Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

28 Ekim 2017 Cumartesi

kuyu

Selam dostlar.
Nereden başlayıp nereden geçeceğimi ve sonunda nereye geleceğimi bilemediğim bu hüzünlü döküntüye hoş geldiniz. Bu yazıyı okumamanızı öneririm.
Bugün kendimi bok gibi hissederek uyandım, sebepsizce.
Sanki içimden bir ses şöyle dedi: "Günaydın, bütün gün ağlamak ve etrafındakileri üzmek ister misin?"
Ben de usulca başımı salladım. Çünkü uyanır uyanmaz kulağınıza böyle bir şey çalınırsa kabul etmekten başka çareniz yok gibi gözüküyor. Belki vardır, ama bu sabah savaşmak için fazla yorgunum.
Ben çocukken, dayımla internetten saçma sapan videolar izleyip gülmeyi çok severdik. Uzakta yaşadığımız için birlikte geçirdiğimiz dakikalar çok değerliydi. Çocukların eğlendiği saçma sapan şarkılar ve videolar bulurdu bize. Hala yapıyoruz bunu ama biraz daha... Büyüdük. Onun çocukları var şimdi, çocuk videolarını onlara buluyor.
İzleyip dinleyip güldüğümüz bu şeylerin çoğunu oturmadım ama bir haftadır aklımda özellikle bir tanesi var.
Yanılmıyorsam 6-7 yıl kadar önce Jim Carrey'nin Saturday Night Live'da katıldığı skeç bu. Tabii o zamanlar sorsanız kafalarını sallayan adamlar ya da "CD!" diye bağıran adamlar diye biliyordum adını.
Bu videoyu o kadar çok izledik, buna o kadar çok güldük ki... Şimdi bakınca ne kadar aptalca hatta bir çocuğun izlemesi için ne kadar tehlikeli, hatta bir yetişkinin izlemesinin ne kadar gereksiz olduğunu ve çok eleştirilebilecek bir skeç olduğunu anlayabiliyorum. O yüzden tamamını izleme cesaretini bulamadım kendimde. Çocukluğumdan güzel bir anı olarak kalsın istedim Jim Carrey'nin sigarasını salak gibi arabanın kapalı camından atmaya çalıştığı sahne.
Aslında biraz başını izleyip gülmeye çalışmadım desem yalan olur. Ama ağlıyordum ve bar sahnesi beni öfkelendirdi. Ben de kapattım.
Keşke hayatımda beni üzüp öfkelendiren o sekmeleri de bu aptal videoyu kapattığım kadar kolay kapatabilsem diye düşünüyorum.
Çok yoruldum.
Aslında zorlanmak değil beni yoran, bu durumda hiçbir şey yapamamak. Başkalarının benim etrafımda pervane olup her şeyi benim için yapmalarına itiraz edemeyecek kadar çaresiz olmak beni çok ama çok yoruyor. Yukarıdaki gibi videoları izleyip güldüğüm günlerde, yani bir çocukken, insanların benim için bir şeyler yapması doğaldı ve ben bir şey yapmak zorunda değildim. Tek yapmam gereken dayımla oturup gülüp eğlenmekti. Gerçi bugün, 20 yaşımın sonuna yaklaşırken, o yaşlarında bile yapması gereken şeyler olan çocuklar olduğunu bilerek yaşıyorum ve belki yapması gereken şeyleri yapamayan çocuklar... O yüzden şanslıydım. Hala şanslıyım ama öyle hissetmiyorum.
Hiç iyi hissetmiyorum.
Yine daireler çizerek koştuğumu hissediyorum. Eden'in de söylediği gibi "başladığım yerde biten daireler çizerek koşmayacağım," diyebilmek istiyorum. Yapamıyorum.
Yapamadığım çok şey var. Sabahları karnım doysun istiyorum artık mesela. Bu sabah doymadı. Belki yarın da doymaz.
Bilmiyorum.
İnsanlara zor günlerinde "bak bunlar da geçecek, geçince hatırlayıp birlikte güleceğiz, göreceksin" derim genelde. Bazen kendime de söylerim ve bazen inanırım da. Bu sefer babam söyledi bunu, bu sefer inanmadım. Üstelik geçeceğini biliyorum, ama hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını iliklerimde hissediyorum. Korkuyorum.
Eskiden kollarımdaki damarları kopartmamak için izlediğim videoları, dinlediğim şarkıları ararken buldum kendimi dün gece. İnsan dibe, en dibe düştüğünü düştüğünde bile anlamıyor aslında bir süre. Orada öyle acılarını sıcağı sıcağına hissedemeden; görüşü, duyuşu düzelmeden yatarken hala düşüyorum sanıyor.
Dün gece yere çakıldım yine. Birkaç kırık, karnım aç. Arada bir başıma vuran keskin ağrı yüzünden arkama yaslanıp bulanıklaşan gözlerimin düzelmesini beklemekten başka bir şey yapamıyorum. Ayaklarım üşüyor, tırmanamayacak kadar çok ağrıyor belim. İnsan ağlayınca önce burnu akıyor, ama olduğum yerde, en dipte peçetem yok. Kollarıma siliyorum.
Kendime geleceğim. En azından hala düşüş durumunda olmadığımın ayırdına vardım. Düştüm ben. Kalkmaya çalışıyorum şimdi. Hatta belki kalktım ama çok ağırlaşan gövdemi kaldırırken uyuştu bacaklarım, anlamıyorum.
Ve eninde sonunda bu lanet olası kuyudan çıkacağım tekrar. Gerekirse parmaklarım parçalanacak, gerekirse dişlerimle tutunacağım duvarlara; ama çıkacağım.
Nasıl bilmiyorum ve çok korkuyorum ve düşünemeyecek kadar yorgunum. Yine de inanıyorum. Her zaman yaptığım gibi... Çıktığımda insanlar düştüğümü anlamayacak kadar güçlü duracağım yine.
Başka bir kuyuya düşmek de olsa ucunda, burada oturup böyle bekleyemem.
Şimdi size bu anlattıklarımı unutun.
Ben nereye düşmüşüm, nasıl düşmüşüm, neden düşmüşüm unutun.
Siz de kuyudaysanız şayet, yalnızca şunu hatırlayın: Çıkabilirsiniz. Ben çok düşüp çıktım bu kuyulara. Kimisinde su vardı boğuluyordum, kimisinde canavarlar, kimisinde alevler bekliyordu beni. Kimisinde yere çakılmadan kendime gelip tutundum taşlara, bırakmadım kendimi. Ama hep çıktım. Bazen çok uzun sürdü, bazen birkaç gün. İşin püf noktası, kendi kendimize çıkmakta. Zira biri beni kurtarsın diye bekliyorsanız beklemeyin. Çünkü herkes kendi kuyusunda, herkes çıkmaya çalışıyor.
Bugün ağlama günüm.
Kendimi sıkmadan ağlama günüm.
Dişlerimi sıkmadan ağlama günüm.
Sümüğümü koluma silerek ağlama günüm.
Yarın plan yapma günüm.
Sonra tırmanmaya başlayacağım.
Yukarıda görüşürüz.
Görüşeceğimizi biliyorum.
Şimdi vereceğim şarkı bu söylediklerimle çok alakasız. Bir aşk şarkısı bırakacağım size. Yalancıktan aşık olacağız ve yalancıktan acı çekeceğiz bir aşk için. Kuyuya düştüğümüzü unutacağız biraz, iyi gelecek bize.
Mavi kalın, ya da öyle bir şey işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder