Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

31 Mart 2014 Pazartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #19

6 Mayıs 2013
Demir'le konuştuktan sonra geçen saatleri hatırlamaya çalıştığım zaman odasında yere oturmuş geri kalan hayatıyla ne yapacağını düşünüp duran kendimi görüyorum. Bana gerçekleri söylerken ağlamıştım, ama onun dışında hiç gözyaşı dökmedim. Sadece pencerenin pervazında ileri geri koşuşturup duran, dışarı çıkmak için çabalayan kanadı kırık sineği izleyerek hayatımdan dışarı nasıl çıkabilirim diye düşündüm. Sinek sağlam kanadını titreterek öldüğünde güneş çoktan doğmuştu ve ben de dışarı çıkamadığım hayatımı düşünürken çıldırarak ölmek üzereydim.
Ellerimi daralan göğsüme bastırıp düzgün nefesler almaya çalıştım. Sinir krizi geçirmek için gerçekten uygun bir zaman değildi. Okula gitmem gerekiyordu.
Evet, okula gidecektim. Biliyordum, herkes benden bahsediyordu orada. Gözlerinde çoktan fahişe olmuştum. Hele bir de Demir'in Atıf Bey'in oğlu olduğunu biliyorlarsa eğlenceyi o zaman görmeliydiniz. Biliyordum, gitmemeliydim. Üstelik tüm bunlar olurken elini tutabileceğim biri de kalmamıştı. Demir bile bunu yaptıysa Ufuk'tan şüphelenmek zor olmayacaktı. Yine de gidecektim. Çünkü sineklerin ancak ölüsünün çıktığı bu evde tıkılıp Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne hazırlanmak istemiyordum.
Zaten yalnız olmayı da özlemiştim. Merak etmeyin, kulağa korkunç geldiğinin farkındayım, yine de umurumda değil.
Kulağa asıl korkunç gelen okul bahçesinin kapısında bekleyen çocukların yanından geçerken bana söyledikleri şeydi. Bir gece için ne kadar istediğimi sordular. Böyle şeyler bekliyordum tabii, ama bekliyor olmak bir şeyleri değiştirmiyor. Rayların üstüne yatıp trenin sizi öldürmesini beklemek gibi bir şeydi, her şekilde acı çekerek ölüyordunuz. Tüylerimin diken diken olduğunu belli etmemeye çalışarak kafamı önüme eğip yürümeye devam ettim.
Okulun koridorlarında yürümek tam bir işkenceydi. Yine de sınıfta olmak kadar olamazdı. Sınıftaki herkesi tanıyordum, Gökçe'ye olan gereksiz öfkem dışına kimseyle bir sorunum da olmamıştı ama şimdi açık hedeftim. Birlikte güldüğüm, eğlendiğim insanlar şimdi bana gülüyorlardı.
En kötüsü de Demir'in orada olmasıydı. Kafasını duvara yaslamış, kapüşonlusunu örtüp gözlerinin üstüne kadar çekmiş uyukluyordu. Başka birinin yanına gidip oturmayı düşündüm. Ne yazık ki içinde bulunduğumuz durumda yanına oturduğum zaman bana iğrenmiş gözlerle bakmayacak tek insan Demir'di. Belki yanında oturmak bana acı verecekti, ama kesinlikle çok sessiz olacaktı.
Usulca yanındaki yerime kurulduğumda zil çaldı, Demir uykusundan sıçrayarak uyandı. İlk yaptığı şey her zamanki gibi eliyle ağzını silmekti. Salyası akmazdı, yine de bunu alışkanlık edinmişti. Lanet olsun ki en anlamsız alışkanlıklarını bilecek kadar çok izlemiştim onu. Kendime sinirlenerek gözlerimi çevirdim. O da bana bir kez baktıktan sonra aynı şeyi yaptı.
Ders sırasında yüzlerce cümlede ismimi duymuş, bana bakan bir sürü gözle karşılaşmıştım. Benim tek yapabildiğimse elimdeki kalemi kağıdın üstünde aşağı yukarı kaydırmaktı. Tıpkı o sabah penceremin pervazında ölen sinek gibi.
Hala bir planımın olmadığı gerçeği beni ciddi anlamda çıldırtacaktı. Anneme son olanları söylememiş olmam da cabasıydı.
Birden Demir'le tanıştığımdan beri olan şeyleri hep en son annemin öğrendiğini fark ettim. Aklıma yıllar önce yayınlanan dizi geldi. Biliyor olmalısınız, adı "En Son Babalar Duyar"dı. O an kafamdan iki şey geçti: Annemin o dizideki her şeyi en son duyan babalardan biri olduğu ve benim o baba karakterlerinin yerine koyacak bir babam olmadığı.
Gözlerim anında yaşardı, ama zavallı annemi o dizide düşünmek o kadar komik geldi ki kendimi tutamayıp güldüm. Bütün başlar anında bana döndü. Laf söylemek için fırsat kolluyorlardı zaten, bir de çıkmış yaşlı gözlerle gülüyordum. Çok utanmaz biriydim. Öyleydim, değil mi?
Bakışlardan kaçmak için uğraşırken Ufuk'la göz göze geldik. Bana "İyi misin?" diye sordu. İyi olmadığımı biliyordu ve ben iyiyim demek istemiyordum.
Sessizce yerimden kalkıp öğretmene doğru yürüdüm. Hiçbir söylemeden ne demek istediğimi anladı, kafasını sallayıp dışarı çıkabileceğimi belirtti. Kapıyı kapatır kapatmaz koridorda deli gibi koşturmaya başladım. İlk adımlarımda lavaboya gittiğimi düşünmüştüm, sonra lavabonun yerini unuttuğumu fark ettim. Dakikalarca koştum, okuldaki her koridorda.
En son girdiğim yer öğretmenler odasının olduğu koridordu. Buradan daha hızlı geçmem gerektiğini düşündüm, kimsenin radarına takılmadan. Bacaklarımı zorladım, gerçekten çok hızlı koşuyordum. Öğretmenler odasından çıkan upuzun boylu adamı göremedim bu yüzden.
Yüzümün her karesini sıkı karnına bastırarak ona çarptım. Yumuşak bir cümleyle söylediğime bakmayın, çok sert bir çarpışmaydı. Gerçi çekilmeye çalıştığımda başımın döndüğünü hissettim. Muhtemelen vücudum dalga dansı yapar gibi sallanıyordu.
Adam uzun ve sıcak kollarını vücudumun etrafına dolamasaydı yere yığılıp kalabilirdim.
"İyi misin?" diye sordu telaşlı bir sesle. Yüzüme bakabilmek için kafasını eğmişti, dudaklarının arasından insanın içini ısıtan sesiyle birlikte yumuşak bir kahve kokusu yayılıyordu. Yüzünü göremiyordum çünkü görüşüm bulanıklaşmıştı. Hayır, ağlamıyordum. Ağlamayı kesmiştim sınıftan çıkarken. Ciddi anlamda bayılmak üzereydim sanırım.
"Pek... İyi sayılmam," diye mırıldandım.
"Ayakta durabilecek misin?"
"Siz... Öğretmen misiniz?" Gözlerimi kırpıştırarak onu görmeye çalışıyordum, ama olmuyordu.
"Değilim. Hadi gel bakalım." Hiç zorlanmadan tek hamlede beni kucağına aldı ve öğretmenler odasına doğru yürümeye başladı. "Mustafa!" diye bağırdı kapıdan girerken. "Yardım et."
Etrafımda insanların toplandığını fark ettim, siluetlerini görüyordum. Mustafa Hoca'nın telaşlı sesi duyuldu. Beni bir yere oturttular. Birisi bileklerimi ovmaya başladı.
"Neyin var küçükhanım?" dedi nefesi kahve kokan adam, sesini tanımıştım. Bulanık görmekten bıktığım için gözlerimi kapattım.
"Yorgunum," diye mırıldandım. "Sadece yorgunum." Mustafa Hoca'nın müdür yardımcısına seslendiğini duydum. "Hocam," diye atladım. "Eve gitmek istemiyorum, izin yazdırmanıza gerek yok." Derin bir sessizlik oluştu. İstemsizce gözlerimi açtığımda artık düzgün görebiliyordum. O bakışları görmek istemezdim gerçi... Şimdi muhtelen ailemden kötü muamele gördüğümü düşünüyorlardı. "Eve gidersem annem endişelenir," dedim sapasağlam bir sesle. Bu doğruydu.
Nefesi kahve kokan adam konuştu: "O halde derslere girmesin Mustafa. Sen yine de yazdır izni." Kafamı yavaşça çevirip yüzüne baktım. Gözleri ela rengindeydi, güven veriyorlardı.
"Derslere girebilirim. Sadece koşuyordum, birden size çarpınca başım döndü o kadar." Mustafa Hoca'yla birbirlerine baktılar. İnanmadıkları belliydi. "Çok sert çarptım. Sizin de canınızı yakmış olmalıyım, özür dilerim."
Adamın dudaklarına acı bir gülümseme yerleşti: "İnsanların bana çarpmasına alışığım, sorun değil." Ne demek istediğini anlamamıştım, sormak istedim ama haddim olmadığını düşündüm.
"Siz kimsiniz?"
Mustafa Hoca yanımda oturan adamın omzuna elini koyup gülümsedi: "Liseden arkadaşım. Tanışın."
Ürkek bir tavırla elimi uzattım. "Ben İpek," diye mırıldandım.
Adam kocaman bir gülümsemeyle "Osman Efe," diye karşılık verdi. "Memnun oldum."
"İpek çok iyi bir öğrencimdir," dedi Mustafa Hoca.
Neden bu gereksiz tanışmayı yaptığımızı anlamasam da birkaç dakika kafamı dağıttıkları için minnettardım. Başım artık dönmüyordu, sınıfa gidebilirdim. Dikkatlice yerimden kalktım.
"Derse dönsem iyi olur," dedim. "İlgilendiğiniz için teşekkür ederim."
Hiçbir şey söylemelerine müsade etmeden çıkıp gittim. Sınıfa döndüğümde gülümsüyordum, hiçbir şey olmamış gibi. Demir de dahil olmak üzere kimse bundan memnun değil gibiydi.

Gün boyunca ağır hakaretlere, korkutucu bakışlara maruz kalmanın yanı sıra sürekli Mustafa Hoca'nın arkadaşıyla göz göze geldim. Su almak için kantine giderken, yüz ifademi düzeltmek için lavaboya koşarken, ya da Ufuk benimle konuşmaya çalışırken... Her an gözü benim üstümdeydi. Endişeyle bakıyordu.
Ufuk Zeynep'in doldurmalarına kanmadan yanıma gelmişti, evet. Benimle gülümseyerek konuşmuştu. Ufacık bir an için de olsa ondan şüphelenebildiğim için pişman etti beni. Hala yanımdaydı. Ona Demir'in yaptıklarını anlatmak yerine sadece ayrıldığımızı söyledim ve tabii ki o buna inanamadı. İşler bu raddeye geldiğinde normal bir şekilde ayrılmak bir balık uçarken ona bir uçağın çarpmasıyla eş değerdi, yani saçmalıktı. Ama bunda ısrar edince kabullenmek zorunda kaldı.
Bunun dışında beni erkeklerin laf atmalarından korumaya çalıştı. İş kızlara geldiğinde geri çekiliyordu, çünkü kızlarla kavga etmekten gerçekten çok korkuyordu.
Korumam olduğu için mutluydum.
Yine de eve giderken bana eşlik edemeyeceği de bir gerçekti. Tamamen savunmasız bir şekile metroya yürüyordum.
Böyle şeylerin yalnızca filmlerde olduğunu düşünebilirsiniz, ama adınız çıktığı zaman bazı uçkuruna düşkün insanlar gerçekten sizden bir şeyler bekliyorlar. Ne kadar korkutucu olduklarını tahmin edemezsiniz.
Bu yüzden arkamdan biri bana seslendiğinde bacaklarımın titremeye başladığını hissettim. Korkak bir tavırla dönüp baktım.
Sabah kapıdan girerken bir gece için ne kadar istediğimi soran çocuklardan biriydi. Yüzündeki salak gülüşle bana yaklaştı. Yakalarımdan tutup beni kendine çekmeye, öpmeye çalıştı.
Aklımdan geçen tek şey artık beni kimsenin kurtaramayacağıydı. Belki bunu bahane ederek kendimi öldürebilirdim, değil mi?
Ama yine de kurtulmayı denemeliydim. Yakın çevrede kimsenin olmadığına emindim, buna rağmen çığlık atmaya başladım. Tüm gücümle onu ittiriyor, gerçi çekilmeye çalışıyordum. En sonunda aramıza biraz boşluk koyabildiğimde titreyen bacağımı kıvırdım ve kasıklarına güçsüz de olsa bir tekme attım.
Geri çekilirken acı içinde bağırdı: "Demir'le oynaşırken iyiydi. Özel orospuluğunu yapıyorsun galiba o piçin."
Bir an sonra yanımdan bir siluet geçti ve çocuğa saldırdı.

***
Mustafa'yla verdiğimiz savaştan sonra İpek denen kızın peşinden gitmeye karar vermiştik. Sabahtan beri onu izliyordum ve davranışlarının normal olmadığını söylemek zor değildi. Açıkçası onun için endişelenmiştim. Mustafa'nın da endişelendiğini biliyordum ama o her zaman dişilerin anlaşılmaz sorunları olduğunu düşünürdü, bu yüzden kızın üstüne gitmek istemedi. Bir psikolog olarak tam aksini önerme hakkına sahiptim sanırım.
Çıkış zili çaldığında İpek ortadan kaybolmuştu. O minik vücutla nasıl bu kadar hızlı hareket edebiliyordu, şaşırmıştım. Mustafa'ya bunu söylediğimde "O boyunla herkesi küçük görme," dedi. Ben de ağzımın payını alarak koltuğa yaslandım.
Kızı bulmak zor olmadı, metroyla gittiğini biliyorduk ve bu kadar acele ediyorsa kısa yolları kullanmak isteyecekti. Çok fazla seçeneği yoktu. Sadece onun girdiği dar, ıssız sokağa arabayı sokmak için baya uğraş vermek zorunda kaldık o kadar.
Araba durduğunda kız yere diz çökmüş ağlıyor, dehşet içinde bağırıyordu. Biraz önünde yerde yuvarlanan iki çocuk vardı, kıyasıya kavga ediyorlardı.
Hiç düşünmeden arabadan indim.
"Ne oluyor orada?!" diye bağıran sesim kızın yardım çığlıklarına karışmıştı. Çocuklardan biri benim sesimi duyduğunda durdu. Ama diğeri onun altında debelenmeye devam ediyordu. Mustafa onlara doğru koştu, ne kadar hızlı olursa olsun beni duyunca duran çocuğu yakalamasına imkan yoktu. Çünkü Mustafa arabadan çıkarken çocuk kaçmaya başlamıştı bile.
Diğer çocuk toza, kana bulanmış kıyafetlerinin içinde yerde kıvranıyordu. Canı çok yanıyor olmalıydı. Korumacı öğretmeni yere eğilip yüzünü görmeye çalıştı.
Ben de İpek'e yöneldim. Kolumu omzuna dolayıp onu çektim. Engel olmaya çalıştı. "Bırakın beni," dedi. "Bırakın lütfen. Demir'e bakmam lazım."
"Öğretmenin ilgileniyor, gel hadi."
"Demir!" diye bağırdı. "Hocam Demir iyi mi?" Koyu yeşil gözlerinde belirgin bir korku vardı. Koluma yaslanıp diğer yöne gitmeye çalışıyordu. Mustafa cevap vermeyince çılgınca tepinmeye başladı. "Hocam. Hocam n'olur bir şey söyleyin."
"Mustafa cevap versene," dedim sinirle.
"Korkma İpek," diye karşılık verdi Mustafa. Çocuğu kaldırmaya çalışıyordu. "Arabaya binin ben de Demir'i getireyim."
"Ne dediğini duydun, hadi gel." Son bir kez kızı sertçe çekip arabaya sürükledim. Bir süre direnmeye devam ettiyse de en sonunda pes etti. Bana yaslandı, kendisini yürütmeme izin verdi.
Onu arka koltuğa oturttuktan sonra Mustafa'nın çocuğu onun yanına oturtmasına yardım ettim. Birkaç saniye sonra çocuk kaydı, kafası kızın kucağına düştü. İpek titreyen eliyle yavaşça çocuğun terli saçlarını okşadı.
Mustafa bizi yakınlardaki bir hastanenin acil servisine götürdü. Aslında durum o kadar da acil değildi, çünkü çocuk kız onun saçlarını okşarken uyanmıştı. O an kızın elini çekişini kafasını başka tarafa çevirişini görmeniz gerekirdi, ikisi arasındaki kötü durumu anlayabilmek için.
Çocuk acil servise yürüyerek girdi. Yanında Mustafa, onların arkasında ben ve benim arkamda İpek. Ağlamak üzere olduğun için saklanan, Demir'e her fırsatta endişeli bakışlar atan sevimli İpek. Mustafa doktor arkadaşı Günay'la konuşurken dinlemiyormuş gibi yapıp aslında tüm konuşmayı ezberleyen İpek. Demir, Mustafa ve doktor pansuman odasına girip kapıyı kapattığında hayal kırıklığına uğramamış gibi yapmaya çalışan İpek.
En sonunda dayanmaktan vazgeçip duvarın dibine oturup dizlerini karnına çekerek ağlayan İpek.
Beni gerçekten endişelendiren İpek.
Yanına oturup sessizce beklemeye başladım. Bu bana hayatımın çok eski bir sahnesini hatırlatsa da anıların beni ele geçirmesine izin vermedim. Kafamı yana eğip "İyi misin İpek?" diye fısıldadım. İnsanlar neden bu soruyu sorarlar bilmiyorum ve neden bu soruyu sevmediklerini söylerler. Aslında herkesin bu soruya ihtiyacı vardır. Bu soruyu aslında 'iyi olmanı istiyorum. iyiyim diyene kadar yanında duracağım' demektir. Hayır derseniz birinin sizin için endişelendiğini, evet derseniz sevindiğini görürsünüz. Bu soru güzeldir, gerçekten.
Ama İpek, evet ya da hayır demeyi tercih etmedi. Sustu, umursamadı. İlgisini çeken ben değildim çünkü. Benim sorumdan hemen sonra pansuman odasından bağıran Demir'di.
Kafasını hızla kaldırıp kapıya baktı.
"Doktor amca yavaş ama ya," diye bağırıyordu Demir. "Ayırıyor musun, dikiyor musun belli değil."
"Ulan koskoca adam oldun Demir, hala doktor amca diyorsun," diye azarladı onu Mustafa.
"Doktor Bey mi diyeyim, çok resmi hocam. Aah, yavaş ya." Doktor Günay Bey'in yüksek sesli gülüşünü duydum.
"Demir sıkmasana elimi, çocuk musun sen ya," dedi Mustafa. "Elimi morarttın sıkma diyorum."
"Hocam canım acıyor."
"Benim de canımı acıtmana gerek yok."
"Aaaah! Doktor amca yapma, biraz açık kalsın kaşım hava alır, of."
"Demir sus Allah aşkına iki dakika. Görüyor musun Günay, nelerle uğraşıyorum."
Dikkatle İpek'in yüzüne baktım. Bu komik diyalog onun canını yakmış gibiydi. Kaşlarını çatmıştı, gözyaşları şiddetlenmişti.
"İyi değilim," diye mırıldandı, soruyu sorduğumu bile unutmak üzereyken. "Çünkü Demir'in canı acıyor. Ama yanında olamam."
"Neden?"
Gözlerimin içine baktı. Bakışlarıyla 'nasıl anlamazsın' dedi. "Beni yanında istemiyor."
Bunun basit bir yakışıklı çocuk, yapışkan kız olayı olmadığının farkındaydım. Yine de üstelemek istemedim. Büyük bir yara olduğu belliydi, kaşırsam çok can yakardı.
Pansuman odasından çıktıklarında Mustafa Demir ve İpek'e arabaya gitmelerini söyledi, kızdan yürümesi için çocuğa yardım etmesini istedi. Bilerek yapmadığından emindim, muhtemelen beni Günay'la tanıştırmak istiyordu. Ama güzel bir fırsat olmuştu, dönüp ikisine baktım.
Birbirlerine baktıkları an gözlerindeki ifade dolu doluydu. Bunu size nasıl anlatabilirim bilmiyorum. İnsanların bakışlarını dikkatlice incelerseniz görürsünüz ki sevgiyle bakan gözler basit birer organdan çok daha farklıdır.
Bu bakıştan sonra Demir'in teklifi kabul edeceğini sanmıştım ama yanılmışım. Anında arkasını dönüp "Ben kendim giderim," diyerek yürümeye başladı. İpek 'işte böyle' der gibi bana baktıktan sonra peşinden gitti.
İkisini yalnız bırakmakla ilgili endişelerim olmasına rağmen arabaya girdiğimizde onları sakince otururken bulduk. Biri sağ camdan, biri sol camdan dışarıda çok ilginç bir şey oluyormuş gibi bakıyordu.
Mustafa sakince arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Ortamdaki sessizlik ürkütücüydü.
Sorumluluk sahibi öğretmen sahte bir kızgınlıkla "Neyin kavgasıydı o?" diye sordu. Koltuğumda yan dönüp çocuklara baktım. İkisi de soruya verilecek cevabı düşünüyorlardı.
Bir süre sonra İpek cevarp vermek için ağzını açtı: "Hiçbi-"
Ama Demir onun lafını hızla böldü. Zehir gibi bir sesle "Gurur kavgasıydı," dedi. "Birileri yüzünden adımız çıktı da."
İpek duydukları karşısında şok olmuş gibiydi. Nefes alışlarının hızlandığını gördüm, elleri yumruk haline geldi. Sonra ışık hızında hareket ederek Demir'in saçını yakaladı, geriye doğru çekti.
Bunun Demir'in canını çok yaktığından emindim, kaşında dikiş vardı ve tek yarası da bu değildi. Ayrıca saç çekmek canı çok acıttığı için kadınların ilk önce oraya saldırdıklarını okumuştum. Gerçi İpek sadece bununla yetinmedi. Karnına sert bir yumruk da vurdu. Sonra yüzünü yüzüne yaklaştırıp "Kimin adı kimin yüzünden çıkmış!" diye bağırdı. "Ağzını topla!"
"Çek elini İpek," dedi net bir sesle çocuk. Aslında ses tonu kulağa yumuşak geliyordu, ama aklım buna inanmayı reddediyordu.
"Adı çıkmışmış. Umurumda bile değil senin adın!"
"Elini çek."
"Sen de benden uzak dur o zaman. Habire dayak yiyorsun, neden hep suçlusu benim!"
"Çek dedim şu elini!" diye bağırdı Demir. Mustafa sakinleştirmek için ona seslendi ama o umursamadı. "Sana bir şey söyleyen mi oldu lan! Her şeyi üstüne alıyorsun."
"Her şeyi üstüme alıyorsam konuşma o zaman. Kapat çeneni!"
"Önce sen kapat!"
"İkinizde çenenizi kapatın," diye girdim araya yüksek bir sesle. "Hemen, şimdi. Susun." İpek bana baktı. Güvence istiyor gibiydi, susarsam onu azarlar mısın der gibi. Elbette, onaylamadım.
Yine de saçını bıraktı. Bırakmadan önce son bir kez güçlü bir şekilde asıldı tabii ki.
"Siz kimsiniz?" diye sordu Demir sinirle.
"Osman Efe Taş," diye gülümsedim. "Mustafa'nın liseden arkadaşıyım."
"Peki niye buradasınız Osman Bey?"
"Osman Efe," diye düzeltip ekledim: "Sanırım kavga etmenizi önlemek için."
Mustafa araya girdi. "Birbirinize girmeden önce evini tarif et İpek."
Sessizce İpek'in evine giden yola girdik. Kız sürekli direktifler vererek doğru yöne gittiğimizden emin oluyordu. Demir'in yolları ezberlemek istercesine dışarıya bakıyor olması dikkatimden kaçmadı.
"Üçüncü soldan döndüğünüzde benim evim hocam," diye mırıldandı İpek en son. Demir kafasını kaldırıp üçüncü sola baktı. Sonra ne gördü bilmiyorum, ama heyecanla kıza döndü. Göz göze geldiler. Konuşmalarını beklemiştim, yapmadılar. Demir sanki 'ah neyse, artık beni ilgilendirmez' der gibi tekrar yola bakmaya başladı. Bakışmaları minicik bir an sürmüştü.
İpek bir şeyler olduğunu sezip üçüncü sola bakmak için kafasını kaldırdı. Sonra birden bağırdı: "Hayır hocam! Durun durun!" Sesi çok telaşlı çıkıyordu, Mustafa korkuyla frene asıldı.
"Ne oldu?"
"Yanlış söyledim. Hemen şu soldan. Ama siz girmeyin sokağa ben burada ineyim." İkimiz şaşkınca ona bakarken Demir ilerlemediğimiz halde yola bakmaya devam ediyordu. İpek kapıyı kapatmadan son kez içeri bir bakış attı, istediği şeyi o zaman alabildi. Demir'den endişeli bir bakış.
Günler sonra Mustafa'yla onlar hakkında konuştuğumuzda aslında ikisinin çok iyi anlaştığını, Mustafa'nın hayatında gördüğü en uyumlu çift olduklarını öğrendim. İşte o son bakış bunu kanıtlar nitelikteydi.
İpek'in inip söylediği yere değil de üçüncü sola ilerlediğini yalnızca Demir ve ben gördük. Orada onu bekleyen iki son model arabayla jilet gibi takımlar giymiş adamlar vardı.
Ne döndüğünü bilmiyordum, ama Demir'in gözlerindeki korkunun basit bir sebebi olmadığı kesindi.





Mavi-not: Bunu doldurma bölüm olarak kabul etmenizi öneriyorum ve özür dilerimi de kabul etmelisiniz tabii ki. Geçen bölüm çok fazla tık aldı, çok teşekkür ederim. umarım misafir anlatıcımızı sevmişsinizdir. Yorumlara ihtiyacım olduğunu unutmayın. Teşekkürleer! :)

6 yorum:

  1. kartozu.
    sen var ya.
    EN MAVİSİNDEN BİR ŞEREFSİZSİN!
    NE CÜRETLE HEM OSMAN EFE'Yİ HEM GÜNAY'I BURAYA GETİRİR VE İKİSİNİ DE İNANILMAZ ÖTESİ SEMPATİK YAPARSIN?
    HADİ GÜNAY'I GEÇTİM; OSMAN EFE?! ALLAHINDAN BULASIN KARTOZU!
    o kadar heyecanlıyım ki ne kadar muhteşem yazdığın üzerine uzun bir yorum yapamayacağım. ama öyleydi, haberin olsun. okurken durup durup çığlık attım. doldurma moldurma, bayıldım ben. bir sonraki bölüme de güzel bir açık kapı hazırlamışsın. ne diyeyim (allah belanı versin'den başka), kalemine kuvvet. demirpek'imize iyi bak kartozu, acısını çıkarırız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ehe.. Ehehe... Ehehehehe...
      Yaaa çok mutlu oldum. Beddualarını görmezden geleceğim. Bu yorum evin içinde deli gibi koşturmama sebep olacak, bundan emin olabilirsin.
      Çok teşekkür ederim. Bir dahaki bölümde de en mavisinden bir şerefsiz olarak görevimi yerine getireceğim. :P

      Sil
  2. Aaa inanmıyorum Osman Efe geldi. Osman Efe Taş galp. Günay'ı çok sevmem ama onun da gideri vardı neyse. Ahh Osman Efe'ye çok sevindim. Cidden çok özlemişim. Senin en sevdiğim karakterin olduğunu söylemiş miydim? Evet Demir senden daha çok seviyorum çatla da patla. Öyle büyük olayların olduğu bir bölüm değildi ama kamon beybi Osman Efe var yaa. Ayrıca Demir'in İpek'i sevdiği açıkça görülüyor işte. Tabi hala mallık yapıyor o ayrı. Ufuk'u da unutmayalım efferin ona hehehe. Bu arada sevgili Adsız eğer okuyorsan kartozu önceki yorumun için çok mutlu oldu ve senin kim olduğun konusunda meraktan çatlıyor. Geçen hafta sürekli senden bahsetti :D Mavi mavi kartozu kalemine sağlık. Osman Efe'ye çoook sevindim YEY ^.^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Heey, Osman Efe aşıkları. :D
      Osman Efe hepimiz için en sevilen karakterim. :P Bu bölümün bir kısmını rüyamda gördüğümü söylemeden edemeyeceğim Delicim.
      Ve beni sevgili Adsız arkadaşımıza ispiyonladığın için de çok sağ ol. -.-
      Gerçi doğru söze ne denir, cidden öyle oldu.
      Teşekkür ederim Deliciiim. Çok teşekkürleer. :)

      Sil
  3. Meraba çooook güzel bir bölümdü ya cidden cok begendim en yakin zamanda yeni bölümü bekliyoruz lutfen coook bekletme ...bu arada cahilligimi mazur gorun bu bolumdeki karakterlerle ilgili baska bir hikayenmi var eger varsa linkini atarmisin veya nerde bulacagimi cidden cok merak ettim ...simdiden tesekkur ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet onlar iki farklı hikayenin birbirleriyle alakası olmayan karakterleriydi. Demir'e destek olmak için geldiler. Fakat ne yazık ki onları bulamazsın çünkü internet ortamında yoklar ve bulundurmayı da düşünmüyorum.
      Yorumun için çok teşekkür ederiiim. Yeni bölümü hızlıca yazmaya çalışacağım! ^^

      Sil