Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

20 Haziran 2017 Salı

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #5

Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

“Taekwoon.”
“Buyur beyim.”
“Babanı özlemiyor musun hiç?”
Delikanlı efendisine baktı göz ucuyla. Ufak bir kütüğe oturmuş, başlığını çıkarıp kucağına koymuş önlerinde yanan ateşe bakıyordu. Sanki ateşte tuhaf şeyler oluyormuş, küçük insanlar dans ediyormuş ya da ejderhalar oynaşıyormuş gibi merakla izliyordu. Taekwoon böyle zamanlarda onu bir çocuğa benzetir ve hiç haddi olmasa da ona karşı büyük bir şefkat duyardı.
“Özlüyorum,” dedi dürüstçe. “Annemi, ablalarımı da çok özlüyorum.”
“Peki, neden hiç anlatmıyorsun bana onları?”
Ne denirdi ki? Bu bebek kalpli yaşlı adama, ailesine zarar verenlerin onun gibi insanlar olduğunu nasıl söyleyebilirdi? Elindeki çubukla ateşin dibindeki közleri karıştırdı.
“Büyük ablamın bebeği vardı,” diye mırıldandı en sonunda.
“Dayıydın demek? Bizim Taekwoon’umuz dayıymış bir de.” Delikanlı cevap vermedi. Dayı… Bu kelimeyi duymayalı uzun zaman olmuştu. Aslında bir daha duymak da istemiyordu. Kendine hâkim olamayıp derin bir iç çekti. Omzunda efendisinin yumuşak elini hissedince irkildi. “Taekwoon,” diyordu güler yüzlü adam. “İçinde bana karşı bir dargınlık var mı?”
“Size darılmak ne haddime beyim,” diye cevap verdi aceleyle.
“Bana darılman değil beni üzen, bana yalan söylemen.” Birlikte derin bir sessizliğin içine düştüler. Sırtından soğuk terler aktığını hissetti. Harıl harıl yanan o ateş aniden sönmüş gibi üşüdü. “Ben sana güveniyorum. Hayır, güvenmek istiyorum. Lakin biliyorum ki senin yalnızca bana değil, sana güvenmeye ihtiyacı olan hemen herkese bir dargınlığın vardır. Hepimiz seni bize iten o insanlara benziyoruz çünkü.” Âlim Cha elini yaverinin omzundan çekti. Dirseklerini dizlerine, çenesini avuçlarına yaslayıp dudaklarını büzdü. “Senin bana güvenebildiğini hissetsem bu yoldaki korkularım azalırdı, hem de fazlasıyla. Bunun için uğraşıyordum. Artık vaktim kalmadı Taekwoon. Senden içindeki tüm şüpheleri yok etmeni ve bana güvenmeni istiyorum. Koşulsuz şartsız… Ki ben de, biz de sana güvenebilelim.”
Delikanlı gülmek istedi. Efendisi henüz idrak edememişti belli ki, lakin o biliyordu. Kendisine böyle; sanki kralmış gibi, sanki bu işteki en önemli insan oymuş gibi davranmaları yalnızca göstermelikti. Gün geldiğinde cenazesini bile almak istemeyecekler, belki öldükten sonra adını bile anmayacaklardı. Belki efendisi birkaç gece uyumadan önce düşünürdü onu. Gerisi ismini bile bilmeyecekti.
Yine de bir gayesi yoktu Taekwoon’un. Ölse de fark etmezdi. Biraz gururuna dokunuyordu işte, biraz da çocuk yerine konulmak onu üzüyordu.
“Güvenin beyim,” dedi. “Sizin için kendimi feda etmekten korkmam.”
“Bunu istemiyorum. Benim için öl, demiyorum.”
“Nasıl emrederseniz beyim.”
Âlim Efendi ayaklandı. Şapkasını başına geçirdi. Yeninden biraz para çıkarıp yaverine verdi. “Pazarda bir efendiye kaptırmışsın başlığını diye duydum. Yüzünü örtmeyi sevdiğini biliyorum. Bununla yeni bir tane alırsın kendine.”
Taekwoon başını eğip omzunu sıvazlayan efendisine selam verdi. Âlim Cha dans eder gibi sakin ancak ritimli adımlarla uzaklaşırken yaverinin duyabileceği bir sesle şöyle söyledi: “Aileni korkmadan anlatacağın o gün çabuk gelir umarım.”
***
Âlim Kim birkaç günün sonunda birliğe yaklaşacak bilgiyi ve cesareti toplayabilmişti. O gün çok az öğle yemeği yemiş, sürekli kitap okuyormuş gibi yapmıştı. Mektep temizliği zamanı gelince kararlı bir şekilde ayağa kalktı ve diğer âlim kardeşlerle şakalaşan Ha Sungwoon’a yaklaştı. Bizimki henüz bilmiyordu, lakin bu genç adam birliğin “karanlık” toplantısında Âlim Cha’nın sözlerini tamamlayan kişiydi.
Wonsik, arkadaşının belinden sarkan norigeyi eline aldı. Olabildiğince doğal bir sesle “Pek güzelmiş,” dedi. Yuvarlak, kırmızı tahtanın üzerine kazınmış çiçek şeklini ezberleyiverdi.
“Beğendin mi?” diye gülümsedi Âlim Ha. “Sadakatimizin simgesidir.”
“Kime sadıksınız peki?” Bu soru istediği kadar sakin bir şekilde çıkmamıştı ağzından. Gergin bir sessizliğe sebep oldu. Norigeyi elinden bırakmak zorunda kaldı.
“Halka sadığız ve halkı hor görmeyenlere.” Ha Sungwoon konuştuğu kişinin Veliaht Prens’in yakın bir dostu olduğunu biliyordu. Bilgi almak için kendisine yaklaşıyor olma ihtimali vardı, lakin bu aklı başında kardeşinin de kendilerine katılmasını çok isterdi. Hem böylece birliğin planlarına katkı sağlayacak bir şeylerin başlangıcı olurdu bu.
Kolunu Âlim Kim’in omzuna attı ve onu iç odaya götürdü.
***
Taekwoon efendisinin verdiği harçlıkla yelekten kalan parayı birleştirmişti. Pazardan kendine güzel bir başlık, hatta belki bir de ayna almalıydı.
Yakında tüm birlikle tanışacak ve çoğu zaman yakın korumalık yapması gerekecekti. Aynadan vazgeçip bir çift pabuç alsa daha iyi olabilirdi aslında. Ayağındakiler eskimişti, koşarken biraz acıtıyordu. Ona kalsa çıplak ayak bile koşardı, lakin efendisine layık bir yaver olmalıydı. Kölelerin bile efendilerine göre sınıflandırılması ne kadar komikti.
Pazardaki çocuklara birer şeker ısmarladıktan sonra tezgâhları dolaşmaya başladı. Arada bir gecenin bir yarısı adamlardan kaçan o Küçük Hanım’ı düşündüğünü inkâr edemezdi. Ona daha çok şey sormuş olmayı dilerdi. Yalnızca adını biliyordu, yüreğini avutmaya yetmiyordu bu. O gece onu evine bıraksaydı belki, arada bir yeniden görebilirdi parıldayan gözlerini.
Birden dişlerini sıktı. Ne saçmalıyordu böyle? Bir gecede efendi zannetmeye başlamıştı kendini. O hanımefendi kim olduğunu bilseydi, ona dokunmaya cüret ettiği için yüz kırbaç vurdururdu. Hayır, belki ölene kadar dövdürürdü. Aklını başına toplamalıydı.
Gözleri saz başlıkların yan tezgâhına dizilmiş boncuklu başlıklara takıldı. Başlıklar bile, insanlar gibi ayrılıyordu işte böyle. Eline kırmızı boncuklu bir başlık alıp inceledi. Siyah yeleğinin üstüne nasıl da güzel olurdu.
Ne olduğunu anlayamadan satıcıyla pazarlığa girişmişti. Bir sikke eksik kalıyordu, lakin almakta kararlıydı. Hiç giymeyecek olsa bile ne fark ederdi? Aklı burada kalacağına, başlık odasında kalırdı daha iyiydi. Bugünkü yemek parasını bile kaptırmış olmayı kafasına takmak yerine, saçlarını hızlıca toplayıp başlığı taktı.
Acaba handaki teyzenin aynası var mıydı? Ondan bir geceliğine ödünç almalıydı.
“Bu kızlar nereye koşuyorlar böyle?”
“Vekil Efendi’nin kızı, Küçük Hanım Doyeon’u sıkıştırmış diye duydum hanımım. Herkes izlemeye gidiyor.”
Taekwoon içinin bir anda patladığını fark ettirmemek için ağır ağır dönüp baktı. Pazarın ötesinde, ağaçların arasında ufak bir topluluk vardı. Kulak kabarttı. Evden pek nadir çıkan Vekil Efendi’nin kızı Yeona’nın tok sesini hemen tanıdı. Başlığı yüzünü örtsün diye hafifçe başını eğerek ilerlemeye başladı.
“Aldığın şeyi geri ver.”
“Ben bir şey almadım Yeona.” Konuşmalar ‘sıkıştırma’ sahnesinden çok ‘yolda karşılaşma’ sahnesinden geliyor gibiydi.
Kızların biraz gerisinde durup izlemeye başladı. Neyse ki boyu oradaki herkesten uzundu, yaklaşmadan da görebiliyordu.
“Dalga geçiyor bir de. Bir şey almayan insan gecenin bir vakti topuklarını kıçına vura vura neden kaçar anlamıyorum.” Delikanlı şaşırdı. Kibarlığıyla ünlü olan genç bir hanımefendi pazarcılar gibi küfür ediyordu. Dinleyen kızların hiçbiri şaşırmış görünmüyordu.
“Söyledim ya. Beni dövmekle tehdit ettin. Arkamdan gelen o kadar adam varken oturup beklese miydim yani?”
Vekil Efendi’nin kızı Doyeon Hanım’ın omzuna vurup onu yere ittirdi. İki hizmetçisi de kollarından yakaladılar.
“Kimin evinde hırsızlık yaptığını sanıyorsun sen?! Bir de utanmadan yalan söylüyorsun!”
“Ağzını topla! Ben hiçbir şey çalmadım!”
Yeona’nın tokadı kızcağızın suratında patladı. Elindeki iri taş yüzük yanağında bir çizik bırakmıştı. Doyeon’un gözleri doldu, öfkeyle dişlerini sıktı. Taekwoon o zaman anladı Küçük Hanım’ın kendini tuttuğunu. İstese karşısındakini bayıltana kadar dövüp arkasına bakmadan gidebilirdi. Lakin yapmıyordu.
“Babamın kulağına giderse bu tokatla kalmaz! Babamın kim olduğunu biliyorsun değil mi? Veliaht Prens’in dayısı! Ellerini bile kesebilirim senin!” Küçük Hanım susuyordu. Sakinleşmeye çalıştığı belliydi. “Ver çabuk! Nerede kâğıtlar!”
“O kâğıtlarda ne var ki bu kadar öfkeleniyorsun? Gizli aşk mektupların mı? Yoksa babanın kâğıtları mı onlar?”
İkinci tokat çok bekletmeden gelmişti. “Bu ne cüret!”
“Ben de onu diyorum. Bu ne cüret ki sizden hiçbir farkı olmayan bir hanımefendiyi karşınıza almış böyle muamele ediyorsunuz!”
Taekwoon kendini tutamayıp gülümsedi. Yeona öfkeden titrer hale gelmişti. “Kaltak!” diye bağırırken kızcağızın üstüne eğildi ve üst ceketini çekiştirmeye başladı. “Nerene soktun ha?! Söyle nerede kâğıtlar!”
Doyeon utançtan kıpkırmızı kesilince her şeye sessiz kalan genç hanımefendiler ve hizmetkârları da bağırıştılar. Lakin Vekil Efendi’nin kızı durmadı. Delikanlı bir anda kendini kalabalığı yarmış onlara doğru hızla ilerlerken buldu. Hizmetkârlardan birini ittirip kızı kolundan yakaladı ve aynı hızla karşı istikamete doğru onunla birlikte ilerlemeye başladı. Küçük Hanım ceketini toparlamaya çalışırken bir yandan ağlıyor, bir yandan da “Ben çalmadım!” diye bağırıyordu. “Yemin ederim ben yapmadım!”
Hanımefendiler onun sözlerini duymuyorlardı. Herkes eski püskü giysiler içindeki bu beyin nereden çıktığını düşünüyordu.
***
Vekil Efendi’nin evinde akşam gelecek misafirler için büyük bir ziyafet hazırlığı vardı. Hem karnı hem de cebi aç bir Ming elçisi mühimmatlardan evvel geliyordu ve onu doyurmak lazımdı.
“Hanım!” diye bağırdı mutfaktaki hizmetkârların arasında koşturan karısına. “Bak hele! Nereye kayboldu bizim kız?”
“Pazara ineceğim demişti, gelir şimdi.”
Böyle önemli bir günde, herkes koşuştururken eğlenmeye pazara giderken yanına utanmadan iki hizmetçi birden alan kızına söylenerek avluya yürüdü.
İşte tam şuraya atmışlardı en güvendiği yaverinin cesedini. Bir daha izin vermeyecekti böyle bir şey olmasına. Çok daha dikkatle yürüyecekti. Kimse yoluna çıkamazdı.
Kızı suratı beş karış dış kapıdan girdiğinde babasının yüzüne bile bakmadı, lakin dinliyordu. Avluyu geçip eve girene kadarki azarlamaların hiçbirinde kâğıt lafı geçmemişti. Yüreğine biraz da olsa su serpildi. Kimse fark etmeden o kâğıtları bulup yerine koyabilirdi.
O sırada ağaçtaki bir kuş onları izliyordu.
***
Küçük Hanım dereye varıncaya kadar efendinin kendisini sürüklemesine izin vermiş ve sessiz sessiz ağlamıştı. Yüzüne su çarparken gözyaşlarıyla birlikte birkaç dakika öncesini, yanağında kuruyup kalmış incecik kan izini, utancını ve öfkesini de silmiş gözüküyordu. Derenin kenarına çöküp gülümseyerek öylece suyu izledi.
“İyi misiniz?” diye sordu ona bakmaya utanan Taekwoon.
“İyiyim, beyim.” Doyeon’un sesi önünde usulca akan su gibi sakin ve duru çıkıyordu. Ağlamaktan yorgun düşmüş ciğerlerine derin bir nefes çekti.
“Geçen gece de o hanım yüzünden mi kaçıyordunuz?”
“Evet. Bana saldırmaya çalıştılar.” Delikanlı çekine çekine gözleri dalıp giden hanımefendinin yanına çöktü. “Babası sarayda çalışıyor diye önüne geleni ayağının altına alıp çiğneyebileceğini zannediyor.”
“Veliaht Prens’in kuzeni de değil mi aynı zamanda?”
Doyeon aniden siyah gözlerini Taekwoon’un gözlerine dikip kaşlarını çatarak baktı. Kılıç ustası bir an ne yapacağını şaşırdıysa da esmer yüzünü buruşturup çenesini hiddetle kaldırdığında hayran kalmadan edemedi. “Kuzeniyse ne olmuş yani? O evde o gece kaç kişi vardı siz biliyor musunuz? Başka biri de pekâlâ çalmış olabilirdi o kâğıtları. Ama beni seçti, öfkesini döküp saçmak için sadece. Sonuçta ikimiz de insanız. Böyle birbirimizi utandırmak niye?”
Delikanlı da kılıcını ayaklarının dibine bırakıp yüzünü yıkadı. “Neden tuttunuz kendinizi?”
“Efendim?”
“Dişlerinizi sıkıyordunuz. Başka bir şeyi bilmem, lakin kendini tutmaya çalışan güçlü bir insan gördüm mü tanırım.”
“Ben mi güçlüymüşüm?” Küçük Hanım gülerek şakaya vurmaya çalıştıysa da bunun için fazla yorgundu. “Haklısınız. Kendimi tuttum.”
“Peki neden?”
“Orasının sizi alakadar ettiğini pek zannetmiyorum.” Ne kadar da sevimliydi böyle. Taekwoon onunla inatlaşmak için can atıyordu. “Beyim, peki siz ne yapıyordunuz orada?”
“Ben… Ben pazarda dolaşıyordum da hanımefendilerin konuşmasını işittim. Yakından bakmak isteyince de sizi gördüm.” Doyeon utançla bakışlarını uzaklara çevirdi yine. “Beni epey şaşırttınız. Yumruklarınıza hâkim olmanıza rağmen dilinize pek hâkim olamadınız.” Genç hanımefendi başını eğip alnını dizlerine yasladı. Delikanlı onun kulaklarının kızardığını gördü. “Pek havalıydınız. Takdir ettim.”
Başını aniden kaldırınca örgüsünün ucundaki kırmızı kurdelesi omzuna düştü. “Gerçekten mi?”
“Evet.” Gülüşmeleri derenin şırıltısına karışırken Taekwoon, hanımefendinin gözünün hemen altındaki çiziğe bakıyordu.
“Lakin babam sizin kadar havalı bulmayacak beni. Bir ton azar işiteceğim.” Şimdi de dudaklarını büzmüştü. Yüz ifadesi nasıl böyle çabuk değişiyordu?
“Olanları ona her şeyiyle anlatırsanız, eminim o da benimle aynı fikirde olacaktır. Öyle olmasa bile siz bu defalık ona kulak asmayın. Çirkin şeyler yaşadınız bugün.”
Doyeon başını salladı. Karşı taraftaki ağaçlarda uçuşan kuşlara bakarak gülümsüyordu şimdi de. Taekwoon onun saçlarını okşamak istiyordu. Bir de şu kamelya kokusunu içine çekmek…
Kızcağız kuşlara, o da kızcağıza dalıp gitmişken bir süre geçti. Kız aniden kalkıp onu şaşırtmasaydı böyle saatlerce oturabilirdi.
Aceleyle kılıcını aldı yerden ve kalktı. Küçük Hanım’ın selamını aldı. “Teşekkür ederim beyim,” deyişindeki mahcubiyeti duymazdan gelip sakinliği dinledi. “Beni ikinci kez kurtardınız.”
“Kim olsa aynı şeyi yapardı.”
Aynı fikirde olmadığını göstermek için kaşlarını çattı Doyeon. “Hayır, kimse yapmıyor,” dedi. “Sizinle yeniden karşılaşmayı dilerim.” Sonra arkasına bakmadan köy yoluna düşüp hızla ilerlemeye başladı.
“Bekleyeceğim!” diye bağırdı Taekwoon. “Sizinle karşılaşmayı dört gözle bekleyeceğim.”

Küçük Hanım neşeyle omuzlarını salladı.


mavinot: Lütfen yorum yapmayı unutmayın! Eleştiriye ve cesarete hala ihityacım var. Yorum yapmak için giriş yapmak zorunda değilsiniz teşekkür ederim hepinizee~

4 yorum:

  1. İlk part Hakyeon ile Taekwoon arasında geçen o bölüm beni çok etkiledi . Önceki bölümlerde Hakyeon hep beni birazcık korkutmuştu ama bu bölümde sanki yaşlı ve üstündeki bütün bilgiler ona yük olan bir adam gördüm . Tek istediği güven olan bilmiyorum ilerde neler olacak ama o ilk bölümden çok etkilendim
    Bir de söylemeliyim ki Taekwoon'u çok güzel yansıtıyorsun hikayeye
    Doyeon ile daha çok yan yana gelmelerini bende dört gözle bekliyorum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumun için çok teşekkür ederim T_T Ben de olacakları senin gibi dört gözle bekliyorum ehehehe :') tekrar teşekkürler!

      Sil
  2. bromance için geldim ama taekwoon/doyeon için kalırım. umarım taekwoon'un da dilediği gibi inatlaşabildikleri bir sahne görebiliriz. shipleyeceğim hazırım
    geçen bölümde bahsi geçen sınav olayı bu bölümde birazcık daha açıklanır diye ummuştum, olmadı. neyse zaten buradayız bekliyoruz
    prensle ilgili daha çok şey öğrenmek için can atıyorum. çok güzel bir kişilik veriyorsun ona, okurken insanın içi sıcacık oluyor.
    böyle devam et mavi. ellerine sağlık, bir sonraki yorumda görüşürüz~

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum, bir dahaki bölümde her şey biraz daha oturacak diye umuyorum. Bakalım birlikte göreceğiz inşallah ^^ Tekrar teşekkür ederim, görüşmek üzere ~

      Sil