Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

26 Kasım 2013 Salı

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #7

2 Mart 2013
Film izlediğimiz günü takip eden hafta sonunda gerçek hayatıma dönüş yaptım. Unutmuştum. Atıf Bey'in hayatımın ortasında olmasının ne demek olduğunu, belirsiz geleceğimi, zorunluluk olmamasına rağmen zorunluluğum haline gelen şeyleri... Kısacası uykudan uyanmış, kabusun beni neden bu kadar korkuttuğunu unutmuştum. Kısa bir süre için, yeniden uykum gelinceye kadar, daha doğrusu kabusum...
Huzursuzluğum cumartesi sabahıyla başladı. Ufuk'la konuşuyorduk. Her zamanki basit, saçma sapan muhabbetler dönüyordu. Normalde Ufuk beni eğlendirirdi, hayatımda onun kadar çok gülen ikinci bir insan görmemiştim. Gerçi bu etrafımdaki insanlar genelde gülmediği için olabilirdi, ama her neyse. O gün eğlenemiyordum işte. Olası tepkilerimin yarısını bile veremiyordum. Bir şeyi eksik gibiydi sohbetimizin, olmadığı bariz belli olan ama yokluğunu ilk kez hissettiğimiz için çıkaramadığımız bir şey...
Ufuk bana kızdı. "Ne oluyor size sabah sabah?" dedi.
"Biz mi?" diye sordum gayriihtiyari.
"Evet, siz. Demir de sen de iki saattir bozuk atıyorsunuz. Anlaşıp da bana karşı cephe mi aldınız anlamadım ki."
Doğru ya, Demir. Kokumuz eksikti bizim, sahi.
"Konuşmadık ki biz hiç. Hem niye sana cephe alalım ya?" diye cevap verdim. Konuşmadığımızın altını çizmek, neden Demir eksikliği çektiğimi, neden bana mesaj atmadığını bir şekilde öğrenmek istiyordum.
Ama Ufuk bir şey söylemedi. O da bilmiyor olmalıydı.
Peki bu Demir niye onunla konuşup benimle konuşmuyordu ki? On beş iş günü boyunca onun yanında oturup tüm kızlara laf atışını, onlara yiyecek gibi bakmasını çekmiştim. Üstelik ben de bir kızdım ve o defterinin kenarına açık saçık bir kadın resmi çizip bana gösterdiğinde bile ona katlanmış, hatta tam istediği gibi aptalca şakalar yapmıştım. Tüm bunlar olurken çok sempatik olduğunu, ama beni bir kız olarak görmediğini de kenara bırakmıştım.
Buna rağmen o Ufuk'a mesaj atmıştı, bana değil.
Sanki evde beni duyabilecek biri varmış gibi, çok kısık bir sesle "Aptal Pazı!" diye homurdandım. Oturma odasında kanepede bağdaş kurmuş oturuyordum. Havalar ısınmaya başladığı için dizime kadar gelen kısa bir tayt giymiştim. Annem evde yoktu. Bacaklarımla ilgilenebilecek herhangi bir canlı yoktu. Eğer evime kamera koymadıysa Atıf Bey de yoktu.
Annem akşam geleceğine göre tüm gün istediğim gibi davranabilirdim. Bacaklarımı açarak oturabilirdim, sakız çiğneyebilir hatta şaklatabilirdim, şarkı söyleyebilirdim. Bunları yapmanız büyüklerinizin ya da yabancıların karşısında hiç hoş karşılanmaz, bir genç kızsanız eğer. Hayatım boyunca bunları annemin yanında yapabildim yalnızca, bana attığı öldürücü bakışları saymazsak herhangi bir sorun yoktu.
Geçen son bir buçuk yılda ondan bile utanır olmuştum. Sanki evime doğru yürürken usulca bir şarkı mırıldanırsam yoldan geçen herhangi biri bana aşık olacakmış gibi hissediyordum. Ağzımı yayarak değil, dudaklarımı bile aralayarak değil, ağzımın içinde sessizce sakız çiğnersem bir adamın benimle ilgili yanlış hislere kapılabileceğinden korkuyordum. Kulağa aptalca geliyor, değil mi? Başka biri bunları düşünse bana da aptalca gelirdi. Ama emin olun, neredeyse bir ordusu ve üç beş tane şirketi olan babanız yaşında bir adam size aşık olduğunda suçu kendinizde arıyorsunuz. Aldığım nefeslerde bile davetkar bir hava olduğundan şüphe ediyordum. Böyle bir şüphe davranışlarımı hatırı sayılır bir şekilde olgunlaştırdı, bir buçuk yılda yaşım kadar yaşlandım sanki.
Normal bir zamanda yalnız olsam bile böyle şeyler yapmazdım. Maalesef, dediğim gibi gerçek hayatımı unutmaya başladığım için ne yaptığımın farkında değildim.
Çilek aromasını bütün ağzımda hissederek sakızı patlattım. Çıkan ses evin duvarlarına çarparak yankılandıktan sonra oluşan o belirgin sessizlikte ev telefonu çalmaya başladı. Bir an çok korktum. Ayakta duran bir kaplumbağa gibi kafamı öne uzattığım için yerimde sıçradığımda kanepeden düşecek gibi oldum. Ev telefonunun sesi, duymaya kesinlikle alışık olmadığım bir sesti. Genelde telefon numaramızın rakamları insanların akıllarının uçlarından bile geçmezdi. Bu tek bir şeyin alameti olabilirdi: Kıyamet'in göbek adı Atıf Bey'in.
İsteksiz hareketlerle yerimden kalkıp telefona doğru yürüdüm.
"Alo?" diye mırıldandım ahizeyi her an yerine geri koyacakmış gibi tutarken.
"İpek Hanım?" Ses korumalardan birine aitti. Genizden geliyordu. Muhtemelen yüzü sivilcelerle dolu, burnu kemerli, uzun boylu ve garip şekilli kıravatlar takıp üç dakikada bir yere tüküren, adını hiç öğrenemediğim adamdı.
"Evet?"
"Yarın Atıf Bey sizi yemeğe davet ediyor." Bu hep duyduğum bir cümleydi. Yine de omurgamın hizasında, omurlarımın her birine dokunarak boynuma doğru çıkan buz gibi parmaklar hissettim. Reddetme şansımın olmadığını biliyordum. Seyirciye sorma jokerim de yoktu.
Tek söyleyebileceğim "Peki"ydi. Sonra ayrıntıları vermesini bekledim.
"Saat altıda sizi evinizin altındaki sokakta bekliyor olacağım."
"Peki."
"Görüşmek üzere."
Cevap vermeden telefonu yüzüne kapattım. Aslında cevap vermek isterdim. Ama "Umarım arabanıza bomba koyarlar da Atıf Bey de sen de ölürsünüz," demek pek de nazik olmazdı, değil mi?
Gözyaşlarımı tutmaya çalışarak, düzgün konuşmak için dilimin altına sakladığım sakızımı çıkarıp çöpe attım.
Atıf Bey geri dönmüştü. 
Elimle ağzımı kapatıp çenemin titremesine engel oldum. Odama yürüdüm.
Hayır, Atıf Bey hiç gitmemişti. Yalnızca saklanıp zayıf anımda karşıma çıkmayı beklemişti.
Dolabımı açtım.
Aptal gibi taytla dolaşmıştım. Bütün gün sakız çiğnemiştim. Bunu hissetmiş olmalıydı.
Taytım, bolca bir pantolonla değiştirdim.

3 Mart 2013
Atıf Bey'i görmek zorunda olduğum günlerde annemle neredeyse hiç konuşmazdık. Erimek üzere olan bir buz gibi olurdum, annem konuşmak için ağzını açıp ben onun sıcak nefesini hissettiğim an su haline geçerdim; ağlardım.
Komşuya misafirliğe gidecekmiş gibi giyinirdim. Ama yakışıklı bir oğlu olan komşuya değil, seksenine merdiven dayamış olan komşuya. Ne çok süslü, ne çok basit.
Annem sabahtan giyeceğim şeyleri sandalyenin üstüne koyar, bir daha da karşıma çıkmazdı. Bir kere bana "Seni o adama satacakmış gibi süslemek istemiyorum," demişti.  Hiç süslenmezdim zaten. Ama annemin o bakışları, ses tonu, parmaklarını dizine geçirmek istermiş gibi büküşü, yutkunması aynada kendime bakma refleksimi bile yok etmişti. Elbette, suçun bende olduğunu söylemek istememişti. Yine de ben çok süsleniyormuşum gibi, Atıf Bey'in bana aşık olmasının tek sebebi buymuş gibi hissettim. Her zamanki gibi.
O gün de basit bir bluzla kot pantolon giydim. Saçımı topladım - zaten genelde toplardım. Aynaya bakmadan evden çıktım. Anneme yapabileceğim en büyük iyilik onun korkmuş bakışlarını görmezden gelmekti. Sonra gidip alt sokakta bekleyen arabaya bindim.

Atıf Bey eskiden beni çok lüks lokantalara götürürdü. Adını bile söyleyemediğim yemekler yiyorduk. O zamanlar Atıf Bey'in oralara uygun bir insan olduğunu düşünürdüm. Uyumlu davranıyordu çünkü. Ama ben öyle yerler için yaratılmamıştım. İçim sıkılıyordu, yemeğe çatalımı uzatmaya bile çekiniyordum. Bir gün -ki inanılmaz cesaretli olduğum bir gündü- ona rahatsız olduğumu söyledim. Garip bir şekilde bunu normal karşıladı ve beni insanların günlük kıyafetler giydiği mekanlara götürmeye başladı. İşte o zaman Atıf Bey'in aslında lüks bir insan olmadığını, sıradan biri olduğunu fark ettim. Onun da doğal ortamı insanların günlük kıyafet giydikleri yerlerdi. Takım elbiselerini çıkarıyordu o da gelirken.
O gün de beni insanların günlük kıyafet giydikleri ve "duyarlı" oldukları bir yere götürdü. Ayakta karşıladı, elimden tuttu. Aramızda mazur görülebilecek hiçbir benzerlik olmadığından insanlar onun sapkın duygularını anlayabiliyorlardı. Belki de bunun hoşuma gittiğini de düşündüler, bilmiyorum. O karşımda oturmuş yalandan halimi hatrımı, annemi sorarken herkes ona öldürücü, rahatsız olmuş bakışlar atıyordu. Ben yok sayıldım; kimse bana yanlış bir şey yapıyormuşum gibi bakmadı. Bana bakılsaydı Atıf Bey fark eder miydi, bilmiyorum. Ama kendisinin her an bir cinayet senaryosunda kurban rolüne seçilebileceğini anlamadı. Sakince yemeğini yemeye konuşmaya devam etti.
"Uzun zamandır görüşemedik, seni ihmal ettim. Özür dilerim," dedi bayadır çiğnediği lokmasını yutarken. Cevap vermeye değer bir cümle bile değildi bu. Yalnızca başımı eğip çatalımla oynamaya devam ettim. "Ama bundan sonra daha sık görüşeceğiz merak etme." Hayallerinde nasıl biriydim acaba? Her saniye onu görmek için can atan, bir gün göremese aşkından hastalanan aciz bir kız mı? Duygularına karşılık verdiğimi hayal etmek onu ne kadar tatmin ediyordu, kim bilir? Yüzüme bakarken gördüğü kişi ben miydim gerçekten?
Atıf Bey iç çekişimi yakaladı. Durdu. Elindeki çatalı tabağa bırakıp arkasına yaslandı. Tekinsiz, soluk bir siyaha çalan gözleriyle tam gözlerimin içine bakıyordu. Ne diyecek diye merak ediyordum. İnce, koyu pembe dudaklarının arasından çıkmak üzere olan kelimelerin yaşantıma yön verme ihtimalinin büyüklüğü altında eziliyordum. Kirpiklerim ağırlaştı.
"Hediye..." dedi. "Alamadım. Özür dilerim."
"Fark ettim," diye mırıldandım ister istemez. Karşımda oturan bu adam hediyeleriyle bütünleşmişti artık, herkesten sakladığı bir evinde bana aldığı ve alacağı bütün hediyeleri sakladığını düşünmeye başlamıştım. Ya da bir sihirbaz gibi kolunun içinden hediyeler çıkardığını. Hediyesiz bir Atıf Bey düşünülemezdi. Fark etmemek mümkün değildi. "Önemli değil. Zaten yeterince hediye aldınız bana."
"Yetmez. Elbette yetmez." Tekrar iç çekmemek için kendimi tuttum. "Bu defa bilerek almadım aslına bakarsan. Bir şeyler hazırlıyorum." İşte bu kötü haberdi. Öyle neşeli söylemişti ki sonunda hiç hoşuma gitmeyecek şeyler olacağını seziyordum.
"Ne gibi bir şeyler?" Sorumdan memnun olmuşçasına gülümsedi.
"Biliyorsun... Sabahtan beri anlatıyorum şirketin büyük bir işe girişmek üzere olduğunu."
Alakayı anlayamadığım için kaşlarımı kaldırarak "Evet?" dedim.
"Eğer elimize yüzümüze batırmazsak da her şey iyi giderse bu iş daha büyük işler de getirecek peşinden. Onlar da daha büyüklerini, sonra daha büyüklerini. Kısacası gittikçe zenginleşeceğiz." Gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. "Bunun için yapacağım kutlamanın yanında alacağım her hediyenin değersizleştiğini fark ettim."
'Senin hediyelerin zaten değersiz. Aptal porsuk suratlı canavar!' diye bağırmak istedim suratına doğru. Ama o çatalını yeniden eline aldı, bu bile korkmama yetti.
Gerçi yerimde sıçramamın sebebi bu değildi. Tüm suç yan masadan adeta hoplayarak kalkan iri yarı adamdaydı. Çocuklarıyla yemek yerken birdenbire kalkmış, koca yumruğunu Atıf Bey'in suratına indirmişti. O yumrukla içimin yağları eridi. Korumalar gelip adamı uzaklaştırırken ben kenardan 'sübyancı' Atıf Bey'in dudağından akan kanı silişini izledim.
"Şerefsiz herif!" diye bağırıyordu adam. "Utanmıyor musun lan çocuğun yaşında kızı yanında dolaştırmaya!"
İşte bunca zamandır en çok merak ettiğim sorunun cevabını alıyordum şimdi: Babam hayatta olsaydı Atıf Bey hayatta olur muydu? Olmazdı, öğrendim o adamın gözlerindeki alev alev öfkeden. Eğer babam Atıf Bey'in bana nasıl baktığını görseydi daha ilk günden, ilk dakikadan öldürürdü onu. Kurtarırdı beni. Babaydı o. Yapardı.
Lokantanın alt sokağındaki bir parkta, cehennemde yanmasını istediğim adamın yanında otururken babamı düşünüyordum.
"İpek," dedi densiz adam. Arkasına yaslanıp aniden kolunu omzuma attı. "Korktun mu?"
"Korkmadım," dedim, sevindim diyemezdim ya.
"O zaman sorun yok." Gözkapaklarım aşağı düştüler. Duyduğu onca şeyden sonra tek sorunun benim korkmam olduğunu düşünebiliyordu. Her dakika daha da iğreniyordum ondan. Her saniye. Her nefes. "Bana kızma," dedi sinirim doruklara ulaşırken. "Bana neden vurduğunu biliyorum. Böyle bir şeyi hep beklemiştim."
"Beklemiş miydiniz?" Konuşmak için ağzımı açtığım an sesim titremeye başlamıştı. "Demek beklemiştiniz. Yaptığınız şeyin farkındaydınız demek. Peki bunu biliyor musunuz? Sizden nefret ediyorum! Az önceki itirafınız sayesinde nefretimi perçinlediniz!"
"Biliyorum İpek."
"Siz... Siz ne iğrenç-"
"Peki sen bunu biliyor musun? Ben seni seviyorum. Seni yanımda istiyorum."
"Yeter-"
"Dinle bir beni. Bir şey daha var bilmen gereken. Ben sevdiğim, istediğim şeyleri almak zorundayım."
"Neden? Neden zorundasınız sanki neden?!"
"Çocukluğumda parıl parıl paketleri olan çikolatalı sakızlar vardı. Annene sor, bilir onları. Gördüğün zaman çiğnemek istersin, paketli olmalarına rağmen öyle güzel kokarlar ki tadını çiğnemeden seversin. Ben çocukken annem bana o sakızlardan hiç almadı. Bütün mahalleye bedava dağıtsalar annem kendine alır da ölse bana almazdı, İpek. Sana yemin ediyorum sırf her gün onlardan istediğim için, ağlaya ağlaya yalvardığım için almazdı. Tek sebep onları sevmemdi. Hiç tatlarına bakamadım. Ama çok severdim işte onları. "
"Bulurum," dedim. "Fizan'a gider bulurum."
"Bulamazsın. Çikolatalı sakız sensin ki artık."
"İstemiyorum." Ağlamaya başlamıştım.
"Ama ben istiyorum."
"İstemiyorum! Hayatımı yeterince çiğnediniz. Artık tadı kaçtı. İstemiyorum!"
Elini omzumdan çekti. Yüzümü kapatmıştım, göremiyordum ama arkadaki korumalardan birine el işareti yaptığını biliyordum. Gelen koruma beni oturduğum yerden kaldırıp arabaya yürütmeye başladı.
"İyi geceler çikolatalı sakızım!" diye bağırdı arkamdan Atıf Bey. Banka iyice yaslanmış, kafasını arkaya atmış karanlık gökyüzüne bakıyordu.
Bense tüm gözyaşlarımda ondan nefret ediyordum.

4 Mart 2013
O sabah kendimi ölü gibi hissederek kalkmıştım. Rüyamda parıl parıl altın renkli bir pakete sarıldığımı, hareket edemediğimi, korktuğumu görmüştüm. Yastığım sırılsıklam olmuştu.
Giyindiğimi, metroya yürüdüğümü, metroya bindiğimi, metrodan indiğimi, okula yürüdüğümü, okula girdiğimi hatırlamıyorum şimdi bile. Sınıftakilere selam vermeye başladığımda kendime gelebildim ancak.
Zeynep beni durdurup yüzüme uzun uzun baktıktan sonra yanaklarımı sıkıp "Ay çok sevimlisin İpek," diye mırıldandığında bir şeyler olduğunu anlamalıydım. Yorgun bir teşekkürle geçiştirdim bu içten iltifatı. Sırama doğru ilerledim. Demir benden önce gelmişti, ama buna bile şaşıramadım. Tek hissim yorgunluktu ve o kadar ağır geliyordu ki biri dokunsa dökülecektim, gözyaşlarımla.
"Günaydın," diye zorladım kelimelerimi dudaklarımdan çıkmaları için.
Demir kafasını kaldırdı ben montumun fermuarını çözerken. "Gü-" dedi. Kaldı. Gözleri takıldı yüzüme. Ayağa kalkıp sırtını duvara yasladı, sanki bir şey göğsüne vurup onu ittirmişti.
Elini kaldırarak beni işaret etti. "Sen..." diye mırıldandı. Montumu çıkartıp masaya bıraktım.
"Ne oldu?"
"Senin şeyin var..."
"Ne diyorsun Demir, sabah sabah?"
"İpek..." Yutkundum. Güçlü kelimelerim tükeniyordu, az sonra sesim titremeye başlayacaktı.
"Ne?"
"Senin..."
"Of Demir." Hızlıca bana doğru iki adım attı. Elini yüzümü kavrayacakmış gibi açtı.
"Saçın..."
"Ne olmuş saçıma?" Bir adım daha yaklaştı. Parmaklarıyla kaküllerime dokundu. Dökülmedim. Ağırlık hissedilemeyecek kadar yavaşça kalkmaya başladı yüreğimden.
"Kaküllerin var." Atıf Bey'den kaçarken görünüşümü olabildiğince değiştirmeye karar verip bir ara kakül kestirmiştim kısacık. Şimdi gözümün önüne gelecek kadar uzamışlardı ve ben genelde başımın üstünde toplardım, rahatsız ederlerdi beni. Ama bugün öyle dalmıştım ki bunu bile yapmayı unutmuştum.
Elimi kaldırıp parmaklarının arasından ben de kakülüme dokundum. "Ah, evet," diye mırıldandım. "Topluyorum genelde." Sonra ben elimi çektim, onun da çekmesini bekledim. Çekmedi, durdu. Ağırlık azalmaya devam ediyordu.
"İpek," dedi yeniden.
"Efendim?"
"Toplama."
"Neden?"
"Çok yakışıyor sana. Çok güzelsin."
Ağırlık müsaadesini istedi, toparlanıp gitti.
Yüreğim kafesten çıkmış kuş gibi kanat çırpıyordu.
Bir de tabii ki buram buram limon kokuyordu.

4 yorum:

  1. ipek espri yapmasın. ipek o adamın yüzüne bakmasın. ipek o ihtiyar sübyancının nazik bölgelerine tekme atsın. ipek sinirlerimi bozuyor biraz mutlu birşeyler yaşasın artık
    (bu bölüm için "maaaavii maaaaviii masmaaavii" derdim ama demiyorum çünkü sinirliyim kartozu bu kızın bu kadar diken üstünde olması sinirimi bozuyor)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sinirlendirdiğim için üzgünüm. Ama seni sinirlendirebilmek işimi doğru yaptığım anlamına geliyor. O yüzden... Tekrar düşündüm de üzgün sayılmam. Maviyim! Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler!

      Sil
  2. "İşte bunca zamandır en çok merak ettiğim sorunun cevabını alıyordum şimdi: Babam hayatta olsaydı Atıf Bey hayatta olur muydu? Olmazdı, öğrendim o adamın gözlerindeki alev alev öfkeden. Eğer babam Atıf Bey'in bana nasıl baktığını görseydi daha ilk günden, ilk dakikadan öldürürdü onu. Kurtarırdı beni. Babaydı o. Yapardı." Bu kısımda gözlerimi doldurmayı başardın Mavi. Aslında bakarsan şuan kalbim maviye gömülmüş durumda sanırım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarken hüngür hüngür ağladığımı hatırlıyorum gözlerini doldurabildiysem ne mutlu bana ^^

      Sil