Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #9

Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

Mektebin bahçesini, sundurmayı ve koridorları kimseye selam vermeden geçti. Kalbi çok hızlı çarpıyordu.
İç odayı bulmaya çalışıyordu ki koridordaki odaların başında bekleyen iki hizmetkâr yolunu kesti. Biri başını arkaya çevirip “Kılıç ustası Taekwoon teşrif etti,” diye bağırdı. Önünde durdukları kapının arkasından homurtular duyuldu. Kalabalıklardı.
“İçeri alın.”
Kapının iki kanadı senkronize bir şekilde açıldı. Üç oda birleştirilip uzun bir sofra kurulmuştu. Delikanlı şaşkınlıkla insanlara baktı. Herhangi sıralama yoktu. Yaşlılar, gençlerle; saray görevlileri, tüccarlar, âlimler, öğrencilerle, kılıç ustalarıyla, hizmetkârlarla birlikte oturuyorlardı. Kadınlar… Kadınlar da vardı. Genç ve yaşlı… Sayıları erkeklerden az olmasına rağmen, onlardan eksik gözükmüyorlardı.
En başta oturan Âlim Cha’yla göz göze gelince hemen yere kapandı. “Biraz geç kaldın evladım,” dedi efendi.
“Bağışlayın beyim.”
“Ziyanı yok. Alelacele toplandık zaten. Yanıma gel hadi.” Kılıcını olabildiğince az sallamaya çalışarak sağ tarafta oturanların arkasından dolandı. Efendisinin yanına dikildi. “Kendini tanıt.”
Derin bir nefes aldı. “İsmim Taekwoon. Emriniz başım üstüne.” Yerle paralel olacak kadar eğdi gövdesini. Kalabalıktan rahatlatıcı sesler duyuldu.
“Norigeni takmadın mı?”
Panikledi. Pazarda düşmesin diye takmadığını söylese hata mı yapardı? “Özür dilerim.”
“Bir daha unutma. İnsanlar bir aileye mensup olduklarını hatırlamak, kavramak ve göstermek için soyadlarını taşırlar. Biz de simgemizi taşırız, tıpkı soyadımız gibi ölene kadar bizimle kalmalıdır.”
Taekwoon’un içinde ufak bir öfke alevlendi. Soyadı mı? Kendisinin bir soyadı yoktu. Bu yalnızca soyu değerli olanlara verilen bir şeydi. Âlim Efendi gibilere yani… Çenesini tuttu. “Aklımda bulunduracağım.”
“Hadi geç de abinin yanına otur.”
Jaehwan, Âlim Cha’nın sağ tarafındaki sırada, en başta oturuyordu. Yanında bir kişilik boşluk vardı. Sakin adımlarla onun yanına yerleşti, onun yaptığı gibi kılıcını arkasına bıraktı. O da kardeşine gülümseyerek dizine vurdu.
Karşıda Kim Wonsik oturuyordu. Delikanlı kadar gergin görünmesine rağmen birbirlerine gülümsediler. İkisi hariç, herkes çok eğleniyor gibi gözüküyordu. Çaylakların alışması zaman alacaktı.
Cha Hakyeon bardağını kaldırdı. Bütün sesler kesildi. “Kırmızı Kamelya’nın şerefine!” Herkes hep bir ağızdan söyleneni tekrar etti ve yemeğe başladılar.
Buraya yemek için mi toplanmışlardı? Birlik sadece kaynaşmak için böyle toplantılarda mı yapıyordu? Oysa efendisi, delikanlıya her hareketin bir anlamı olduğunu söylemişti. Asla amaçsız davranmayız, demişti. Kaynaşmak önemli bir amaç mıydı? Bilmiyordu. Önündeki pilavı kaşıkladı.
Yanında oturan kadın, gök mavisi üzerine beyaz çiçekli bir hanbok giymiş, başının etrafına doladığı örgüsüne kelebek süsleri takmıştı. Kitaplarda gördüğü prenseslere benziyordu. Yüksek elmacık kemikleri delikanlıya ablasını hatırlattı. Uzanıp pilavının üstüne balıketi koyunca içi bulanır gibi oldu. “Teşekkür ederim,” dedi. Kadın onun sırtını sıvazladı.
“Bol bol ye, bebeğim.” Taekwoon başını salladı. Diğer taraftan abisi ona bilgi vermeye başladı.
“Kimsesiz çocukları himayesine alıp yetiştiriyor o kadın. Kocası tüccardı, genç yaşta göçüp gitti. İşleri devraldı, bir başına kalınca da çocukları toplamaya başladı işte. İsmi Han Gongju.”
“Gongju mu, prenses gibi mi yani?” (Korecede gongju, prenses anlamına gelir.)
“Prenses olsa yanımıza oturur muydu sence?” Veliaht Prens’le beş taş oynadıktan sonra her şeyin mümkün olacağına inanıyordu delikanlı. Prenses kendisine yemek sunsa da şaşırmayacaktı artık.
“Bugün burada birliğimizin yönünü ve planlarını konuşmak üzere toplandık.” Kimse yemeğine ara vermedi, lakin herkesin can kulağıyla dinlediği anlaşılıyordu. “Vekil Efendi’ye karşı çok büyük bir koz yakaladığımızı hepiniz biliyorsunuz. Kendi kudretini göstermek için verdiği ziyafet pek çok yönden hem Veliaht Prens’in hem de birliğimizin yararına sonuçlandı. Prens Hazretlerinin yanında olacağımızı bir önceki toplantımızda konuşmuştuk. Majestelerinin de bizim yanımızda olacağının somut bir kanıtı var elimizde artık.” Âlim Efendi sol kolunu Wonsik’e doğru uzattı. Genç adam bunu bekliyormuş gibi gözükmeye çalıştı, lakin Taekwoon heyecandan omuzlarının titrediğini görebiliyordu. “Veliaht Prens pek kıymetli dostu, mektebimizin de âlimlerinden olan, Memur Kim’in oğlu Wonsik’i bizlere emanet ederek aramızda bir bağ kurdu.”
Sokakta izlediği kukla oyunları geldi aklına. Prens Sanghyuk canından çok sevdiği dostunu birliğe emanet etmişti demek. Basit bir kılıç ustasının bile bildiği şeyi görememiş miydi acaba? Yoksa herhangi bir hatada kellesinin uçacağını bilerek mi bırakmıştı Âlim Kim’i buraya? Lafı edildiği kadar mühim miydi bu genç âlim onun için? İçkisini isteksizce yudumlarken eski bir şarkıyı hatırladı.
“Tahtları kana bulanır,
Dostları düşmana atılır,
Bir kral yükselsin diye,
Halkı kendi canını alır.”
“Vekil Efendi bizim için yararlı olabilir. Onu bir tehditten ziyade evimizi korusun diye beslediğimiz bir köpek olarak görüyoruz. Bu yüzden kozumuzu, onu yerinden etmek için değil; hata yaptığı zaman kıçına bir şaplak atmak için kullanacağız.” Üyeler kahkahalarla güldüler. Sofranın sonlarında oturan uzun sakallı, şişman bir adam lokması boğazına kaçtığı için kıpkırmızı oldu. Diğerleri gülmeyi bırakmadan ona yardım ettiler. “Lakin bu, ona karşı elimiz kolumuz bağlı oturacağımız anlamına gelmez elbette. Veliaht Prens’i parmaklarının arasına alacak kadar güçlenmemesi için elimizden geleni yapmalıyız.”
Karşı sırada oturan genç bir gisaeng çekinmeden lafa karıştı. Sesi duru ve capcanlıydı. “Ziyafette Veliaht Prens’in Ming elçisiyle yürüyüşe çıktığını gördüm. Bahçenin bir köşesinde hararetli bir sohbet geçti aralarında. Sonra da elçi kalkıp gitti. Kızgın desem değil, üzgün desem değil… Seve seve ayrıldı. Ne konuştuklarını biz de öğrenebilir miyiz?”
Cha Hakyeon gülümsedi, yanakları ışıl ışıl parlıyordu. “Güzel evladım. Yine can alıcı sorular soruyorsun.” Gisaenglerin, müşterilerin ağzından laf almak için eğitildiği göz önüne alındığında bu durum pek de şaşırtıcı değildi. Genç kadın gülerek omuz silkti. “Tam olarak ne konuştuklarını elbette ben de bilemiyorum. Prens Hazretleri kendi kudretini göstermiş olmalı. Yalnızca en büyük çocuk olduğu için değil, vasıflı olduğu için veliaht makamına sahip olduğunu söylemiştir.”
“Tehdit etti yani?”
“Hiç yakışmadı bu sözler. Elinin boş olmadığını gösterdi desek daha doğru olur.”
“El boş değil, lakin artık güçlendirmek gerekir. Doğru mu anladım?” Az önce boğulan adamın sırtına sert sert vuran başka bir adam söylemişti bunu.
Âlim Efendi başını ağır ağır salladı. “İşte bu yüzden toplandık. Veliaht Prens’i güçlendirirken, rakiplerini ve dayısını nasıl ona bağlı hale getirebiliriz? Uzun vadede etki edecek, kısa vadeli bir plan yapmalıyız. Küçük adımlar atmalıyız. Şimdi, hadi dökülün bakalım.”
Toplantı hava kararana kadar sürdü. Durmak bilmeyen fikir alışverişi, neşeli kahkahalar ve çubuk sesleriyle süslenirken zamanın nasıl aktığı anlaşılmamıştı. Basit hırsızlık planlarından, Veliaht Prens’in bizzat vermesi gereken ölüm emirlerine kadar her şey konuşulmuştu. Kararlar uzun bir liste halinde, Âlim Efendi’nin bu gece okuyup sabaha yakmak üzere yenine sokuşturduğu bir kâğıda yazılmıştı.
Sonuca varıldıktan sonra misafirler mektebin bahçesinde yakılan ateşin etrafına davet edildiler. Herkes rastgele bir çember halinde oturdu. Gisaengler şarkı söyleyip dans ettiler, sarhoş olanlar serin toprağın üzerine yatıp uyukladılar, genç adamlar şiirler okudular. Gongju Hanım bir yanına Taekwoon’u, bir yanına Wonsik’i almış onlarla sohbet ediyordu. Jaehwan yanık sesiyle bir türkü tutturuncaya kadar gürültü hiç durulmadı. Âlim Cha da dâhil olmak üzere, pek çok insanın gözünden yaşlar süzüldü.
Dönüş yolunda Taekwoon efendisine, abisi de Âlim Kim’e eşlik etmeye karar verdi.
“Nasıldı?” diye sordu Cha Hakyeon yaverine. “Birliğe duvarın arkasından değil, evin içinden bakıyorsun artık. Gördüğünü beğendin mi?”
Genç adam gülümsedi. Aslında duvarın arkasındayken aklına her geleni söylemekten korkmuyordu. Şimdi evin içinde kendisini koruyan hiçbir şey yoktu, tamamen savunmasızdı. Omuzlarında kocaman bir yük hissetti aniden. Yalnızca “Fena değil,” diyebildi.
“Hala güvenemiyor musun bize?” Cevap vermedi. Bu soruya cevap vermemeye yemin etmiş gibiydi. Onun yerine abisinin söylediği türküyü düşündü. Evini özlemişti. “Neden önemli olduğunu söylediğimi anladın mı şimdi? Bizim için önemli olmayan tek bir üye dahi yoktur.” Bilemiyordu Taekwoon. Dul kadını yalnızca parası için ya da gisaengi her akşam koynunda yattığı adamlardan aldıkları bilgiler için tutup tutmadıklarından emin olamıyordu. Lakin onu ve abisini, kendi canlarının yerine tuttuklarını biliyordu.
Ölmekten korkmuyorum, diye düşündü. Bize değer vermeyen insanlar için ölmek istemiyorum. Her şey için çok geçti.
Efendisi eve girmeden önce ellerini tuttu. Teşekkür etti. Taekwoon onun gözlerine bakamadığı için, arkasında aralık duran dış kapıdan gözüken kamelya çiçeklerine baktı.
***
“Beyim, sevdiniz mi birliğimizi?” diye sordu Jaehwan. Elleri belinde, biraz eğilmiş yürüyordu. Şaşırtıcı bir şekilde sarhoş değildi, biraz çakırkeyifti o kadar.
“Aslında biraz korkunç,” dedi Wonsik. Sesi çok uzaklardan gelir gibiydi.
“Biliyorum. Saraydan bile daha korkunç olduğunu duymuştum.”
“Duymuş muydun?”
“Sarayda bulunma fırsatım olmadı.”
“Benim ömrüm sarayda geçti. Kimden duyduysan doğru söylemiş, saraydan beterdi.” Kılıç ustası başını öte tarafa çevirip geğirdi. Hiçbir şey olmamış gibi yapmak niyetindeydi, lakin Âlim Kim bir kahkaha patlattı. “Fazla mı içtin ne?”
“Siz daha bu kulunuzu tanımıyorsunuz beyim. Sünger gibi çekerim ben içkiyi. Bu daha hiçbir şey değil. Size eşlik edeceğimi bildiğimden tuttum kendimi.”
Sessizce ilerlediler. Vakit gecenin derinliklerine ilerlemiş olmasına rağmen pazar yerinde büyük bir kalabalık vardı. Ateş püskürten, hokkabazlık yapan, şarkı söyleyen adamları izliyordu köylüler. Hiç düşünmeden yanlarına varıp onlara katıldılar.
Tam karşıda yere oturmuş annesinin kucağında uyuklayan çocuğa bakarken “Sen neden bu birliktesin?” diye sordu Wonsik.
Jaehwan derin bir iç çekti. “Tek bildiğim kılıç sallamaktır, beyim. Kılıç sallıyorum diye karnımı doyuracak birini ararken Âlim Efendi’yi buldum. Bana kalacak yer de verdi, cebime harçlık da verdi, bir gün olur da evime dönersem diye anamlara hediye bile getiriyor arada. Bunların hiçbiri karşılıksız olmayacaktı tabii. Bir bakmışım, o başköşede otururken ben de sağ yanında oturuyorum. Hepsi bu mu dersen, değil beyim. Birlik öyle şeyler vadediyor ki… Yeğenlerimi okula gönderebileceğim bir gelecekten söz ediyorlar. Kiremit çatılı evlerin şımarık küçük beylerinin babamı itip kakmayacakları bir dünya vereceklerini söylüyorlar. Umut fakirin ekmeği derler.”
Âlim Kim, yanında dikilen kılıç ustasının keskin yüz hatlarına uzun uzun baktı. Başını okşamak istedi. Dost olmak istedi. “Güveniyor musun onlara?”
“Kılıcıyla yaşayan bir adam, yalnızca kılıcına güvenir.”
“Yorulmuyor musun?”
Jaehwan nihayet bakışını çevirip Küçük Bey’in bakışlarına karşılık verdi. Dudaklarında ince bir gülümsemeyle gözleri hülyalı bakıyordu. “Çok yoruldum.”
***
Hana döndüğünde Taekwoon dışarıdaki tahta sofranın üstüne yatmış, gökyüzüne bakıyordu. Elinde boş bir şarap şişesi vardı.
Abisi fırsatı kaçırmayıp onun ters istikametine uzandı. Şimdi yuvarlak sofrayı ortadan kesen uzun bir çizgi gibi gözüküyorlardı.
“Hayırdır oğlum, niye içtin?” Delikanlı güldü. Yan döndü, uzanıp Jaehwan’ın yanağından sulu bir öpücük aldı. “Baya içmişsin.”
“Merak ettim acaba bir faydası olur mu diye.”
“Neye faydası olacak?”
“Uyuşmaya.”
Daha fazla soramadı. Onu kendisini nasıl anlıyorsa öyle anlamıştı. Evladını korur gibi kucaklamak, güzel uykulara dalsın diye pışpışlamak istiyordu.
“Taekwooncum,” dedi. “Sen de mi yoruldun?” Baygın bir kahkaha… Dizlerini karnına çekip ardını döndü.
“Korkuyorum abi,” diye fısıldadı. Sessizlik. Tek bir yaprak kımıldamıyordu, lakin sert rüzgârlar esiyormuş gibi hissettiler.
“Biliyorum kardeşim.”
“Ne biliyorsun ki? Hem… O resim… Hatırlıyorsan… Söylemiyo’sun. Neden? Komik mi? Bu kardeşinle… Dalga geçme…” Zaten parça pinçik olan kelimeleri aniden gelen bir hapşırıkla hepten dağıldı.
Jaehwan onun söylediklerini anlamlandırmaya çalışırken ayağa kalktı, onu da kaldırdı. Birlikte odaya girip yataksız yorgansız uyudular.

mavinot: Lütfen yorum bırakmayı unutmayın! Yorum yapmak için giriş yapmanıza gerek yok! Teşekkür ederiim!

5 yorum:

  1. Her bir kelimenin içi dolu dolu sanki bu sefer
    Hem Jeahwan hem Taekwoon ikisinde de sezdiğim o ufak hüzün beni çok etkiledi
    Şimdi anlıyorum neden o ikisini böyle yan yana koyduğunu

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim! ilerleyen bölümlerde biraz daha görebileceksin diyebilirim ^^

      Sil
    2. Merakla bekliyorum

      Sil
  2. ehey beni iyice içine çekti bu *yandan gülen emoji* entrika severim

    YanıtlaSil