Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
Mektebin bahçesini, sundurmayı ve koridorları kimseye
selam vermeden geçti. Kalbi çok hızlı çarpıyordu.
İç odayı bulmaya çalışıyordu ki koridordaki odaların
başında bekleyen iki hizmetkâr yolunu kesti. Biri başını arkaya çevirip “Kılıç
ustası Taekwoon teşrif etti,” diye bağırdı. Önünde durdukları kapının
arkasından homurtular duyuldu. Kalabalıklardı.
“İçeri alın.”
Kapının iki kanadı senkronize bir şekilde açıldı. Üç oda
birleştirilip uzun bir sofra kurulmuştu. Delikanlı şaşkınlıkla insanlara baktı.
Herhangi sıralama yoktu. Yaşlılar, gençlerle; saray görevlileri, tüccarlar,
âlimler, öğrencilerle, kılıç ustalarıyla, hizmetkârlarla birlikte
oturuyorlardı. Kadınlar… Kadınlar da vardı. Genç ve yaşlı… Sayıları erkeklerden
az olmasına rağmen, onlardan eksik gözükmüyorlardı.
En başta oturan Âlim Cha’yla göz göze gelince hemen yere
kapandı. “Biraz geç kaldın evladım,” dedi efendi.
“Bağışlayın beyim.”
“Ziyanı yok. Alelacele toplandık zaten. Yanıma gel hadi.”
Kılıcını olabildiğince az sallamaya çalışarak sağ tarafta oturanların
arkasından dolandı. Efendisinin yanına dikildi. “Kendini tanıt.”
Derin bir nefes aldı. “İsmim Taekwoon. Emriniz başım
üstüne.” Yerle paralel olacak kadar eğdi gövdesini. Kalabalıktan rahatlatıcı
sesler duyuldu.
“Norigeni takmadın mı?”
Panikledi. Pazarda düşmesin diye takmadığını söylese hata
mı yapardı? “Özür dilerim.”
“Bir daha unutma. İnsanlar bir aileye mensup olduklarını
hatırlamak, kavramak ve göstermek için soyadlarını taşırlar. Biz de simgemizi
taşırız, tıpkı soyadımız gibi ölene kadar bizimle kalmalıdır.”
Taekwoon’un içinde ufak bir öfke alevlendi. Soyadı mı?
Kendisinin bir soyadı yoktu. Bu yalnızca soyu değerli olanlara verilen bir
şeydi. Âlim Efendi gibilere yani… Çenesini tuttu. “Aklımda bulunduracağım.”
“Hadi geç de abinin yanına otur.”
Jaehwan, Âlim Cha’nın sağ tarafındaki sırada, en başta
oturuyordu. Yanında bir kişilik boşluk vardı. Sakin adımlarla onun yanına
yerleşti, onun yaptığı gibi kılıcını arkasına bıraktı. O da kardeşine
gülümseyerek dizine vurdu.
Karşıda Kim Wonsik oturuyordu. Delikanlı kadar gergin
görünmesine rağmen birbirlerine gülümsediler. İkisi hariç, herkes çok eğleniyor
gibi gözüküyordu. Çaylakların alışması zaman alacaktı.
Cha Hakyeon bardağını kaldırdı. Bütün sesler kesildi. “Kırmızı
Kamelya’nın şerefine!” Herkes hep bir ağızdan söyleneni tekrar etti ve yemeğe
başladılar.
Buraya yemek için mi toplanmışlardı? Birlik sadece
kaynaşmak için böyle toplantılarda mı yapıyordu? Oysa efendisi, delikanlıya her
hareketin bir anlamı olduğunu söylemişti. Asla amaçsız davranmayız, demişti.
Kaynaşmak önemli bir amaç mıydı? Bilmiyordu. Önündeki pilavı kaşıkladı.
Yanında oturan kadın, gök mavisi üzerine beyaz çiçekli
bir hanbok giymiş, başının etrafına doladığı örgüsüne kelebek süsleri takmıştı.
Kitaplarda gördüğü prenseslere benziyordu. Yüksek elmacık kemikleri delikanlıya
ablasını hatırlattı. Uzanıp pilavının üstüne balıketi koyunca içi bulanır gibi
oldu. “Teşekkür ederim,” dedi. Kadın onun sırtını sıvazladı.
“Bol bol ye, bebeğim.” Taekwoon başını salladı. Diğer
taraftan abisi ona bilgi vermeye başladı.
“Kimsesiz çocukları himayesine alıp yetiştiriyor o kadın.
Kocası tüccardı, genç yaşta göçüp gitti. İşleri devraldı, bir başına kalınca da
çocukları toplamaya başladı işte. İsmi Han Gongju.”
“Gongju mu, prenses gibi mi yani?” (Korecede gongju,
prenses anlamına gelir.)
“Prenses olsa yanımıza oturur muydu sence?” Veliaht
Prens’le beş taş oynadıktan sonra her şeyin mümkün olacağına inanıyordu delikanlı.
Prenses kendisine yemek sunsa da şaşırmayacaktı artık.
“Bugün burada birliğimizin yönünü ve planlarını konuşmak
üzere toplandık.” Kimse yemeğine ara vermedi, lakin herkesin can kulağıyla
dinlediği anlaşılıyordu. “Vekil Efendi’ye karşı çok büyük bir koz
yakaladığımızı hepiniz biliyorsunuz. Kendi kudretini göstermek için verdiği
ziyafet pek çok yönden hem Veliaht Prens’in hem de birliğimizin yararına
sonuçlandı. Prens Hazretlerinin yanında olacağımızı bir önceki toplantımızda
konuşmuştuk. Majestelerinin de bizim yanımızda olacağının somut bir kanıtı var
elimizde artık.” Âlim Efendi sol kolunu Wonsik’e doğru uzattı. Genç adam bunu
bekliyormuş gibi gözükmeye çalıştı, lakin Taekwoon heyecandan omuzlarının
titrediğini görebiliyordu. “Veliaht Prens pek kıymetli dostu, mektebimizin de âlimlerinden
olan, Memur Kim’in oğlu Wonsik’i bizlere emanet ederek aramızda bir bağ kurdu.”
Sokakta izlediği kukla oyunları geldi aklına. Prens
Sanghyuk canından çok sevdiği dostunu birliğe emanet etmişti demek. Basit bir
kılıç ustasının bile bildiği şeyi görememiş miydi acaba? Yoksa herhangi bir
hatada kellesinin uçacağını bilerek mi bırakmıştı Âlim Kim’i buraya? Lafı
edildiği kadar mühim miydi bu genç âlim onun için? İçkisini isteksizce
yudumlarken eski bir şarkıyı hatırladı.
“Tahtları kana
bulanır,
Dostları düşmana
atılır,
Bir kral yükselsin
diye,
Halkı kendi canını
alır.”
“Vekil Efendi bizim için yararlı olabilir. Onu bir
tehditten ziyade evimizi korusun diye beslediğimiz bir köpek olarak görüyoruz.
Bu yüzden kozumuzu, onu yerinden etmek için değil; hata yaptığı zaman kıçına
bir şaplak atmak için kullanacağız.” Üyeler kahkahalarla güldüler. Sofranın
sonlarında oturan uzun sakallı, şişman bir adam lokması boğazına kaçtığı için
kıpkırmızı oldu. Diğerleri gülmeyi bırakmadan ona yardım ettiler. “Lakin bu,
ona karşı elimiz kolumuz bağlı oturacağımız anlamına gelmez elbette. Veliaht
Prens’i parmaklarının arasına alacak kadar güçlenmemesi için elimizden geleni
yapmalıyız.”
Karşı sırada oturan genç bir gisaeng çekinmeden lafa karıştı.
Sesi duru ve capcanlıydı. “Ziyafette Veliaht Prens’in Ming elçisiyle yürüyüşe
çıktığını gördüm. Bahçenin bir köşesinde hararetli bir sohbet geçti aralarında.
Sonra da elçi kalkıp gitti. Kızgın desem değil, üzgün desem değil… Seve seve
ayrıldı. Ne konuştuklarını biz de öğrenebilir miyiz?”
Cha Hakyeon gülümsedi, yanakları ışıl ışıl parlıyordu.
“Güzel evladım. Yine can alıcı sorular soruyorsun.” Gisaenglerin, müşterilerin
ağzından laf almak için eğitildiği göz önüne alındığında bu durum pek de
şaşırtıcı değildi. Genç kadın gülerek omuz silkti. “Tam olarak ne
konuştuklarını elbette ben de bilemiyorum. Prens Hazretleri kendi kudretini
göstermiş olmalı. Yalnızca en büyük çocuk olduğu için değil, vasıflı olduğu
için veliaht makamına sahip olduğunu söylemiştir.”
“Tehdit etti yani?”
“Hiç yakışmadı bu sözler. Elinin boş olmadığını gösterdi desek
daha doğru olur.”
“El boş değil, lakin artık güçlendirmek gerekir. Doğru mu
anladım?” Az önce boğulan adamın sırtına sert sert vuran başka bir adam
söylemişti bunu.
Âlim Efendi başını ağır ağır salladı. “İşte bu yüzden
toplandık. Veliaht Prens’i güçlendirirken, rakiplerini ve dayısını nasıl ona
bağlı hale getirebiliriz? Uzun vadede etki edecek, kısa vadeli bir plan
yapmalıyız. Küçük adımlar atmalıyız. Şimdi, hadi dökülün bakalım.”
Toplantı hava kararana kadar sürdü. Durmak bilmeyen fikir
alışverişi, neşeli kahkahalar ve çubuk sesleriyle süslenirken zamanın nasıl
aktığı anlaşılmamıştı. Basit hırsızlık planlarından, Veliaht Prens’in bizzat
vermesi gereken ölüm emirlerine kadar her şey konuşulmuştu. Kararlar uzun bir
liste halinde, Âlim Efendi’nin bu gece okuyup sabaha yakmak üzere yenine
sokuşturduğu bir kâğıda yazılmıştı.
Sonuca varıldıktan sonra misafirler mektebin bahçesinde
yakılan ateşin etrafına davet edildiler. Herkes rastgele bir çember halinde
oturdu. Gisaengler şarkı söyleyip dans ettiler, sarhoş olanlar serin toprağın
üzerine yatıp uyukladılar, genç adamlar şiirler okudular. Gongju Hanım bir
yanına Taekwoon’u, bir yanına Wonsik’i almış onlarla sohbet ediyordu. Jaehwan
yanık sesiyle bir türkü tutturuncaya kadar gürültü hiç durulmadı. Âlim Cha da
dâhil olmak üzere, pek çok insanın gözünden yaşlar süzüldü.
Dönüş yolunda Taekwoon efendisine, abisi de Âlim Kim’e
eşlik etmeye karar verdi.
“Nasıldı?” diye sordu Cha Hakyeon yaverine. “Birliğe
duvarın arkasından değil, evin içinden bakıyorsun artık. Gördüğünü beğendin
mi?”
Genç adam gülümsedi. Aslında duvarın arkasındayken aklına
her geleni söylemekten korkmuyordu. Şimdi evin içinde kendisini koruyan hiçbir
şey yoktu, tamamen savunmasızdı. Omuzlarında kocaman bir yük hissetti aniden.
Yalnızca “Fena değil,” diyebildi.
“Hala güvenemiyor musun bize?” Cevap vermedi. Bu soruya
cevap vermemeye yemin etmiş gibiydi. Onun yerine abisinin söylediği türküyü
düşündü. Evini özlemişti. “Neden önemli olduğunu söylediğimi anladın mı şimdi?
Bizim için önemli olmayan tek bir üye dahi yoktur.” Bilemiyordu Taekwoon. Dul
kadını yalnızca parası için ya da gisaengi her akşam koynunda yattığı
adamlardan aldıkları bilgiler için tutup tutmadıklarından emin olamıyordu. Lakin
onu ve abisini, kendi canlarının yerine tuttuklarını biliyordu.
Ölmekten
korkmuyorum, diye düşündü. Bize değer
vermeyen insanlar için ölmek istemiyorum. Her şey için çok geçti.
Efendisi eve girmeden önce ellerini tuttu. Teşekkür etti.
Taekwoon onun gözlerine bakamadığı için, arkasında aralık duran dış kapıdan
gözüken kamelya çiçeklerine baktı.
***
“Beyim, sevdiniz mi birliğimizi?” diye sordu Jaehwan.
Elleri belinde, biraz eğilmiş yürüyordu. Şaşırtıcı bir şekilde sarhoş değildi,
biraz çakırkeyifti o kadar.
“Aslında biraz korkunç,” dedi Wonsik. Sesi çok uzaklardan
gelir gibiydi.
“Biliyorum. Saraydan bile daha korkunç olduğunu
duymuştum.”
“Duymuş muydun?”
“Sarayda bulunma fırsatım olmadı.”
“Benim ömrüm sarayda geçti. Kimden duyduysan doğru
söylemiş, saraydan beterdi.” Kılıç ustası başını öte tarafa çevirip geğirdi.
Hiçbir şey olmamış gibi yapmak niyetindeydi, lakin Âlim Kim bir kahkaha
patlattı. “Fazla mı içtin ne?”
“Siz daha bu kulunuzu tanımıyorsunuz beyim. Sünger gibi
çekerim ben içkiyi. Bu daha hiçbir şey değil. Size eşlik edeceğimi bildiğimden
tuttum kendimi.”
Sessizce ilerlediler. Vakit gecenin derinliklerine
ilerlemiş olmasına rağmen pazar yerinde büyük bir kalabalık vardı. Ateş
püskürten, hokkabazlık yapan, şarkı söyleyen adamları izliyordu köylüler. Hiç
düşünmeden yanlarına varıp onlara katıldılar.
Tam karşıda yere oturmuş annesinin kucağında uyuklayan
çocuğa bakarken “Sen neden bu birliktesin?” diye sordu Wonsik.
Jaehwan derin bir iç çekti. “Tek bildiğim kılıç
sallamaktır, beyim. Kılıç sallıyorum diye karnımı doyuracak birini ararken Âlim
Efendi’yi buldum. Bana kalacak yer de verdi, cebime harçlık da verdi, bir gün
olur da evime dönersem diye anamlara hediye bile getiriyor arada. Bunların
hiçbiri karşılıksız olmayacaktı tabii. Bir bakmışım, o başköşede otururken ben
de sağ yanında oturuyorum. Hepsi bu mu dersen, değil beyim. Birlik öyle şeyler vadediyor
ki… Yeğenlerimi okula gönderebileceğim bir gelecekten söz ediyorlar. Kiremit
çatılı evlerin şımarık küçük beylerinin babamı itip kakmayacakları bir dünya
vereceklerini söylüyorlar. Umut fakirin ekmeği derler.”
Âlim Kim, yanında dikilen kılıç ustasının keskin yüz
hatlarına uzun uzun baktı. Başını okşamak istedi. Dost olmak istedi. “Güveniyor
musun onlara?”
“Kılıcıyla yaşayan bir adam, yalnızca kılıcına güvenir.”
“Yorulmuyor musun?”
Jaehwan nihayet bakışını çevirip Küçük Bey’in bakışlarına
karşılık verdi. Dudaklarında ince bir gülümsemeyle gözleri hülyalı bakıyordu. “Çok
yoruldum.”
***
Hana döndüğünde Taekwoon dışarıdaki tahta sofranın üstüne
yatmış, gökyüzüne bakıyordu. Elinde boş bir şarap şişesi vardı.
Abisi fırsatı kaçırmayıp onun ters istikametine uzandı.
Şimdi yuvarlak sofrayı ortadan kesen uzun bir çizgi gibi gözüküyorlardı.
“Hayırdır oğlum, niye içtin?” Delikanlı güldü. Yan döndü,
uzanıp Jaehwan’ın yanağından sulu bir öpücük aldı. “Baya içmişsin.”
“Merak ettim acaba bir faydası olur mu diye.”
“Neye faydası olacak?”
“Uyuşmaya.”
Daha fazla soramadı. Onu kendisini nasıl anlıyorsa öyle
anlamıştı. Evladını korur gibi kucaklamak, güzel uykulara dalsın diye
pışpışlamak istiyordu.
“Taekwooncum,” dedi. “Sen de mi yoruldun?” Baygın bir
kahkaha… Dizlerini karnına çekip ardını döndü.
“Korkuyorum abi,” diye fısıldadı. Sessizlik. Tek bir
yaprak kımıldamıyordu, lakin sert rüzgârlar esiyormuş gibi hissettiler.
“Biliyorum kardeşim.”
“Ne biliyorsun ki? Hem… O resim… Hatırlıyorsan… Söylemiyo’sun.
Neden? Komik mi? Bu kardeşinle… Dalga geçme…” Zaten parça pinçik olan
kelimeleri aniden gelen bir hapşırıkla hepten dağıldı.
Jaehwan onun söylediklerini anlamlandırmaya çalışırken
ayağa kalktı, onu da kaldırdı. Birlikte odaya girip yataksız yorgansız
uyudular.
mavinot: Lütfen yorum bırakmayı unutmayın! Yorum yapmak için giriş yapmanıza gerek yok! Teşekkür ederiim!
Her bir kelimenin içi dolu dolu sanki bu sefer
YanıtlaSilHem Jeahwan hem Taekwoon ikisinde de sezdiğim o ufak hüzün beni çok etkiledi
Şimdi anlıyorum neden o ikisini böyle yan yana koyduğunu
teşekkür ederim! ilerleyen bölümlerde biraz daha görebileceksin diyebilirim ^^
SilMerakla bekliyorum
Silehey beni iyice içine çekti bu *yandan gülen emoji* entrika severim
YanıtlaSilentrikasız olmaz ehehe
Sil