Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

8 Aralık 2013 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #8

4 Mart 2013
Kanepenin önüne yere bağdaş kurmuş oturuyordum. Annemin elinde göz bebeklerinin eksenlerini şaşırtacak kadar ayrıntılı bir iğne oyasının fotokopisi vardı ve inatla inceleyerek aynısını yapmaya çalışıyordu. O kadar odaklanmıştı ki önüme açtığım edebiyat kitabının içinde duran -ama bir türlü okuyamadığım- okuma kitabıyla elimden bir türlü bırakamadığım, her dakika titreyen telefonumu fark etmemişti.
Demir mesaj atıyordu. O benimle ilgilenirken benim onunla ilgilenmemem imkansızdı.
En son gelen mesaj şuydu. "Ya İpek." Gülücük yoktu, adımın ilk harfini büyük yazma zahmetine katlanmıştı ve en önemlisi cümlenin sonunda baktıkça büyüyen korkunç bir nokta vardı. Birinin bana en son mesaj atışının üstünden uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bu belirtilerin ciddi sonuçlar getireceğini bilecek kadar normal bir ergendim.
"Efendim?" yazdım olabildiğince az yüz ifadesi yapmaya çalışarak. Annem yüzümün bukalemuna döndüğünü fark ederse olay gereğinden fazla hızlı ciddileşirdi.
Anında cevap geldi: "Bütün gün kaküllerinle oynayıp durdun. Çok az konuştun."
"Evet?"
"Yani durgundun."
"Evet?"
"NEDEN?"
"Sen de bütün gün benimle oynayıp durdun, o kadar dürttün ki kolum morardı. Alışılmadık bir şekilde neşeliydin."
"Sanırım, evet."
"Ben sana nedenini soruyor muyum?"
"Sormaman için bir sebep yok."
"Hayır, var. Belki de anlatmak istemezsin diye sormadım. Anlatmak isteyen insan belli eder."
"Yani şu an sen bana haddini bil diyorsun."
"Galiba öyle dedim."
"Peki."
"Demir seni hiç anlamıyorum."
"Nasıl yani?"
"Kız kardeşin var mı?"
"Hiç kardeşim yok."
"Neyse işte. Kız kardeşin olmasa bile bütün gün kızlarla haşır neşirsin. İlk kez köpek görmüş kedi yavrusu gibi dik dik kızlara bakıyorsun, her zaman. Hiç mi anlamazsın hallerinden?"
Yine hızlı bir cevap bekliyordum. Demir her zaman ışık hızıyla cevap verirdi. İlk telefonunu aldığı andan itibaren kızlarla mesajlaşmaya başladığından bu denli hızlandığını tahmin ediyordum. Ama bu defa uzunca bir cümleyi yaklaşık yirmi defa okumama yetecek bir süre sonunda geldi cevap.
"Bakmak görmek değildir, her zaman."
Daha ben okumayı yeni bitirmiştim ki ikinci bir mesaj geldi: "Yani ne hissettiğini anlayamadım."
Ve üçüncüsü: "Aslında anladım."
Tek kaşım istemsizce havaya kalkarken parmaklarım hızla tuşlarda gezindi: "Ama?"
"Ama dinlemek istedim. Anlatmak istememenin ne demek olduğunu ben biliyorum. Sen 'ona anlatmak istemiyorum' cümlesindeki 'o' olmanın ne demek olduğunu biliyor musun?"
Cevabım yalnızca "Hayır." oldu. Ama şöyle devam etmek istedim: Benim yanımda insanlar yoktu ki, nerden bileyim?
"Eğer bilseydin anlatırdın."
"O halde bilmemem daha iyi değil mi? Kötü bir şeymiş gibi söyledin."
"Aslında çok da kötü değil. Endişelenecek birilerine sahip olmak iyi."
"Benim için endişeleniyor musun?" Farkında olmadan kaşlarımı çatmış, dudağımı ısırmıştım. Biraz daha yaklaştırsam telefon burnuma çarpacaktı. Kafam zonkluyor gibi hissediyordum.
Aslında Demir'in yüzü gözümün önüne geldiğinde bu sorunun cevabını kolaylıkla alıyordum. Dudaklarına, hafifçe kıstığı gözlerinin kahverenginden sızan şefkati saklamak istercesine kondurduğu ukala gülümseme eşliğinde uzun parmaklarını siyah saçlarının dalgalarından geçirişinin hayali bile güven veriyordu insana. Hoşlanmadığım herhangi bir cevap veremezdi. Bütün gün peşimde dolaşıp beni konuşturmaya çalışmıştı, bu yüzden biliyordum.
Gözlerim telefonun ışığından acıyınca gönülsüzce elimden bırakıp kitabın üstüne koydum.
Demir'le sürekli konuşmak istiyordum. Sürekli sormak, sormak, sormak istiyordum. O güzel kafasının içinde anlatmak istediği çok şey var gibiydi. Yapamıyordu, bunu görebiliyordum. Yalnızca ben sıkıştırırsam kaçamak cevaplar veriyordu. Mesela annesi... Ondan yalnızca bir kere bahsetti ve kaçıp gitti. Ama söylerken sesi...
Birdenbire ellerimin altına duran telefon şiddetle titredi, annem sesi duyup kafasını kaldırdı. Onun öldürücü bakışlarını umursamadan, çok cüretkar bir tavırla telefonun tuş kilidini açıp ekrana dikkatle baktım: "Evet, endişeleniyorum İpek. Yarın etrafımda ol, sana göstereceğim. İyi geceler."
İşte yine kaçmıştı. Ama ben annemin koluma attığı terlikten kaçamamıştım.


5 Mart 2013
Demir'in attığı mesajdan sonra okula gitmeye biraz korktum o sabah. Ona güveniyordum elbette, ama saçmalıklar yaparken beni utandırabileceğini fark edip etmeyeceği konusunda oldukça tereddütteydim. Sonuçta söz konusu olan Demir'ti. Sağı solu belli olmazdı.
Ama sınıfa girer girmez bütün endişelerim uçup gitti. Her şeyin olağanüstü derecede sıradan olacağını anladım. Demir dün söylediklerini unutmuştu, ya da unutmuş gibi yapıyordu. Belki de ben rüya görmüştüm, bilmiyorum.
"Günaydın, "diye mırıldandım matematiğin neden var olduğunu sorgulayan Demir ve Ufuk'a. Ufuk yalnızca el sallamakla yetindi. Demir'se selamıma karşılık bile vermeden "İpek bugün matematik dersinde bana yardım eder misin?" diye sordu.
"Uyumana mı yardım edeceğim?"
"Hayır, sözlü notları için sınav olacakmışız."
Hafifçe kafamı salladım, Aptal Pazı'nın sözüne uyup toplamadığım kaküllerim zarifçe sallandı. "Hallederiz," dedim sesimdeki isteksizliği uyku mahmurluğuyla gölgelemeye çalışarak.
Bana söylediği en uzun cümleler bunlar oldu. Sonra olabildiğince az iletişime geçtik. Ben yüzümdeki bütün kasları zorlayarak somurturken, o sınıftaki herkesle ilgileniyordu. Yani benden başka herkesle...
Saçlarını kısacık kestirip beğenmeyen, herkese nasıl olduğunu sorup tatmin olmaya çalışan Derin'e gayet güzel olduğunu, endişelenmemesi gerektiğini söyleyip onu teselli etti. Ama Derin hiç de güzel olmamıştı. Sapsarı, dümdüz saçları kısalınca ensesiyle yanaklarına yapışmışlardı ve hiç hareket etmiyorlardı. Yeşil gözleri saçlarının boyuyla orantılı olarak yuvalarından dışarı fırlamış gibi duruyorlardı. Annesinin gözlerinin derinliğine bakarak kendisine bu ismi verdiğini anlattığı hikayeyi yalanlarcasına bakıyordu artık etrafa. O da bunun farkında olduğu için herkese soruyordu zaten. Demir'in onu teselli etmesiyle gerçekten güzel olduğuna inandı, bütün gün uçar gibi gezdi. Arkadaşları Demir'e minnettar bakışlarla bakıyorlardı.
Sinirimden kudurmak üzereydim, bu yalancı bana da kaküllerimin güzel olduğunu söylemişti.
Sert bir hareketle Zeynep'i dürtüp tel toka istedim. Beceriksiz hareketlerle kakülümü toplarken Demir bilincini kaybetmiş gibi bakan kahverengi gözleriyle beni izledi. Durdurmasını bekledim, ama o usulca gözlerini devirip sessiz kalmayı tercih etti.
Kantine giderken beni çağırmadı, teneffüslerde yanımda durmadı. Son iki saatteki beden eğitimi dersinde öğretmenlerle bir futbol maçı düzenlemeye çalışan çocukların peşinde dolaşıp durdu. Ufuk onun bu ilgisinden memnundu. Sonuçta, onun arkadaşlığı gerçekten değerliydi. İnsanlar, onun ilgisini çekebildiklerinde memnun oluyorlardı.
Diğer taraftan Zeynep beni sınıfın dedikodu oranı yüksek kız grubuna sokmuştu. Ara sıra onlarla iletişime girsem de genelde uzak dururdum. Birbirimize bir zararımız olmamıştı, bu yüzden benimle iyi geçindiler.
O gün, gerçekten, Demir'le kutuplaşmalara karşı koyan arkadaşlığımızın sona ermeye başladığını düşünmüştüm. O erkeklere karışmıştı, ben de ister istemez kızlara. Yasak bölgelerdeydik ve istesek de birbirimize ulaşamazdık. Onun ulaşmayı istediğinden pek emin değildim gerçi.
Onca rahatsız edici düşüncenin arasında saatlerce vızıldayan bir ses vardı: Büşra. Eşofmanını unuttuğunu söylerken yerden eşofman fışkırmasını umut edercesine dolaşıp duruyordu etrafta. Sabah aynı şey bana da olmuştu. Annemin torbayı kafama fırlatmasıyla kurtulmuştum olası bir Aziz Hoca gazabından. Ders programımızın bu kadar sık değişmesi uykusuzluk hissiyle birlikte beni sinirlendirmişti sabah, ama gittikçe daha da hissizleştiğim için günün yarısı bittiğinde umursamıyordum bile. Öğle arasında müdür yardımcılarını geçip direkt olarak müdüre gittim ve son iki ders eve gitmek için izin aldım. Bu izin için yirmi dakika hocayı beklemiş, o gelince de on dakika dikkatini bana vermesi için sabretmiştim; kısacası öğle yemeğim hayal olmuştu.
En azından derse girmeyeceğimi söyleyip eşofmanlarımı Büşra'ya ödünç verdiğimde yüzünde kocaman bir gülümseme görebildim. Sıkı sıkı sarılması da açlığımı unutturmaya yetti. Kendi başıma bir sürü derdim olabilirdi, yine de başkaları için endişelenip onları mutlu edebilirdim. Yalancı Pazı gibi insanları ortada bırakacak halim yoktu.
Beden eğitimi dersinden önceki teneffüs için zil çaldığında erkek öğrenciler çitalar gibi soyunma odasına koşmaya başladılar. Öğretmenlerle yapacakları maç onları deli gibi heyecanlandırıyordu.
Kızlar ağır adımlarla bodrum kattaki soğuk ve boğucu soyunma odasına gidip giyinmeye başladılar. Ben yalnızca Zeynep'in peşinde kuyruk gibi dolaştım. Tek amacım o giyindikten sonra kaybetmeyecek kadar dikkatini topladığı zaman izin kağıdımı ona verip hocaya iletmesini rica etmekti. Herkesle sohbet edip kaplumbağaları kıskandıracak yavaşlıkta hareke etmeseydi her şey daha kolay olabilirdi. Kızlar gittiğinde, onu takip etmekten de muhabbetleri yakalamaya çalışmaktan da yorulmuştum. Hiç de mükemmel olmayan moralim yerlerde sürünmeye başlamıştı. Kafamın içinde binlerce hamamböceği yapışkan ayaklarıyla tıkırtılar çıkararak yürüyorlardı. Dayanılmazdı.
Eve kadar metroda dayanmak zorunda olduğumu bahane ederek, dinlenmek için tahta oturaklardan birinin ucuna oturdum. Dirseklerimi dizlerime dayayıp kafamı avuçlarıma yasladım. Bir an oluşan o büyük sessizlik gerçekten yorulduğumu hissettirdi, ama asıl kötü olan gideceğimi Demir'e haber vermediğimi hatırlamaktı. En azından bir mesaj atmam gerektiğini düşündüm ve hemen bu düşünceden vazgeçtim. Telefonum çantamdaydı; çantama ulaşmak için doğrulmam, sonra ilkinden daha çok eğilmem, çantanın hangi cebinde olduğunu hatırlayıp fermuarı açmam gerekiyordu. Ayrıca mesaj atmak bütün gün beni görmezden geldiğini görmezden gelmek demek olurdu ki şu an bunu yapmaya pek gönüllü sayılmazdım.
Sadece susacaktım. Bunu yapmaya alışıktım.
Tekrar hiç sevemediğim bu odanın garip sessizliğine daldım.
Birdenbire kapı açıldı. Yerimde sıçradım, ama bunu kalkmak için yaptığım bir hamleymiş gibi gösterip çantamı tutmaya çalıştım. Aynı anda kapıya bakmaya da çalışıyordum.
Gelen Demir'di. Elinde telefonu, kulağında kulaklığı, yüzünde kendi odasına giriyormuş gibi rahat bir ifade vardı. Zaten kafamı toplayamıyordum, bir de onu hiç beklemediğim bir anda görünce yapmaya çalıştığım her şey uçtu. Çantaya parmağımın ucuyla bile dokunamadım, gerisin geri oturağa oturdum.
Dudaklarımdan farkında olmadan bir cümle döküldü: "Ne arıyorsun burada?"
Gerçekten bir şey arıyormuş gibi etrafına bakındı. "Uyuyacak bir yer," diye cevap verdi.
"Saçmalama, çık dışarı." Sesimi kontrol edemiyordum, istediğim gibi sert çıkmıyordu. Daha çok 'anne beş dakika daha, lütfen' der gibiydi.
Etrafı taraması bitince sanki çıkacakmış gibi döndü, elini cebine attı ve bir anahtar çıkardı. Ben ne yaptığını anlayana kadar çoktan kapıyı kilitlemiş, bana doğru geliyordu.
"Ne yapıyorsun sen? Burası kızların soyunma odası!" Nihayet sesimi biraz yükseltebilmiştim, ama sadece biraz...
Demir yanıma oturdu, sonra poposunu biraz kenara kaydırıp yana doğru devrilmeye başladı. "Ama burada hiç kız yok," derken kafası çoktan dizlerimdeydi.
Alaycı bir tavırla gülüp sırtımı duvara yasladım. Söyleyecek tek bir cümlem yoktu, hatta tek bir kelimem...
Telefonuyla oynamaya devam etti, dünyanın en eğlenceli oyunuymuş gibi sırıtmaya da. Birkaç dakika böylece kaldık, çünkü ben hala bir şey yapacak gücü kendimde bulamıyordum.
En sonunda kendime geldiğimde bir yılanın otların arasında ilerlemesi kadar ürpertici bir sesle "Bana böyle davranmayı kes," dedim.
"Nasıl davranmayı keseyim?" Sesinde sinsilik vardı, salağa yatmayı tercih ediyordu.
"Yokmuşum gibi, ya da kız değilmişim gibi, ya da endişelendiğini söylediğin insan ben değilmişim gibi."
Telefonunun ekranından gözünü bir an bile ayırmadan cevap verdi: "Öyle mi davranıyorum?"
Ani bir hareketle ayağa kalktım. Bu yüzden kafasını sertçe oturağa çarptı.
"Yok canım, öyle davranmıyorsun tabii ki. Uyduruyorum işte ben." Çantama uzanmaya çalıştım. Bu hamlem üzerine bileğimden kavrayıp beni yanına oturttu. Doğrulmuştu, telefonunu cebine koymuştu. Hiçbir hareketinin farkında değildim, başım dönüyordu.
"Öyle davranmıyorum," dedi gözlerimin içine bakarak. Parmakları hala bileğimdeydi.
"Davranıyorsun işte Demir. Gördüm benim için nasıl endişelendiğini sağ ol."
"Canını sıkan ne İpek?"
Gözlerimi devirdim, artık uğraşmak istemiyordum. "Sensin."
"Ben ondan bahsetmiyorum."
"Benim bahsedebileceğim tek şey bu, çünkü canımı sıkan tek şey sensin!"
"İpek sakin ol."
"Ben sakinim. Kapıyı aç gideceğim ben." Demir boşta olan eliyle saçlarını karıştırdı, diğer eli hala beni tutuyordu. Kaçmamdan korkar gibiydi.
"Hangisi için özür dileyeyim?" diye sordu. Kaşlarımı çattım.
"Kalbini neden kırdığımı bilmiyorum."
Kolumu sertçe çekip parmaklarından kurtardım. "Demir git."
"Gidemem. Bütün gün seni burada yakalayabilmek için çırpındım, seninle konuşabilmek için. Şimdi sen söyledin diye kalkıp gidecek halim yok." Duyduklarıma anlam vermekte güçlük çekiyordum.
"Ne konuşacaktın da bütün gün yüzüme bile bakmadın?"
"Neden canının sıkkın olduğunu öğrenmeye çalışıyorum sadece. Belki kızlara anlatırsın diye seni onlara bıraktım bugün. Okulda seninle muhabbet etmemek ne kadar sıkıcı bir fıkrin var mı?"
"Dalga mı geçiyorsun benimle?" Ne hissedeceğimi bilmiyordum: Gülebilirdim, sırf benim neden üzüldüğümü öğrenmek için saçma sapan şeyler yaptığı için; ya da ağlayabilirdim, canımı sıkan şeyin bu kadar basit olduğunu düşündüğü için.
"Hayır," dedi kafasını iki yana sallarken. "Asla. Ciddiyim. Seni merak etmekten başka bir şey düşünemez oldum. Neyin var İpek?"
Nasıl kaçsam diye düşünüyordum. Demir kararlıydı, benden laf almak için her şeyi yapacaktı.
"Ben iyiyim." Az daha 'boş ver' diyecektim. Bu söz öbeğinin anlamı 'anlatmak istiyorum, sormaya devam et' olabilirdi ancak. Zaten onun devam etmeye niyeti varken bu riski göze alamazdım.
"Yalan söylüyorsun."
"Söylemiyorum."
Sessizlik. Demir yeniden parmaklarını bileğime dokundurdu. Gözlerimin içine bakıyordu ve ben her an bana öyle bakmaması için yalvarmaya başlayabilirdim.
"Gözlerin..." dedi. "Gözlerin doldu. Sözlerinin gerçek olduğuna nasıl inanabilirim?"
Gülümsemeye çalıştım. İşte o zaman gözpınarlarımda hazır bekleyen damlaları hissettim. Kendimden nefret ediyordum, ayrıca bir gün surat astım diye ortalığı birbirine katan Demir'den de.
"Yoruldum bugün," diye mırıldandım. "Yorulduğum zaman gözlerim sulanır."
"Yalan söylüyorsun," dedi yine.
"Hayır, söylemiyorum."
"Çenen titriyor, İpek."
Ah, Demir. Neden beni o kadar zorlamıştı ki? Sadece kızlara özgü saçmalıklar olduğunu düşünüp umursamasaydı olmaz mıydı? Gözlerinin önünde ağlamamı çok mu istemişti?
Uzanıp kaküllerimi tutan tel tokayı çekti, düzensizce düşen tutamları sevimli bir gülümsemeyle düzeltti. "Sana güzel olduklarını söylemişim, toplamamalıydın," diye fısıldadı kendi kendine konuşur gibi. Sesindeki ton birden hafiflediğimi hissettirdi. Hafifçe kafamı sallayıp onaylayan bir ses çıkarmak istedim, ama maalesef inlemiştim. Acı dolu bir inilti.
Demir'in parmakları kaküllerimden yanağıma doğru kaydı. "Neyin var İpek?"
"Bir şeyim yok," dedim sesim yere düşen bir yumurta gibi çatlarken.
"Var işte."
"Gerçekten..." Gözümden bir damla yaş süzüldü. Artık kendimi tutamazdım. "Gerçekten bir şeyim yok Demir. Gerçekten. Hiçbir şeyim yok. Hiç kimsem yok." Demir eliyle çenemi kavradı, hareketleri çok yumuşaktı ve benim gerçekten çok başım dönüyordu. "O kadar yalnızım ki azıcık benimle ilgilendin diye sana kafayı takacak seviyeye gelebiliyorum." Kafamı eğdim. Utangaç bir edayla omuzlarımı silktim.
"Azıcık mı ilgilendim? Gerçekten azıcık ilgilendiğimi mi düşünüyorsun?"
"Bilmiyorum Demir. Ama gerçekten eğer buna devam edersen, gittikçe daha dayanılmaz biri olacağım. Yalnızken daha iyiyim."
"İyi değilsin."
"İyiyim. Ağladığıma, sızlandığıma bakma benim. Bir şeyim yok." Burnumu çektim.
"Bir kere daha bir şeyim yok dersen..."
"Ama gerçekten..." diye sözünü kestim. "Bir şeyim yok." Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Milyonlarca anlam yüklenebilecek bir gülümseme kondu dudaklarına.
Parmakları yeniden yanaklarımda gezinerek gözyaşlarımı yakaladı. Sonra şöyle fısıldadı: "Ben varım ya işte."
Daha fazla hıçkırıklarımı tutamadım. Ağlarken vücudum sarsılıyordu, bakışlarımı bir yerde sabit tutamıyordum. Başım dönüyordu, çok dönüyordu.
Bana doğru kayıp kollarını omuzlarıma doladı ve beni kendine yasladı.
Boynundan gelen limon kokusu burun deliklerimden kalbime doğru giderken çok önemli bir ayrıntıyı fark ettim: Demir kızların bölgesine, yani yasak bölgeye gelmişti. Yalnızca benim için; bana ulaşmak, elimi tutup beni çekmek için.
O gün, bizi kimsenin göremediği yer altındaki o odada, bir yasak bölgede, herkesin görmesini yasakladığım zayıf İpek'i Demir'e göstermiştim.
Bana ağır gelen bu muydu, açlık mıydı, yoksa yorgunluk muydu bilmiyorum. Tanzimat Edebiyatı zamanındaki saf roman karakterleri gibi bayılıvermişim. Artık gözüme aptal gibi gözüken o yumuşak kalpli kızları anlıyordum, bu yük çok ağırdı.
Gözlerimi açtığımda revirdeydim. Demir yanıbaşımda iğreti bir şekilde oturmuş hipnotize olmuş gibi yere bakıyordu. Kımıldayınca anında bana döndü. Gülümsedi.
Onu uyarmıştım, değil mi? Benden uzak durması gerektiğini, yalnızken daha iyi olduğumu açıkça dile getirmiştim. İşte o gülümseyişle bana teslim oldu, tehlikeleri görmezden geldi. O başlattı, suç tamamen onda. Ona aşık olmamın sebebi tamamen o.

6 yorum:

  1. ipek'teki rahatlık bende olsa yeri göğü oynatırdım. peşinde mafyamsı tipler olduğu gerçeğini bir kenara itiyorum tabii. kız annesinin yanında mesajlaşıyor ya. yok böyle bir şey.
    demir'e sempati duymaya daha bu bölümde başladım kartozu, haberin olsun. ince yürekli çıktı çocuk, ben gıcık oluyordum oysa, hani bıraksan ilk fırsatta atıf'ın adamlarına öldürteceğim. neyse.
    tanzimat edebiyatı zamanındaki saf roman karakterleri ha? intibah çarpmış seni sanki? iyi güldüm cidden.
    "o başlattı, suç tamamen onda" derken? kulağa çok kötü şeyler olacak gibi geliyor öyle diyince.. yapma be kartozu, bari bu hikayenin sonunda mavi mavi yaşasın insanlar!
    yeni bölümü bir hafta içinde atmazsan iki elim yakandadır kartozu, haberin ola!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok sevindim Demir'i sevdirebildiğime gerçekten. Demir'i sev! Demir'i sevmelisin, o limon kokuyor!
      İntibah beni çarpmaktan beter etti, Ali Bey'den tekme yemiş Mahpeyker'e döndüm sorma.
      Bu bölümü çok beklettim ama diğeri çabuk gelecek, söz veriyorum.
      Teşekkür ederiim, çok mavi oldum. :)

      Sil
  2. Pardon izninle kafamı kırmandan korksam da şunu söylemeliyim. DEMİR EVLEN BENİMLE ♡♡♡ Şaka bir yana bu bölümde Demir'i çok sevdim. Bunlar bir şeylerin işaretidir umarım. Beklemeyi sevmiyorum kartozu çabuk ol :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kafanı kırmam Delicim, yazık o güzel kafana. Ehehe teşekkür ederiiim! Çabuk olacağım! ^^

      Sil
  3. Şuan liseye dönmek istiyorum.. Çok özledim. Senin yüzünden hepsi Kartozucum.
    İpek'i yalnız bıraksaydın, yanına demir gibi güçlü bu oğlanı koymasaydın herhalde acımdan çömüp ağlardım. Yine çok güzel bir bölüm olmuş :')

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İyi ki İpek yalnız değil o halde ehehe teşekkürler ^^

      Sil