Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

11 Nisan 2019 Perşembe

escapril: nisanın suyu #2

6.29.
Güneş varlığını belli edecek kadar ışıldıyordu ne olduğu belli olmayan engellerin arkasından. Az sonra tamamen kendini gösterecek ve yapraklarından nisan suyu süzülen çiçekleri ışıl ışıl yapacaktı.
O gece yaşlıları evlerine tek başıma bırakmama izin vermişlerdi. Sürekli bir şey anlatan ve eski genç günlerini özleyen yaşlıların çenesinden yorulmuş olmalıydı annemler. Belki de birkaç sene içinde bu yaşlılar gibi dönüşme yeteneklerini kaybedeceklerini hatırlamak istemiyorlardı daha fazla.
Benim de işime gelmişti. Çevresine fazlasıyla duyarlı olması gereken bir ev dolusu insana hiçbir şey fark ettirmeden bütün gece onları izlemeyi becermiş şu adamla bir şeyler konuşmam gerekiyordu, hatta biraz korkutmam.
Aslında başımın bir hareketiyle güçten düşmüş o yaşlı sürüngenler bile onu iki saniyede parçalayabilirdi. Ama o baş hareketini yapamamıştım. Merak, korku ve heyecan karışımı gözleriyle bizi izlerken fazlasıyla zararsız görünüyordu. İkinci kez tekrarlanmasına izin vereceğimi sanmasam da biraz gözlemekten bir şey çıkmazdı. Belki normal halimizi görüp gördüklerinin rüya olduğuna kendi inandırmaya ihtiyacı vardı.
Şimdiyse uykulu ve ürkek adımlarla beni takip ederken sabrımı taşırıyordu. Yaşlıları evlerine götürürken bile peşimizden gelmişti, hiç mi korkusu yoktu? Ne kazanacaktı sanki?
Güneşin sonunda aydınlattığı dallardan birini koparttım yanından geçerken. Bir olağan insan için güzel bir bitkiye zarar verdiğime inanamıyordum.
Benden böyle bir şey beklemediğinden emindim. O kadar hızlı olmamı da beklemiyordu muhtemelen. Yakasından tutup duvara yasladım vücudunu. Dalın sivri ucunu da hafifçe boynuna dayamıştım.
“Ne istiyorsun?”
Dikkatle gözlerime bakıyordu. Gözbebeklerimin kayıp şekil değiştirmesini bekliyor olmalıydı. O gün ona saldırmak için atıldığımda nasıl gözüktüğümü merak ettim. Yakasındaki elim biraz gevşer gibi oldu. Tam bir canavar olmalıydım.
“Rüya değildi.”
“Ne saçmalıyorsun sen? Sapık gibi gecenin bir yarısı insanları takip etmeye utanmıyor musun?!”
“O evlerine götürdüklerinde senin gibi mi? O gün getirdiğin çocuklar da mı?” Düşündüğümden fazla noktayı birleştirmişti. Şunları benden başka birisi duyacak olsa onu öldürürdü.
Dalı kaldırıp yüzüne çarptım. “Arkanı kolla delikanlı.” Korkuyla gözlerini kapatıp kafasını yana çevirmişti. Titremeye başladı. Birazdan altına da işerse tam olacaktı.
Sakince yere bıraktım. Hemen dizlerinin üstüne düşüverdi. Zayıftı. Arkamı dönüp yürümeye başladığımda “Gördüm işte!” diye bağırdı. “Ne yapacaksın öldürecek misin?! Bırakmayacağım peşini.”
Aptal herif.
Bahçe kapısından girip annemle babamın olan bitenden habersiz davranışlarını görünce kasılan vücudum gevşedi. Bununla kalacaktı, bir daha görmeyecektim. Bir daha gelmeye cesaret edemezdi.
“Hadi uyuyalım artık.” Deponun önünde uğraştıkları şeye bakmadan hızlıca eve girdim.
Nisan suyu içme işini daha şimdiden biraz abartmış mıydım bilmiyorum. O sabah yatağıma uzanır uzanmaz uyumuştum. Hayatım boyunca gördüğüm iki ya da üçüncü rüyayı gördüm o gece. Normalde bizim gibiler çok nadiren rüya görürlerdi. Belki de nisan suyu bana dokunmaya başlamıştı.
Önce kendimi bir şelalenin altında yıkanırken gördüm. Hiç çıkmak istemiyordum ama şelale kuruyuverdi. İçine gizlendiğim kayalıkların derinliklerinden üstüme doğru bir kum rüzgarı başladı. Tenim hemen pul pul oldu, gözlerim kendini korumak için şekil değiştirdi. Sanki bir delikten içeri süzülüyordu bu fırtına, o deliği bulup kapatmak için kayalıkların içine girdim. İlerledikçe artan şiddeti canımı acıtıyordu. Sonra ötede ufak bir ışık kaynağı çarptı gözüme. Adımlarımı hızlandırmaya çalıştım. Ufak bir gölcüktü bu. Etrafını saran parıltılı taşlar onu ışıl ışıl bir hale getiriyordu. Yüzüme biraz su çalmak için eğildim. Suyun içinde bir sürü balık vardı. Sakin sakin, kum fırtınasının farkında olmadan yüzüyorlardı. Sadece birisi… Ne yaptığını bilmiyor gibiydi. Boğuluyordu. Bir balık… Boğuluyordu.
Annemin kalçama attığı bir şaplakla yorganımın altında sudan çıkmış bir balık gibi çırpınarak uyandım. Yine sabah olmuştu. Bir gündür uyuyordum.
“Tembel teneke. Kalk artık, bugün bolca kaynatmamız lazım. Evden çıkamayanlar çok bu sene.”
İklimin değişmesi ve sağlıklı beslenememe yüzünden bağışıklık sistemlerimiz zayıflıyor, aramızdan olağan insanların yakalandıkları hastalıklara yakalananlar çoğalıyordu her geçen gün. Ayrıca yumurtadan yeni çıkanların evden çıkması da çok sağlıklı olmuyordu. Bu yüzden bu evlere davetiye bırakmak yerine hanedeki her kişiye bir kavanoz olacak şekilde nisan suyu bırakıyorduk.
Depodan kazanlara aktardığımız tuzlu suyu kocaman kepçelerle karıştırarak kaynatmak yorgun bedenim için pek faydalı olmasa da arada bir kaynar sudan birkaç damla içebildiğim için memnundum.
İşi biten kazanı bahçeye götürüp küçük kavanozları doldururken babam mutfaktan sanki öylesine bir şeyden bahseder gibi “Sakın bakma,” dedi. “Şu geçen geceki oğlan seni izliyor duvarın üstünden.”
Bütün bedenim kımıldamak istese de hiçbir şey duymamış gibi işimi yapmaya devam ettim. “İhtiyarlar geldiğinde de izliyordu bizi, yeni mi gördün?” diye sordu annem.
“Sen evden çıktığında peşinden gelmedi değil mi?”
“Yok, gelmedi.” Gerçekten bir cinayet işlemek istemiyordum ama şu siyah gözlerini üstümden çekmezse onu kör edebilirdim. Sabrım taşıyordu, aileme yalan söylemek zorunda kalmıştım.
“Böyle giderse taşınabiliriz.”
Hızla arkama dönüp yeni koyulan kazanı karıştıran babama baktım. Kaşlarım çatılmıştı. Farkında olmadan öfkelenmiştim.
“Ne bakıyorsun? Yapmadığımız şey değil sonuçta.”
Yalan söylemek zorunda değildim aslında.
“Sen bu akşam evde kal, kapını sıkı sıkı kilitleyip dün gece yaptığın gibi uyu. Bu çocuğa güven olmaz.”
“Bir şey yapacağı yok. Gerzek insanın teki.”
Onlar evden çıkar çıkmaz dedikleri gibi odama girip kapımı kilitlemiştim. Yanıma bir tencere nisan suyu alıp olağan insanların bizim gibiler hakkında yazdıkları teorileri okuyarak güzel bir akşam geçirmeye karar vermiştim.
Canavar kelimesini gördükçe keyifleniyor, kendimi güçlü ve özel hissediyordum. Tarihimizde olağan insanlara zarar verme olayları çok az görülmüştü. Hiçbiri kötü niyetli değildi, kendimizi korumak için yaptığımız şeylerdi. Ama yine de kötü karakter olmayı seviyordum bazen. Hiçbir şey bilmedikleri için atıp tutuyorlar, bizi olduğumuzdan daha kabiliyetli gösteriyorlardı.
Uyuyacağımı düşünmemiştim. Tencerem kucağımda, bilgisayar sandalyesinde gözlerimi dışarıdan gelen gürültülere açtım. Hava kararmıştı. Boş tencereyi odamın bir kenarına fırlatıp kapının kilidini açtım. Sesleri dinlemek için bir saniye merdivenlerin başında bekledim.
Paldır küldür aşağı inip güz yağmuru gibi yağan yağmurun çamura buladığı bahçeye çıplak ayak çıktım. Deponun içindeydi. Boğuluyordu.
Bir anda kendimi yüksek depoya tırmanırken buldum. Hiç tereddüt etmeden içine atlayıp kokulu suyun içinde çırpınan bedenini yakaladım. Onu kendimle beraber dibe çektim ve deponun tabanına ayaklarımı vurup hızla yukarı çıktım.
Deponun ağzını yakaladım. Sudan çıkar çıkmaz ağzımdan çılgınca küfürler dökülmeye başladı. Bir cankurtaranlığım eksikti. Aptal insan! Aptal!
Kendimizi bahçeye attığımızda – daha doğrusu ikimizi de ben bahçeye attığımda – öksürüyordu. Gözlerini açmaya, bedenini kaydıran ıslak çimen ve çamur karışımında doğrulmaya uğraşıyordu. Kendimi tutamayıp gelişigüzel birkaç tane geçirdim. Hala avazım çıktığı kadar bağırıp küfrediyordum.
Birden debelenmeyi bırakıp yattığı yerden gözlerini yüzüme dikti. Sonunda alabildiği nefesleri az önceki can çekişmesinden bile daha hızlıydı şimdi.
“Ne var?”
Sesimin değiştiğini fark ediverdim. Hemen ayağa kalktım. Kaslarım çoktan açılmaya başlamıştı, derim genişliyordu. Görüşüm bulutlandı. Su yutmuş olmalıydım. “Git buradan!”
Tam arkamı dönmüşken uzanıp paçamdan yakaladı. Değişmek üzere olan ayağımla ağzına bir tekme attım. “Git buradan yoksa gebereceksin!” Sesim genç bir kızınkinden çok çölde sürünen bir yılanınki gibi çıkıyordu.
Kendimi eve atarken arkamdan geldiğini duyuyordum. Kapıyı kilitledim ve kalan son gücümle merdivenleri tırmanmaya çalıştım. Bu kadar kısa süre içinde ikinci kez değişmek çok canımı acıtıyordu. İnsan kulaklarımla son duyduğum şey kapıyı yumrukladığı oldu. Odamın kapısını güçlükle kapatan elim artık bir insan eli değildi.

mavinot: escapril tüm hızıyla devam ediyor! Lütfen yorum bırakmayı unutmayın, öpüyorum <3


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder