Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

30 Eylül 2013 Pazartesi

Hayatımın en mavi seksen dakikasını çaldınız hocam.

Merhaba hocam,
Ben duvar kenarında en ön sırada oturan, etliye sütlüye karışmadığı için uslu olduğunu sandığınız öğrenciniz Mavi Kartozu. Size göründüğüm gibi değilim. Gözlerimde gördüğünüz şey de saygı değil, acıma hissi.
Bakın hocam, derste sarf ettiğiniz sözlerin sınavda karşımıza çıkacağınızı söylemeniz bizi çok kırdı. Belki farkında değilsiniz ama ağzınızdan çıkan tek kelimeyi bile anlamıyoruz. Kalıbımı basarım siz de anlamıyorsunuzdur. Peki neden bize bunu yapıyorsunuz?
Bize koyun beyinli olmamamız gerektiğini nasihat ediyorsunuz. Ömrümüzün bu en hareketli ve verimli yıllarını okul sıralarında çürütmemizin doğru olmadığını söylüyorsunuz. Buna karşı çıkmamız gerektiğinden dem vuruyorsunuz. Kitle olmamalıymışız, birey olarak düşünebilmeliymişiz. Yaratıcı, farklı olmalıymışız. Bize verileni düşünmeden almak yerine kendimiz bir şey yapmalıymışız. Düzeni değiştirmeli, ona karşı çıkmalıymışız.
Biliyoruz hocam. Emin olun beyinlerimiz sizin laçka beyininizden daha farkında her şeyin. İç güdüsel olarak doğru olanı yapmak istiyoruz. Neden mi yapamıyoruz? Yapmaya kalktığımızda bize aptal diyorsunuz. Ne? Fark etmemiş miydiniz? Evet, siz de düzenin bir parçasısınız! Almayın dediğiniz o hazır bilgiyi veren sizsiniz. Yıkmamızı istediğiniz şeyin bize en yakın basamağısınız siz. Ama siz bizi bağlıyorsunuz hocam. Bastırıyorsunuz, ayağa kalkmamıza engel oluyorsunuz.
Biz daha size karşı gelmeyi başaramazken düzene mi karşı geleceğiz? Güldürmeyin beni!
Farkındayım hocam. Acınız büyük. Hizmet ettiğiniz şeyin karşı koymaya çalıştığınız şey olması sizi yıpratıyor. Sizin de gençliğiniz onun ellerinde çürüdü. Üstelik siz sesinizi çıkarmayı aklınızın ucundan bile geçirmediniz. Farkındayım, pişmansınız. Ama bunun acısını bizden çıkarmayın. Basitlik olur bu. Sizin bir bacağınız yok diye kemik gelişimini yeni tamamlamış gençlerin bacaklarını kesmek olmaz. Ahlaka aykırı. Hasta bir fikir!
Hocam. Öğretmen olmuşsunuz siz. Elbette size saygı göstermeliyiz. Ama kendinizle çelişmeyin. Kendinizi komik duruma düşünmeyin. Aklınızı kullanın, yalvarıyorum bakın.
Sizin dersinizi dinleyecektim, daha ilk dersten söz verdim kendime. O zaman anlamıştım da kelimelerinizi. "Aptallıktan hoşlanmam," dediğiniz an aramızdaki kısa mesafeyi, gezegenler arası boyutlara çıkardınız. Siz de biz de biliyoruz neyin ne olduğunu. Kimse bilerek aptallık yapmaz zaten, hocam. Nedir kendiniz hariç herkesi aptal gibi görmenize sebep olan? Nedir egonuza gökkubeyi deldiren? Daha, beş kez "ııı" demeden bir cümleyi bitiremiyorsunuz. Bir söylediğiniz diğeriyle çelişmezse şaşırıyoruz. Geliştirmeye çalıştığımız beyinlerimizin ayarlarını kurcalıyorsunuz. Hakaret ediyorsunuz, sebep bile yokken.
Hocam. Çoğumuz artık size saygı duymuyor. Bunu söylemekten utanıyorum gerçekten.
Karşısınıza bunları söylemekten utanmayacak birinin çıkmasını çok isterim. Yoksa hayatınızı bir hiç uğruna yaşayıp acınası bir şekilde öleceksiniz. Sizin için üzülüyorum.
Tüm günümü sizden nefret etmekle geçirmek beni yoruyor. Gerçekten.


26 Eylül 2013 Perşembe

M - Bay Mavi Yazar

Ders stresi, ilhamsızlık derken kendimi yine filmlerin içine atmış bulunmaktayım efendim. Elimde iki tane film vardı yazarlarla ilgili, ikisi de gizem filmiydi. İkisi de kafayı yemek üzere olan kişiler üzerinden kurgulanmıştı. Konular farklı ama ana karakterlerle bir nevi aynı durumdayız. Her neyse efendim, birini dün izledim. Beğendim ama aradığım tadı bulamadım pek.
Bugün de diğerini izledim. Yani "M" benim bugünkü umutsuz yazar filmimdi. Yazısını yazmaya kararlıydım başlarken, sonra ortalara doğru "Nasıl anlatırım ki ben bu filmi ya?" dedim kendi kendime. Ama sonunda vicdanım bunu sizlere anlatmazsam bana işkence edeceğini söyledi. Ben de geldim işte.
M, 2007 yapımı bir Kang Dong Won filmi.
Hayatımda izlediğim en "Ulan?!" filmlerden biriydi. Açık konuşmak gerekirse ilk bir saat boyunca salak salak ekrana baktım.
Şöyle ki efendim ana karakter Han Min Woo, yeni romanı konusunda çok sıkıntıda olan bir yazar. Aynı zamanda kendisi konusunda da çok sıkıntıda. Sürekli halüsinasyonlar ve kabuslar görüyor. Psikolojisi yerle bir. Üstelik sürekli takip edildiğini hissediyor. Bir süre sonra da hayallerle gerçekleri karıştırmaya başlıyor.
Akıl sağlığını yoklayan şeyin ne olduğuna dair ipuçlarını buluyor ve bunları takip etmeye başlıyor. Takip ettikçe çözüleceğine daha da karışıyormuş gibi geliyor insana.
Adamın beyni o kadar karışık ki aldığı bu darbeyi sindiremeyip seyirciye doğru fırlatıyor resmen. Haliyle sizin de kafanız karışacaktır, hatta bir süre sonra "Ya bi' yürü git Allah'ını seversen," tarzı triplere girip filmi kapatmaya, ara vermeye teşebbüs edebilirsiniz. Yapmayın.
Filmi izleyin.
Kasvetli havasına katlanın. Kafanızla oynamasına izin verin. Yalnızca diyalogları, yüzleri aklınızda tutmaya çalışın. İpler çözülmeye başladığında biraz mantığınıza sığının. Her şeyi birdenbire anlayacaksınız.

Filmde, kendisi hakkında ne düşündüğüne emin olamadığım yumuşak sesli kadın Lee Yeon Hee oynuyor. Film onun sözleriyle başlıyor: Sonraları beni hatırlayıp üzülmeni istiyorum. Acıklı bir filmi izlerken değil, bir komedi filmini izlerken beni düşünüp ağlamanı istiyorum.
Bu hatun bu filme tabir-i caizse cuk oturmuş. Ses tonu, bakışları, hareketleri... Aklınızı başınızdan alıp götüren bir başka neden olabilir.
Ama asıl neden uzayda çekilmiş gibi gözüken sahneler olacaktır. Filmin tamamı siyah. Mekanlar havada uçuyor gibi. Seti uzaya kurmuşlar, merdivenleri havaya sabitlemişler, güneşin ışığını kısıp bir tanecik spotla çalışmışlar gibi.
Bu yüzden yalnızca birkaç tane olan sahne dekorları çokmuş gibi geliyor insanın gözüne. Filmin korkutucu bir özelliği. Ama sizi hikayeye ve muhteşem sonuna hazırlayan şey bu kafa karışıklığı. Sizi zayıf bırakan, beklemediğiniz bir anda saldıran bir film bu.
Kayıp hatıraların peşinde koşan, bulduğunda onlar olduğuna emin olamayan bir adamın hikayesi M.
Çılgın daktilo ezgileri, sürekli çalan telefonlar, su şıpırtıları, fısıltılar... Baş döndürücü bir atmosfer.

Filmi anlatmak zor iş. İzlemek kadar değil gerçi.
Kulak verin bana: Etrafımda çok kore fanı var. Ama hepsi klişeleşmiş aşkların peşinde. Belki siz de onlardansınız, bilmiyorum. Benim bildiğim tek bir şey var; bundan biraz sıyrılmalısınız. Sıyrılmaya ihtiyacınız var.
Nasıl yapacağınızı arkadaşlarınıza sormayın, çünkü onlar size bu filmin adını vermeyeceklerdir.
Mavi Kartozu size kıyak geçiyor, dostlarım. "M" benim size armağanımdır.
Sizi hayatınızdan, kendi kafanızın içinde olup bitenlerden iki saatliğine alıkoyacaktır. Size iyi gelecektir, ben kefilim. Zira bu hikaye, Azrail'i bile derinden sarsmıştır.

Kang Dong Won'un filmde söylediği bir şarkı var. Ben çok beğendim, filmin etkilerini devam ettirmede üstüne yok. Elbette, son sözü o şarkı söyleyecek.
Ama eklemek istediğim bir şey var: Sizin de bu filme ihtiyacınız var, biliyorsunuz.
Mavilikle efendim, görüşmek üzere! ^^

22 Eylül 2013 Pazar

Çekik Gözlü Mavi Domuzcuklar - Nobuta Wo Produce

Okulun ilk haftası, daha bilgisayarım elimden alınmamış, hala tatildeymişim hissi var ve bundan kurtulmak istemiyorum. Ne yapılır böyle bir zamanda? Tabii ki dizi izlenir efendim, hem de okul dizisi. Hem de Japon okul dizisi. Hem de Nobuta Wo Produce.
Diziyi çok uzun zaman önce Japonca'ya ve çılgın şakalara özlem duyarken seçmiş, indirmiştim. Kısmet bu talihsiz günlereymiş. Neşemi artırdı, pozitif enerji yaydı odama bolca.
Nobuta Wo Produce, 2005 yapımı bir Japon dizisi.
Dizinin ana karakteri en sağdaki uzun boylu delikanlımız Kiritani Shuji. Kendisini canlandıran ise bir J-pop grubu üyesi Kamenashi Kazuya. Kendisi dizide okulun en popüler çocuğu olarak yer almakta. Eğlenceli, tasasız, yakışıklı ve okulun en popüler kızıyla çıkıyor falan. Ne yazık ki göründüğü bu kişi, olduğu kişi değil. Yalnızca herkes kendisini sevsin diye rol yapıyor.
Shuji'nin iyi davranmadığı tek kişi ise ortada duran delikanlımız Kusano Akira! Asıl tasasız ve eğlenceli olan o. Bir sarhoş gibi sallanarak yürüyor, harfleri uzatarak konuşuyor ve hep gülüyor. Biraz gevşek olduğu için onunla canım canım olan pek insan yok. Ama bence o kadar tatlı ki, utanmasam nüfusuma geçireceğim. Kendisini Yamashita Tomohisa canlandırıyor. (Bu adamın oyunculuğunu Buzzer Beat'te çok sıkıcı bulmama rağmen, burada kendisine hayran kaldım. Demek ki sıkıcı olan oyunculuğu değil, rolüymüş.)
Diğer karakterimiz ise tahmin ettiğiniz gibi en solda duran sevimli kız Kotani Nobuko. Yalnız, güvenini yitirmiş, kasvetli, bakımsız ve ezik bir tip. Sınıftaki "kötü" kızlar tarafından itilip kakılıyor, hatta kendisine eziyet ediliyor. Popüler çocuğumuz da iyi kalbine yenik düşüp el altından ona yardım ediyor. El altından, çünkü hala popülerliğini düşünmek zorunda.
Ama ona yardım etmek isteyen tek kişi Shuji değil, asıl temiz kalpli olan Akira da bunu yapmaya çalışıyor. Böylece üç karakterimiz bir araya geliyor ve "Nobuta Üretimi" planını hazırlıyorlar.
Kızın ismi Nobuko, ama Akira ona bir "nickname" vermek istiyor. Alternatifleri söylerken kız "Nobuta" ismini seçiyor. "Buta" kelimesi Japoncada "domuz anlamına geliyor. Hikayesi ise şöyle: Kötü kızlardan kaçarken kıravatını düşürüyor ve kıravat yırtılıyor. Onu bulan Shuji ise yırtık yere küçük bir domuz kafası yamalıyor. Bu yüzden kız domuz kelimesi ve kendi isminin karışımı olan "nobuta" kelimesini uygun görüyor.
Planın amacı ise Nobuko'yu okulun popüler kızı haline getirip yıllardır sürdüğü ezik hayattan kurtarmak. Bu plan doğrultusunda harcanan günler boyunca yaşadıkları eğlenceleri, iç çatışmalarını ve belaları izlemek gerçekten çok hoştu. Zor bulunun türden bir arkadaşlığın tohumu gözlerimin önünde yeşeriverdi. Komik, çoğu zaman hüzünlü. Kıskandıran bir şey bu. Hayran bıraktıran.
Özellikle de Akira! Hehe.
Yamapi rolünün altından son derece başarılı bir şekilde kalkmış. Bu diziyi izleme sebebi olacak kadar harika bir iş çıkarmış, gerçekten.
Yanda görmüş olduğunuz hareketi diziyi izlerken sürekli yaptım, dışarda bir yerde de yapacağım yanlışlıkla diye korkuyorum.
Şöyle yapılıyor: İşaret ve serçe parmaklarınızı kaldırıp diğer parmaklarınızı birleştiriyorsunuz, sonra birleştirdiğiniz parmaklarınızın uçlarını öpüp karşıya doğru çeviriyorsunuz. Sonra birleştirdiğiniz parmakları açıp kapatırken ritme uydurarak "kon kon" diyorsunuz. Bunun teklisi de var, fakat ikilisi daha hoşuma gidiyor benim.
Her ortama uygun, daha çok selam vermek için kullanılıyor. Ama canınız sıkıldıkça da yapabilirsiniz.
Fark ettim de dizide inanılmaz derecede alışkanlık hareketi var. (Bunun için kullanılan başka bir terim olduğuna eminim.)
Ama tabii ki en önemlisi Akira'nın Nobuko'ya "daha güçlü olmak" için yapmasını önerdiği harekettir.
Bu hareketin adı, fark ettiğiniz gibi Nobuta Power. Dizi boyunca, beni geçin, karakterlerin bile dillerine pelesenk olmuştur.

Dizide Kore dizilerinden alışkanlık olduğu için aşk aradım. Bunu inkar edemeyeceğim. Hatta az daha oluyordu, hem de istediğim gibi. Ama olmaması daha iyi oldu. Çünkü bir arkadaşlık dizisiydi. Yanınızda doğal ya da rahatsız edici davranabilen insanların olmasından doğan mutluluğun bir hikayesi. Benim uzun zamandır sahip olamadığım bir şeylerin hikayesi. Kendimi eksik hissetmeme sebep olsa da son bölümde durup "nerden nereye" diye düşününce, tamamlanabileceğime dair bir umuda sahip oldum.
Neyse, siz bu Mavi Kartozu'nun zırvalıklarını bırakın da işin teknik kısmına dönelim.
Oyuncu kadrosu kesinlikle bir yapbozun parçaları birleşmiş. Uyumlu, tadı tuzu tam olmuş bir diziydi. Bu üç başrol oyuncusunun dışında Liar Game'in meşhur saf kızı Nao-chan, yani Erika Toda da dizideydi. Başta kasıntı gibi duruyordu, ama zamanla kendisini burda da sevdim.
Japon dizilerinde pek müzik aramam, ama bunun müziğinden bahsetmeliyim. İki başrol oyuncusu da (Yamapi ve Kame) şarkıcı olunca, dizinin jenerik müziğini bu ikisi hazırlamışlar. Sadece Yamapi ve Kame bile dizinin atmosferinde büyük etken olmuş. Biraz araştırınca yakın arkadaş olduklarını fark ettim, zaten yakın arkadaş olmasalardı bir şeyler eksik kalırdı ya.
Onlar bu dizide ne olursa olsun arkadaş kalacaklarına dair söz verdiler. Birbirlerine mutluluklarını hediye ettiler, kendilerinden çok birbirlerini düşündüler. Gerçekten arkadaşlardı. Arkadaş kelimesinin tam anlamları.
Ben Nobuta Wo Produce'e bir sürü mavi veriyorum dostlarım!
Lütfen siz de domuzcukların büyüyüşlerini izleyin, ne kadar mavi olduklarını göreceksiniz.
Dizinin pek sevdiğim şarkısıyla veda ediyorum, her zamanki gibi.
Mavi kalın! Kon Kon! ^^

15 Eylül 2013 Pazar

Adolescence Medley - Mavi Kartozu'nun Okul Öncesi Tavsiyesi

Bu okul döneminin ilk gününün başlamasına saatler kala gaza gelip ne zamandır bilgisayarımda yer tutan bu dört bölümlük güzel diziye başladım.
Diziyle tanışmam, elbette ki dizide konuk oyuncu olarak yer alan sevgili oppam Lee Jong Hyun sayesinde oldu. Ne yazık ki tek bölümde gözüküyordu, bu yüzden hemen başlayacak kadar meraklanamadım. Okul gerginliğinden olsa gerek kafamı dağıtacak eğlenceli bir şeyler ararken imlecim dizinin klasörünün üstüne geliverdi. Üstelik okul dizisi olduğunu da unutmuştum. Günün anlam ve önemine yakışır bir hareketle izlemeye başladım.
Adolescence Medley'nin başrol oyuncuları Kwak Dong Yeon ve Lee Se Young.
Hikaye ise Kwak Dong Yeon'un canlandırdığı Choi Jung Woo karakterinin Namil Lisesi'ne nakil olmasıyla başlıyor. Bu karakter hayatında tam yedi kez okul değiştirmiş, en kısası altı ay olmakla birlikte bir sürü tecrübesi var. Bu yüzden üç maymunu oynayacağını, herkesi görmezden geleceğini ve kimseyle arkadaş olmayacağını söyleyip duruyor.
Ne yazık ki lise birinci sınıfa giden bir ergen olup insan içine karışmamak çok da kolay bir şey değil. Sıra arkadaşının kendisine yapılan zorbalıkları sineye çekmesine dayanamayıp olaya müdahele ediyor ve onu koruyor.
Bu davranışından dolayı, buna cesaret edemeyen diğer insanlar kendisine hayran oluyorlar.
Tüm okulun kendisine Koca Oğlan dediği kişiye "yanlışlıkla" sataşmasıyla da ünü bir hayli artıyor.
Diğer ana karakterimiz, Lee Se Young'un canlandırdığı Yang Ah Young. Kendisi okul birincisi ve sınıf başkanı. Etliye sütlüye karışmayan "yeni öğrenciyi" ortama katmak için ona sınıf görevlerini yüklüyor. Aslında çok sevimli ve iyi bir kız. Ama Jung Woo, kendisine verilen işlerin zorbalık yapmak için olduğunu düşününce kızı herkese rezil etmek için sınıfın ortasında ona çıkma teklif ediyor! Evet, kendisi baya aptal. Reddedileceğini zannediyor. Oysa ki sevgili sınıf başkanımız hiç düşünmeden "Olur," diyor.
Kazara bir araya gelen bu iki genç aslında çok sevimli bir çift oluyorlar. Sınıftakilerin onlarla dalga geçmesi, ikisinin de utanması, birbirlerinin yüzüne rahat rahat bakamamaları... Ah, öyle tatlı ki...

Dizinin ipleri benim çok aşina olduğum, acısını çok çektiğim bir yerde çözülüyor. Bu yüzden diziyi bu kadar çok sevdim belki de.
Ah... Ya da dizide yer alan yakışıklı çocuklar yüzünden de olabilir! ^^
Hikayenin Koca Oğlan'ını, yani Lee Yeok Ho'yu Choi Tae Joon canlandırıyor.
Kendisi hatırı sayılır derecede yakışıklı bir çekiğimiz olup, vücudu da gayet şekillidir.
İlk kez burada izledim, ama devamı gelecek gibi görünüyor. Tabii, konuk oyuncuları unutmamak lazım. Infinite'den Sung Yeol dizinin bir bölümünde gözüktü. Kendisi yakışıklı okul başkanı rolündeydi.
 Ve gerçekten çok şekerdi. ^^
Lee Jong Hyun, yani benim biricik sevgili oppam da dizide konuktu. Ah Young'un abisi rolündeydi!
Kendisine yakışır bir şekilde, bir boksörü canlandırdı. Her zamanki gibi fazlasıyla havalıydı.
Bunun yani sıra AOA'den Mina da dizideydi. Yani FNC tam kadro ordaydı desek yeridir.

Dizi okula birkaç saat kala bana hiç iyi gelmedi efendim, ne yalan söyleyeyim. Şimdi bütün gece yarın okula yeni bir çocuk geleceğini ve onun benim hayatımın aşkı olacağını düşleyip duracağım. Kendime üzülmüyorum değil.
Hem dizinin başrol oyuncusu benden küçük. Kendisinin nunası oluyorum. Bu da haliyle ruh halime hiç iyi gelmiyor.
Keşke bu diziyi daha önce izleseymişim de umutsuzluğa kapılmadan mavileseymişim.
Yine de siz bana bakmayın ve diziyi mavileyin dostlarım. Yalnızca dört saatinizi alacak, emin olun buna değer.
Evet, artık burada bitirip okul hazırlığı yapmam gerekiyor. Yarın sabahın köründe kalkıp derse girecek bir zombiye ihtiyaçları varmış da beni aradılar...
İşte size dizinin meşhur "neşe veren şarkı"sı...
"Eski hayallerim bir çocuğun boş rüyaları gibi görünüyordu. Gözyaşlarımı tutup kimse bilmeden adını sayıkladım. Sıcak sesin kulaklarımda çınladı, bu benim umudumdu."
Okul için bol şans dilerim, mavi kalın! ^^

13 Eylül 2013 Cuma

MAMA - Mavi Anneler ve Çocukları

Tatilden döner dönmez oturdum ve okula iki gün kalmış olmasını umursamadan dizi filmlere daldım yeniden. Öncelikle müjdemi vereyim: Nice Guy'a başladım! Mucize gibi bir şey oldu bu. Hemen arkasından bundan aldığım güçle film klasörümü karıştırıp aklımda izlemek için hiçbir plan yapmadığım bu filme dalıverdim.
Mama; üç farklı anne ve çocuğunun hikayesini barındıran, 2011 yapımı bir Kore filmi.
Filmin çiftleri şöyle: Kas hastalığı olan ufak bir çocuk ve ona bakmak için süt dağıtan annesi. Aslında bir gangster olan ama annesini üzmemek için öğretmen olduğunu söyleyen orta yaşlı bir adam ve yaşlı annesi. Kendisi de anne olan genç bir kadın ve çekilmez, bencil, opera kraliçesi annesi.
Hikayelerin yürek burkan noktaları çokça mevcut, fakat gülümseten anlar da yok değil.
Filmi izlemeye başladığınızda başta kafam karışmadı değil, iplerin bir yerde birbirine bağlanmasını bekliyordum ben. Ama olmadı; ufak tesadüfler, bakışmalar, laf atmalar dışında.
Ayrı ayrı ele alınarak da çok güzel bir iş çıkartılmış ortaya.
En sevdiğim çiftten başlamalıyım.
Won Jae ve Dong Sook. Hasta olan oğluna bakmak için canla başla çalışan, gülücükler dağıtan, pozitif ve fedakar bir anne olan Dong Sook'un oğluyla ilişkisi gerçekten çok iyi. Sabahları egzersizlerini yapıp yemeklerini yiyorlar, birlikte dünyayı dolaşacaklarında neler yapacaklarını konuşuyorlar. Kafiye oyunu oynuyorlar. Çocuğun, annesi çalışırken tekerlekli sandalyesi ve ders kitaplarıyla bütün günü yalnız geçiriyor olmasını bununla telafi ediyorlar. Yaşıtları gibi koşamıyor oluşunun, okula gidemiyor oluşunun ve pek çok acının üstünü örtmüşler. Ancak oğlunun acılarına göğüs gerebilen annenin uzun süredir hasta olduğunu, ama belirtisi olmadığı için hiç fark etmediklerini öğreniyorlar. Her şeyin üstüne bomba gibi düşen bu olaydan sonra birlikte umut ediyorlar.
Kadın hasta olduğunu ilk öğrendiğinde yine kafiye oyunu oynuyorlar. Kadının hiç beklemediği bir anda oğlu "Umut," diyor sıra ona gelince. "Umut kelimesini çok seviyorum. O yüzden duvarıma astım. Umut, insanları asla bırakmaz. İnsanlar umut etmeyi bırakır."
Birlikte umut ediyorlar, mücadele ediyorlar. Eh beni de en güzelinden mavi gözyaşlarıyla buluşturuyorlar, sağ olsunlar.

İkinci favori çiftim ise gangster Seung Chul ve Ok Joo anne.
Onların hikayesinde genellikle güldüm. Annesinin yanında süt dökmüş kediye dönen sert adam ve o yaşında botoks yaptırmayı göze alan çılgın kadın. Birlikte şarkı söyleyişleri, adamın annesini sırtında taşıması...
Hikayeleri normal gidiyor gibi gelmişti başta, ama sonradan kadın sürekli gitmekten korktuğunu söylediği muayene gitti ve bir göğsünün ameliyatla alınması gerektiğini öğrendi. Elbette yapmak istemedi. Eğri büğrü olacağını, saunaya bir daha asla gidemeyeceğini söyleyerek ağladı. Oğlu da "Eğer ameliyat olursan ne istersen yaparım," dedi. Annesi de ilk aşkıyla buluşmak istediğini söyledi. Tabii ki hayırlı evladımız annesinin isteğini yerine getirmek için kolları sıvadı. Onların hikayesinde beni mutlu eden çok şey vardı. Birlikte söyledikleri şarkı da buna dahil! "Samba, samba, samba..."
Üçüncü çiftimiz ise kendi standartlarını kendisi düşürmüş, çocuk sahibi bir genç kadın olan Eun Sung ve opera kraliçesi olarak adlandırılan, kendini dokunulmaz sanan annesi Hee Kyung.
Hayatının şekillenmesine sebep olan en önemli anlardan birinde, annesinden takdir görmeyi beklerken "görgüsüz" lafını işitmiş ve onun tarafından göz göre göre ortada bırakılmış olan Eun Sung; hayatı boyunca aldığı bütün kararları kendi deyimiyle görgüsüzce, annesini utandırmak için yapmıştır.
Annesiyse o kadar kaprisli bir kadındır ki kızına yaptığı şeyin farkına bir türlü varamaz.
Kızı tıpkı annesi gibi bir şarkıcı olmak ister, ancak annesi yüzünden bu hayalinden vazgeçer. Sürekli çekişen, birbirine bağırıp duran bu çiftte beni gerçekten rahatsız eden annenin sürekli "Sen hiç beni düşünüyor musun? Benim için üzülmüyor musun?" deyip durmasıydı. Böyle insanlar elbette vardır dünyada, kaprisli ve çekilmez. Ama böyle anneler olmamalı, soyları kırılmalı bu insanların.
Neyse ki Eun Sung yine kendi deyimiyle "annesini görgüsüzce utandırmak için" televizyondaki bir ses yarışmasına katılarak, annesinin yoluna koyduğu kütükten atlıyor. Sizi rahatlatayım, kütükten atlarken annesi de elinden tutuyor. Eninde sonunda, o da bir anne.

Hepsinin hikayeleri filmin sonunda çok güzel bir yerde kesişiyor, çok yakışan bir final olmuş gerçekten. Neden izledim sorusuna sadece o sahneyi bile cevap olarak gösterebilirim.
Vee sonunda film bitiyor. Filmdeki karakterler annelerini tanımlıyorlar.
Eun Sung annesi için "Asla nefret edemediğim insan," diyor. Gangsterimiz Seung Chul içinse annesi "Yaşıyor olmasına bile minnettar olduğu insan." Küçük Won Jae'miz içinse "Bu dünyadaki en güçlü insan."

Benim içinse annem; maviden bile mavi olan insan.

Bu filmi mavileyin. Ama annenizi daha çok mavileyin.
Mavi kalıın! ^^