Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

2 Mart 2014 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #16

Ertesi sabah uyandığımda yerdeydim. Kafamı çalışma masamın altına sokmuş, bacaklarımı karnıma çekmiştim. İlk başta gözlerimi açamadım. Gözkapaklarım birbirine yapışmışlardı. Bu ilk defa başıma gelen bir şey olmasa da beni her seferinde telaşlandırıyordu, hızla doğrulmaya çalıştığımda kafamı tok bir sesle masaya vurmama sebep olacak kadar hem de.
Benim yatağımda yatan annem sesime uyandı. İçeri girmek için yalvardığını, onu almayınca kapının kilidini kırdığını hatırlıyorum. Korkunç bir süratle yükselen ateşimi düşürmek ve bir an önce uykuya dalmamı sağlamak için bana ilaç içirmişti. İşe yaramıştı, istemeye istemeye uyumuştum. Gördüğüm kabuslarsa korku filmlerine konu olacak niteliktelerdi.
Kafamı ovuştururken önceki gün olan her şeyi hatırladım ve silah sesi yeniden beynimde yankılanmaya başladı. Ağlamaya kaldığım yerden devam etmek zor olması. Gözyaşlarımın yapıştırdığı göz kapaklarım yine gözyaşlarım sayesinde açıldılar. Annemin telaşlı yüzü ilk gördüğüm şey oldu, sonra bana sıkıca sarıldı.
"Ne oldu kızım? Niye bu kadar hırpalıyorsun kendini?" Kafamı omzuna yasladım. Sesim ölmek üzere olan bir dananın böğürmesine benziyordu.
"Anne..." diye hıçkırdım.
"Yavrum, söyle ne oldu?"
Söyleyemezdim. Başımdaki dertlerin hiçbiriyle uğraşamazken annemin kötü tepki vermesi riskini alamazdım. Bu benim sonum olurdu. O yüzden güçlü olmalıydım. Çenemi kapatmazsam her şey daha da büyüyecekti.
Bu düşünce beklediğimden daha hızlı sonuç verdi. Anında ağlamayı kestim, annemin kollarından sıyrıldım.
Söylemek için aklıma ilk gelen şey "Süleyman Bey," oldu. "Akşam hiç aradı mı?"
Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Aramadı," dedi. Gözlerim omzunun arkasındaki belirsiz bir noktaya takıldı ve ben ansızın dalıp gittim. "Araması mı gerekiyordu?" Söylediğini duymuştum, ama bana konuşmuyor gibiydi. Algılarımı kapatmıştım. "İpek?" diye seslendi kısa bir süre sonra. "İpek? İyi misin?" Elini omzuma koyduğunda beni içine hiçbir şey sığdıramayacağım kadar bomboş olan iç dünyamdan çekip çıkardı.
"Ha? Ne dedin?" diye mırıldandım. Konuşurken sesim ağzımdan çıkmıyordu sanki.
"Araması mı gerekiyorsu? Ne oluyor?" Artık sabrı taşıyor gibiydi.
"Atıf Bey," dedim yine aklıma gelen ilk şeyi kullanarak. "Dün okula geldi. "Annem gözlerini kocaman açarak gözlerimin içine baktı.
"Okula mı geldi?" Yavaşça kafamı salladım. Boğazım acıyordu. "Bir şey mi oldu?"
"Hayır, hayır. Beni alıp eve getirene kadar konuştuk. Süleyman Bey'le beraber gelmişlerdi.Gözümün önünde ona kötü davranıp laf söyleyince ben de..." Sözümü keseceğim anı mükemmel bir zamanlamayla yakalayarak saçımı okşadı. Derin bir nefes alıp devam ettim. "Çok üzüldüm."
"Bütün gece sayıkladın."
Telaşımı gizlemeye çalışarak "Ne dedim?" diye sordum.
"Öldü deyip duruyordun."
"Sürekli öldüğümü gördüm rüyamda." En azında bu tam olarak yalan sayılmazdı. Demir'e sıkılan kurşunun önüne defalarca atlamıştım. Kimisinde beraber ölüyorduk, kimisinde sadece ben. Silahı tutansa her seferinde Atıf Bey'di.
O an bugün olabilecekleri fark ettim. Eğer o silahın sahibi gerçekten Atıf Bey'se eve gelecekti. Beni burada bulamayınca annemle uğraşacaktı, ona zarar verebilirdi.
Annemin zoruyla mutfak masasının başına oturup hiçbir şey yemeyerek ne yapsam da onu dışarı çıkarsam diye düşünüyordum. Kocaman bir domates parçasının ağzıma tıkıldığını hissedene kadar boşluğa baktım.
"Yemeğini ye," diye kızdı annem. "Topla kendini biraz." Kafamı iki yana salladım, sanki bunu yaparsam yüz ifadem değişecekmiş gibi. Zorla domatesi çiğnedim.
"Anne," dedim. "Sen bugün dışarı çıkıp gezsene yine."
"Hayırdır niye?"
"Atıf Bey dün yüzümü asık gördü ya. Gelir galan yine, canın sıkılmasın şimdi. Çık, dolaş, komşuya falan git. Okuldan gelirken buluşur beraber geliriz, olur mu?"
Bu boş yüz ifadesiyle bu kadar çaresiz bir ses çıkarabiliyor olmam dağları bile korkutabilirdi diye tahmin ediyorum. Çünkü o dağlardan daha güçlü ve inatçı olan, en az on beş kere sormadan rahat bırakmayan annem isteğime boyun eğdi. Usulca "Olur," diye mırıldandı. Ben daha tek bir domatesi çiğneyemeden boşalttığı bardağını doldurmaya gitti. Gözlerinin bende olmamasından istifade ederek saate baktım. Daha erkendi. Hazırlanmak için yarım saatim vardı.
"Ben bugün okula erken gideceğim," dedim düşünmeden. "Sen de çok oyalanmazsın."
"Tamam." Hiç canım istemese de soğumak üzere olan çayımı tek dikişte bitirdim. Odama gidip hazırlandım.
Demir... Ölmüş olma ihtimali çok yüksekti. Ama yapabilirse gelip beni alacağını söylemişti. İyi olana inanmayı alışkanlık haline getirmeye başlıyordum galiba. Gidince onu orada göreceğimi düşündüm. Yaralı olacaktı, yine de nefes alacaktı.
Umutluydum.
Ama metrodan inip okula doğru adımlar atmaya başladığımda göğsümün üstüne bir ağırlık çöktü. Nefes almak zorlaşıyordu.
Ölmüştü. Değil mi? Muhtemelen ölmüştü.
Aniden bir el koluma yapışıp beni iki evin arasındaki, araba giremeyecek kadar dar olan bir yola soktu. Bağırmak için ağzımı açtım. Şu anda kaçırılmam dünyanın en doğal olayı olurdu gerçi. yine de her durumda ne adar korkunç bir his olduğunu yaşamadan anlayamazsınız.
Kolumu tutan kişi açtığım ağzıma elini bastırarak beni susturdu. Tepinmeye başladım.
"Kızım bir dur iki dakika be!" diye bağırdı. Sesin sahibini tanıdım ve bu beni durdurmak için yeterliydi. Ben durunca o da beni bıraktı.
"Ufuk?!" diye bağırdım. Yine boynundan başlayan bir kızarma sol gözü hariç bütün yüzünü ele geçirmişti. Sol gözünde ise çok büyük olmayan, basit bir kapatıcıyla yok edilebilecek bir morluk vardı. Korkmuş görünüyordu ya da sinirli. Emin değildim. Sadece şaşkındım. "Ne yapıyorsun sen? Gözüne ne oldu?"
"Dün sen gittikten sonra sevgilin bana yumruk attı."
Gözlerimi kocaman açtım. "Neden?"
"Uzun hikaye," diye elini salladı. "Şimdi ben tüm cesaretimi kaybetmeden gitmemiz lazım."
"Nereye gidiyoruz? Benim okula gitmem lazım. Demir gelecek." Ufuk duraksadı. Yüzüme derin bir bakış attı.
"Okula gidemezsin..." diye mırıldandı. "Olmaz..."
"Niye gidemiyormuşum?"
"Şu an orada herkes seni bekliyor."
"Ne?"
"Tek bir bilgi. Demir bunu söyleyebileceğimi söylemişti.
"Ne oluyor ya?"
"Aranızdakileri biliyorum. Başınızdaki belayı da. Şimdi izin verirsen en yakın arkadaşıma, diğer en yakın arkadaşım olan sevgili gelene kadar yardım etmem ve onu korumam lazım." Sıkıca elimi tuttu. Birlikte koşmaya başladık.
"Ne kadar biliyorsun?" diye sordum bir süre sonra, nefes nefese.
"Her şeyi biliyorum." Ufuk'un benim sırrımı biliyor oluşunu sindirmeye çalıştım. Her şeyin farkındaolup da beni terk etmeyen ikinci insandı o. Yüreğim bu düşünceyle güç buldu. Asla yalnız kalmayacaktım artık. Sırtımı yaslayabileceğim büyük bir taş daha vardı. Ciğerlerime hızla dolan havanın kanımda bir buçuk yıldır biriken mutluluk hücrelerimi harekete geçirdiğini hissettim. Çok kısa bir sürede her şeysen kurtulduğumu, hayatımın düzene girdiğini, korkmadan evden çıkabileceğimi, arkadaşlarımla gezebileceğimi, mezun olabileceğimi -hatta üniversiteden-, evlenebileceğimi; kısacası gizliden gizliye bunca zaman hayalini kurduğum geleceği düşündüm. Sanki yere sertçe çarpan ayaklarım o geleceğe koşuyordu.
Ama tam da o anda... O dünyanın en değerli anında... O lanet olası, bitmeyecekmiş gibi gelen anda ayağım taşa takıldı. Ne komik değil mi? Geleceğinize koştuğunuzu hayal ederken ayağınızın taşa takılması... Ben batıl inançları olan biri değilim, sadece zayıf bir anımda hem fiziksel hem ruhsal olarak tökezlemiştim. Ama asıl korkunç olan bu değildi. Ayağım o geberesice taşa değdiği anda nereden geldiğini bilmediğim kara bulutlardan ikisi öfkeyle çarpıştılar ve gök gürledi. Hemen arkasından çakan şimşek bir anlığına gözlerimi kör etti. Ne bekliyordunuz? Sorun yok deyip ayağa kalkmamı mı? Elbette, yapamazdım. Sorun vardı. Demir muhtemelen nefes alamazken benim nefes alıyor ılmam sorundu. Kurtulacağımı düşünmem de. Ben başlı başına bir sorundum.
Düştüğüm yere oturup yeni başlayan yağmurla birlikte gözyaşlarımı akıttım. Bir şey yapmak istemiyordum. Sadece orada ölmek istiyorum. Başıma yıldırım düşsün, kül olayım istiyordum. Demir'i düşünmek istemiyordum, koşmak istemiyordum.
Ufuk usulca yanıma yaklaştı. Heyecanı uçup gitmişti, şimdi yalnız telaşlıydı. Bu yüzden yeniden kekelemeye başladı. "Ç... Ç... Ç... Çok... mu... mu... mu... a... a...a... acı... acı... acı...dı?" Kollarını bana doğru uzattı. Kendimi tutamayıp ona sarıldım.
"Ufuk," dedim hıçkırıklarımın arasından. "Ufuk çok kötü bir şey oldu..." O da mı titriyordu, yoksa kesintisiz sarsıntılarımla ben mi etki yapıyordum, emin değildim. Ama dışarıdan titreşime alınmış telefonlar gibi gözüktüğümüzün farkındaydım.
Konuşmaya kalkarsa ço uzun süreceğini bilen arkadaşım saçlarımı okşayara sessizce devam etmemi bekledi. "Demir... Galiba... Öldü... Benim yüzümden..." Saçlarımın arasında gezinen şefkatli eller birdenbire durdu.
Kulağımın hemen yanında derinden, çok derinden gelen bir hırıltı duydum: "Ne... Ne dedin sen? Öldü mü?" Hıçkırıklarımın sesi bu soruya cevap vermek istercesine yükseldi. Ufuk beni omuzlarımdan tutup kendinden uzaklaştırdı. "Öldü mü?" diye bağırdı. "Ne demek öldü? Biz daha dün telefonda..." Cümlesini tamamlayamadı. Gözünden bir damla yaş süzüldü.
"O adam..." dedim. "O adam onu öldürdü. Telefonda konuşurken birinden kaçıyordu... Sonra... Sonra... Silah sesi..." Ufuk gözlerimin içine baktı. Söylediklerimin doğruluğundan emin olamıyor gibiydi.
"İmkansız," dedi. "O adam... O adam yapmış olamaz ki..."
"O yaptı işte! Biliyorum, o yaptı!"
Elleriyle omuzlarımı sarsarak bağırdı. "İpek! Beni dinle!" Ama bende bunu yapacak güç yoktu. "Beni dinle diyorum! O adam..."
Cümlesinin ortasında belki de tüm zamanların en komik sahnesi yaşandı. Ufuk'un telefonu Demir'in dinlettiği çekik şarkılarından en komik olanıyla çalmaya başladı. Başka bir zaman olsaydı, ya da bu sahneyi yaşamıyor da izliyor olsaydım gülerken yerlerde yuvarlanırdım.
O an ikimizde tepki veremeyecek kadar yorgunduk. O telefonunu cebinden çıkarıp kulağına dayadı. Biraz bekledikten sonra kafasını yere eğip telefonu bana uzattı.
Ne yaptığımın farkında olmadan aldım ve ağlıyor olduğum için muhtemelen anlaşılmayan bir sesle "Alo?" dedim.
Hattın diğer ucundan gırtlağını parçalıyormuşçasına öksüren birinin sesi geldi.
Sabırsızca tekrarladım: "Alo!"
İkinci bir öksürük duydum. Sonra "Ölü birine bağıramazsın. Ne kadar edepsizsin," dedi.
"Demir?"
Fısıltı gibi çıkan sesimi taklit etti: "Efendim?" Ufuk kafasını kaldırdı, göz göze geldik. Bana gülümsedi ve ben her şeyin gerçek olduğunu anladım. Rüya değildi. nefes alıyordu, öksürüyordu. Hatta şaka bile yapıyordu.
"SENDEN NEFRET EDİYORUM!" diye bağırdım. "Ölmedin ve bunca saat acı çekmeme izin verdin öyle mi! Ne kadar merak ettim biliyor musun? Bütün gece sinir krizi geçirdim. Eğer annem beni vahşi bir hayvanı uyuşturucu iğneyle vurur gibi uyutmasaydı sabaha kadar ağlamaktan kör olurdum!"
"Baygın insanlar telefonlarını kullanamazlar İpek."
"Beni ilgilendirmez!" Gülmek için çabaladı, ama bu çaba sart bir öksürük kriziyle sonuçlandı.
"Okula..." dedi. "Okula... Gitmediniz, değil mi?"
"Gidiyordum, Ufuk beni kaçırmasaydı."
"Aferin ona."
"Dün de beni okuldan alacağını söylüyordun."
"işler değişti."
"Ne oluyor Demir? Cidden sıkıldım artık." Hala ağlıyordum, sadece şiddeti azalmıştı. Onun yerine gök gürlüyor, yağmur hızını artırıyordu.
"Ufuk ben gelene kadar seninle ilgilenecek," diyerek sorumu geçiştirdi.
"Tabii. Sonra onun adı da sıradaki cinayetler listesine yazılır, hep beraber ölürüz." Ufuk gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu. Gömleği sırılsıklam olmuştu, saçlarından sular süzülüyordu.
"Bir şey olmayacak İpek, söz veriyorum."
"Neye söz veriyorsun? Onların nasıl adamlar olduğunu gördün, seni az daha geberteceklerdi. Sence seni devre dışı bırakamayacak kadar güçsüzler mi?"
"Evet, öyleler. Gördüğün kadarıyla öldüremediler, devre dışı falan değilim." Doğru söylüyordu. Aslında bu çok garipti.
"Nasıl kaçtın?"
"Sadece sevgilim ölmedi diye şükret. Soru sorma."
"Emredersiniz!"
"Çocuk gibisin."
"Biz zaten çocuğuz Demir. Kurşunlardan kaçsak da koca bir mafya ordusu peşimizde olsa da 16 yaşında iki tane çocuğuz biz."
Derin bir nefes aldı ve hemen arkasından yeniden öksürdü.
"Neden öksürüp duruyorsun?"
"İpek, yeter. Sorma. Yağmur yağıyor, sırılsıklam olmuşsunuzdur. Hadi gidin artık."
"Senden nefret ediyorum."
"Unutmadım."
"Güzel."
"Seni seviyorum."
"Biliyorum."
"İyi."
Yarım saat sonra Ufuk'la bir durakta oturuyorduk. Ben sessizce ağlamaya devam ediyordum, o da durumun karmaşıklığını sindirmeye çalışıyor gibiydi. Hiçbir çıkar yol yoktu. Buna rağmen Demir'le ben hala çabalıyorduk, bu onun kafasını karıştırıyor olmalıydı. Her şeyin göbeğinde olduğum halde ben bile ne düşüneceğimden emin değildim. Bu kararsızlık, bilmemezlik beni öldürüyordu, doğum sancısı gibiydi.
Ben, o yaşımda bile biliyordum ki erkekler doğum sancısına katlanamayacak kadar güçsüz yaratıklardı. Belki Demir bile isteye buna katlanmayı seçmişti, ama Ufuk'a bunu yapamazdım.
"İstediğin zaman," dedim aniden ona dönüp. "Gidebilirsin Ufuk. Seni bunun içine çekmeyeceğim. Sadece nerede buluşacağımızı bana söyle." Derin bir bakışla gözlerimin içine baktı. O an kalkıp gitseydi ona asla küsmezdim, gücenmezdim. Gerçekten gitmesini istiyordum.
Ama o konuşmak için ağzını açtı. Yeniden kekemeliği tutmuştu, tek bir harfi çıkarmak için uzunca bir süre uğraştıktan sonra pes etti. Telefonunu eline alıp yazdı.
"Babam bana lisede tanışacağım arkadaşların önemli olduğunu söylemişti. Bu kadar önemli olacaklarını tahmin etmemiştim gerçi. Neyse işte, önemli arkadaşlarla önemli şeyler yapmam gerektiğini öğrendim ondan. Yaptıklarımdan pişman olmadığım sürece sorun yokmuş öyle dedi. şimdi gidersem pişman olurum İpek. Sonra babama bunun hesabını nasıl veririm?"
Yüzüne baktım. O bana bakmıyordu, suratı asıktı. İrice bir gözyaşı damlası yanağımdan süzülürken gülümsedim. "Babalar hep böyle iyi tavsiyeler mi verir?"
"Her baba, baba değildir," yazdı bu defa. "Ben şanslıyım."
Derin bir iç çektim. Şanslı mı şansız mı olduğumu bile bilmiyordum.
"Demir gelene kadar açıkacaksın ve sıkılacaksın."
"Umurumda değil," diye mırıldandım. "Ben sadece birilerinin bizi yakalamasından korkuyorum. Şu ana kadar ortaya çıkmamış olmamaları bile çok korkunç."
Ufuk yarım ağızla gülümsedi. "Aslında şu an bizi izliyorlar." Telaşla etrafıma bakındım. Onları görmek zor olmadı, bakışları bizde sabitlenmişti. Arkadaşım omuz silkti. "Demir bir şey olmayacağına söz verdi bana. Boşuna güvenmiyoruz birbirimize."
"O halde okulda da bir şey olmazdı, neden gitmedik?"
"Seni bekleyen şey başkaydı. Bir şey oldu, Demir kendisi söylemek istiyor." Gözlerimi devirdim. Ama bu bir isyan değil, heyecanımı gizlemek için bir hileydi. "Her neyse, hadi sıcak bir yere gidip dinlenelim." Bir şey söylememe izin vermeden elime yapıştı. Birlikte yürümeye başladık. Vardığımız yer bir hastaneydi. Demir'in orada olup olmadığını sordum ama onun hastanede olmadığını söyledi.
Bir sürü insanın olduğu bir koridorda kaloriferin önüne bağdaş kurup oturduk.
Ona "Artık kekelediğini fazla duyamıyorum," dedim.
"Bugün tamamen heyecandan oldu. Ama şu aralar özel bir doktorla fizik tedavi tadında saatlerimi harcıyorum."
"Ciddi misin? Peki bunu neden daha önce denemedin?"
"Çünkü o zaman bu doktorla tanışmıyordum. Ne kadar çok soru soruyorsun böyle."
"Demir gibi konuştun."
Ekranı bana uzatırken gülümsedi. "Sana nasıl katlanıyor bilmiyorum."
Farkında olmadan sesimi alçalttım. "Ben de bilmiyorum."
"Öyle demek istemedim."
"Biliyorum. Neyse, bu fizik tedavi tadında saatlerin karşılığını alabiliyor musun? Bir kere duyabilir miyim?"
Ciğerlerinin tamamını dolduracak kadar derin bir nefes aldı.
"Ç...Çok..." dedi. "Konu...şuyorsun. Bi...Biraz uyu."
"Vay canına Ufuk," diye mırıldandım. "Bu ilerlemeyi beni susturmak için kullandın." Hafifçe kafasını salladı. "Son bir soru," dedim işaret parmağımı havaya kaldırarak. "Demir neden sana yumruk attı?" Yeniden telefona yazdı.
"Sadece yumruk atmaya ihtiyacı vardı ve benim kafamda eline yakın duruyordu."
"Mükemmel bir açıklama."
"Sen o adamla gidince çocuk Kırım'ı kaybetmiş Osmanlı gibi oldu. Resmen gururuna yediremedi, haklı olarak."
"Suçlu ben mi oldum?"
"Suçlu olanın kim olduğunu biliyor olsam çok mutlu olurdum."
Kafamı omzuna yasladım. Isınmaya başlamıştım, ayrıca Ufuk yanımdaydı. Rahatladığımı hissederek derin bir uykuya daldım.
***
Gözlerimi açtığımda Ufuk'un omzu sertleşmişti ve galiba normal olandan daha yukarıda duruyordu. Ayrıca kıyafetleri de değişmişti. Hatta kokusu... Kokusu neden başka birinin kokusuna benziyordu? Hem de...
"Demir?" diye fısıldadım. Kafasını aşağı eğip gözlerimin içine baktı.
"Günaydın." İnanamıyordum. Rüya olabilir miydi? Gözlerimi kapatmıştım, açtığımda yanımdaki kişi buhar olup yerine başka biri gelmişti. Üstelik en çok görmek istediğim kişi.
"Rüya görüyorum," dedim derin bir iç çekerek. Yeniden uykuma dönmeye hazırlanıyordum ki karşımızdaki duvarın önünde oturan Ufuk'u fark ettim, gülüyordu.
"G...G...Ge... Ger... ger... Gerçek... Gerçek," dedi.
Kafamı kaldırıp yeniden Demir'e döndüm. Yüzünü iki elimin arasına aldım. Yüzü hala yaralarla doluydu. "Gelmişssin," diye fısıldadım. "Sonunda..."
"Geldim," dedi. "Beklettiğim için özür dilerim."
"Senden nefret ettiğimi söylediğim için özür dilerim, yalandı." Birdenbire gözleri doldu. Aslında ağlaması gereken bendim sanırım. Yaralıydı, acı çekiyordu, ama sonunda kavuşmuştuk. Üstelik tüm bunlar benim yüzümdendi. Yine de ağlayan oydu.
Kafasını hafifçe kımıldatarak yüzünü elime sürttü, gülümsemeye çalıştı. "Gerçek gibiydi," dedi. "Doğru söylemek gerekirse, kalbimi kırdı." Dudağımı ısırdım. Ağlayan tek insan yeterdi, ben ağlayamazdım.
"Özür dilerim," diye yineledim. "Asla hissederek söylemedim." Baş parmağımla yanağından süzülen gözyaşını sildim.
"Hissederek söylemenden korkuyorum."
"Hayır," dedim anında. "Hayır."
"Önce söyleyeceklerimi dinle." Ufuk'a minik bir bakış atıp onu gönderdi. Koridordaki on kadar insanı saymazsak yalnızdık şimdi.
"Ne söyleyeceksin?"
"Benden neden nefret etmen gerektiğini."
"Öyle bir sebep yok."
"Hayır, İpek. Var." Derin bir nefes aldı. Bana doğru döndü. "Sakın çığlık atma, tamam mı? Hastanedeyiz." Gözlerimi devirdim.
"Sakın bana hamileyim deme Demir."
"O kadar komiksin ki gülmekten karnım ağrıdı," diye mırıldandı.
"Uzatmayalım." Kafasını onaylarcasına salladı.
"Evet, zaten yeterince uzattık. Çünkü... Benim ağzımdan duyman gerektiğini düşündüm. Bak İpek... İnanmak çok zor gelecek biliyorum. Ben de inanamıyorum aslında."
"Bana evlenme mi teklif edeceksin?"
"Sadece sus." İç çektim.
"Biliyor musun," dedi. "Anneme zerre kadar benzemiyorsun. O esmerdi, simsiyah gözleri vardı, uzun boyluydu." Durmuş, neden birden annesinden bahsetmeye başladığını çözmeye çalışıyordum. "Dış görünüş olarak annemi hiç hatırlatmıyorsun. Aranızda bir uçurum var gibi." Usulca uzanıp elimi tuttu. "Ayrıca kötü biri de değilsin. Bir çocuğun hayatına dair son şansını çalmak isteyen birine benzemiyorsun. Para peşinde falan olduğunu da düşünmüyorum." Tekrar sözünü bölmemek için kendimi zor tutuyordum, ne saçmalıyordu bu çocuk? "İpek, bu verdiğim en zor karardı belki, ama ben senden nefret etmek istemiyorum."
"Söylediklerin birbiriyle alakasız," dedim dayanamayıp.
"Hayır, değil. Birini tanıyorum ben. Son şansımı bilerek çalan, ahlaksız, muhtemelen anneme çok benzeyen bir kadın ve siz onunla birbirinize hiç benzemiyorsunuz."
"Benzememiz mi gerekiyor?"
"Evet..." dedi. Çenesi titriyordu. Gözlerimin içine bakamıyordu, zaten baksaydı da göremezdim göz bebeklerini. Yaşlar dolmuştu. "Çünkü siz... Siz aynı kişisiniz."
"Ne?"
"Bunca zaman senin hakkında kötü düşündüm. Senden hep nefret ettim İpek."
"Neler saçmalıyorsun sen?"
"Seni tanıyordum ben. Ama tam olarak seni değil. Ben seni... Ben seni... Babamın tanıdığı gibi tanıyordum."
Sizin hiç beyniniz durdu mu? Nasıl bir şey olduğunu biliyor musunuz? Bildiğinizi zannetmiyorum. Çünkü beyniniz durduğu zaman anlayamazsınız, ya da öğrenemezsiniz. Tıpkı o an bana olduğu gibi.
"Baban mı?"
"Evet babam. Bunca zaman senin baştan çıkarttığını zannettiğim o şerefsiz adam. Senin yüzünden artık babam olmadığını zannettiğim o adam."
"Ağzından çıkanı..."
"Duyuyorum. Peki sen anlıyor musun artık? Neden benden nefret etmen gerektiğini? Neden korktuğumu?"
"Anlamıyorum!" Çaresiz bir hamleyle ayağa kalkmaya çalıştım. Beynim düşünmeye değil, hareket için komut vermeye yarıyordu yalnızca.
"Komik değil mi?" diye gülümsedi.
"Komik mi?" dedim sinirle. "Sen bunu komik mi buluyorsun yani? Sen... Benim tutunacak son dalımın... Kırılmasını komik mi buluyorsun Demir!"
"Ama düşünsene... Türk filmi gibi..."
"Senden nefret etmiyorum Demir. Benim sana ihtiyacım var," diye hıçkırdım. "Benim sana çok ihtiyacım var."
Elini saçlarının arasından geçirdi. "Gerçekten mi? Atıf Kılıçağ'ın oğlu olduğum halde mi?"
"Atıf Kılıçağ'ın oğlu olduğun halde bile," dedim. "Benim sana ihtiyacım var."

Mavi-not: Düzeltme okuması yapılmamıştır.

8 yorum:

  1. "Sakın bana hamileyim deme Demir." gözlerime inanamıyorum. ipek ilk kez gerçek bir espri yapıyor.
    aksiyon çok fazla değildi bu bölümde. ama güzel bir şok oldu. ve kafamda yine deli sorular: ipek yüzünden atıf demir'e ne yaptı ki (tek cümlede birden fazla isim olunca tuhaf duruyor)? demir neden 'son şansını' kaybetti? neyin son şansı? demir niye bu kadar rahat? atıf böyle pasta yapmayı nerden öğrendi?
    şu güzeller güzeli bölümleri daha uygar saatlerde internete atsan da gece yarısına kadar burada pineklemesek diyorum be kartozu. mavi geceler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uygar saatlerde ilham perileri insanlardan korktukları için gelmiyorlar malesef. Geceler onlara daha çok yakışıyor. Kafamız güzel oluyor, senden güzel olmasın.
      Çok teşekkür ederim gece yarısına kadar beklediğin için. Ayrıca uzun ve güzel yorumun için de minnettarım. :)
      Soruların cevapları haftaya burada! :P

      Sil
  2. Oha Oha Oha. Böyle bir şey beklemiyordum. Demir ne fena bir şey çıktı bee. Bir an algılayamadım zaten. Seni tanıyordum, nefret ediyorum falan.Söyleyebilecek fazla bir şey kalmamış. Bu arada üstteki arkadaş haklı. O saatte koyulur mu ya. Kartozları uymuyor mu? Sonraki bölümü de fazla arayı uzatmadan yaz. Atıf'ı da heyecanla bekliyoruz. Mavi kalemine sağlık mavi kartozu. Ay lav yu ♡

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı şekilde belirtmek isterim ki ilham perileri insanlardan korktukları için gece yarısında geliyorlar.
      Soru anlamı taşıyan fakat soru cümlesi olmayan her şeyin cevabı bir sonraki bölümde burada, o da önümüzdeki cumartesi oluyor. Arayı uzatırsam ayıp olur artık.
      Ay lav yu tu Delicim, tenk yu so maç.

      Sil
  3. Yine cok guzel bi bölümdü..sabirsizlikla yeni bolumu bekliyoruz ^-^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederimm. Yeni bölümün ilk yarısını ekledim. :)

      Sil
  4. Demir Süleymanın oğlu çıkarsa Türk filmivari olurdu derken Atıfın oğlu çıktı iyi mi :D "Düşünsene..Türk filmi gibi..." cümlesini görünce de kahkaha attım:D iyi ki güncelken değil bütün bölümler bittikten sonra keşfetmiş her hafta bekleyemezdim xd kalemine sağlık authornim!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşte bu yüzden beğenmemenden korkmuştum ama sanırım korkularım boşa çıktı. Çok teşekkür ederim ^^

      Sil