Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

6 Kasım 2013 Çarşamba

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #5

18 Şubat 2013
 

Ertesi sabah alt sokakta bekleyen Süleyman Bey'in arabasına bindim. Kapıyı açınca teypten yükselen şarkının melodisi beni gülümsetti. "Sen Benim Şarkılarımsın," çalıyordu. Kahramanım ve benim şarkımız.
"Günaydın," dedim uykunun gırtlağımdaki tesirinin hala azalmamış olduğunu fark ederek.
"Günaydın İpek," diye karşılık verdi. Arabının içi sıcacıktı. Beklerken ısıtmış olmalıydı ya da onun yanında olmanın verdiği güven hissi, tüylerimi diken diken eden üşüme hissini kovalamıştı.
Süleyman Bey'in arabasında olmak, diğer 'korumalar'ımın arabalarında olmanın aksine rahat bir durumdu. Bir kere çekinmeden yanına oturabiliyordum. Ya da istediğim radyo kanalını açabiliyordum. Hatta uyuklayabiliyordum.
"Bugün nasılsın?"  diye sordu nazikçe. Çoktan yola çıkmıştık. Uzun parmakları direksiyonu ustaca bir edayla tutuyordu.
Cevap verip onun da hatrını sorarken bir yandan da şarkıyı dinliyordum.
~ Bir yıldız gökte kayıp giderken,
Islak bir yolda yalnız yürürken,
Bambaşka bir şeyi düşünürken,
Aklımdasın... ~
"Yeni okulun nasıl?" diye devam etti. "Alışabildin mi?"
"Okulum oldukça iyi. Herhangi bir sorun yok." Gözlerimin kenarlarından süzülen, kurumaya başlamış uykumla gülümsedim.
"Arkadaş bulabildin mi peki?"
"Evet, buldum. Hepsi iyi çocuklar. Zorluk çekmedim, yarıyılda gittiğim için yabancılık çekeceğimi düşünüp üzülmüştüm halbuki."
~ Geçmiş değil, bugün gibi,
Yaşıyorum hala seni.
Sen hep benim yanımdasın.
Gündüzümde, gecemdesin.
Çalınmasın, söylenmesin.
Sen benim şarkılarımsın. ~
Göz ucuyla bana baktığını gördüm. O sırada torpido gözündeki gereksiz şeyleri karıştırıyordum. Islak mendil, güneş gözlüğü, naneli sakız... Yanımda oturan adamın ağzını gere gere sakız çiğnediğini hayal etmek bile komikti. Gülmemeye çalışırken kirli, mavi bir beze uzandım. Onu kaldırınca namluları bana bakan iki silahla karşılaştım. Elimde olmadan irkildim. Sanki ayıp bir şey görmüş gibi gözlerimi yumdum. Usulca torpido gözünü kapattım.
Süleyman Bey, sessizce boğazını temizledi. Bu iletişimde, tiyatroda bir perdenin bitip diğerinin başlamasıyla eş değerdi. Yerinde zıplayan yüreğimi bir tokat atıp zihnimi sakinleştirmeme yaradı.
"Senin gibi yeni gelen var mı?" Donuk yüz ifadem anında bir tebessümle yer değiştirdi.
"Nereden bildiniz?" dedim. "Yarıyılda gelen olmaz diye düşünmüştüm, ama var. Sıra arkadaşım hatta." Anlaşılmaz gözler ve kapalı bir yüz ifadesiyle bana baktı kısacık bir an için. "İstanbul'dan gelmiş o," diye devam ettim usul usul. "Biraz serseri bir tip." Motor birdenbire hırladı, araba ileri atldı. "Ama herhangi bir sorun çıkarmadı henüz. Ayrıca herkese kendini sevdirdi." Parmaklarım gereğinden fazla hızlı giden arabayı yavaşlatmak istercesine koltuğun kenarlarına sıkı sıkı yapışmıştı. "İsmi de Demir," dedim dişlerimi sıkarken. "Biz biraz fazla hızlı gitmiyor muyuz?"
Yaptığı şeyin farkına vararak hızını azalttı, onun da parmakları direksiyona yapışıktı.
"Çocuğun ismi... Ne demiştin?" Dimdik karşıya bakıyordu. Sesi, dudaklarından çıkan cümlenin bir soru olması için bile gereken ilgiyi taşımıyordu. Buna anlam veremedim.
Gerilmiş vücudum gevşeyip kendini koltuğa bırakırken "Demir," diye mırıldandım. Hafifçe kafasını salladı.
~ Sanki hiç gitmemiş, hep var gibi;
Bir sırrı herkesten saklar gibi;
Sessizce sokulup ağlar gibi;
Yanımdasın... ~
Sonra hatırlayıp gülsüm sessizce. "Soyadı da Pazı. Demir Pazı. Ayrıca gerçekten demir gibi kol kasları var. Geldiği günden beri kızlara gösteriyor."
"Nasıl yazılıyor soyadı?" Bu defa sesi ilgili çıkmıştı. "-I- harfi ile mi yoksa -U- ile mi?"
"-I- ile galiba."
"Ama o zaman pazı sebze ismi oluyor. Pazu kol kası olur. Bu çocuk seni kandırmış." Yüz ifadesi hala donuktu. Acaba uykusu mu gelmişti?
"Gerçekten mi?" dedim şaşkınlıkla. "Bunu kızlara anlatıp havasını söndürmeliyim. Dudağının kenarları kararsız bir gülümseme için havaya kalktı.
~ Beni bir şeylerden aklar gibi,
Koparmadan çiçek saklar gibi,
Hiç bozulmamış yasaklar gibi,
Aklımdasın... ~
Bu konunun burada bittiği açıktı. Okulaysa birkaç satırlık yolumuz kalmıştı. O yüzden dünden aklıma takılan soruyu sordum.
"Siz bana bir şey soracaktınız dün gece? Neydi o?"
"Ne soracaktım sahi?" diye düşünür gibi yaptı. "Hatırlamıyorum. Önemli bir şey değildi sanırım." Yüksek sesle iç çektim. Yani önemsiz bir şey için gece vakti kapıma kadar gelmişti.
"Atıf Bey'le ilgili bir şey değil mi?" diye fısıldadım. "Kötü bir şey oldu, değil mi?" Gözlerime hücum eden gözyaşları nereden geçiyorlardı bilmiyorum ama sesimin çatlamasına sebebp oldular.
"Hayır, hayır İpek." Elini elimin üstüne koydu. "Bir şey yok gerçekten. Önemli değildi."
"Benden saklamayın."
"Doğruyu söylüyorum, her şey yolunda." Duraksadı. "En azından şimdilik. Ama emin ol, bir şey olursa hemen haber vereceğim."
"Söz mü?" Akmaya çalışan hain gözyaşlarımı durdurdum. Sesindeki güven beni rahatlattı.
"Söz. Git ve okulunun tadını çıkar."
"Evet," dedim. "Tadını çıkarmalıyım." Birbirimize bakıp gülümsedik. "Biliyor musunuz, Demir gibi tasasız bir arkadaşın bana iyi geldiğini inkar edemiyorum. Onun yanında çok şeyi unutuyorum. Sanki Atıf Bey yokmuş, hiç olmamış gibi. Yalnızca sizinle ilk tanıştığım zamanlarda böyle hissedebilmiştim."
Durduk, kırmızı ışık yanmıştı. Acı acı gülümseyerek gözlerimin içine baktı. Bakışlarında, üstü kırk kat örtüyle örtülmüş bir anlam vardı.
"Bana öyle bakmayın," dedim. "Ona çok yaklaşmamam gerektiğini ben de biliyorum. Sizinle aramızdaki buzların eridiği zamanı hatırlıyorum. Bir hafta ortadan kaybolup sonra topallayarak gelmiştiniz. Size bile bunu yapıyorlarsa... Demir gibi alakasız birine neler yapmazlar ki."
~ Geçmiş değil, bugün gibi,
Yaşıyorum hala seni.
Sen hep benim yanımdasın. ~
Uzun parmaklarını uzatıp saçımı katışrırdı.
"Kendini tutmak zorunda olduğun için üzüldüm, ama böyle bir açıklamadan sonra ondan gerçekten hoşlanmış olduğun sonucunu çıkarabilir miyim?"
Yanaklarım elimde olmadan kızardı. Sonuçta babam gibi gördüğüm, ama asla babam kadar yakın olamayacağım biriyle, bir erkek hakkında konuşuyordum. Kalbim bomboş olsa bile utanç vericiydi.
"Sınıftaki ve hatta okuldaki diğer bütün kızlar gibi ona sempati duyduğumu söyleyebiliriz."
Süleyman Bey dazlak kafasının içinde sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi aniden çıkıveren sıcak bir kahkaha patlattı.
O sırada telefonum titredi. Kendisinden konuştuğumuzu anlamış gibi mesaj atmıştı Demir.
"Yüzünde güller açtı," dedi kahramanım. "İyi bir haber mi?"
"Hayır, Demir yine geç kalacağını söylemiş. Onu idare etmemi istiyor."
"Bunda bu kadar sırıtacak ne var?" Hemen yüz ifademi düzeltip telefonu çantama attım. Demir'in mesajda bana 'ipek böceği' dediğini ve bunun çok hoşuma gittiği söylemedim.
~ Gündüzümde, gecemdesin.
Çalınmasın söylenmesin,
Sen benim şarkılarımsın. ~

21 Şubat 2013
"Çıkabilirsiniz çocuklar."
Üç doz uyku ilaçlı Edebiyat dersinden sonra vücutlarımızı harekete geçirmeden önce bolca esnememiz gerekti. Demir, ellerini birleştirip kollarını yukarı doğru uzattı ve gökdelen edasıyla bana yukardan baktı.
"Kantine gidelim mi?" dedi uykulu bir sesle. Saate baktım, zil çalalı çoktan üç dakika olmuştu.
"Geç kaldık, şimdi gidersek bütün öğle arasını orada geçiririz," diye mırıldandım. Kollarımı sıranın üstünde çaprazlayarak kafamı üstüne koydum.
"Açlıktan ölüyorum ama ben." Ayağa kalktı. Çevik bir hareketle ve az önceki uykulu halinden sonra nasıl topladığını bilmediğim bir güçle kolumu tutup sarstı. "Hadi gidelim ya. Ben alırım sana da yemek."
Kısık sesle homurdanarak ayağa kalktım. Sınıftan çıkmadan Ufuk da peşimize takıldı.
Kantin ana baba günüydü. Kalabalığın arasından çıkmaya çalışan insanların yukarı kaldırdığı tostlar, tavuk ekmekler, hamburgerler; kafaların üstünde uçar gibi gözüküyorlardı. Beş dakika daha burada durursam gürültüden çıldırabilirdim. Zaten az olan boşluklarda sürüklenip kaybolmamak için birbirimize yaklaştık. Bu ikisinin yanında o kadar kısa kalıyordum ki biri dışardan bizi abi-kardeş sanabilirdi.
Bir ağız dolusu esneyip etrafa bakındıktan sonra bozuk paraları Demir'e uzattım. "Karışık tost ve Niğde Gazozu istiyorum." Onaylayan bir baş hareketi yapıp Ufuk'a döndü. Ufuk parayı verip beni işaret etti. Bu 'aynısından' demekti.
Demir hemen harekete geçti. Önümüzde duran on birinci sınıf öğrencilerini ittirerek kalabalığa karıştı. Bir süre sorunsuzca ilerlediğini gördüm, alt sınıfların çoğu önünden çekiliyordu zaten. Diğerlerine de sert ya da sevimli bir bakış atması yeterli oluyordu. Tezgahın önüne geldiğinde yanındaki kızla aynı anda konuşmaya başladılar. Demir kıza davetkar bir gülücük fırlatıp kalbini çarptırdıktan sonra "Biraz acelem var da önce ben alabilir miyim? Senin gibi güzel bir kızı bekletmek istemem ama..." dedi. Emin olun, birisi bana böyle bir şey söylese ayağına basıp onu kenara ittirirdim. Ama kız salak salak gülüp geçmesine izin verdi.
Ufuk'la aynı anda gözlerimizi devirdik. Yemeklerimiz hazır olunca Demir kantincinin kızından da benzer kelimeleri kullanarak bir tepsi rica etti. Sonra da tepsiyi başının üstüne kaldırıp kalabalığı yararak bize doğru gelmeye başladı. Yüzündeki zafer ifadesi görülmeye değerdi. Biz sessiz bir alkışla onu kutladık.
Aramızda birkaç adım vardı, Demir'in ilk ittirdiği ön birinci sınıf öğrencileri hain sırıtışlarla onun ayağına çelme taktılar. Ufuk'un gözleri tepside sabitlenmişti. Bense Demir'in gövdesine bakıyordum. Ağzımız açık hangisinin ne tarafa gideceğini kestirmeye çalışıyorduk.
Ufuk onun düşmesini beklemeye sabredemeyip hafifçe sıçradı ve tepsiyi yakalayıp parmaklarının arasından çekti. Umutsuzca ellerimi balerin edasıyla havada süzülen arkadaşıma doğru uzattım. Müthiş bir esneklikle kendini bana doğru attı. En azından düşüşünü yavaşlatmıştım. Bir dizinin üstünde, sıkı sıkı ellerimden tutarak durdu. Burnundan soluyordu, ama düşme korkusundan değil. Öfkeden.
Sakince ellerini çekip ona çelme atan çocuklara döndü. Onu ilk kez öfkelenmişken görüyordum, basit bir meselenin onu bu kadar sinirlendireceği aklımın ucundan geçmezdi. Göz açıp kapayıncaya kadar çocuklardan birinin yakasına yapışmıştı bile. Hafif ama yüksek sesli bir küfür savurdu. Çocuk neye uğradığını şaşırmış bir halde etrafına baktı. Ufuk tepsiyi rastgele bir masaya bırakıp araya girmeye çalıştı. Demir buna izin vermedi.
Durdurulmazsa gidişat belliydi, o çocuk gerçekten dayak yiyecekti.
"Demir," diye bağırdım. Hemen koştum, boşta kalan kolunu tuttum. Kendime çekmeye çalışım, ama o an onun için olayla hiçbir alakası olmadığı halde açık hava sahnelerinden birinde gözüken uçak kadar gereksiz bir ayrıntıydım.
Bu defa çocuğa hamle yaptım, onu omzumla ittirip aralarına girmeye çalıştım. Çocuk istemsizce kaykılınca, yakasını tutan el gevşedi. Demir bunu yapanın kim olduğunu anlamak için başını eğdi. Göz göze geldik. Kırmak istercesine sıktığı dişlerini rahat bıraktı, küçüldü genişleyen burun delikleri. Teslim oldu. Herkesin ona baktığını hissetti.
Ellerimi omuzlarına koyup onu geri ittirdim. "Hadi gidelim," diye mırıldandım. Sesimdeki 'dokunsan ağlayacak' hissi, gözlerime de yansımış olmalıydı. Ne olursa olsun ben kavgadan, şiddetten korkardım. O, beni yine hissetti. Yumuşadı. Çocuğa tehditkar bir bakış attı.
Ufuk'un artık ne hissedeceğini bilemeyen bakışları arasında bir eliyle tepsiyi aldı. Diğer eliyle de beni kolumdan tutup çekti.
Arkadaşımız peşimize takılmadan şöyle fısıldadı: "Seni korkuttuğum için özür dilerim."
Demir, beni korkutmanın ne demek olduğunu anlamıştı. Ben bilmiyordum bunu, ama o tecrübe ettiği için oldukça üzgün gibiydi. O günden sonra korkmama izin vermedi.
O günden sonra Demir'e karşı zerrece korkum kalmadı.
İşte o günden sonra Demir'den gelen limon kokusu daha bir tatlılaştı.

8 yorum:

  1. Demir demir demir galp galp galp. İşte istediğim bölümler. Bana bunlarla gel kartozu. Çok mavi bir bölümdü ama çok çabuk bitti. Daha uzun bölümler istiyorum ben. Ve yine bol bol demir olsun. Eline sağlık bir dahaki bölümü bekliyorum çabuk ol

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eyvallah Deli. Her cümlen dikkatle okunmuş, mavi hafızaya mavi kalemle kaydedilmiştir. ^^

      Sil
  2. hikayenin gidişatında önem taşıyacak süprizler beklediğim için her bölüme yorum yapmıyorum ama haberin olsun kartozu, okumaya devam ediyorum. bir yandan da kafam karışık biraz; bu hikaye atıf bey üzerinden mi gidecek, demir mi? ikisi birden mi? yoksa ikisinin rolleri bir şekilde birbirine bağlanacak mı? yoksa ikisi aslında zaten bağlantılı mı? kafamda deli sorular

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorum moralimi oldukça maviledi, çok teşekkür ederim. Kafandaki deli sorulara "Emir Demir'i keser," diyerek bomba gibi düşmek isterim, ancak değil bomba sonbaharda düşen yaprak kadar bile etki yapamam gibi geldi. Soruyu nasıl savsam diye saçmalaşıyorum durduk yerde.
      Tekrar tekrar teşekkürler efendim. :)

      Sil
    2. bu yabancı dizi hayranlarının bahsettiği "foreshadowing" [gelecekte olacak bir şeye dair ön ipucu vermek gibi bir anlamı var sanırım] örneklerinden biri mi acaba, "emir" adında bir karakter? yoksa hikayenin devamına dair bir kehanette bulunup tutturacağım diye çok mu kasıyorum?

      Sil
    3. Normalde hikayenin devamıyla ilgili soruları savmak istiyordum ama şu an bu soruya çok cevap vermek istedim. Demir var, Atıf Bey var, bir de Emir olursa kafalar daha çok karışacak. Bence bu ikisiyle neler olacağı konusunda endişelenmek çok daha iyi. (Yani Emir yok demek istiyorum.)
      Ama bu kadar heyecanla tahminde bulunman beni salak salak gülme haline itti, mavi etti.

      Sil
  3. sen bu yazıları yazalı 2 mavi yıl olmuş olmasına rağmen, tesadüfen görüp okumaya başladım..Ve bu benim internetten üzerinden okuduğum ilk hikaye oldu, çok da hoşuma gitti iyiki başlamışım, devamını da çooook merak ediyorum, okumaya devam o zaman

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çoook mutlu ettin beni. Umarım sonuna kadar zevkle okursun, bol bol yorumlarını bekliyor olacağım ehehe ^^

      Sil