Sarı, çöp poşetinden uydurma yağmurluğumun
hışırtısından yanımda yürüyen annemin sesini zar zor duyuyordum. Gereğinden
fazla kısa kollarından içeri sızan yağmur ve bunaltıcı hava yüzünden
koltukaltlarım sırılsıklam olmuştu.
“Şunu giymesem daha az ıslanırdım belki.”
Cümlelerin arasında bıraktığı kısa bir boşluktan faydalanıp araya girmiştim. “O
kadar yağmıyor bile.” Volta atarcasına birleştirdiğim ellerimden birini çözüp
gökyüzüne doğru açtım. Birkaç iri damladan başka bir şey düşmedi.
“Ne yapalım biz de kendimize göre önlem alıyoruz.”
Sabaha kadar eve dönmeyeceğimizi düşünürsek
mantıklı sayılabilirdi, şimdilik yalnızca rahatsız ediciydi. “En azından
botlarımızı düzgün aldık bu sene.”
Birkaç ay önce bu senenin nisan ayında havanın
tuhaflaşacağı, yağmurların normalden uzun süreceği, buna rağmen havanın
normalden daha sıcak olacağı kulaktan kulağa yayılmıştı. Kulakları olağan
şeyleri duyan insanlar, genelde haber aldıkları yerlerden böyle bir bilgiyi
edinememişlerdi elbette. Bizse hazırlıklıydık.
Bahçelerimize fazladan bir depo kurmuş, daha
dayanıklı yeni kauçuk botlar almış, yağmurluğa paramız yetmeyince dayanıklı çöp
poşetlerinden bir şeyler yapıvermiştik.
Ayın ilk günü oldukça kuru, hatta rüzgarlı geçtiği
için kendimize bir gün ayırabilmiştik. Herhangi bir plan yapmadan, düşen ilk
yağmur damlasını konuşmadan, aylaklık edip dinlendiğimiz bir gün… Büyük
sınavdan önceki gün çalışmayı bırakan öğrenciler gibi hazırlıkların sonuna
geldiğimiz için ferah ama heyecanlı bir gün…
Yalan söylemeyeceğim, birkaç gün daha tatil
verebilmek isterdim kendime. Ama bir yandan da artık tadına bakmak istiyordum;
tenim kuruyor, kanım kaynıyor, canım çekiyordu nisan suyunu.
İkinci gün yeryüzüne düşmüştü. Gerçekten de
fısıltıların söylediği kadar uzun sürüyor, sonsuz gökkuşakları açtırıyordu. İlk
mahsulü düşündüğümüzden daha çabuk elde edeceğimizi fark edince hemen o gün
çıktık dışarı. Yıllardır her nisan ayında önünden geçtiğim ve sadece önünden
geçtiğim zaman varlığının farkında olduğum kapılara varlığıyla yokluğu fark etmeyen,
sadece bekleyenin görebileceği o küçük ve renksiz zarfları bırakmaya başladık.
“Altısında,” yazıyordu içinde. Bir de her
zamankinden farklı olarak altına “İlk önce küçükler,” eklenmişti. Pek çok kez
depoyu dolup taşıracağımız için, önce doymak bilmez çocukları besleyip herkesi bitirdikten
sonra da hep beraber toplanıp bir ziyafet çekmeye karar vermiştik.
O sene değişen iklimden midir bilinmez, arada bir
depoya girip birikenin içinde yüzmek isteyecek kadar gerginleşiyordu derim.
Hatta kaynatılmadan lıkır lıkır içmek istiyordum bir bardak çalıp.
Babam bakışlarımı her yakaladığında kolumu
çimdikliyordu, zaten kurumaktan yaralar çıkarmaya başlamış derimi iyice
acıtıyordu.
Cumartesi gecesini zar zor bekledim. Olağan
insanlar gibi herhangi bir şeyin yokluğunu çekerken öfkeleneceğime aptalca bir
neşe içinde oluyor, dikkatsizleşiyordum. Bir de o gün karanlık çöktüğü halde
bile insanın midesini bulandıran sıcağın ve gürültülü çöp poşetimin içinde fark
edilmemek için ağır ağır yürürken annemin yanımda hiç ilgimi çekmeyen şeylerden
bahsedip durması da sabırsızlığıma pek iyi gelmemişti.
Zarfları bıraktığımız kapıların önünden, orada
bekleyen çocukların yüzlerine hiç bakmadan geçerken ellerimin kanadığının hiç
farkında değildim. Bizi hiç tanımıyormuş, hatta görmüyormuş gibi etkileyici
oyunculuklar sergileyen çocuklar annemle aramıza girip bizi iyiden iyiye
birbirimizden uzaklaştırmaya başladıkça da sürünün arkadan gelen koruyucusu
olarak önümde yürüyen küçük kafalardan başka bir şey görmez olmuştum.
Korkacak bir şey yoktu gerçi, bu dünyaya böyle
doğmuş çocuklar çoktan büyümüş olan yetişkinlerden daha aklı başında olurlardı.
Aramızdaki kalabalık gözle görülür derecede
artmıştı artık. Yolculuğumuzun sonuna da yaklaşmıştık. Kocaman kazanda kaynayan
o tatlı ekşi şerbetin kokusunu iki sokak öteden alabiliyordum. Kupkuru
dudaklarımı yaladım, yutkunmaya çalıştım.
Tek düşünebildiğim önümde yürüyen cücelerle
beraber kazana kafamı sokmakken bir şey beni hazırlıksız yakaladı. Biri sağ
bileğimi tutup kaldırmış, sokak lambasının ışığında kana bulanmış elime bakmaya
çalışıyordu.
“İyi misiniz?” diye sordu. Bir anda gözlerimin
yuvalarında döndüğünü hissettim. Cücelerin hepsi aynı anda durmuş, henüz olağan
insanların duyamayacağı kadar alçak sesle tıslıyorlardı. Ağzımın içinden fırlamaya
çalışan dilimi ısırdım.
Derin nefesler alıp şekil değiştirmesini
engellemeye çalıştığım gözlerimin ucuyla annemin derisinin yeşile döndüğünü
görebiliyordum. Çocuklar nefeslerini tutmuşlardı, saldırmaya hazırlardı.
Elime dikkatle bakarak cebinde peçete arayan
adamın bize bakmadan bizi izleyen orduyu fark etmemiş olmasını umarak geğirdim.
O, şaşkınlık dolu bir ifadeyle yüzüme bakmak için kafasını kaldırırken ordu
ilerlemeye başlamıştı, tıslamalar kesildi. Canını kurtarmıştım, biraz kabalığın
önemi yoktu.
Omuzlarımdaki derinin değişmeye başladığını
hissederek elimi usulca çektim. Aniden bir sürüngenin ayaklarına dönüşmesini
izlemesindense kanlı kalması onun için daha iyiydi. “İyiyim, yalnızca biraz
rahatsızım.”
Arkamı dönmeden önce kurtulmanın getirdiği kısa
rahatlama hissi görüşümdeki bulutları dağıttı, meraklı siyah gözlerindeki
endişeyi görmek beni gülümsetti. “Kusura bakmayın,” dedi. Bu kadar çabuk pes
etmesine biraz da şaşırarak omuz silktim.
Artık dikkat çekmek umurumda bile değildi, deli
gibi susamıştım. Adımlarımı olağan insanlarınkinden daha hızlı atıyordum. Yağmur
da benimle birlikte hızlanmıştı. Avluya girerken kendime daha fazla hâkim
olamayıp büyük bir hata yaptım, ağzımı açıp ılık yağmur damlalarını yuttum.
Ne yaptığımın farkına vardığımda henüz avluyu yarılamamıştım
bile. Ağırlaşan derimin altında kamburlaşan sırtımı taşıyarak güçlükle
sundurmaya tırmandım. Pantolonumun dikişleri yeterince güçlü değildi, kuyruğum
sarı çöp poşetimi de delerek bedenimin arkasında salınmaya başladı. Şekil
değiştiren gözlerimden dünya bambaşka görüyordu artık. Sutyenim, tişörtüm,
mevsimlik ceketim ve çöp poşetimin üst kısmı da sırayla genişleyen omuzlarıma
yenik düşmüştü.
Bahçe kapısını henüz değişmemiş ellerimle ittirip
açarken ardımda bıraktığım bahçe kapısının da açıldığının farkında değildim.
İçeride belki de ilk kez kendi cinslerinden birini
doğal haliyle gören küçük çocuklar ellerindeki rengârenk bardaklara sımsıkı
tutunmuş bana bakıyorlardı. Babamın içini çekti ve çok derin bir kuyudan
geliyormuş gibi duyduğum sesiyle “İşte sabredip nisan suyunu kaynatmadan
içerseniz böyle yolun ortasında deri değiştirmeye çalışırsınız,” dedi.
Annem halsiz bedenimin kapının eşiğinde yığılıp
kalmış olmasına hiç şaşırmamıştı. Çocukların hepsinin bardakları dolu olmasına
rağmen hiç de boş gözükmeyen ağır kazanı güçlü kollarıyla kaldırdı. Sıcak suyun
üzerime dökülmesini, nisan suyunu içmek için bütün gün beklediğim sabırsızlıkla
bekliyordum.
Davetsiz misafirimiz tutmayan dizlerinin
ihanetiyle yere yığılınca demir bahçe kapısı arkasındaki duvara gürültüyle
çarptı. Çocukların iştahlı yutkunmaları kesildi. Başlar aynı anda az evvel bana
endişeyle bakan korku dolu siyah gözlere doğru çevrildi.
En özgür şeklinde olan bedenimin ve artık insani
içgüdülerle hareket etmese de olacağının farkında olan beynimin her kası tüm
gücüyle gerildi. Kendimi sundurmadan aşağı atılırken, ıslak çimlerin üstünde
tehditkâr tıslamalarla ve dil savurmalarıyla ona doğru ilerlerken buldum.
Titriyordu. Tıpkı az sonra, annem arkamdan yetişip
sürüngen derime bir kazan sıcak nisan suyunu boşaltınca olağan insan derime
bürünüp yaşadıklarımın yorgunluğuyla iki büklüm karşısında oturacak olan ben
gibi…
Sonunda bayıldı. Aciz bedenine bakarken yüreğimi
sıkıştıran pişmanlık ve çocukların heyecanlı gülüşleri arasında, annemle babam
onu az önce karşılaştığımız sokakta bir köşeye kimseye görünmeden bıraktılar.
Sabah olduğunda her şeyin bir rüya olduğunu düşünmesini ummaktan başka çaremiz
yoktu. Nasıl olsa hiçbirimiz bir hafta evden dışarı adım atmayacaktık şafak
sökmeden çocukları evlerine bıraktıktan sonra. Onun için de çıkmadım gerçi.
Annemle babam bana sürekli nasıl hissettiğimi
soran ve imrenen gözlerle bakan çocukları peşlerine takıp ailelerine götürmek
için çıktıklarında, evde oturup kendime biraz daha nisan suyu kaynattım. Bu
sene bol bol içmeliydim. Bu senenin ikinci çağrısı için evden çıktığımda
dikkatimi toplayacak kadar ayık olmalıydım bir de.
Göz açıp kapayıncaya kadar geçti bir hafta. Çoktan
iki çağrı yapacak kadar nisan suyu birikmişti depolarda. Ama babam beni yeterince
beslediğinden emin olmadan kimseyi çağırmak istemedi. Susuzluğumun yeterince
giderildiğinden ve değişimimden sonra olağan insan derimde oluşan yarıkların
iyileştiğinden emin olduklarında bu defa yaşlıları toplamak üzere çıktık
dışarı.
Sorunsuzca, çocuklardan daha yavaşça toplandık
sokaklarda. Bu defa bir yerim kanamıyordu, etrafta kimse de yoktu.
Aslında bunun biraz tuhaf olduğunu itiraf
etmeliydim, en az bir iki insana rastlamalıydık. Sanırım bu defa annemin
dikkatsizliğinden anlayamadık neler olduğunu.
O gece evimizin sundurmasında babam yaşlılara
yaptığım hatayı anlatıp bir olağan insanı korkuttuğumuzu anlatırken elimdeki
tatlı ekşi kokulu bardaktan kafamı kaldırdığımda gördüm onu. Korkuttuğum olağan
insan gözlerini dikmiş, bu defa merakla bakıyordu.
mavinot: Uzun zaman oldu! Lütfen sonraki bölümleri heyecanla bekleyin ;)
DEVAMINI BEKLEYİN DERKEN BU HİKAYENİN DEVAMINI MI BEKLEYELİM ÇÜNKÜ BUNA VARIM, MAVİ'NİN FANTASTİK KALEMİNİ GÖRMEYELİ ÇOK UZUN ZAMAN OLDU, NİSAN YAĞMURUNU BEKLEYEN KARAKTERİN GİBİ KURUDUK KALDIK MAVİ! ELLERİNE SAĞLIK, LÜTFEN DEVAM ET!
YanıtlaSilEvet bu hikayenin devamını bekleyiniz ehehe :D Teşekkür ederim, teşekkür ederimmm böyle şeyler duydukça daha da hevesleniyorum <3
SilYeni hikayen hayırlı olsun Mavi. Daha başı olduğu için net bir şeyler söylemeyecek olsamda devamını gerçekten merak ettiğimi söylemezsem olmaz . Değişik bir konusu var
YanıtlaSilHoşuma gitti ellerine sağlık ♡~
Teşekkür ederiiim. Umarım merak ettiğin kadar beğenirsin devamını <3
Silyeey şekil değiştirebilen kadın karakter sevdiim. ilk bölümden meraklandırdın devamındaki olayları merakla bekliyorum <3 hayırlı olsuun yeni hikayen <3
YanıtlaSilÇok teşekkür ederiim umarım beklediğin kadar beğenirsin <3
Sil