Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

25 Haziran 2014 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #23

Demir'le barışmayacağımızı biliyordum. Oraya yalnızca hatrım için gelmiş olmalıydı. Bu yaşıma kadar "hatır" denen şeyin yalnızca lafta olduğunu düşünmüştüm, ama o gün öğrendim ki değilmiş.
Yalnızca hatrım için benimle oturdu, benimle uyukladı, yemek yiyişimi izledi, doktorlar ve hemşirelerle konuşurken destek oldu ve sırf hatrım için ağzını açıp tek kelime etmedi. Hatrım kalmıştı üstünde, sebebi buydu yaptıklarının. Biliyordum. Çünkü her şeyi bir zorunlulukmuş gibi yapıyordu.
Zaten fazlasını beklemiyordum.
İstemiyordum da.

***

Annem birkaç kez derin uykusundan sıyrıldı. Derin bir nefes çektikten sonra göğsü tıkanır gibi oluyor, sonra gözlerini açıp bana gülümsüyordu. Bunların yalnızca bir tanesinde Demir odadaydı, neyseki annem onu görmeden yeniden uykuya daldı.
Doktora göre kafaya yediği darbenin yanı sıra psikolojik olarak da yorgundu, bu yüzden sürekli uyumaya çalışıyordu. Anladığım kadarıyla bunu yaparken da bilinçli değildi. Ruhen yorgun olması yeni bir durum olmadığı için ilk geceki korkum silinip gitti.
Geri kalan zamanımı Demir'in omzuna kafamı yaslayıp uyuklayarak ve Atıf Bey konusunda derince düşünerek geçirdim.
Süleyman Bey haklıydı, diye düşünüyordum sürekli. O eve tek başıma gitsem bile daha iyiydi. Zaten canımın yanmasına alışmıştım, her türlü ihtimale olabildiğince hazırdım, ama annem değildi. Elbette olamazdı. Tamam, her şeyi yakından izliyordu ama yaşamakla aynı şey değildi.
Ben de onu getirip cehennemin içine atıvermiştim.
İşte beni cehenneme çağıran sevimli şeytanın omzunda yatarken bunları düşünüyordum. Yolumu kesmeye çalışan iyi kalpli meleğe karşı mahcuptum. Yine de onun yardımını isteyemezdim. Hayır, çekindiğimden değildi. Onun önerdikleri fazla iyimser olacaktı bu saatten sonra. İşe yaramayacaklardı.
Kaçmayı istemek de fayda etmezdi. Artık oyunu oynama zamanım gelmişti sanırım. Atıf Bey'in istediği gibi... Çünkü artık annemi korumanın tek yolu buydu.
"Senin burada ne işin var!"
Süleyman Bey'in odayı çınlatan sesiyle yerimde sıçradım. Demir bana doğru bir bakış attı. Ellerini koltuğun kenarına yaslamış ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Beni bekliyordu, bir şey söylememi.
Kendimi tutamayıp güldüm. Ne zaman bu hale gelmiştik?
"Siz mi geldiniz Süleyman Bey," diye ayaklandım. Aptal Pazı da arkamdan kalktı. Kollarımı açıp kafamı kahramanımın sıkı karnına gömerken acaba Demir de beni takip edip aynı şeyi yapacak mı diye düşünüyordum.
Süleyman Bey hafifçe kafamı okşadıktan sonra beni kendinden uzaklaştırdı ve Demir'e korkunç bakışlar atmaya başladı. Demir'se bana bakıyordu, ne dersem onu yapacaktı. Koltuğu gösterip "Otursanıza," diye mırıldandım.
"Lafı uzatma İpek. Bunun ne işi var burada?"
Demir'e bakarak derin bir nefes aldım. "Bilmem. Belki Atıf Bey göndermiştir." Yüzünde oluşan o ifade içimdeki öfkeye iyi geldi. Eskiden içimi acıtan o köpek yavrusu bakışları beni sevindiriyordu şimdi.
"Merak etmeyin zararı yok," diye ekledim. "Öyle duruyor sadece. Lütfen oturun. Konuşacak birine ihtiyacım var."
Kahramanım çok tatmin olmadığı halde sözüme güvenerek oturdu. Ben de yanına ilişiverdim. Demir odanın köşesine gidip sırtını duvara yasladı ve bize bakmamaya çalıştı.
"Annen nasıl?"
"Daha iyi. ama uyanmamakta diretiyor. Galiba her şeyden uzaklaşıp kafasını dinlemesi lazım biraz."
"Ne olmuş peki?"
"Merdivenden... düşmüş." Bunu söylerken kararsız kalmıştım. Aslında gerçeği söylemek istiyordum.
Gözlerini kısıp bana baktı. "Düşmüş mü?"
"Evet, düşmüş." Bakışlarından verdiğim cevabın onu şüphelendirdiğini sezdim. bunun işime yarayıp yaramayacağından emin değildim.
"Hastane masrafları...?"
Aslında bu sorunun cevabını bilmiyordum ama kafama da takmamıştım. Çünkü neredeyse iki yıldır ne zaman parayla ilgili bir sorunum olsa kötü cadı sessizce çözerdi. Yani alışıktım.
Cevap vermek yerine omuz silkmeyi düşünüyordum ki Demir'in çekingen sesi duyuldu. "Ba-babam... Babam halletmiştir onu."
Süleyman Bey kıravatını gevşetti: "Senin babanı ben-"
"Şahin Bey sizin akrabanız mı?" diye atladım hemen. "Sima olarak benzemese de huyunuz tıpatıp aynı. Çocuğunuz olsa bu kadar olmaz." Demir derin bir nefes aldı.
"Akrabam değil, ama aile dostumuzdur. İyi çocuktur."
"Öyle. Sizi aratması sağ olsun. Hakkınızı nasıl öderim bilmem."
"Hakkı makkı boş ver şimdi. Ne zaman çıkacak annen?"
"Durun bakalım bir uyansın da... Daha belli değil."
"Arkadaşa ihtiyacın varsa kızımla eşimi göndereceğim İpek. Gelmek istiyorlar."
Gülümsedim. Süleyman Bey'in iki tane de çocuğu vardı. Kızı benden yaşça büyük, oğluysa orta okula gidiyordu. Ne karısıyla ne de çocuklarıyla tanışmıştım, ama zor zamanlarımda selamlarını getirirdi kahramanım. En az onun kadar iyi kalpli insanlar olduklarına emindim.
"Böyle bir zamanda tanışmak hiç hoş olmaz."
"Zamanı mı kaldı bu işin?"
"Boşuna yormayın insanları Süleyman Bey. Her şey için minnettarım, daha fazlasına gönlüm razı olmaz zaten."
"Ne o öyle veda eder gibi? Saçmalama." Kafasıyla Demir'in olduğu tarafı işaret etti. "Bununla takıla takıla mı böyle oldun sen?" Bakışlarımı farkında olmadan ona kaydırdım. Gözleri beklenti doluydu. Sanki 'işte arkadaşım var ya yanımda' dememi bekliyordu. Ona acıdım, sonra da kendime...
Ona böyle baktığım bir zaman olmuş olmalıydı, muhtemelen ben de onun kadar hatta daha acınası gözüküyordum.
"Her zaman yalnızdım ben," diye mırıldandım gözlerinin içine bakarken. "Tamam, bu diğerlerinden daha zor olabilir, ama idare ediyorum gördüğünüz gibi. Yalnız başıma."
Süleyman Bey dişlerini sıktı. Amacım onu üzmek değildi, yine de söylemek istemiştim. Zaten söylemeseydim konu bu kadar kolay kapanmazdı.
Bizimle yarım saat kadar oturduktan sonra kalkıp gitti.

O gittikten sonra Demir yine yanıma oturacak cesareti buldu. Ne yaptığıyla çok ilgilenmediğim için, daha doğrusu ilgilenmekten yorulduğum için umursamadım. Ama o umursamamı bekler gibiydi. Kahverengi gözlerini yüzüme dikip uzun uzun bakıyor, ara sıra dudaklarını ısırıyordu.
Başta onu böyle çaresiz bırakmanın hoşuma gittiğini zannetmiştim. Gitmiyordu. Üstelik bundan nefret ediyordum. Kötü cadı olmak akıl işi değildi. Kimse gözlerinin içine böyle bakan biri varken rahat uyuyamazdı. Ben o bakışlar yüzünden bir hafta pişmanlık çektim, onun bilmesine izin vermeden.

Odadaki nefes alışveriş seslerinin arasından hızla çıkış yaptı telefonumun zil sesi. Bu defa yerinde sıçrayan köpek yavrum oldu. Ona bakmaya bile tenezzül etmeden açtım.
"Alo?"
"Nerdesin kızım sen ya? Niye gelmedin okula bugün?" Usulca gülümsedim. Sevgili dostum beni merak etmişti.
Dalgın birinden bekeleneceği gibi "Hastanedeyim," diye mırıldandım elimi saçlarımın arasından geçirirken.
Tabii ki beklenen etkiyi yarattı. Aniden bağırmaya başladı. "NE HASTANESİ YA! NE OLDU! İYİ MİSİN! HANGİ HASTANE!"
Gülmeden edemedim. Korkutmuştum, ama hala benim için endişelenen birileri olduğunu bilmek güzeldi. "Korkma korkma. Benim bir şeyim yok. İyiyim. Annem... Şey... Merdivenlerden düştü de... O yüzden geldik."
"Annen mi? Nasıl düştü?"
"İşte... Yuvarlanmış, ayağı kaymış herhalde."
Bunun üzerine çok 'anne' tarzı bir soru sordu: "Nereden bulmuş merdiveni?"
Derin bir nefes aldım. Evet, o hala mahalledeki küçük evimde olduğunu sanıyordu. Bırakın merdiveni, sundurması bile olmayan minik evimde... Eve benzeyen evimde...
"Sokakta düşmüş, komşunun biri bulmuş ambulansı aramış. Ben de tam eve girerken gördüm."
"Komşular mı var yani yanında?"
Bir an kendi yalanımı unuttum ve Ufuk'un uzun zaman önce yaptığı gibi kekeledim. "K-k-kom-kkomşu?"
"Evet komşu."
"Ha? Yok... Yalnızım şu an."
"Nasıl ya?" dedi şaşkınlıkla. "Yalnız mısın? Demir orada değil mi?"
Aptal Pazı'nın bizi dinlediğini o zaman fark ettim. Ufuk onu sorunca iyice kafasını kafama yaklaştırmıştı.
"Sen nereden biliyorsun onun burada olduğunu?"
"Tahmin ettim."
"Dalga mı geçiyorsun Ufuk? Hiç kaldıracak halde değilim."
"Dalga geçilecek durumda mısın İpek? Bugün okulda seni herkese sordu, bulamayınca da çıktı gitti. Benim tanıdığım Demir seni bulmakta hiç zorluk çekmez, o yüzden öyle düşündüm."
"Tamam Ufuk," dedim tuttuğum nefesimi bırakarak.
"Bana ne sinirleniyorsun kızım ya? Gelip döveyim mi o danayı? Canını sıkıyor mu?"
"Canımı sıkmasına izin vermiyorum, merak etme. Herkes de amma meraklı dövmeye..."
"Emin misin? Hemen gelebilirim istersen."
"Evet, eminim. Ben hallediyorum."
"Bir şeye ihtiyacın olursa ara hiç düşünmeden tamam mı? Hadi kendine iyi bak, geçmiş olsun İpek böceğim. Öp annenin ellerinden."
"Sağ ol Ufukçum, görüşürüz."
Telefonu kapatır kapatmaz Demir bana çok yakın olan yüzünü uzaklaştırma gereği duymadan "Ufuk muydu?" diye sordu.
"Duymamış gibi yapma," dedim. Seslice yutkunup geri çekildi. "Nasıl geldin sen buraya?"
"Eve gittim, bahçıvan anneni sordu bana. Ben de her şeyi öğrenip geldim." Yüzünü hiç görmediğim bir bahçıvan bile annemin nasıl olduğunu merak edebiliyordu demek ki...
"Neden?" diye sordum kendimi tutamayarak.
"Seni... Merak ettim. Yalnız başına kalırsın diye endişelendim."
Bu defa sesimi alçaltamadım ve kahkahalarla gülmeye başladım. Gülerken usulca elini tuttum. Şaşırmıştı, ama elini tuttuğum için rahatlamış gibi de gözüküyordu. Kalbimin acımasına aldırmadan onu dışarıya sürükledim. Koridorun ortasına çekip annemin kapısını kapattım.
Sonra yapmamam gereken bir şeyi yaptım: Suratının ortasına bas bas bağırdım.
"Bana yalan söylemeyi kes! Ne? Yalnız kalacağım diye mi endişelendin? Sen mi? Herkesin ortasında yalnız başıma ağlarken bana arkasını dönen çocuk mu? GÜLDÜRME BENİ DEMİR! Neyi merak ettin? Annem ölmek üzereyken nasıl göründüğümü mü? Baban mı söyledi yoksa gelmeni! Gördün işte! Nasıl çaresiz olduğumu! Sana sarılıp uyuyacak kadar... Aptal olduğumu gördün. DEFOL GİT! Git artık!"
Ellerimi göğsünün üstüne koyup onu ittirdim ve arkamı dönüp odaya girdim. Hastanenin ortasında yeterince gürültü yaptığım için kapıyı çarpmaya cesaret edemedim. Ama kapının arkasından yükselen hıçkırıklarımı duyacağını umut ediyordum. Duymadan, sözümü dinleyip gitmiş de olabilirdi.
Eve gidene kadar bir daha onu görmedim.

***
Eve döndüğümüz gün annem huzursuzlukta rakip tanımıyordu. Acısını da bana bir şeyi on kere tekrar sorarak ya da Süleyman Bey'e gereksiz yere gergin bakışlar atarak çıkartıyordu.
Korkuyordu, biliyordum. Ama elimden bir şey gelmiyordu. Onu öldürmeye çalışan adamın evine dönüyorduk yine.
O sabah Süleyman Bey geldiğinde beni odadan çıkarıp uzun ve sıkıcı bir süre boyunca konuşmuşlardı. Ondan sonra annem daha da gergin olmuştu. Demir'in burada olduğunu mu öğrenmişti, yoksa bilmediğim bir şeyler mi dönüyordu emin değildim.
Kurcalamadım. Her zaman yaptığım gibi kabullendım.
Evde Atıf Bey de Demir de yoktu. Rahat rahat annemi odasına çıkarıp ağrı kesicilerini içirdikten sonra mutfakta kendime yiyecek bir şeyler hazırladım. Karam'la sohbet ettim. Bahçede dolaştım.
Kendime kafamdaki planı itiraf etmek ve o planı hayata geçirmeye kendimi ikna etmek çok zordu. Atıf Bey'e istediğini verme fikri bunca zaman boyunca hep kara listede yer almıştı, şimdi bir amaç olmasına izin vermek zordu.
Derin bir nefes alıp düşüncelerimi de onunla birlikte ciğerlerime çekmeye çalışırken ön bahçeye doğru yürüdüm. Niyetim oradaki gülleri koklayıp eve girmekti. Ama bahçe kapısı hızla açıldı ve dizlerime çarptı. Son anda duvara tutunmasaydım sırt üstü yere düşecektim.
Kapıyı açan kişi tahmin edebileceğiniz üzere Demir'di. Dudaklarımın arasından kaçan acı dolu iniltiyi duyup bana döndü. Önce kapıya, sonra dizlerime baktı. Özür dileyeceğini falan sanmıştım, ama aniden bir şey hatırlamış gibi kafasını kaldırıp yüzüme dikti gözlerini.
"Ne zaman geldiniz? Annen nasıl oldu?"
O an bir kedi olabilmeyi diledim. O güzel yüzüne uzun ve derin bir çizik atabilmek için. İnsan elleri de bunu yapmaya müsaitti elbette, yine de asla bir kedininki kadar zarif bir hareket olmayacaktı.
O yüzden yüzümü buruşturup sessizce arkamı dönmekle yetindim. Usulca verandanın merdivenlerini tırmanmaya başladım. Peşimden gelmek için bir attığında çok sinirlendim, damarlarımdaki kanın yukarı doğru çıktığını hissettim. Bu defa çiziği gerçekten hak ettiğini düşünüp arkamı döndüm. O da dönmüştü, sokağın başına bakıyordu.
"Babam geliyor," diye mırıldandı. Baktığı yere bakmak için bir basamak indim. Gelen giden yoktu.
"Oyun oynamaya bayılıyorsun, değil mi?"
Kafası karışmış bir halde yüzüme baktı. Tam o sırada sokağa giren arabanın sesi duyuldu.
"Oyun falan oynamıyorum," dedi kırgın bir sesle. "Acele edip eve girsen iyi edersin. Tabii beraber bahçede takıldığımızı düşünmesini istemiyorsan."
Derin bir iç çekip bacağına hafif bir tekma attım. Sonra da koşarak eve girdim.
Atıf Bey eve girdikten yarım saat sonra annemi görmeye geldi, Demir'i de peşine takarak. Ortam o kadar rahatsız ediciydi ki ilk önce hangimiz intihar etmeye çalışacak diye düşünmeden edemedim.
Birkaç kuru sözle kaçırılan bakışlardan sonra kalkıp gittiler. Beş dakika sürmüştü, ama o kadar ağırdı ki düşündüğüm zaman şimdi bile nefesimi daraltıyor. Bu kadar keskin bir hatıra olacağını o gün bile tahmin edememiştim.
Onlar gidince annemin odasından sarhoş gibi çıktım. Demir koridorda oturuyordu. Ona bakmadan yürüyüp banyoya girdim. Oyalandım, dönerken orada olmasını istemiyordum çünkü. Ama oradaydı.
Ben annemin odasına doğru giderken beni izledi. Annemin kapısını dinlerken beni gördü.
Aslında kapısını dinlemek istememiştim, sadece öyle oldu. Süleyman Bey'le konuşuyordu. Kızgın, heyecanlı ve alışık olmadığım bir ses tonuyla.
Ses tonundan daha fazlasını duyabilmek için kulağımı daha fazla yaslamıştım ki Demir'in uzun parmakları bileğimi kavradı.
Beklemediğimi söylemek yalan olurdu, böyle bir şey yapacağını biliyordum. Beni kızdıran şey annemi dinlemekten alıkoyulmaktı. Güçsüzce onu ittirmeye çalıştım.
"Beni dinle," dedi. "Bir şey söylemem lazım."
"İstemiyorum seni dinlemek falan bırak kolumu!"
"Dinlemek zorundasın. Gel." Hiç zorlanmadan çekti beni. Adımlarımız gürültülüydü, odamın kapısını gürültüyle açtı, kapatırken de öyle gürültü çıkardı.
"Baban seni görsün mü istiyorsun Demir! Gitsene burdan başıma bela açacaksın."
"Görsün. Kötü bir şey yapmıyorum," dedi kötü kelimesinin anlamını bilmiyormuş gibi. Bir şey söyleyeceğim ben."
Kötü bir şey yapmıyor musun, diye bağırmak istedim. Doğru zaten daha ne kadar kötüsünü yapabilirsin ki.
Kollarımı göğsümde birleştirip yüzüne baktım. Pes etmiştim. Sadece ne istiyorsa söylemesini sonra da def olup gitmesini istiyordum.
Ama o donup kaldı. Alt dudağının titrediğini gördüm, aklım bana oyun oynamıyorduysa tabii.
"İpek," diye fısıldadı. "Bana öyle bakma."
Nasıl bakıyordum ki? Başkaları bana nasıl bakarsa öyle miydi acaba?
Çok şaşırmış gibi elimi ağzıma kapatıp öne doğru eğildim. Gözlerimi kocaman açtım. "Nasıl bakıyorum?" dedim parmaklarım arasından. "Canını mı acıtıyor? Demek öğretebildim sana bu hissi. Biliyor musun Demir, bana her Allah'ın günü herkes böyle bakıyordu. Ne kadar canımı acıttığını öğrendin şimdi işte. Ama her Allah'ın günü "herkes"in bana böyle bakmasına alıştığım gün "herkes"in içinde olmayacağına çok inandığım biri bana böyle baktığında daha çok canım acıdı. Umarım böyle bir şeyle karşılaşmazsın. İnsanın içinden kendi etlerini tek tek sökmek geliyor çünkü."
"İpek..."
"Ne söylersen söyle kendimi kötü biri gibi hissetmeyeceğim Demir. Eğer niyetin buysa şimdiden vazgeç."
"Kötü biri gibi hissetmene gerek yok ki. Kötü bir şey yapmadın."
Şimdi alt dudağı titreyen bendim. Ağlamıyordum, sinirlenmiştim. "Bildiğine sevindim."
Yavaşça kafasını eğdi. "Kötü şeyleri ben yaptım."
"Bana bildiğim şeyleri söylemeye mi geldin?"
"Bilip bilmediğini bilmiyorum ama... Ben... Çok üzgünüm İpek."
Derin bir nefes alıp alayla güldüm ve arkamı döndüm. "Neden üzgünsün yeterince kötü davranamadığın için mi?"
"Kalbini kırdığım için."
"Kalbimi kırdığın için," diye tekrarladım. Ona döndüm. Ağlıyor muydu? "Bunun için mi üzgünsün?"
"Evet..."
"Neden sürekli yalan söylüyorsun? Hiçbir şey söylemesen senin için daha az yorucu olmaz mı?"
"Yalan değil. Özür dilerim İpek, gerçekten. Kalbini kırdığım için özür dilerim."
"Benim kalbim hep kırıktı. Sana güvenmekle aptallık eden bendim. Bunu bana hatırlatmaya geldin demek ki. Özür dilerken hatasını tekrarlayan birini ilk kez görüyorum."
"Bendim. Senin kalbini ben kırdım. Bana güvenmeni sağlamak için her şeyi yaptım. Ben. Kendini suçlamayı kes İpek. Lütfen. Özür dilerim."
"Kabul edersem odamdan çıkacak mısın? Çünkü önümde ağlamana katlanamıyorum."
Usulca gözyaşlarını silip kafasını kaldırdı. Kirpikleri ıslaktı. Yüzü öyle güzel gözüküyordu ki... Yaralı bir kuş gibi iki büklüm okula gelip neden ona sarıldığım için özür dilediğimi soran Sevgili Pazı'mı hatırladım. İçimdeki kedinin kuyruğuna dokunmuştu ve bu defa yüzüne gerçekten çizik atmak istiyordum.
Ellerimi kaldırmamak için kendimi zor tutarken fısıldadım. "Tamam. Bunu söylemek zor değil. Özrünü kabul ettim."
"İnanayım mı?"
"İnan. Ben senin yalanlarına inanmıştım. Şimdi sıra sende."
Yüzünden ufak bir gülümseme geçip gitti. Bir an ne yapacağını bilemez gibi etrafına bakındı, sonra da arkasını dönüp çıktı.
Biz o akşam ilk kez dört kişi yemek masasına oturduk.
Kimse konuşmadı.
Kimse intihar etmeye kalkmadı.
Ama herkesin birbirini öldürmek istediğinden emindim.


mavi-not: bir gün gecikmeli oldu kusura bakmayın. yazım hataları da çoktur muhtemelen, gözümün biri kör oldu da göremiyorum pek. lütfen yorum bırakın teşekkürleer!

5 yorum:

  1. önce şunu söyleyeyim, arka planda panic! at the disco'nun "camisado"su çalarken çok iyi okunuyor bu bölüm. o da bir hastane şarkısıdır esasında. reklamımı yaptığıma göre yorumlara geçebilirim.
    ipek'in değişiminde son aşamaya geldik sanki. "oyunu oynama zamanım gelmişti"sinden öyle bir hisse kapıldım ben. iyi de oldu çok güzel de oldu tamam mı. gerçi sonradan fark ettim ki tam da olmamış, ipek katıksız gerizekalı olmaktan kurtulamıyor çünkü.
    süleyman küfredecekti sanki, niye lafını kestin be kartozu? içimizin yağları erirdi.
    ufuk'a kaç kere helal desem az. hastasıyım çocuğun ya. ufuk'un askerleriyiz!
    "atıf bey'e istediğini verme fikri" diyince aklımdan geçenleri tahmin edersin. dehşete düştüm. yapma bunu kartozu diye kaç kere tekrarladım içimden bilemezsin. çok kötüsün be kartozu!
    demir'e gelince, tavında eşek sudan gelene kadar dövesim var ama yetmez kartozu. yineliyorum, kötüsün.
    ayrıca rica ediyorum son cümlen bu hikayenin finali olsun. hepsi birbirini öldürsün. hepimiz kurtulalım. olmaz yani böyle.
    lanet olsun içimdeki kartozu sevgisine, çok sevdim bunu kardeşim. her fırsatta yerin dibine geçirsem de demir'in bu hallerine bayılıyorum ben. devam et böyle. ama mümkünse ipek'in isimsiz anasını öldüreceğim derken bizi öldürme. mavi geceler~

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ehehe diyorum efendim.
      Süleyman Bey'in küfrünü kestim çünkü siz hayal edin istedim, ne dese az kalırdı çünkü.
      Kötü biri olduğumu kabul edebilirim ama hikayenin sonunda ne olduğunu söyleyemem ehehe.
      Teşekkür ederiimmmm, şu an uzun ve ayrıntılı bir yorum yapamıyorum çünkü çok uykum var ama gerçekten yorum için minnettarıım! *doksan derece eğilerek selam verir* *kalkar* Buing ~

      Sil
  2. Ipek annesini o hale getirenin atıf olduğunu bile bile kuzu kuzu geldi ya o eve geri ne diyim>< bir an önce bi plan yapıp gitsin şu evden derken zaten 2 bölüm kaldığını farkediyor ve aynı hızla devam ediyorumm.bu arada demir ipekle bahçede babasına yakalanma fikrinden korkarken kızın odasına daldı ya ayakta alkışladım tam ayarsiz bu çocuk :D

    YanıtlaSil
  3. Bu İpek annesi ölümle burun buruna geldikten sonra bile hasıl bu kadar itaatkâr olabilir? Gerçekten çok sinirlendim. O durumda dağları taşları yıkmalıydı. Demir'in de açıkçası kafasının güzel olduğunu düşünüyorum. Bir öyle, bir böyle. Bu hikâyede kimse normal değil ashdkdhs

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsanlar kriz anlarında genelde mantıklı kararlar veremezler. Daha doğrusu verdikleri her kararın mantıklı olduğunu düşünüp diğer seçenekleri göz ardı ederler. Sürekli bir kriz halinde olan İpek'in davranışlarını mazur görünüz ehehe :D

      Sil