Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

25 Mart 2014 Salı

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #18

Annemden dayak yemeden sessiz bir gece geçirdim. Sanırım ciddi anlamda şoktaydı. Aynı evde değilmişiz gibi, birbirimizi yoksaydık.
Sabah gözlerimi Demir'den gelen telefonla açtım. Sesi donuk geliyordu, buluşmak istediğini söyledi. Evden çıkarken annem nereye gittiğimi sormadı, bana dönüp bakmadı bile. Kendimi kötü hissetmem gerekir miydi bilmiyorum ama en ufak bir şey hissetmedim.
Yolda yürürken Atıf Bey'in evinde neler yaşayabileceğimi düşündüm. Aklımda canlanan sahneler kendimi bir romanın, bütün okuyucularını tiksindiren, aşk için her şeyi yapan, salak baş karakteri gibi hissettim. Onlardan ben de nefret ederdim. Bu dünyada aşk en önemli şey olamazdı, herkes kendine yaşıyordu. Hala böyle düşünüyorum. Aşk için her şeyi yapmak akıl karı değildir. Uğruna kendinizi cehennem çukuruna attığınız şeye aşk denmez zaten. O şey nefes alabilen, kendi düşünceleri olan ve sizinle birlikte atlamaya hazır bir insandır. Ona dokunabilir, kokusunu içine çekebilirsiniz. Size yaptığınız şeylerin karşılığında bir şey verebilir. Hangi insan böyle bir durumda her şeyi yapmaz ki?
Ben yapacaktım ve bunun için zerre kadar pişman olmayacaktım. Bundan gerçekten çok emindim.

Atıf Bey'in bana hazırlanmam(!) için zaman vermiş olması korumlarını tamamen çekmiş olması anlamına da geliyordu. Bu yüzden Demir'le buluşmaya giderken en ufak bir endişe duymuyordum. Güzelce giyinmiştim, etrafımı kolaçan etmeden ilerliyordum.
Kendinizi özgür hissediyor musunuz, bilmiyorum ama sadece bu şekilde dışarıda olmak bile insanın özgür olduğunun bir kanıtıdır. Ve ben o gün unuttuğum özgürlüğün kokusunu ciğerlerime doldururken çok mutluydum.
Demir'i buluşmak için sözleştiğimiz parkta bulunca ona kocaman bir gülücük fırlattım. Bana karşılık vermedi, vermesini de beklemiyordum. Çünkü o şu an tamamen beni kararımdan vazgeçirmeye, bunun ne kadar iğrenç bir şey olduğuna ikna etmeye odaklanmıştı. Bense birkaç saniye içinde korkmadan onun elini tutacağım için heyecanlanıyor, ilk buluşmamızı yapıyor olduğumuz için seviniyordum. Gökyüzünde tek tük süzülen pamuk bulutların arasında oturan güneş bile sevincime ortak oluyor gibiydi. Kuşlar yürüyüşümüze tempo tutuyorlar, insanlar bizim geçtiğimiz yerleri yalnız kalalım diye boşaltıyorlardı.
En sonunda en tenha yeri bulup çimenlerin üstüne oturduk. Demir gergindi. O kadar gergindi ki rahatladığı zaman yüzünde kırışıklıklar oluşacak diye korktum bir an için.
Kendine gelmesi için uzanıp elini tuttum, hala gülümsüyordum.
"Sanırım gerçekten deliriyorsun İpek," dedi sert bir sesle. Bu çıkışı beklemiyor olsam da bozuntuya vermedim. Yalnızca gözlerimi devirdim. "Bu kadar mutlu olacak zaman mı bu?"
"Benim mutlu olacak zamanım yok, hiç olmadı," diye savundum kendimi. "O yüzden doğru zamanı seçemiyorum."
"Şu an mutlu olmak için rastgele zaman seçmek hiç doğru değil."
"Sen planlayarak mı mutlu oluyorsun?" Sinirle kaşlarımı çattım. Buraya onunla kavga etme ihtimalimizi bilerek gelmiştim. Ama söylediğim gibi Demir çok gergindi. Kopma noktası mikrometrik olarak hesaplanıp sonuna kadar gerilmiş bir ip gibiydi. Koparsa bir kırbaç gibi yüzümde şaklayacağını hissediyordum. Bu yüzden geri adım attım. "Her neyse. Şu an mutluyum çünkü ilk kez seninle hiçbir çekincemiz olmadan dışarda buluştuk. Tamamen dişilerin takılabileceği bir ayrıntı yani." Son cümlemi söylerken sesimin kırgın çıkmasına engel olamadım ve o bunu hemen anladı.
"Bundan ben de mutluyum. Ama eğlenmek için gelmedik, değil mi?" diye mırıldandı.
"Ne için geldik o halde?" dedim sıkıntıyla. Bir an önce konuya girmesini, ne yapacaksa yapmasını istiyordum.
"Ne yapacağını konuşmak için geldik. Ortak bir karara varmak için."
Sahte bir şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Karşımıza çıkabilecek her şey için aldığımız ortak bir karar var ki zaten. Hatırlamıyor musun? Birer imzayla kararlarımızı vermiştik."
"Ne imzasından bahsediyorsun sen İpek?" dedi. Aslında bal gibi de biliyordu. Savunmamı buna yapacağımın hep farkındaydı. Yalnızca kaçıyordu.
"Acıları Paylaşma Anlaşması'ndan söz ediyorum. İnkar etmeye kalkmayacaksın değil mi? Çünkü bende de bir kopya var, seni kolayca dava edebilirim."
Derin bir nefes aldı. Belki de yaptığı hareketin farkında değildi, yine de o an elimi ittirmesi tüm mutluluğumu alıp götürdü. Güneş bile kırıldı buna, beyaz bulutlar onu teselli etmek için önünü kapattılar.
Sesi gittikçe sertleşiyordu. "Bunun bu kadar basit olmadığını biliyorsun."
"Asıl sen ne kadar basit olduğunu göremiyorsun. Karmaşık olan bir şey yok. Her şey gözünün önünde duruyor işte."
"Benim evime, babamın sevgilisi olarak mı geleceksin İpek?" İsmimi ne kadar sık söylüyordu böyle. Çünkü biliyordu, bana ismimle sıkça hitap edildiğinde uysallaştığımı biliyordu. Bilmediği şeyse şu an bu numaranın işe yaramayacağıydı. O bu kadar gerginken ben uysallaşamazdım.
"Ne yapayım peki?" dedim. Sesim istemediğim kadar boğuk çıkmıştı. Boğazıma çoktan bir şey oturmuştu.
"Gelme."
"Gelmeyip ne yapacağım onu soruyorum?"
"Kaç İpek," dedi sabırsızca. "Kaç git artık. Hayatını kurtar."
Onunla ciddi anlamda alay ederek güldüm. "Denemediğimi mi sanıyorsun?"
"Denedin, evet. Ama bu sefer farklı. Bu sefer ben sana yardım edeceğim. Babamın etrafında oldukça sana yaklaşmasına engel olabilirim."
Vay canına, hayatımda gördüğüm ikinci en aptal insan, diye düşündüm içimden. Süleyman Bey de Demir de beni gerçekten kurtarabileceklerini düşünerek büyük bir hata yapıyorlardı. Üstelik bunun ne kadar can yakan bir şey olduğunun da farkında değillerdi. Bana kapana kısıldığımı hatırlatmaktan zevk alıyor gibiydiler.
"Ben kaçamam. Hiç kaçamadım. Asla kaçamayacağım," dedim her kelimenin üstüne basarak.
"Sana yardım edeceğim," dedi yeniden.
"Kaçarsam sen ne olacaksın? Bir daha birbirimizi göremeyeceğiz değil mi? Ama kaçmama yardım eden de sensin. Hayatıma devam etmek için hiç iyi bir yol değil bu."
"Başka seçeneğin yok."
"Tek bir seçeneğim var, evet. O da annemle sen için her şeyi yapmak. Tutunacak son dallarım sizlersiniz. Eğer şimdi gitmeye kalkarsam ve olur da beni yeniden yakalarsa bu defa canı yanan siz olacaksınız Demir. İstemiyorum." Elimi ittirdiğini çoktan unutmuştum. "Seni bırakmak istemiyorum." Ellerimi yüzünün iki tarafına koyup güzel yüzüne yakından baktım.
"Sence bu şekilde canımız yanmayacak mı?" derken dudaklarının arasından çıkan sıcak heceler yüzüme çarptı.
"Yanacak," diye cevap verdim. Onu göremeyeceğim saliseler olacağını bildiğimden gözlerimi kırpmak istemiyordum. "Canımız öyle de böyle de yanacak. O anlaşmadan bahsettiğin gün izlediğimiz filmi hatırlıyor musun? Sen söylemiştin. Ters yöne gitsek de düşeceğiz, aynı yöne gitsek de düşeceğiz. O halde birbirimize tutunurken yuvarlanmak daha güzel olmaz mı?"
"Ben aptalmışım," dedi. Ben ağlamaya başlamıştım ama onun suratında en ufak bir değişim yoktu. Hala çok gergindi. Gittikçe daha fazla korkuyordum. Devam etmesini beklemiştim, etmemesi beni daha da telaşlandırdı.
Kendimi bile şaşırtarak onu ittirip çimlerin üstüne sırt üstü düşmesine sebep oldum. Sonra yanına uzandım, elini tuttum. Sanırım yüzüne bakmadan daha rahat edecektim. "Oraya geleceğim Demir," dedim. "Beni vazgeçiremeyeceğini sen de biliyorsun."
"Keşke yapabilseydim."
Baştan sona onu gördüğüm andan itibarenki yüz ifadelerini, tepkilerini, sözlerini, ses tonlarını gözden geçirdim ve bu yalnızca bir saniyemi aldı. Çünkü hiçbiri tam anlamıyla değişmemişti. Başından beri ters giden bir şeyler vardı. Beni korkuttuğu kadar kalbimi de kırıyordu.
Teselli eden bir şeyler duymak için hayatımda kurup kurabileceğim en iğrenç cümleyi kullandım: "Neden beni kurtarmak istemen kalbimi kırıyor?"
"Yanımda kalmak istemen neden benim kalbimi kırıyorsa o yüzden."
Bu zor bir şeydi. Ortada bir şey olduğunu biliyordum, ortamızda. Birbirimize ulaşmamızı engelleyen bir şey. Ama orada durmasını hiç beklememiştim, hem de ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Kaldırıp başka bir yere götürmeliydim. Ağır olmasaydı tek başıma yapabilirdim. Ağırdı, çok ağırdı. Demir'den yardım istemeliydim. Rica cümleme nesne bulamadığım için onu da yapamıyordum. Neyi kaldırmama yardım etmesini isteyecektim? Neydi aramızdaki şey?
"Korkuyorum," dedim çaresizce. Cümleler kopuk kopuk ağzımdan çıkmaya başladı sonra. Korktuğumu belirtmesem de ne kadar saçmaladığıma bakarak ankayabilirdiniz kolayca ve eminim ki azıcık vicdanınız varsa aptallaşmaya başlayan, kafasını sallarken gözyaşları saçan bu kıza acırdınız. Demir tepkisiz kalmayı tercih etti. Kımıldamadı bile.
O an kafam gereinden fazla masum çalışıyordu. Belki uyumuştur diye düşündüm. Bu bahaneyi destekleyen milyonlarca senaryo da kurdum hatta. Dün gece çok dayak yemiş olabilirdi, değil mi? Yorgun olmalıydı. Evet, kesinlikle uyumuştu. Buna çabucak inandım. Doğru olmadığını bile bile. Sonra doğru olmadığını bile bile kabul ettiğim bu düşünceyi kendime kanıtlamak için doğrulup yüzüne baktım. Gözleri tabii ki açıktı. Güneşin önünü örten bulutlara bakıyordu, sanki onlar benden daha önemliymiş gibi.
Kalbim o bulutların üstünden güneş ışıklarından daha hızlı bir şekilde yere çakılmış da paramparça olmuş gibi acıdı. Yine de inatla elini tutmaya devam ediyordum.
Çenemin titremesi dursun diye dudaklarımı ısırırken gözlerini bana çevirdi. Göz bebekleri de kendisi kadar gerilmiş, büyümüşlerdi. Yanağımdan süzülen bir damla yaş düşüp tişörtünü ıslattığında uzanıp yanaklarımı silmesini istedim. Hayır, gülümsese bile yeterdi. Ama o sadece baktı. Saniyeler boyunca gergin bakışlar atıp durdu. En sonunda kendime yediremeyip elini bırakmaya karar verdim.
Parmaklarımı yavaş yavaş parmaklarından ayırıyordum ki o benden önce davranıp çabucak elini çekti. Bir an sonra eli sırtımdaydı. Beni kendine doğru çekmişti. Göğsüm göğsüne yapışık, nefesi nefesime karışırken şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereydim. Gözlerim kocaman açılmıştı.
Göz bebekleri gibi gergin olan göz kapaklarını kapattı usulca. Sırtımdaki eli gövdeme bastırarak biraz daha yaklaşmamı sağladı. Size yemin ediyorum dudaklarının sıcaklığını hissettim, üstelik daha beni öpmemişti bile. kalbim yerinde durmuyordu, eğer derim olmasaydı dışarı çıkıp az ilerde bağrışan çocuklara katılıp onlarla oyun oynardı.
Biliyordum, yok olma sürecimiz bir öpücükle başlamıştı. şimdi onu öpmek de akıl işi değil gibiydi. Ama size karşı dürüst olacağım, dudakları dudaklarıma o kadar yakın dururken ve nefesi yüzümün her parçasına dokunurken kendime engel olmam imkansızdı.
Gözlerimi kapattım ve dudaklarımızın birbirine değeceği anı bekledim. Ne oldu biliyor musunuz? Yanağıma bir damla tükürük çarptı. Hayır, yüzüme tükürmemişti. Sadece gülmesini bastırmak için dudaklarını birbirine bastırmıştı, sonuç olarak da su püskürtür gibi birkaç damla tükürük saçmıştı işte. Neden mi gülüyordu? Hiçbir fikrim yoktu. Ördek yavrusu gibi bakarken tükürüğü sildim. Açıkçası çok utanmıştım. Çünkü dalga geçer gibi gülüyordu.
Doğrulup ondan uzaklaştığımda bana sırtını dönecek şekilde yan yatıp zor tuttuğu kahkahalarını bıraktı. O kadar yüksek sesle gülüyordu ki yakındaki ağacın üstünde öten kuş rahatsız olmuş bir ses çıkararak kaçtı.
Anlamıyordum.
Bekledim, gülmeyi kesip konuşana kadar dakikalar boyunca.
Ve o bana ne dedi biliyor musunuz? "Üzgünüm, daha fazla devam edemedim." Bunu söylerken hala gülüyordu üstelik.
"Neye daha fazla devam edemedin?" diyerek kaşlarımı çattım.
"Tüm bunlara," dedi ellerini karnına koyarak. "Üzgünmüş gibi davranmaya, seni vazgeçirmek istiyormuş gibi yapmaya, istemediğim şeyler söylemeye..." Birdenbire durdu. Tüm o kahkahalarını, eğleniyor gibi gözüken ifadesini bir kenara bıraktı. Yüzünde bir kara bulut dolaşmaya başladı. "Sana katlanmaya çalışmaya ve beni gerçekten öpmek istemiş olduğunu düşünmeye devam edemedim. Cidden çok aptalsın İpek."
"Ne dedin?"
"Aylardır bu soruyu sormak istiyorum. Gerçekten nasıl kabullenebildin, en ufak bir soru sormadan?" Yüzündeki ifadeyi hatırlamak bile istemiyorum şimdi. Tüm o günleri hafızamdan bir bir silmek istiyorum. "Seninle tanışmadan önce seni tanıdığımı açıkça söylediğim halde nasıl akıl edemedin? Seni zeki bir kız sanıyordum. Babamın bursunu alabilecek kadar zekiydin en son baktığımda." İlk kez baba kelimesini bu kadar içten söylediğini duyuyordum.
Yüzüme bakmadan doğrulup karşıma oturdu. "Zeka kapasiten o kadar düşüktü ki o gün gerçekten dayak yememiş olduğumu bile anlamadın." Sınıfın kapısından içeri girip tahtanın önünde yıkılacakmış gibi durduğu günü hatırladım, içim titredi. "Yoksa hala mı anlamadın?" dedi bıkkın bir sesle.
"Benden nefret ediyorsun," dedim cümlesinin son hecesiyle benimkinin ilk hecesini birleştirerek.
"Sonunda," diye gülümsedi. Neden bu kadar gerçekçi gülümsüyordu? "Senden hep nefret etmiştim. Sen benim babamı çaldın. Birdenbire hayatımıza girdin. Senin peşinden koşarken beni unuttu. Her yerde senden bahsediyordu, yemek masasında bile. Hayal edebiliyor musun? Üvey kardeş gibiydin, ama cici anne olmandan bahsediliyordu. Canımı ne kadar yaktığını biliyor musun?"
Aslında hep düşümüştüm. Atıf Bey'in bir oğlu olduğunu öğrendiğimden beri benden nefret edip etmediğini merak edip durmuştum. Onunla hiç tanışmak istemediğime karar vermiştim. Çünkü mahcup olacağımı biliyordum. Atıf Bey bir psikopat olabilirdi, ama o çocuğun babasıydı. Onun hayatını etkilemiyor olmam imkansızdı. Adımı duyduğunda midesini bulandırmıyor olmam imkansızdı. Yani her şeyin farkındaydım.
Ta ki Demir'in benden nefret etmesini beklediğim o çocuk olduğunu öğrenene kadar. Bunu öğrendiğimde o düşüncelerin hepsi aklımdan çıkıp gitti. Hatırlamıyordum bile. Kayıtsız şartsız birbirimizi sevdiğimizi kabul etmiştim. Bunu yapmak kolayıma gelmişti. Tüm kalbimle bunu yapmayı istemiştim çünkü. Bana bakarken gözlerinde gördüğüm şeyin aşk olduğuna inanmak istemiştim. Kötü adamın tarafında olacağına ihtimal vermemiştim.
Ancak durum ortadaydı işte. Kendi kendime sonuçlara ulaşırken daha dikkatli olmam gerekirdi. Demir'in o adamın kanından olduğunu hesaba katmamıştım ve bunu yapmadığım için kendimi suçlamalıydım, Demir'i değil. Onun yerinde olsam, ben de benden nefret ederdim. Tıpkı şimdi kendimden nefret ettiğim gibi.
"Sana yaklaşmak hiç zor olmadı İpek," diye devam etti. "Babamı elimden nasıl bu kadar kolay aldığını o zaman anladım." Gözlerimi sımsıkı yumdum. Yüz hatlarındaki o nefreti görmek istemiyordum. "Ama çok komiktin. Beni iğrendirirsin sanmıştım. Hayır, tam aksine bana baktıkça umutlanman çok eğlenceliydi. Küçük dünyandan seni çıkarmama yardım edeceğini düşünmen..."
"Lütfen sus," diye fısıldadım. Aslında hepsini söyleyip içindeki zehri akıtmasını, rahatlamasını istemiştim. Ama bunu kaldırmak çok zordu.
"En güzel kısmı da bu anı hayal etmekti. Şu anki yüz ifadeni görmeyi çok istedim. Elindeki son şeyi çekip almak nasılmış gör istedim."
"Benim elimde zaten hiçbir zaman hiçbir şey olmadı," dedim.
"Ah, kalbimi kırıyorsun. Ben neydim o zaman? Yoksa hislerimle mi oynadın?" Tekrar kahkahalarla gülmeye başladığını duyunca gözlerimi açtım. Şaka değildi. Söyledikleri gerçekti. Ona baksaydınız bunu anlardınız. "Aklındaki soruları gidermek istiyorum. Öncelikle babam dün sana geldiğinde bir sevgilin olduğunu biliyordu. Ama tabii ki o sevgilinin ben olduğumdan haberi yoktu. Dün ona benimle ilgili bir şey söylediğinde kafası karışmıştı, neyse ki çok ayrıntı vermemişsin. Bu arada bilgin olsun diye söylüyorum beni vuran babamın adamları değildi, orası uzun bir hikaye. Sana babamın o kadar da acımasız biri olduğunu söylemiştim, değil mi? Gerçi sana senden nefret ettiğimi de söylemiştim. Neden hiçbir şeyi sorgulamıyorsun? Ne kadar aptalsın." Haklıydı. Tüm o sorular aklımın ucundan bile geçmemişti.
"Tatmin olduysan gidebilir miyim?"
"Lütfen ama," dedi kahkahalarının arasından. "Her şeyin yeni başladığını biliyorsun değil mi? Asıl eğleneceğim kısma geldik sonunda. Az önce evime gelmemen için seni ikna etmeye çalışıyormuş gibi yapmak çok zordu. Aslında gelmeni çok istiyorum."
"Hani babanı çaldığım için nefret ediyordun benden? Oraya gelirsem benimle daha çok ilgilenecek, bu mu istediğin?"
"Tabii ki değil. Sen babamı gerçekten sana aşık mı zannediyorsun? Merak etme, çok uzun sürmez bunlar. İstediğini aldığı zaman sıkılacaktır senden. Ben de o süre zarfında senin ne kadar mutlu(!) olduğunu görüp eğlenirim." İstediğini almaktan kast ettiği şeyi biliyor olmak canımı biraz daha acıttı.
"Demir?" dedim son bir umutla. Cevabını bildiğim bir soru sordum sonra: "Şaka yapmıyorsun değil mi?"
"Babamın senin peşinden koştuğunu öğrendiğimde ben de her şeyin şaka olduğunu zannetmiştim," diye gülümsedi. "Gördüğün gibi hepsi gerçek."
"Senden... Nefret ediyorum?" Anlamsız bir şekilde yaptığım vurgu söylediğim şeyi bir soru cümlesine dönüştürmüştü. Bu içimde hala umut etmekte olan o parçanın haykırışıydı: Demir'den gerçekten nefret mi ediyorsun? Cevap olumsuzdu. Henüz ondan nefret edememiştim. Sindiremiyordum. Keşke yapabilseydim. Yüzüne tükürmeyi, tokatlamayı ya da kasıklarına tekme atmayı çok isterdim. Ama yapamıyordum. Öylece oturduğum yere çakılıp kalmıştım.
"Ben de senden nefret ediyorum İpek. Tüm kalbimle söylüyorum bunu."
"Biliyorum," dedim. "Fark ettim."
Yavaşça ayağa kalktı. Bir şey olmamasına rağmen üstünü silkeledi. Sonra birkaç saniye duraksadı. Ben ayaklarına bakıyordum, gerçi yaşlı gözlerim yüzünden göremediğim de bir gerçekti.
Gitmesini bekledim. Daha fazla bir şey söylerse kendimi öldürmeye kalkabilirdim. Kafamı toprağın altına gömüp nefessizlikten ölmeyi beklerdim. Yapabilirdim, çünkü o an evde bekleyen annemi benden nefret eden bir sevgili yüzünden Atıf Bey'in evine sürükleme kararı aldığımı hatırladım.
Sevgi için her şeyi yapmaktan bahsetmiştim. Her şeyi yapacağımı ve pişman olmayacağımı söylemiştim. Söylediklerim için de yaptıklarım için de deli gibi pişman olmuştum. Ama hala Demir'in şaka yaptığını söylemesini, bana sarılmasını bekliyordum. Çaresizdim.
"Git," dedim dayanamayıp. "Neye bakıyorsun öyle?" Bir süre cevap gelmedi. Sadece öyle durup bekledi. Tam kafamı kaldırıyordum ki elini başımın üstüne koyup saçlarımı karıştırdı.
"Sadece intikamımın sonucundan zevk alıyordum," dedi. "Seni üzen ben olduğum zaman yüzün çok şirin oluyormuş. Artık bol bol görürüm bunu." Her ne kadar parmaklarını saçlarımın arasında hissetmek hoşuma gitmiş olsa da gururum daha fazla izin vermedi. Kafamı sertçe geri çekip ondan uzaklaştım. Eli bir an havada kaldı. "Bak sen. Demek durumu idrak etmeye başladın."
Bu son darbeydi. Hiç hatırlamak istemediğim hatıralarım beni yeniden ele geçirdi.


Mayıs 2012
Atıf Bey'le bir sokakta karşılaşmıştık. Tesadüfi bir karşılaşma olmadığına adım gibi emindim. Bir şekilde yine beni bulmuş, yanıma gelivermişti işte.
Kızgın değildi. Sanki onu bulan benmişim gibi davranıyordu. Sevimli sevimli gülümsüyor, saçlarımı okşayıp duruyordu. Hatta sürekli kaçmamla ilgili şaka bile yaptı.
Fark etmiş olmalısınız genellikle aptal biriyimdir. O zaman aptallığım hat safhadaydı ve ben sonunda benimle ilgilenmekten vazgeçiyor olmalı diye sevinmiştim.
Bana bir dahaki durağımın neresi olduğunu sorunca ona "Belki de bulamayacağınız bir yer olur," dedim. Şaka değildi, umuttu ve o da bunu fark etti. Yüz ifadesi anında değişti.
"Seni bulamayacağım bir yer mi? Yok öyle bir yer," dedi öfkeyle. Ona ait olduğumu söyledi. Gerekirse vücuduma çip taktıracağından, ölsem bile cesedimi bulacağından bahsetti. Bunları söylerken o kadar soğukkanlıydı ki... Biri duysa dalga geçtiğini düşünürdü. Ama söylediği her şeyde ciddi olduğunu bilmek çıldırtıcı bir şeydi.
Üstüme yürümeye başladı. İçimdeki kaçma isteğine engel olamayıp geri geri gitmeye başladım. Birkaç dakika sonra köşe bucak kaçıyordum. Kendimi bir binanın içine atıp yere çöktüm. Nefes bile almıyordum. Saklambaç oynarken yakalanmaktan korkan bir çocuk gibiydim. Ama bizim saklambaç oyunumuzun sonunda yakalanan cehenneme hapsediliyordu, iyi gizlenmeliydim.
Tabii ki beni bulması hiç zor olmadı.
Bana yaklaşıp "Ayağa kalk," dedi. Doğruldum, ondan olabildiğince uzak durmaya çalışarak duvara yapıştım. Bana uzun uzun baktı.
"Korktuğun zaman çok şirin gözüküyorsun," diye fısıldadı. Elini uzattı saçlarımı karıştırmak için. Kafamı geri çektim. Lanet olası duvarın tam arkamda durduğunu unutmuştum. O kadar sert vurdum ki başım döndü, zaten titreyen dizlerim beni tutamaz oldular. Düşmeden son anda yakaladı beni.
Keşke biraz daha vursaydım kafamı, kafatasım çatlayana kadar hem de.
Orada bayılmayı ve "Demek senin yerinin benim kollarım olduğunu idrak etmeye başladın," demesini duymamayı tercih ederim.
Ama duymuştum.

Demir de buna benzer bir cümle kurduğunda içimden "Babasının oğlu," diye düşünmeden edemedim.
Onlar aynı kandandı.
Benim hayatımı mahvetmek için gönderilmiş, aynı kandan iki insan.








Mavi-not: Hey millet, nasılsınız? Bu bölümün bu kadar zor çıkmasının sebebi buydu işte. Geçen sefer ölümle tehdit eden arkadaşlara sesleniyorum, polisi aramaya hazırım :P Lütfen yorum yapın. Teşekkürleer^^

14 yorum:

  1. İşte benim tam istediğim tipte oldu bu sefer. Gerçi senden Demir'i gerçekten kötü yapmanı beklemiyorum. Hatta bence orada İpek'in saçlarını karıştırmasının nedeni de kendi üzgün suratını görmemesi içindi. Ha bu arada nedendir bilinmez şu cümleyi de çok sevdim
    "Benim mutlu olacak zamanım yok, hiç olmadı," diye savundum kendimi. "O yüzden doğru zamanı seçemiyorum."
    Bir ha bu arada daha ben senin flashbacklerine bayılıyorum. Gerçekten iyi yazıyorsun ve flashback yazmayı da herkes beceremez. Kısacası sevdim bu bölümü şaşırtıcı bir bölüm. Geç kaldığın için affediyorum seni bu bölümün şerefine. Haydin goççum kalemine kuvvet bir dahaki bölümü bekliyoz. Bu da son ha bu aradam; Ha bu arada polisi aradım. Geldiklerinde bir süreliğine kimlik değiştirmen gerekebilir. Önerim eri ve su kılığına gir. Mavi kartozu olduğunu kimse anlamaz. Nerdeyse senin yazın kadar yorum yazmışım o yüzden artık ben kaçar.
    Son olarak küçük bir duyuru sonra gerçekten gidicem bu sefer kesin
    Bölümü okuyanlar azıcık da olsa yorum yapsınlar da bizim kartozumuz da üzülmese. Tişikkirlir

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. DELİCİM ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.
      Cidden çok teşekkür ederim. Kafam kadar bu yorum gerçekten çok hoşuma gitmekle beraber, sondaki duyuruna da destek veriyorum.
      Polisi neden sen arıyorsun ya? Ben ne yaptım ki? Ben arayacaktım. Neyse artık, bir dahaki bölüme kadar eriyeyim ben müsadenle.
      TEKRAR ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM.
      OKUYUCULAR DELİYİ DUYDUNUZ, LÜTFEN YORUM YAPIN. YALNIZ BAŞIMA BIRAKMAYIN BENİ. Buing buing~~

      Sil
  2. birkaç bölümdür yorum yapmayıp sadece takip ediyordum, ama şimdi çok gaza geldim. ve uzun, edebi yorumlar yaptıracak türden de değil. babalı oğullu şerefsiz bunlar. tabii şu an içten içe merak ettiğim, demir'in en başından şerefsiz olup olmadığı, atıf'ın durumunu zaten biliyoruz... mu acaba?
    ipek'in saflığına bir şey demiyorum zaten, ama sanırım o da doğal sınırlarına ulaşmak üzere.
    sanırım geçen bölümün altında bir yorum görmüştüm, "söz verdiniz iyi halt ettiniz" gibi bir şey. aynen öyle. sen ağlaya zırlaya verdiğin söz yüzünden atıf'ın evine mahkum ol, yetmezmiş gibi gariban anacığını da için işine kat, sonra söz verdiğin çocuk böyle tersköşe yapsın, müstahak sana ipek.
    üstteki yorumda da güzel bir teori var demir'in hareketleriyle ilgili, valla bilemeyeceğim, şu an demir'i elime versen bir kalıba döker eritirim. böyle rezil espriler yapacak kadar sinirliyim, anla yani kartozu.
    eleştirip durduğuma bakma, bayıldım bu bölüme. ne tür olursa olsun, bir öyküde en sevdiğim şey tersköşe edilmektir ve demir bunu pek güzel becermiştir.
    sevgili deli ve kartozu (şu an bunun harika bir çift ismi olduğunu fark ettim, "deli kartozu"), bu yorum sizleri mes'ut etti mi?
    umarım etmiştir maviciğim çünkü pazar gününe söz verip salı günü yazman ayıp oluyor. bize karşı bir sorumluluğun olduğundan değil, ama üzülüyoruz yani burada.
    ayrıca 'buing buing'in ne efekti olduğu konusunda derin merak içindeyim. bir yandan da "kartozu'nun çok işi gücü var herhalde, böyle bir oturuşta upuzun yazdığına göre işten mi kaytarıyor nedir?" diye düşünüyorum.
    mavi geceler kartozu, daha da mavi bölümler için beklemedeyiz, haberin olsun!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. TATMİN OLMAK NE KELİME YAHU, RESMEN MUTLULUKTAN BULUTLARIN ÜSTÜNDEYİM.
      Çok teşekkür ederim sevgili dostum. İpek'e giydirdiğin bölümü ayrı bir sevdim. Şu an Deli'yl birlikte bize verdiğin çift ismini tartışıp aptalca şakalar yapıyoruz ve emin ol yorumunu çok sevdik.
      Salı günü yayınlamak beni de üzdü, baya üzdü. Ama malum öğrencilik hali.
      Buing buing'e gelince: Efendim basitçe 'şirinlik' olarak Türkçeye çevrilebilecek "aegyo" olayının bir çeşididir. Elleri yumruk yapıp iki yanağa yaklaştırdıktan sonra hafifçe döndürerek melodili bir şekilde "buing buing" demek suretiyle yapılır. Bunu yaptığım zaman mutlu ve heyecanlı oluyorum genelde. Şu an tekrar yapmak istiyorum. Buing buing ~
      Yakın zamanda yeni bölümü yazmaya çalışacağım lütfen takipte kal, yorumlarını gözlüyor olacağım sevgili adsız arkadaşım.
      TEKRAR ÇOK TEŞEKKÜRLER!!

      Sil
    2. mutlu olduğuna sevindim kartozum. bu arada bilmeni isterim ki şu an deli'yi kıskandım, yakın arkadaşsınız sanırım? şanslı deli.
      buing buymuş demek. şimdi youtube'dan aratacağım ki ben de geceyarılarında uyandıkça ayna karşısında yapayım.
      hiç şüphen olmasın ki takipte olacağım kartozu, en kısa vadede bile bu hikaye bitene kadar buradayım. bu bitince yenisini bekleyeceğim. sonra yenisini. kısır döngü anlayacağın. yorum yazmasam bile bekliyor olacağım. için rahat olsun.
      rica ederim kartozu, yine bekleriz. mavi geceler~

      Sil
    3. Açıkçası tanıdığım biri olduğun hissine kapılmadan edemedim. Değilsen bile öyleymişsin gibi işte. "slm tanslm mi .d.d" moduna girmemek için kendimi tutuyorum. Istanbul'dan mısın diye sormakla yetineceğim. :)
      Ve böyle tutkulu bir takip için minnettar hissettiğimi ekleyeceğim yeniden. :)

      Sil
    4. umarım bu tanıdığın biri, sevdiğin biridir aynı zamanda. ve hayır, istanbul'dan değilim ama ara sıra oraya da giderim (internette gizemli kişilikli anonim olmak istemişimdir hep). ayrıca asıl biz minnettarız, yoksa böyle ipekli demirli hikayeleri nereden okuyacaktık? aman kendine dikkat et kartozu, bizi en sevdiğimiz blogcudan yoksun bırakma. hadi iyi akşamlar, kitap sınavına çalışacağım daha...

      Sil
    5. İnternetteki gizemli kişilikli anonimsin şu an, gerçekten. :D
      Umarım kitap sınavın iyi geçmiştir.
      Yeni bölümü ekledim. :)

      Sil
  3. sevgili kartozu, bu hikayeden ve gittiği yönden nefret ediyorum. selamlarımla, ben.
    bir kere bu sefer uzuuun bir bölüm koymuşsun, sevindim, çok sevindim hem de. almışsın eline kalemi, her şeyi karıştırıp duruyorsun.
    bir kere ben demir'in ipek'ten nefret ettiğine inanmıyorum. filmlerde dibine vurulmuş "onu kendimden soğutayım, ayrılalım, yoksa daha çok üzülür" klişesine bile inanırım da demir'in ipek'ten nefret ettiğine inanmam.
    ha bu demir'in tavırlarını haklı çıkarır mı, bence hayır. bir kere neden öpecekmiş gibi yapıyorsun ki şimdi. kız zaten salak, ne gerek var zorlamaya? ayıp oluyor yani.
    atıf bu bölümde yoktu ama gümbür gümbür gelecek bence, söylemiş olayım.
    ayrıca şu süleyman da çıkıp bir şey yapsın bir zahmet. kenarda durup dört bölümde bir (bak bak bak nasıl uyduruyorum belli değil) paragraflık nutuklar atmakla olmuyor.
    babasına bak oğluna çak, yemin ediyorum alayı dayaklık bunların. neyse. gece gece sinirlendim. (seviyoruz da çaktırma işte.) haydin mavi geceler kartozcuğu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederiiim. Yeni bölüm ekledim, lütfen oku. Çok teşekkür ederiiim. Buing buing ~

      Sil
  4. Demir in Üzgünüm daha fazla devam edemedim deyip kahkaha attığı yerde laptopu balkondan aşağı bıraktım şu an telefondan yazıyorum. Naptin mavi ya şoklardayım :O :O bi dolu ihtimal geldi aklıma da Demir in kötü karakter olduğunu tahmin bile edemezdim hatta hala diyorum babası tehdit etti de kötüyü mü oynuyor acaba diye:'( Bir de mutlu olmakla ilgili doğru zamanı secemedigini söylediği cümleye bayıldım. ama o demirin babası sandığım süleyman nası uyarmadı ipek i en çok ona kızdım taktım süleyman a haha:'D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Süleyman Bey bu hikayede en sevdiğim karakter o yüzden ona güven ehehehe :D teşekkür ederim yorumun için ^^

      Sil
  5. Yaaasdhdhdkdhksh delirmiş ipek gibi kahkaha atıyorum içimden ahsgshsghagshah Sonunda Türk Filmi çizgisinden çıktığı için mutlu oldum ama kafam allak bullak şuan. Ne yaptın sen böyle kartozu yaa :D

    YanıtlaSil