, gözyaşlarınızı silemezlerdi, sizi teselli edemezlerdi. Yalnızca kokarlardı ve emin olun kokusu bana onun aslında orada olmadığını hatırlamaktan başka bir işe yaramadı. Kendimi, olduğumdan bin kat daha yalnız hissettim.
Sabah, güneş ışıkları hastanenin pencelerinden içeri dolarken görüşüm iyice bulanıklaşmıştı, en az aklım kadar. Koridorun başında tanıdık bir siluet gördüğümü sanıp ayağa kalktığımda yoğun bakım ünitesinden çıkan doktor kolumdan tutup beni kendine doğru çevirdi.
"Anneni odaya alıyoruz," dedi. Çok yorgun görünüyordu, o da benim gibi bütün gece uyumamıştı. "Baban... Gelecek mi?"
Annesi olan her insanın bir babası olduğunu düşünmek normal bir ailede yetişmiş bir insan için gayet doğal bir şeydir. Bana bu soruyu sorduğu için ondan nefret etmek acımasızlıktı, biliyorum. Ama ben bütün gece yalnızlığımla savaşmışken bunu öylece unutamazdım. O doktordan hala nefret ediyorum.
Yine de yüzüne tükürmemeyi, saygı göstermeyi inanılmaz bir azimle başardım. "Benim..." diye fısıldadım. "Benim babam yok." Hemen arkasından gelecek soruyu ezberlemiştim: Başka bir aile büyüğünü de mi bulamazdım? Bu yüzden o sormadan cevap verdim. "Bizim kimsemiz yok. Sadece ben ve annem."
Doktor ensesini kaşıdıktan sonra yarı şaşkın bir yüz ifadesiyle kafasını kaldırıp omzumun üstünden arkamda bir yere baktı. "Peki o kim?"
Kulağımın arkasında sıcacık, limonlu bir ses duydum. "Okul arkadaşıyım. Olanları duyunca yalnız bırakmak istemedim."
Ufuk'un ismi burnuma çarpan kokuyla örtüşmediği için sonunda o rahatsız edici oturakların üstünde uyuyakaldığımı, rüya gördüğümü düşündüm. Saatleri saymak işe yaramış olmalıydı. Öyle olmasını çok istemiştim, çünkü eğer öyle değilse kendimi bırakırdım.
Ama arkamı döndüğümde oradaydı, dimdik duruyordu. Bir elini omzuma koyup bana gülümsedi.
Neden gelmişti? Böyle bir zamanda bana yaklaşmanın kolay olduğunu bildiği için mi? Yine ne vardı aklında? Ne istiyordu benden? Ben oyuncak mıydım? Babadan oğula geçen, iki kuşağı eğlendirmiş bir oyuncak...
Doktor annemin odaya yatmasıyla ilgili bir şeyler daha söylerken o dinledi, bense yalnızca onun yüzüne baktım. Hayır, kolayca pes etmeyecektim.
Odaya alınmayı beklerken onunla konuşmadım, yüzüne bakmadım, bana yaklaşmasına izin vermedim. Yine de git demek gelmedi içimden. Yanımda bir hayaletten daha fazlasının olması iyi hissettiriyordu, inkar etmeyeceğim.
Sonunda uzanabileceğim bir koltuğu olan özel odaya geçtiğimizde kapıyı gururla yüzüne çarptım, çıkan gürültüyü umursamadan hem de. Bir yanım iyi yaptığımı söylese de aptal olan yanım bu çocukça hareketi önemsemeyeceğini, gitmeyeceğini umuyordu.
Annemin elini tutmuş ağlarken içeri girdi, saçlarımı karıştırdı.
Atıf Bey gelmiş olsaydı, daha az rahatsız olurdum. Ama Atıf Bey gelmiş olsaydı ölümüne yalnızlıkta boğulurken bulurdum kendimi.
Pes ettim.
Bana sarılmasına izin verdim. Hiç zor olmadı. Kafamı göğsüne yaslayıp ağlamaya kaldığım yerden devam ettim.
O gün hiçbir şey olmadı. Birbirimize yaslanıp oturduk ve arada bir içeri giren hemşirelere mekanik cevaplar verdik. Ben ağladım, o konuşmadı.
Vakit gece yarısı olduğunda Demir annemin uyanıp onu burada görebileceğini ya da Atıf Bey'in aniden çıkıp gelebileceğini düşünmeden uyuyakaldı. Annemle onun düzenli nefes alışları arasında yeniden saatin tiktaklarını saymaya başladım.
Üç bin altı yüz kırk beş saniye sonra, annemin dudağının seyirdiğini gördüm. Demir'in omzuma attığı kolundan tek hamlede sıyrılıp yatağa yanaştım. Elini tuttum.
Fısıldıyordu. Bunun normal olup olmadığından emin olmasam da ne dediğini duymaya çalıştım. kulağımı dudaklarına yaklaştırdım.
"Atıf..." dedi. "Beni..." Kaşları acı içinde çatıldı. "Atıf beni öldürdü."
Bilmiyor muydum sanki? Onu evin önünde gördüğümde anlamamış mıydım? Başından beri hep bunu beklemiyor muydum? Her şeyin farkındaydım ben de. Ama annemin ağzından duymak bana dün sabah Ufuk'un yanındayken düşündüğüm şeyi hatırlattı; ölmek için herhangi bir etkene ihtiyacım olmadığını.
Annemin eline minik bir öpücük kondurup Demir'in yanına gittim. Kollarımı beline dolayarak sıkı sıkı sarıldım ona.
Denize düşen yılana sarılır demişler.
Ya da öyle bir şey işte.

3 yorum:

  1. Hayırdır daha bir ay olmamıştı biraz daha bekleyip öyle yayınlasaydın be kartozu. Neyse trip de atıldığına göre eleştiriye geçebiliriz
    Öncelikle bir daha sakın "Limonun suyunu çıkardım." tarzı bir espri yapma lütfen. Atıf'ı İpek'in odasına o malum şeyi yapmak için gelmiş gibi gösterdin başta ama ben zaten Atıf'tan böyle bir şey beklemiyordum. Aslında beklemem gerek sonuçta kötü adam ama öyle bir anlatıyorsun ki adama acıyasım geliyor :D
    Şahin'i sevdim jr.süleyman gibi bi şey olmuş adjxhsim
    Bu Demir'in hareketlerini çözebilmiş değilim. Herkesin bir sonraki adımı tahmin edebilirim ama Demir'inkiler tam bir muamma. Çocuğun ne zaman ,ne yaptığı, neden yaptığı anlaşılmıyor ki. Önce Ufuk'a ağlıyor babam bana hiç yemek hazırlamadı da ona hazırladı diye sonra Atıf Bey'in yemek hazırlamadığı ve Demir'in de bunu bildiği ortaya çıkıyor. Bence bu çocuk şizofren.
    Annesinin vurulmasına gelicek olursak. Öncelikle ben İpek'in annesini hiç sevmiyorum. Kızının neler çektiğini biliyor yine de her şey onun suçuymuş gibi davranıyor. Atıf'ın İpek'in annesine bir piçlik edeceğini biliyordum. Zaten Süleyman da spoiler vermişti bize anneni getirmekle çok kötü yaptın falan diyerekten :D
    Ufuk'a da değinmeden geçmeyelim. Ufuk bu hikayedeki tek aklı başında karakter bence. İpek herkesin bildiği gibi fazla saf salak bir şey. Atıf desen manyak mı desem, psikopat mı desem, sübyancı mı desem bilemiyorum öyle bir tip işte. Anasını sevmediğimi söylemiştim zaten o da ayrı gerizekalı. Demir de topaç gibi dönüp duruyor, amacını çözemediğim mahluk. Süleyman var bir de diyeceksin ama ben böyle fazla kahraman, fazla babacan, fazla iyi karakterde bir bit yeniği ararım. Nedense hep bir şüpheyle yaklaşıyorum ona. Neyse ilerleyen bölümlerde umarız ki şüphelerim yersiz çıkar. Ya da çıkmasın ya. Eğlenceli olur aslında kötü Süleyman :D Eline sağlık diyor bir dahaki bölümü fazla arayı açmadan yazacağına dair ümitlerimi sunuyor ve eleştirimi burada noktalıyorum. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere. Esen kalın Efenim :)
    Yazmayı unuttuğum son bir ufak not: "Babadan oğula geçen, iki kuşağı eğlendirmiş bir oyuncak..." tuttum bunu. Efferin hehehe

    Bu kez gerçekten son not olan son not: O kadar zaman geçti. Umarım insanlar seni okumaktan vazgeçmemiştir :D Benden başka yorum atan olmazsa da üzülme hala ben varım bebem :*
    Ayy ne yazdım bee. Yeter bu sefer gerçekten gittim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sana tribün toplayıp tezahürat yapmak istedim şu son not için. Teşekkür ederim, en büyük korkularımdan biri bu zaten. :(
      Ama asıl teşekkürüm bu uzun yorum için ehehe. Gerçekten keyfimi yerine getirdin. :)
      Eleştirin hakkında konuşmak istiyorum. -sanki eleştiriyi eleştirecekmişim gibi oldu-
      Öncelikle İpek'in annesi vurulmadı, bildiğin merdivenden yuvarlandı. Orada da belirttim ama demek ki kafanda silah ve Atıf Bey'i birleştiriyorsun. Olsun, olsun. Sonuç olarak kötü bir yaralanma vakası gerçekleşti.
      Demir hakkında kafasını karıştırdığım için, bir sonraki hamlesini tahmin etmene engel olduğum için mutluyum. Ama öyle böyle değil, baya mutluyum.
      Ufuk içinse, her zaman söylerim yine söylüyorum, seviyorum o çocuğu. Öz evladım gibi seviyorum hem de hahaha. :D
      Son olarak ben de umuyorum ki arayı açmadan yeni bölümü eklerim. Çok teşekkürler Delicim. AY LAV YU DELİCİM. Kendine iyi bak Delicim. Görüşmek üzere Delicim. Mavi kal Delicim. Buing ~

      Sil
    2. yukarıya bakarsanız, tam sınav haftasında dersten kafa dağıtmaya bahane ararken ortadan kaybolan, sınavlar bitmek üzereyken geri dönen erişkin bir kartozu'nu habitatında gözlemleyebilirsiniz.
      deli'nin yorumuna da bir baktım elbette, nasıl bakmam, kartozu'muza fırçayı çekerek başlamış. helal olsun sana da deli. gerçi ben onun aksine atıf'tan her şeyi bekliyorum, ipek'in annesini itmesi de şaşırtıcı değildi mesela. 20 bölümdür ipek'in ruhunu kompostoya çevirdin, artık işin içine bir de tecavüz karışsa hiç şaşırmazdım doğrusu kartozu. ama senin yazdıklarından bahsedecek olursam ağzımı bozarım, o yüzden deli'nin yorumunu baz alarak konuşmaya devam edeceğim. deli "o malum şeyi yapmak için" demiş, okuyunca kadınlar kulübü'yle grinin elli tonu arası bir cehennemde sandım kendimi. kabus resmen. neyse ne diyordum, atıf'tan beklerdim ben onu. şu an eski türk filmlerindeki karakterler gibi çünkü atıf; ya yüzde yüz iyi ya yüzde yüz kötü.
      atıf'la ipek'in ilişkisinde lolita'msı bir şeyler görüyor gibiyim ama üzerinde konuşmak istemiyorum, çünkü lolita bende kusma isteği uyandırmıştı. siyah limon parça parça gittiği için henüz kusamadım.
      ayrıca yüzde yüz eminim ki atıf ipek'in yanında horlarken (horlamıyor deme sakın, horluyor) onları demir görmüştür. maldır, görür. görür yani.
      demir'e bir sağdan bir soldan çakasım var. ne yaptığı belli değil veled-i zinanın. ipek'e sonunda tekrar destek çıktığına sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. bu noktada deli'yle aynı fikirdeyim, demir de kafayı sıyırdı bence.
      ipek'in annesinin zaten başından beri pek bir halt ettiği yoktu, ölebilir, hiç umrumda olmaz valla. gencecik kızının hayatı perişan oluyor, sen otur kızı suçla, parmağını bile kıpırdatma. müstahak sana. bu arada adı ne o kadının ya?
      kadın demişken aklıma geldi, ipek'in hizmetçi konusunda atıf'la konuştuğu kısımdan da nefret ettim. kıskanmış gibi konuşuyor, sanki zengin ihtiyarla evlenmiş genç para avcısıymış da hizmetçileri kıskanıyormuş gibi. ufuk dışında bu hikayede sevdiğimiz birileri kalsın istiyoruz kartozu, anla bizi.
      ipek demir'e sarıldı diye anası yine kızarsa da şaşırmayacağım. hiçbir şeye şaşırmayacağım artık. pardon, düzeltiyorum, EĞER BİR HAFTA İÇİNDE YENİ BÖLÜM KOYARSAN ŞAŞIRIRIM.
      anlamadıysan söylemiş olayım, maviledim bu bölümü de. gıcık ola ola yani.
      mavi geceler.

      Sil