Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

5 Haziran 2017 Pazartesi

Mavi Kartozu'nun Kaleminden VIXX - Kırmızı Kamelya #2


Bu hikaye, VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.

Veliaht Prens ve arkadaşları iki genç adam birlikte pazara inmişlerdi. Efendi Lee Hongbin güzel hanımefendilere caka satarak, dimdik yürüyor; Âlim Kim Wonshik ise kitap dükkânlarına girip çıkıyor ve pazarcılarla sohbet ediyordu.
Üçü böyle kılık değiştirip halkın arasına karıştığında her zaman çok eğleniyorlardı. Veliaht Prens’in konutunda ya da sarayın bahçesinde asla bu rahatlığı yakalayamıyorlardı. Üstelik Prens Hazretleri, arkadaşlarının ağzından saygı ifadeleri olmaksızın kendi ismini duymayı pek bir seviyordu.
“Vekil Efendi’nin ziyafetinde olanları duydum,” dedi Hongbin elleri arkasında. Prens Sanghyuk huzursuzca elindeki yelpazeyi salladı.
“Tek kelime etmeme izin vermiyorlar. Ancak olan bitenin farkındayım.”
“Valideniz nasıllardı?” Sanghyuk, arkadaşlarını konutunda bırakarak Kraliçe’yi ziyarete gitmişti. Annesinin yaşaran gözlerini görmek onu ziyadesiyle üzmüş, içindeki öfkeyi biraz daha kabartmıştı.
“Nasıl olsun? Ailesiyle kocası arasında kalan bir kadın nasıl olursa öyleydi işte.”
“Dayınızın sizi görmeye geleceğini tahmin ediyorum,” diyerek konuşmaya dâhil oldu Wonshik. “Sizi suçsuz olduğuna inandırmaya, kendi safına çekmeye çalışacaktır.”
“Cesaret edeceğini sanmam.”
“Başka çaresi yok. Böyle kolay vazgeçmeyecektir. Lakin siz de temkinli davranmalısınız. Kestirip atmak yerine valideniz gibi konuşmalısınız.”
 “Öyle yapmalıyım elbette.”
Çocuklar uzun boylu bir kılıç ustasının başına toplanmışlar, onun dağıttığı belli olan şekerleri dişlerken bir yandan da beş taş oynaşını izliyorlardı. Hongbin’in gözleri adamın başında dikilmiş, pelerinin altından hayranlıkla bakan genç bir kıza takıldı. Wonshik kılıcının kınındaki işlemelere kapılıp gitti. Prens Sanghyuk ise oyunu nasıl bu kadar ustaca oynayabileceğine şaşkınlıkla bakıyordu. Hiç konuşmadan kalabalığa yaklaştılar.
“Şu güzelliğe bak,” dedi Âlim Kim kılıca doğru eğilirken.
“Ben de onu diyecektim,” dedi Efendi Lee bıyık altından gülümseyerek. Prens Hazretleri ise sessizliğini koruyordu. Tek yaptığı kaşları çatık, yelpazesini eline vurmaktı.
Hafif tombulca bir çocuk “kılıççı abisine” tezahürat etmeye başlayınca pazar halkı ufaktan toplaştı. Kılıç ustası kalabalığın büyüdüğünü görünce, eli bitirip başlığına uzandı. Artık gitme vakti gelmişti. Çocuklar eteklerine yapıştı, pazarcılar fısıldaşıp bu delikanlının ismini sordu birbirlerine. O, uzun eliyle tombul çocuğun başını okşayıp gülümsedi ve kalabalığı yarmak için ilerledi.
Göğsüne birdenbire bir yelpaze dayanınca ne yapacağını şaşırdı. Önce kılıcını çekip çekmemek konusunda kararsız kaldı, lakin yelpazenin sahibi olan genç efendiyi görünce vazgeçti. Başını eğip selam verdi.
“Öyle hemen çekip gitmek olur mu?”
“Bağışlayın beyim, pazarcıların işine mani oluyorum.”
“Nereden öğrendin böyle oynamayı?”
“Ufakken kardeşlerimle oynardım.”
Kendi kardeşlerini görmeye arkasında bir orduyla gitmesi gereken Prens, bakışlarını kaçırdı. Bu oyunu saray beyleriyle oynayarak öğrenmişti.
“Benimle de bir el oynayıver.”
“Ne haddime beyim,” dedi Taekwoon.
“Ne haddiymiş canım? Alt tarafı bir çocuk oyunu oynayacağız.” Omuzlarını dikleştirip şöyle bir etrafına baktı. “Korktun mu yoksa?” Kalabalıktan tuhaf tuhaf sesler yükseldi.
Kılıç ustası efendilere ilişilmemesi gerektiğini, bu yaşına kadar zorlu yollardan öğrenmişti. Öğrenemediği şey rekabetten kaçınmaktı. Hele böyle çocukça oyunlar söz konusu oldu mu, kimse onu durduramazdı.
Az önce başına geçirdiği başlığı, kınının kenarıyla ittirdi. “Madem istiyorsunuz… Oynayalım o vakit. Lakin Küçük Bey, kazandığım takdirde bana bir şey vermelisiniz.”
“Amma çakalmışsın,” diye güldü Hongbin.
“Ne istersen,” dedi Prens. “Dile benden ne dilersen…” Kalabalık heyecanla alkış tuttu.
“Küçük Bey kazanırsa sen ne vereceksin?” diye sordu Wonshik. “İddia dediğin tek taraflı olmaz, değil mi?”
Taekwoon duraksadı. Tüm mal varlığı kılıcıydı, canını alsalar dahi onu vermezdi. Ondan başka öne sürebileceği hiçbir şeyi de yoktu. Veliaht Prens zaten halkından bir şeyler almayı hiç istemiyordu, ancak oyunu kuralına göre oynaması gerektiğinin de farkındaydı. Kılıç ustasından ses çıkmadığını görünce uzatmamak için yelpazesiyle başlığını işaret etti.
“Şunu ver bana. Başka bir şey istemem.”
Oyuna oturduklarında kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes heyecanla bu iki gencin oynayışını izliyordu. İkisi de şekilden şekle girerek uzunca bir süre oynadılar. Hata yapmıyorlardı. Oyun uzadıkça kalabalık da büyüyordu.
İki delikanlı da öfkelenmeye başladılar. Buna rağmen dikkatleri biraz bile dağılmadı. Çocuklar iki abinin böylesine şevkle devam edişine şaşırıyorlardı.
Vaktin geçtiğini hisseden Veliaht Prens kafasını kaldırıp rakibinin alev alev yanan gözlerine baktı. Bu hata sımsıkı tutunduğu oyuna mal oldu. Taşlardan biri parmaklarından kayıp yere düşünce etraftakiler üzüntüyle bağrıştılar.
Taekwoon yarı mahcup, yarı neşeli bir tavırla eğilerek karşısındakine selam verdi. Küçük Bey bozulduğunu belli etmemek için çaba gösterse de yelpazesini eline vuruşu her şeyi açık ediyordu.
“Pek maharetliymişsin,” dedi. “Pekâlâ, söyle bakalım dileğin nedir?”
 Kılıç ustası ağzını açmaya korkuyordu. İleri gidip gitmeyeceğinden emin değildi. Tombul çocuğun kocaman gülümsemesini görünce kendini tutmaktan vazgeçti.
“Uygun düşüp düşmeyeceğini bile bilmez bu kulunuz, lakin genç efendilerin o parlak yeleklerinden bir tane giymek isterim. Şu ömrümde bir daha ne vakit sizin gibi cömert bir efendiyle karşılaşırım bilmem. Eğer dileğimle haddimi aştıysam, ne olur bağışlayın.”
“Öyle bir şeyi nerede giyeceksin ki?” diye sordu Hongbin. “Kılıç dövüşü yaparken pek kullanışlı olmaz.”
“Dövüşte değil beyim. Kulluğunu yaptığım efendi, mühim bir ziyarette kendisine eşlik etmemi istedi. Efendisine layık bir yaver olmak isterim yalnızca.”
Prens Sanghyuk öksürdü. “Tamam, o vakit.” Yeninden bir avuç sikke çıkarıp rakibine uzattı. “Bu parayı al. Şu köşedeki terziye Âlim Kim Wonshik’in adını ver de sana istediğin kumaştan bir yelek diksinler.”
Taekwoon büyük bir minnetle eğilerek parayı aldı. “Minnettarım. Lütfunuz ölçülemez beyim.”
“Haydi, dağılın artık.” Kalabalık içlerinden birinin böyle büyük bir armağan kazanmış olmasına sevinerek sessizce işlerine döndü.
Efendi Lee delikanlıya uzanıp omzuna dokundu. “Olur da bir daha karşılaşırsak kılıcını çekmeyi unutma. Şöyle güzel bir maç edelim seninle.”
“Peki beyim.”
“Dostumun da sana bir yelek diktiresi var herhalde,” diye güldü Prens. Taekwoon’un aklı başka yerdeydi.
“Beyim,” dedi. “İzin verirseniz, başlığımı size armağan etmek isterim. Sizinkinin yanında buna armağan bile denemez, biliyorum. Ancak ben de yaman bir rakibin hakkını vermek isterim. Gözlerinizi kaldırmasaydınız, kaybetmeyecektiniz.”
“Gözlerimi kaldırışım kötü bir rakip olduğumu göstermez mi?”
“Kötü bir rakip sırtımdan ter akıtacak denli hırsla oynamazdı.”
Sanghyuk arkadaşlarına bakıp ne yapması gerektiğini düşündü. Wonshik, başıyla kılıç ustasının uzattığı başlığı işaret ederek alması gerektiğini belli etti.
Birkaç dakika sonra Taekwoon terzide siyah, parlak bir kumaş seçiyordu. Genç efendilerse Prens’in başına geçirdiği tozlu başlığa bakıp gülüşüyorlardı.
***
Âlim Cha yanında güçlükle ayakta duran sarhoş adamın göğsüne hafifçe dirsek attı.
“Benim oğlanlara bak hele,” diye güldü. “Pek de iyi anlaştılar.” Adam zar zor kafasını sallayarak, pek de anlamadığı bu sözleri onayladı.


mavinot: Bloga yorum yapmak için giriş yapmanıza falan gerek yok. Anonim olarak da yorum bırakabiliyorsunuz, o yüzden lütfen yorumlarınızı esirgemeyin. Gerçekten çok endişeliyim T_T


11 yorum:

  1. 1-endişelenme mavim. sen yeni şeyler denerken sessizce izliyoruz o kadar. çıtımız çıkmasa bile buradayız. yalnız değilsin!
    2-bromance mi o
    3-elin saray entrikasına bile yatkın ya, helal olsun. hoş, biz bu gençleri pazarda domates ararken de, çayırda piknik yaparken de yazsan seve seve okurduk.
    4-diyaloglar, olaylar çok yalın, çok doğal, çok güzel. ellerine sağlık!
    devamını sabırsızlıkla bekliyoruz mavim. kalemine kuvvet!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1. teşekkür ederim!
      2. evet galiba ahaha
      3. utandırıyorsun beni
      4. teşekkür ederim teşekkür ederim T_T

      Sil
  2. Tarihi kurguları pek sevmem aslına bakarsan. Ancak hikaye beni içine çekti. Gerisini merakla bekliyorum,kalemine sağlık :')

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahh seni çekebildiysem ne mutlu! Umarım ilerleyen bölümlerde de böyle hissedersin. Teşekkür ederim :')

      Sil
  3. Yazımın gerçekten çok güzel ve okudukça okuyasım gelen bir tarzda~ İleriki bölümlerde ne olacak çok merak ediyorum, bizi çok bekletme mavi~

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, beğenmene sevindim! Bekletmeyeceğim :')

      Sil
  4. Hikayenin akışı çok doğal konusu da çok güzel. Bunun dışında karakterler çocuklarla çok iyi örtüşmüş. Özellikle Taekwoon un mahcup ama neşeli gülümsemesi zihnimde öyle hoş canlandı ki aynı şekilde Hakyeon'un a pardon alim Cha'nın son sahnedeki tavrı da öyle:) Ellerine ve emeğine sağlık. Seni ve hikayelerini seviyorum ^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim ablam! Beni çok mutlu ettin. Ben de seni seviyorum ^^

      Sil
  5. Bence endişelenmene hiç gerek yok . Yine yüzümde gülümsemeyle okudum bu bölümüde. Hele Taekwoon'un çocuklarla olan sahnesinde . Çocukların bu güzel özelliklerine tarihe böyle güzel yansıtman çok güzel ♡

    Şimdi koşarak gidip üçüncü bölümü okuyacağım :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmene çok sevindiim! Teşekkür ederim ^^

      Sil
  6. Bunları ben nasıl olur da anca şimdi okurum. Çok geç kalmış gibiyim şu an..
    Gerçekten hep bir sırıtmayla okudum. Rollerin uyumu tam oturmuş ve özgün, akıcı yazma tarzın hoşuma gitti. Çok beğendiğim yazma tarzınla, sevdiğim bu tarz eski zamanlara bir de çocukları ekleyince tadından yenmez olmuş. Parmaklarına sağlık ♡♡♡

    YanıtlaSil