Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #10

Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

Başları önde sundurmada bekleşiyorlardı. Bahçenin ortasında, karşılarında duranlar ile aralarında sebepsiz bir gerginlik esiyordu. Taekwoon’un bir çorabı yoktu, Jaehwan da başına çaput bağlamayı unutmuştu.
“Çok mu yoruldunuz dün? Daha uyanamamışsınız bile,” dedi Âlim Efendi gülerek. Yanında dikilen Wonsik onun kadar neşeli gözükmüyordu.
“Özür dileriz beyim.” Taekwoon yeterince eğik durmuyormuş gibi, biraz daha eğilmişti. Abisi ona eşlik etmedi. Gözleri misafirlerdeydi.
“Sorun yok. Jaehwan sen Âlim Kim’le gideceksin bugün. Sen de kendine gelince mektebe uğrayıver evladım.”
İki âlim birbirlerine döndü, bakışlarıyla anlaştılar ve hoca olan arkasını dönüp uzaklaştı. Kalansa daha afyonu patlamamış olan iki kılıç ustasına baktı. Taekwoon efendisi köşeyi döner dönmez başını hızlıca iki yana salladı, tulumbaya koştu. O sırada abisi misafiri sundurmaya oturması için davet ediyordu. Yan yana dizilip tas tas su içen, üstünü başını sırılsıklam eden, bir de üstüne geğiren delikanlıyı izlediler. Birlikte güldüler.
“Kusura bakmayın Küçük Bey,” dedi odaya girmek için yanlarından geçerken. “Hayatımda ilk defa bu kadar içtim.”
Jaehwan “Abisine benziyor git gide,” diye araya girdi gururlu bir sesle. “Beyim kahvaltınızı ettiniz mi? Bir şeyler yemek ister misiniz?”
“Evden çıkmadan yedim, siz doyurun karnınızı.”
Giyindikten sonra birlikte akşamdan kalma çorbası içip çekişirlerken yeni arkadaşları onları ağzı kulaklarında dinliyordu. Böyle dertsiz tasasız bir sohbet daha duymamıştı. Delikanlılar da kendilerine şaşıran genç âlime sık sık gülümsüyorlardı.
İlk ayrılan gururla norigesini sallayan Taekwoon oldu. Diğer ikisi tuhaf bir sessizlik içinde oturdular bir süre. Hancı kadın tam iki kez gelip başka bir şey ihtiyaçları olup olmadığını sordu. Anlaşılan bu yeni efendiyle tanışmak istiyordu. Lakin Jaehwan’ın onları tanıştırmaya niyeti yok gibiydi, o yüzden Wonsik yalnızca gülümseyerek selam vermekle yetindi.
“Beyim, öğlen olacak. Nereye gideceğimizi söyleyecek misiniz?”
Genç âlimin suratı düştü. Ne güzel oturup sokaktan geçenleri izliyorlardı, ne aceleleri vardı? Kendisi de manasız bir muhabbet çevirmek istiyordu. Tuhaf tuhaf el şakaları yapmak istiyordu. Neydi bu gerginlik?
“Saraya,” dedi huysuz bir sesle. “Veliaht Prens’le görüşeceğim.”
Kılıç ustasının dudaklarında tükürüklü bir kahkaha patladı. Ayağa kalkıp etrafına bakındı.
“Beyim siz benimle taşak mı geçiyorsunuz?”
“O nasıl lakırdı öyle?” Suratına öfkeli çizgiler kondurmak istedi, lakin çekinmeden konuşmasının hoşuna gittiği belli oluyordu.
“Ben saraya gireceğim yani?”
“Evet.”
“Hem de Veliaht Prens’in konutuna kadar?”
“Evet.”
“Vay anasını ya…” Ellerini hayret içinde birbirine vurdu. “Yok, vallahi inanamıyorum.”
“İnanamayacak ne var bunda? Hamallar bile her gün saray mutfağına malzeme bırakmaya giriyor. Sen neden giremeyecekmişsin?”
“Beyim, benim elim kılıç olmuş artık. Kapısından girebildiğim ne kadar az yer var siz biliyor musunuz? Ya duvardan atlarım ya daldan sarkarım.”
“Kuş musun sen?”
Jaehwan bu soruyu duymazdan geldi. “Anam göreydi bari girerken. Yok, yok görmesin ya da ağlar şimdi hep. Sahiden girecek miyim içeri?”
“Gireceksin diyorum ya…”
“Kılıcımla birlikte mi?”
“Yanında ben olduğum için sorun çıkmaz.”
“Sevdiceğim de görecek yani içerisini.” Sesi şaşkından çok duygusal çıkmıştı şimdi. Küçük Bey kendini tutamayıp güldü artık.
“Dikkat et ama sevdiceğinin elini hiç bırakma orada.”
“Kolumu koparsalar vermem.”
Sarayın bahçesinden geçerken saray hanımları Âlim Kim’in peşinde dimdik yürüyen siyahlar kuşanmış bu delikanlıdan gözlerini alamadılar. O ise hem azami dikkatle hem de etrafına hayranlıkla bakınarak yürüyordu. Bir aralık önünde yürüyen efendisine eğilip “Aynı gökyüzü lakin kokusu bile farklı,” diye mırıldandı. Karşılığında sessiz bir gülüş duyuldu.
Konuta girdiklerinde Veliaht Prens başka bir arkadaşıyla hararetli bir tartışma içerisindeydi. Arkadaşı yerinden kalkmaya tenezzül etmedi. Prens de başını yana eğip onun omzunun üstünden gelenlere baktı.
“Kim Wonsik, gel de otur hadi.”
“Peki, Majesteleri.” Jaehwan aniden paniğe kapıldı. Efendisi gidip oturunca kendisi ne yapmalıydı? Çıkmalı mıydı? Yoksa o da oturup dinlemeli miydi?
“O kim?” Şimdi paniğe Âlim Kim de dâhil olmuş gibiydi. Başıyla selam vermesini işaret etti. Kılıç ustası eğildi. Sarayda böyle mi selam veriliyordu? Kendini tanıtması gerekir miydi? Tanıtsa ne diyecekti? Birliğin muhafızı olduğunu söylemesi doğru olur muydu?
“Birliğin muhafızlarından, Âlim Efendi’nin sağ kolu olur. İsmi Jaehwan, Majesteleri.”
“Hoş geldin.” Jaehwan kalkıp bir kez daha eğildi, başı neredeyse dizlerine yapışacaktı bu defa. Lakin ağzını açamıyordu. Biri tutkalla yapıştırmıştı sanki. Wonsik eliyle onun sırtını sıvazladı. O da doğruldu. Başını kaldırdığında herkesin gülümsediğini gördü. Şimdi dönmüş kendisine bakmakta olan Efendi Lee bile.
“Burada karşılaşacağımızı düşünmemiştim,” dedi.
“Evet, efendim.” Kendisi de düşünmemişti. Hayatında hiç saraya gireceğini de düşünmemişti, lakin buradaydı işte.
“Sen de otur.” Veliaht Prens’in karşısına mı oturacaktı? Kalbi güm güm atıyordu.
Efendilerin hemen ardına çöktü. İkisinin omuzlarının arasından Prens’in çehresini görüyordu. Ziyafet gecesi de inceleme fırsatı olmuştu. Yine de bu kadar yakından görebilmek adeta bir mucizeydi. Arada bir ciğerine vuran ağrılar diner miydi acaba uzun süre baksa? Böyle rivayetler duymuştu. Kralı görünce dili açılanından, sesini duyunca kalkıp yürüyen kötürümüne kadar…
Orada oturduğu süre boyunca duyduklarının yalan olduğunu anladı. Prens de tıpkı kendisi gibi bir insandı. Gülüyor, telaşlanıyor, öfkeleniyor, karnı acıkıyordu. Dostlarını seviyordu. Korumak istedikleri vardı, hırsları vardı, hayalleri vardı. Onun da uykusu geliyordu, kim bilir kaç kez esnemişti. Bu düşünce aklından geçtiği için korktu, duyan olursa kellesini alırlardı.
Gerçi… Birinin canına kıyabilecekmiş gibi gözükmüyordu Majesteleri. Laf arasında göz göze geldiklerinde, kendisine baktığı için kızmamış aksine gülümsemişti bile. Dostlarına yemek yiyip yemediklerini sormuştu. Hatta bir ara Jaehwan’a bir konu hakkında fikrini soracak olmuştu da son anda vazgeçmişti.
Âlim Cha’nın neden bu genç adama yardım etmek istediğini anlamıştı. Yüreğinde tuhaf bir his canlanmıştı. Güven gibi bir şeydi. Güven miydi? Bunca yıldır vaat edilenlerin gerçek olacağına dair umudu yeni bir meyve mi vermişti yoksa? Veliaht Prens’in herkesi koruyabileceğine inanmak istiyordu.
Evde dönmek üzere saraydan çıktıklarında dimdik tuttuğu omuzlarını salmış, tuttuğu nefesini bırakmıştı. Kahkahalarla gülüyordu.
“Saray düşündüğün kadar korkunç muymuş?” diye sordu yine kocaman gülümseyen Âlim Kim.
“Hayır, hem de hiç. Rüya gibiydi. Benimle cidden taşak geçmediğinize emin misiniz, beyim? O cidden…” durdu ve efendisine biraz daha yaklaşıp sesini alçalttı. “O cidden Veliaht Prens miydi? Nasıl o kadar cana yakın olabilir? Sanki… Sanki insan gibiydi.” Az önce düşünmekten bile korktuğu bu kelimeleri şimdi hiç düşünmeden yeni arkadaşına söyleyivermişti.
“Ne demek insan gibiydi? İnsan zaten, görmedin mi?”
“Hayır, öyle değil…”
Sessizlik. Birbirlerine gözlerinin ucuyla bakıp beklediler. Sonra aynı anda kahkahayı bastılar.
“Yaşadığın her şey gerçekti. Geçmiyorum… Taşak falan.”
“Ooo beyim…”
“Beni de kendine benzettin.”
“Sarayda söylemeyin bunu. Hele mektepte hiç söylemeyin, Âlim Efendi haşlar sizi.”
“Sadece sen duydun.”
“Sadece ben…”
“Sen kaç yaşındasın?”
“Sizden bir yaş büyüğüm, beyim.”
“Benim yaşımı nereden biliyorsun?”
Gururlu bir gülümseme belirdi yüzünde. “Ben her şeyi bilirim.”
“O zaman sana abi mi demem lazım?”
“Estağfurullah beyim.”
“Kendinden küçük birine bey demekten gocunmuyor musun? Üstelik dostuz artık.” Wonsik bunu gerçek bir cevap bekleyerek sormuştu, lakin sesi uzaklara doğru gitmişti sanki. Belki de darılmıştı Jaehwan.
Yolun geri kalanında konuşmadılar. Âlim Kim de kılıç ustasına, Prens’in her zaman böyle güler yüzlü olmadığını söyleyemedi.
***
Taekwoon mektepte yalnızca efendisine eşlik edeceğini düşünmüştü.
Gittiğinde kendisiyle aynı seviyede olan insanların ona selam verdiğini fark etti. Sanki önemli biriymiş gibi, efendisinin odasına kadar eşlik ettiler ona. Selamlaşma faslı bitmeden çay ikram ettiler.
Nihayet yalnız kaldıklarında kendisini daha iyi hissetti. Böyle bir ilgiye alışık değildi, kapının önünde laflayıp orada bırakmayı tercih ederdi.
Âlim Cha “Bugün epey işimiz var,” deyince rahatsızlığını bir kenara bırakıp dinlemeye başladı. “Akşam karargâha gidip kılıç talimi yaptıracaksın muhafızlarımıza.”
“Ben mi?”
“Sen tabii.”
“Jaehwan abim daha marifetlidir, beyim.”
“Senin bu işe daha uygun olduğunu biliyorum. Abin de benimle aynı fikirde.”
Başını eğdi. “Emredersiniz.”
Talimden önce daha da önemli bir işleri vardı. Efendi önüne kitaplar çıkardı, üst üste yere dizdi. Bir de önünde duran masanın üstüne genişçe bir kâğıt yaydı. Ezber yapacaklardı.
Kâğıtta birliğin bütün üyelerinin isimleri yazıyordu. Toplantıya gelenlerden çok daha fazla insan vardı birlikte. Taekwoon şaşırdı.
“Bazılarıyla hiç tanışmayacaksın belki,” dedi Âlim Efendi. “Lakin bir gün isimlerini duyduğunda onlardan yardım isteyebileceğini ya da onlara yardım etmekle yükümlü olduğunu bilmelisin. Hangi durumda olurlarsa olsunlar.”
Aslında böyle bir listenin hazırlanması tehlikeliydi. Yalnızca birkaç kişi için yapmıştı bunu, hepsini ezberledikten sonra kâğıdı yakmalıydı yaveri. Sonra o kitaplar… Ona okuma yazması olduğu için emanet edecekti. Renkli mürekkeple yazılan kelimelerden birlikle ilgili bilgiler çıkıyordu. Dikkatli okumak lazımdı. Taekwoon bunları da ezberleyip kitapları geri döndürmeliydi. Cha Hakyeon kendisi yazmıştı her şeyi. Hepsini kendi kızlarına bırakmak istiyordu.
Âlim Efendi dizlerinin sızısından oturamayacak hale gelene kadar nasıl çalışacağını öğrenmeye çabaladı delikanlı. Kendisinden önce hana varacak olan kitaplara eşlik edip bir an önce her şeyi bitirmek istiyordu, lakin görev beklemezdi.
Karargâh ormanın içlerine doğru, sık ağaçların ortasına kurulmuş genişçe bir barakaydı. İçeride yalnızca duvarlar boyunca dizilmiş sandıklar vardı, içlerinde kılıçlar var gibi duruyordu.
Taekwoon’un öğrencileri otuzdan fazlaydı. Kendisinden yaşça epey büyük olanlar da vardı, daha çocuk sayılabilecekler de. Kimisi hayatında eline hiç kılıç almamıştı. Hatta bazılarının bıçak tutmuş olabileceğinden bile şüpheliydi.
Saatlerce öfkesini bastırmaya çalışarak elinden gelen her şeyi yaptı. Bir arpa boyu yol alamamışlardı. Kendisi ezberde nasıl kötüyse, bu adamlar da kılıçta kötüydü. Efendisinin sabrettiği gibi sabretmeyi denedi.
Hanın yolunu tuttuğunda kendisini çok yorgun hissediyordu. Anlaşılan ödevini bu gece tamamlaması mümkün olmayacaktı.
Ellerini arkasında birleştirdi ve ağrıyan boynunu kaldırıp gökyüzüne bakmaya başladı. Şu güzel ay ışığının altında soyunup göle girmeyeli ne kadar zaman olmuştu? Abisiyle bir ara mutlaka gidip gölde yıkanmalıydılar.
Birden tüm bedeni kasıldı. Birkaç adım arkasından gelen ayak seslerini aklından önce vücudu fark etmişti. Ne zamandır takip ediyordu? Karargâhın yerini de görmüş müydü? Karargâhın gizli tutulması gerekir miydi? Bilmiyordu. Tek bildiği arkasından gelen kimse özellikle mesafeyi koruyarak ağır ağır yürüdüğüydü.
Daha fazla bekleyecek sabrı yoktu. Hemen kılıcını çekip arkasına savurdu.
Silik bir çığlık duyuldu. Pembe pelerinine sımsıkı sarınmış, yere çömelip kulaklarını kapatmıştı.
“Doyeon Hanım!” Kılıcı elinden kayıp yere düştü. “İyi misiniz?” Genç kızın omuzları titriyordu, yine de gülümsemeye çalıştı.
“Sizi korkutmak istememiştim, beyim.”
“Asıl ben sizi korkutmak istememiştim.”
Ellerini kulaklarından çekip yüzüne kapattı. Derin bir iç çekti, ama bu gözyaşlarını durdurmaya yetmedi. “Korktum,” dedi usulca.
Taekwoon ta karnından çiçeklerin büyüdüğünü, gırtlağına doğru fışkırdığını hissetti. Bedeni yerinde duramıyordu. Her hareketinde kendini durdurmaya çalıştıysa da yapamadı. Yere çöküp ağlamakta olan hanımefendiyi sımsıkı kucakladı. Doyeon da başını onun omzuna yaslayıp sakinleşmeyi bekledi.
Sanki hava aniden ısınmıştı. Genç kızın kurdelesinden gelen kamelya kokusu etraflarında dolaşıyordu.

mavinot: Okuyan herkese teşekkür ederim. Lütfen yorum bırakmayı unutmayın!!

5 yorum:

  1. Yine bir Doyeon ve Taekwoon vakası
    Bu ikisi neden böyle güzeller bilmiyorum ama çok hoşuma gidiyor onların bölümleri
    Onun yanında Jaehwan ve Wonsik'in bölümleride çok güzeldi
    Hele Jaehwan'ın kılıcına sevdiceğim demesi çok tatlıydı
    Ama nedense kolumu koparsalar vermem dediği an sanki ciddileşti her şey bir anda çok ani
    Ellerine sağlık bu bölümde çok güzeldi
    Diğer bölümü sabırsızlıkla bekliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayrıntıları yakalaman hoşuma gidiyor ehehhe. Teşekkür ederim dikkatle okuduğun ve yorum bıraktığın için! Sonraki bölümde görüşürüz <3

      Sil
  2. “Yaşadığın her şey gerçekti. Geçmiyorum… Taşak falan.” sınıfın ortasında güldüğüm için satır içi yorum olmamasına küfrederek yazıyorum buraya :'D

    YanıtlaSil
  3. Amanın, uygun karşılanmıyordu hani kycaklaşmalar *yandan gülen emoji*
    Doyeon sen de buldun yakışıklı boyulu poslu takip et dur kızım, ha bu ima değil ciddiyim bırakma peşini tut kulağından helalimsin de. Zaten bey olmadığını öğrendiğinde sevdasından vazgeçecek tip yok sende :3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Doyeon'u iyi tanımışız sevindim ahahaha :D

      Sil