İki nefes duyuyorum.
İkisi de hızlı… Lakin birisi az evvel hızlı hızlı konuştuğu için, diğeriyse
gerginlikten.
Geveze olanı içeri
davet ediyorum. Sevgilisiyle arası iyi, iş bulacak ve mutlu olacak gibi
gözüküyor. Aldığı haberlere sevinerek dışarı çıkmak istiyor, elini avucumun
içinden çekmek… Sıkıca asılıyorum. “Köpek,” diyorum.
“Ne?”
“Köpeğinize dikkat
edin.” Bileğine bastırdığım işaret parmağımdan nabzının birden hızlandığını
anlıyorum. Eli hemen soğuyuveriyor. Kalkıp gidiyor, teşekkür etmiyor.
Gergin olan, içeri
girerken ilk geldiğinden daha gergin bir enerji yayıyor. Adımları tereddütlü,
nefesleri fazlaca yavaşlamış. Kapıya çarpıyor.
“Özür dilerim.”
Nazikçe gülümsüyorum.
Kapıyı kapatışını ve karşımdaki sandalyeye oturuşunu dinliyorum. Bekliyor.
“Hoş geldiniz. İsminiz
nedir?”
“Lilya.”
Elimi uzatıyorum.
“Başlayalım mı?”
Terli avucunu avucuma
yaslıyor. “Çocuk,” diyorum aniden. “Evli misiniz?”
“Hayır.”
“Etrafınızda yakında
çocuk sahibi olabilecek biri ya da küçük bir çocuk var mı?”
“Hayır.” Sıkıldığını
hissediyorum. Olmayan bir şeyi hissediyor olamam.
“Ailenizle aranız pek
iyi değil sanırım.”
“Her aile gibiyiz.”
Etrafına bakıyor, kafasını çevirince saçı ellerimizin üstüne düşüyor. İyiden
iyiye rahatlamış olmalı.
Aslında gerginliğini
bana aktardığını kasılan omuzlarımdan, titreyen gözkapaklarımdan anlıyorum.
Gözlerim doluyor. İyi değil, hiç iyi değil.
Şimdi yeniden bana
bakıyor, bu defa meraklı. Bana doğru eğildiğini hissediyorum. “Bir cevap
bulmaya mı geldiniz?”
Derin bir nefes alıyor.
“Herkesin duymaktan korktuğu şeyler vardır.” Yine sorumun etrafından dolaşıyor.
“Neyse ki pek bir şey söylemeyecek gibisiniz.”
Ben farkına varmadan
parmaklarım elini sıkıca kavrıyor. Başım önüme düşüyor, dolan gözlerimden birer
damla yaş süzülüyor. Gövdemden kısacık fakat güçlü bir titreme geçiyor.
Kulaklarımda cızırtılar başlıyor, birileri saçlarımı çekiştiriyor. Bu hengâmede
nefesinin yeniden hızlandığını duyabiliyorum.
Başımı kaldırdığımda
yerinde sıçrıyor. Nasıl göründüğümü bilmiyorum, ama görmekten de korktuğu
şeyler olduğunu o zaman fark ettiğini anlıyorum.
Ona anlatamam. Midem
bulanıyor.
Gereğinden fazla sıkıp
canını acıttığımı bildiğim elini mahcup bir edayla bırakıyorum. “Söyleyecek bir
şeyim yok gerçekten,” diye gülümsemeye çalışıyorum. Gözyaşlarım süzülmeye devam
ediyorlar. İçimde ne olup bittiyse çok çabuk olmuş olmalı.
“Pe-peki…” diyor.
Şimdi çıkmalı. Onunla
birlikte ben de kalkıp onu kapıya kadar geçiriyorum. Kasada beni izlediğini
bildiğim Feride’ye başımı sallıyorum. Ondan para almayacaklar.
“Güle güle.” Genç
kadının ardından kapıyı kapatıp kilitliyorum.
Ondan sakladığım şeylerin acısını çekmek için
gözlerimi kapatıp işkence dolu bir uykuya dalıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder