Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

9 Nisan 2017 Pazar

44. sayfa

Kitap okumayı sevdiğimi tahmin etmek herhalde zor değildir. Okuduklarım konusunda da fazla seçici değilim, elime aldığım hemen her kitabı okumaya başlayabilirim yani. Fakat her kitabı bitirmek benim için pek de kolay değil.
Kafamın içinde sürekli zamanımı boşa harcadığımı haykıran bir ses var. O yüzden kitap okumak gibi zaman alan işleri olabildiğince çabuk halletmek istiyorum. Böylece hemen elimdeki romanı bitirip öykü kitabına başlayabilir, onu bitirince finallerime çalışabilir sonra tekrar bir romana başlayabilirim ve tüm bunları yaparken de boş boş oturabileceğim bir zaman da bırakabilirim kendime. Aslında kendimi o yuvarlak şeyin içinde dönen bir hamster gibi hissediyorum çoğu zaman. Tek farkımız hamsterın muhtemelen bir yere gitmediğini bilmiyor oluşu, bense her şeyin farkındayım ve anlamsız bir acele içinde olduğumu biliyorum.
Yine de engel olamıyorum buna, tuhaf. Gizli bir hastalık gibi, durmadan bir şeyleri hesaplıyorum. Otobüse vaktinde yetişsem, 70 sayfa okusam, üç bölüm izlesem, bir saat dinlensem... 
İşte bu sebepten dünyanın en keyif verici aktivitelerinden olan kitap okumayı bazen çabucak "yapmam gereken" bir iş olarak görüyorum ve kendime sürekli hızlı olmayı telkin ediyorum. Böyle olunca da çok da sürükleyici olmayan, ama okumayı çok istediğim kitapların çoğunu daha boş bir zamanım için yarım bırakmak zorunda kalıyorum. Ve o "daha boş bir zaman" ne zaman gelecek, hiç bilmiyorum.
Eğer bir kitaba başladığımda 44. sayfaya kadar zevk alarak okumadıysam, 44. sayfayı zor gördüysem ya da başladıktan sonra uzun bir süre içinde hiç bile göremediysem bırakıyorum o kitabı. 44. sayfa benim için bir nevi baraj görevi görüyor. Neden 44 bilmiyorum. Kendimi bildim bileli bir kitabın 44. sayfasını okurken müthiş bir zevk ve neşe içinde oluyorum. Sanki kurgu asıl orada başlıyormuş gibi hissediyorum. 
Bugün hayatımın bir kitap gibi olmadığını anladım bu yüzden.
20 yaş, hayatımın 44. sayfası sanırım. Ama bir kitabı okurken olduğu zevk almıyor, neşeyle dolmuyorum. Sanki bu kitabın başı daha güzeldi. Başı bitmesin diye okumak istemedim, ağır ağır okudum. Bu noktaya gelmeden bırakabileceğimi düşündüm belki de. Ama okumadan anlayamadım 44. sayfa hangisiydi. Şimdi bırakamam da... Girişteki o betimlemelerle dolu, okuyucuyu sıcacık karşılayan ve kapağı açılmadan önce olup bitenleri özetleyen bölümler bitti. Artık okumasını sevdiğim, ama yaşamasını sevmeyeceğimi bildiğim o hüzünleri, mecburiyetleri, düş kırıklıklarını ve kim bilir daha neleri yaşayacağım. Genelde kitaplarda böyle şeyler yazılır çünkü, mutluluk yazılmaz. Mutluluk sadece, çorbanın üstüne süs olsun diye konulan maydanoz gibi, kurgunun sonunu güzelleştirsin diye kullanılır.
Ben maydanozu da hiç sevmem ya, neyse.
Yani demem o ki, 44. sayfayı okuduğum için artık hayatımın civcivli kurgusuna kapılmış bulunmaktayım ve bırakayım diye çırpınmanın bir alemi olmadığını fark ettim. Ama bir yandan da nelerin beni beklediği konusunda fazlasıyla korkuyorum. Sanırım tek yapmam gereken hayatımın bir kitap olmadığına kendimi ikna etmek, böylece bu korku da uçup gitmiş olur. Fakat ikna edersem, o zaman bu 44 sayfa teorim de çöpe gider ve hayatımı gayette bir kenara atabilirim.
İşte böyle. Drama kraliçesi Mavi, yine kafanızı ütüledi.
Ne yaparsınız, sonu olmayan yollarda koşturmanın çok korkunç olduğunu düşünürken aniden daireler çizdiğimi fark edip hayal kırıklığına uğramayı pek seviyorum.
Bu yazıyı yazmak planlarımda yoktu. Planlarımda ders çalışmak vardı. Ders çalışmak, en kolay feda edebildiğim planım olduğu için sıkıntı yok. Vicdanım falan da hiç sızlamıyor.
Birazdan bir şeyler yiyeceğim, hayır bu saatte yemek yediğim için de vicdanım sızlamıyor kesinlikle. Ama midem ağrıyacak orası kesin.
Bu yazıyla çok alakasız bir şarkı vereceğim şimdi, ama çok seviyorum. İyi dinleyin olur mu?
Ha bir de bir şey soracağım. Sizin de 44. sayfanız var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder