Bu hikaye VIXX'in altı güzel üyesinden ilham alınarak kurgulanmıştır.
Güneş, sarayın ok meydanının tepesinde parlıyordu.
Heybetli omuzlarıyla, uzun kollarını germiş ok talimi yapan Veliaht Prens’in
arkasında hizmetkârlardan oluşan bir kalabalık, hedeflerin yanında durup sonucu
ileten askerin sözlerine göre ya alkış tutuyor ya da sessizce bekliyordu.
Prens’in attığı her ok hedefin tam ortasına saplanıyordu.
Kâhyanın neşeli naraları bile gülümsetmiyordu gerçi onu. Kaşları çatık,
yalnızca ileriye bakıyordu. Yüzünü kim görse saray erkânının bugünkü
toplantısını düşündüğünü anlardı. Dün gece de yatağında dönüp durmaktan başka
bir şey yapmamıştı.
Dayısı Wonshik’in söylediği gibi onu ziyarete geldiğinde
Ming’den gelecek mühimmatla ilgili bir şeyler gevelemişti. İçi içini yiyordu.
Bir hizmetkâr meydana “Prens Hazretleri! Prens
Hazretleri!” diye koşarak girdiğinde, yayı kollarını titretecek kadar uzun
süredir gergin tuttuğunu fark edip ağır ağır bıraktı.
Sesindeki öfkeyi gizleyemeden “Ne var?” dedi.
Zavallı adam korkusundan neredeyse yerlere kadar eğildi.
“Majesteleri… Ming’den gelecek mühimmatla alakadar olma görevi dayınız Vekil
Min’e verilmiş.”
Korktuğu başına gelmişti. Az önce bıraktığı oku yeniden
alıp yayı sakince gerdi. Öfkeden gözü dönmüş halde nişan aldı. Hedefi haberi
getiren hizmetkârdı.
Etrafındakiler biçare kulunu bağışlaması için yalvarmaya
başladılar, adam da çaresizce dizlerinin üstüne çöküp ağlamaya.
Ok, onun başlığının hemen üstünden geçip arkasındaki
ağacın gövdesine saplandı. Veliaht Prens’in omuzları uyuşmuştu.
***
“Majesteleri!” diye haykırdı Âlim Cha. “Böyle alelacele
gidip de ne yapmayı düşünüyorsunuz?!” Genç prens hocasının sözlerini duymak
istemiyordu. Öfkeden iri elleri titriyor, gözleri kararıyordu. Yerin kulağını
bile fark edemiyordu.
“Böyle oturup da ne yapacağım?!” diye kükredi. “Bu
adamların tek istediği bu değil mi zaten?! Veliaht Prens sussun, otursun! Elime
koluma ip bağlamış, kukla gibi oynatıyorlar beni diyorum size!”
Âlim Efendi korkmuyordu, lakin korkmuş gözükmesi
gerektiğini biliyordu. Daha fazla ayakta duramıyormuş gibi oturdu. Alelade bir
kul gibi, Prens’in önünde yere kapandı. “Dinleyin Majesteleri!” dedi. “Bu sizin
sınavınız!”
Hocasının sözleri Prens Sanghyuk’u olduğu yere mıhladı.
Az önce öfkeyle arkasını döndüğü adama doğru çevirdi başını ağır ağır. O an
dışarıda bekleşen gölgeleri gördü, fısıldaşmaları duydu ve yerin kulağını
hatırladı. Bu, onu sakinleştireceğine biraz daha öfkelendirdi, ayağının
dibindeki masayı tekmeleyecek kadar.
“Ne saçmalıyorsun sen!”
“Cüretimi bağışlayın, lakin biliyorum Prens Hazretleri.
Bu sadık kulunuz, Kral’ı tanıyor.” Karşısındakini heyecanlandırmak için bilerek
tane tane konuşuyordu. “Başta düşündüğümüz gibi, dayınız Vekil Bey’e yahut
anneniz Kraliçe Hazretleri’ne değil; bizzat size gönderilmiş bir sınav sorusu
bu.”
“Doğru dürüst anlat!”
Cha Hakyeon başını yerden kaldırıp öğrencisinin titreyen
ellerine baktı. “Kral Hazretleri size güvenip güvenemeyeceğini öğrenmek
istiyor. Dayınıza destek verecek misiniz diye gözlüyor. Sonuçta siz… Veliaht
Prens’siniz.”
‘Veliaht’ kelimesi, zamanı ve mekânı bıçak gibi kesmişti.
Duyulan tek ses genç prensin gürültülü nefesleriydi. Âlim Efendi beceriksizce
alt üst olan masayı toplamaya girişti.
“Yani ne yapmamı istiyor benden?” diye fısıldadı ona
bakarken Prens Sanghyuk.
“Aciz kulunuz bu sorunun yanıtını nereden bilebilir ki?”
Güldü Prens. “Aciz mi?” Ağır ağır topladığı masaya hafif
bir tekme daha vurdu. “Sen mi? Sen acizsin öyle mi?”
“Majesteleri…”
“Üç nesil yetiştirmiş olan Âlim Efendi mi bunu söyleyen?
Neydi? İnsan her şeyi düşünebilir, lakin her şeyi dillendirmemelidir.”
“Bağışlayın…”
Uzun parmaklarıyla ihtiyarın yakasına yapıştırıp onu
ayağa kaldırdı. “Sen öğrettin bunu bana. Şimdi gelmiş… Her düşündüğünü önümde
utanmadan söylüyorsun öyle mi? Bu ne cüret?!”
“Bağışlayın Prens Hazretleri. Yalvarırım bağışlayın.” Cha
Hakyeon’un gözleri yaşarmıştı. Ancak bunun boğazını sıkıştıran el yüzünden mi,
yoksa korkudan mı olduğu anlaşılmıyordu.
Güçlü kollarıyla hocasını şöyle bir silkeleyip
fırlatıverdi Prens. Adam hemen toparlanıp yeniden yere kapandı, af diliyordu.
Dışarıda korkuyla bekleşen gölgelere “bu aciz adamı” alıp
götürmeleri emredildi. Döşemelere yumuşak elleriyle tutunmaya çalışan Âlim Cha,
kapıdan çıkarıldığı an ayağa kalkıp dimdik yürüyerek Prens’in konutundan
ayrıldı.
***
Taekwoon ipek yeleğini teslim almaya gideceği günün
tamamını Vekil Efendi’nin evinin etrafında geçirmişti. Efendisi “bundan sonraki
hareketlerinin çok önemli olduğunu” söylemişti. Lakin harekete geçmeye izni
yoktu, yalnızca izleyebiliyordu.
Bu yüzden küçük hizmetçi kız eteklerine takılıp bulaşık
suyunu mutfağın ortasına döktüğü için dayak yediğinde de izlemekle yetinmek
zorunda kalmıştı. İçeri dalmamak için kendini zor tutmuştu, aklını o mutfağın
bir köşesinde bırakıvermişti.
Bu aralar dikkati fazla dağılıyordu. Kendisi de
farkındaydı. Siyah gözleri sık sık boşluğa dalıyor, elinin altındaki kılıcı
böyle zamanlarda hissedemez oluyordu. Bu yüzden bazen… Korkuyordu. En çok da
efendisinin sesini tanıyamadığı zamanlarda…
Bunların üstüne düştükçe daha kötü oluyordu. Düşünmeden
yaşamalıydı. Bunca yıldır yaptığı gibi, kafasını yormadan hareket etmeliydi.
Nasılsa o yalnızca bir emir kuluydu.
Çatlağın sorumlusu başkası olsa bile bütün yıkıntıyı
üstüne alması gereken bir emir kulu…
Birden burnuna tatlı bir koku çarptı. Çiçek kokusuydu bu.
Hatta… Şakayık mıydı ne? Çok kısa bir an için gözlerini kapattı ve ciğerlerini
doldurdu. Hoşuna gitmişti. Sol kulağının arkasındaki derin sızıyı da
hafifletmiş gibiydi.
Gözlerini açtığında kendisi de anlamadan başını eğmiş
olduğunu fark etti. Perçemlerinin altından yanından geçen hanımefendinin kurdelesini
gördü. Nedense kokunun o kurdeleden geldiğini düşündü. Vekil Efendi’nin
kapısına doğru ilerlemekte olan hanımefendiye doğru istemsizce elini uzattı.
“Taekwoon!” Yerinde sıçradı. Efendisi olmasa da tanıdığı
bir sesti bu da.
Âlim Jang Sangshin bir emir getirmiş olmalıydı. “Buyurun
beyim,” diye cevap verdi usulca. Önünde ilerleyen hanımefendinin bu konuşmayı
işitmeyeceğini umuyordu. Adımlarını hızlandırıp onu geçmeyi düşündü.
Lakin Küçük Hanım kapıdan girerken dönüp bakmıştı işte.
Kendi yüzünü göstermişti ama hızlı yürüdüğü için delikanlının yüzünü göremedi.
Taekwoon şaşırdı. Gözlerini kocaman açışını ve telaşla kafasını çevirişini tam
önünde durduğu Âlim Efendi fark etti.
“Kimdi o?”
“Bilmiyorum, efendim. Vekil Efendi’nin kızının
arkadaşlarından olmalı.”
Efendinin huzursuzlukla kasılışını görmezden gelmeye
çalışıyordu. “Âlim Cha gidip yemek yemeni söyledi. Karanlık çökünce
dönecekmişsin.”
“Burayı kim-”
“Başkasını ayarlamış. Ben de bilmiyorum.”
“Peki, beyim.”
Alim, başını eğmiş kendisinin gitmesini bekleyen kılıç
ustasının kulağına doğru eğildi. “Sadece işimizi yapalım,” diye fısıldadı ve
herhangi bir tepki vermesine izin vermeden arkasını dönüp uzaklaştı.
Taekwoon yemek yemeden önce bu rahatsızlık verici durumun
etkisinden çıkabilmek için ipek yeleğini almaya gitti. Yeleği terzide denemek
istememişti, yalnız başına heyecanını bastırmadan giymek istiyordu ilk önce.
Bohçayı sımsıkı tutarak hızlı adımlarla hana yürüdü.
Önüne koyulan yemekleri büyük bir iştahla yerken hanın
sahibi kadın onu hayret dolu bir tebessümle izledi. Bir kâse pilav daha isteyip
istemediğini sorarken de başını okşadı ve kendini tutamadan sordu: “İyi bir şey
mi oldu? Güzel bir haber mi aldın yoksa?”
Delikanlı ağzı dolu olmasına rağmen kocaman gülümsemekten
alamadı kendini. “Yemek çok güzel olmuş,” dedi.
“Bol bol ye evladım.”
Efendisi Veliaht Prens’le tanışması konusunda o günden
sonra başka bir şey söylememişti. Ama bizimkinin bunu kafasına taktığı yoktu.
Doğru zaman gelince elbet buluşacaklarına inanıyordu. Bir güzel dayak yemeyi,
hatta boynunu vurdurmayı bile göze alarak o ipek yeleği diktirmişti ya işte…
Tanışmak zorundalardı artık. Başka çare yoktu.
Kendini Prens’e beğendirmeliydi. Sadık bir kul olduğunu
kanıtlamalıydı. Hem böylece belki sarayda… Hayır, Âlim Cha’yı bırakmayı
düşünemezdi. Sonuçta karnını doyuran oydu. Onu kurtaran da…
Bohçasını alıp hanın odalarından birine girdi. Büyük bir
dikkatle hareket ediyordu. Kumaş yumuşacıktı. Daha önce hiç böyle bir şey
dokunmamıştı tenine. Kalbi küt küt atarak kollarını geçirdi, yakasını düzeltti.
Tam üstüne göre olmuştu, terzi işinin ehli olmalıydı.
Kendisini uzaktan görebilseydi, inanamazdı. Uzun ince
vücudu, ışıltılı ve yumuşak siyah ipeğin içinde hem heybetli hem de bir kuş
kadar zarif gözüküyordu. Saçlarını toplayıp, bir de o boncuklu başlıklardan
taksaydı pazarda caka satarak dolaşan o genç efendilerden hiçbir farkı
kalmazdı. Yaptığından biraz da utanarak alnını saran çaputu çözdü ve
parmaklarını uzun saçlarından geçirip taradı. Sanki ani bir hareket yapsa yelek
yırtılacakmış gibi davranıyordu. Ağır ağır topladı saçlarını, çaputla bağladı.
Keşke bir aynası olsaydı şimdi… Belki de yelekten artan parayla bir tane
almalıydı.
Kapıyı aralayıp dışarı baktı. O sarhoş adamı arıyordu.
İtiraf edemese de birinden biraz iltifat duymak isterdi. Ne yazık ki, adam
orada değildi.
Kafasını içeri sokup kapıyı kapattı ve efendiler gibi
yayılarak oturdu yere. Sonra tekrar ayağa kalkıp onlar gibi ellerini arkasında
birleştirdi, olmayan göbeğini çıkarmaya çalışarak birkaç adım attı. İşte, tıpkı
bir Küçük Bey olmuştu.
Yeleğinin etekleri buruşmasın diye düzelttikten sonra
uzandı. Yattığı yerden arka kapıyı açtı ve ağaçların arasından gözüken turuncu
gökyüzünü izlemeye başladı.
Kendini tüy gibi hafif ama aynı zamanda çok güçlü
hissediyordu. Şimdi uykuya dalsa bir daha uyanmak istemezdi.
Hayallerin içinde bir tavşan gibi zıplayarak geçirdiği
zamanın çok fazla olduğunu gökte parlayan yıldızları fark edince anladı.
Telaşla kılıcını kaptığı gibi dışarı fırladı. Hanın sahibi koşarak geçen
delikanlıya fal taşı gibi açılmış gözlerle bakıyordu.
Taekwoon yolu yarılayana kadar yeleğin hala üstünde
olduğunu görememişti. Bir kez daha hata yapmıştı ve hatası ona bu önemli
ayrıntıyı dahi unutturmuştu. Geri dönecek vakti yoktu. Oraya gidince bir hal
çaresine bakardı.
Eve yaklaştıkça yavaşladı, dikkat çekmemeliydi. Nefesini
kontrol altına almaya çalıştı. Lakin hızlı nefeslerinin arasına bir koku
karışmıştı. Etrafına baktı, kimseleri göremedi. Hayal ediyor olamazdı.
Ayak sesleri duydu, hafif ama hızlı. Nefesini tutup iyice
dinledi. Çok yakındaydı. Başını çevirip arkasına baktı. Ancak Küçük Hanım ondan
daha hızlıydı. Taekwoon’un sırtına çarpmıştı. Gözlerinde yaşlar vardı.
Korkuyla başını eğdi. “Bağışlayın beyim,” dedi.
Delikanlı bir an için aklını kaçırdığını sandı. Kamelya
kokuyordu. Hanımefendi yerinde duramıyordu. Sürekli arkasına bakıyor, bir
yandan da siyah yelekli efendiyi geçmeye çalışıyordu.
Ayak sesleri duyuluyordu. Bir sürü insan, muhtemelen bir
sürü erkek… Bu tarafa geliyorlardı.
Taekwoon emri hatırladı. Yalnızca izle, hiçbir şey yapma.
Lakin artık kendini tutabileceğini zannetmiyordu. Küçük
Hanım’ın koluna dokunup onu karanlık bir sokağa çekme cüretinde bulundu. Bir
kolunu ona siper ederek evlerin arasında koşan kalabalık grubu izledi. Hepsi
gittikten sonra da biraz beklediler.
Tamamen sessizlik çökünce Küçük Hanım dizlerinin üstüne
çöküp içli içli ağlamaya başladı. “Teşekkür ederim beyim,” diyordu. “Hayatımı
kurtardınız.”
Kılıç ustası, efendilerden olmadığını söyleyemedi.
mavinot: Yorum yapmak için giriş yapmanıza gerek yok. Lütfen yorumlarınızı esirgemeyin! Eleştiriye ve cesarete ihtiyacım var! Teşekkür ederim ^^
Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
YanıtlaSilYaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa
SilKarakterlerin duygularına girdim,hyukla bende sinirledim leoyla bende heyecanlandım.çok iyiydi.Kalbim nedense pat pat atıyor.Olaylar bu bölümden sonra başlıyor sanırım ama belki kende ortalıkta yok.Onun karakterini baya merak ediyorum kilit bir rolü olacak gibi.Ve hakyeonun aklından neler geçiyor?bu arada hyuk'un o öfkeli hali ellerinin titremesi falan hele hakyeonu yakasından tutması çok hoşuma gitti dediğim gibi baya baya hissettim öfkesini.Daldan dala atlıyorum şuan kafam karışık ama heyecanlandım,bir şeyler harekete geçti şuan bende.Ya birde leo'nun yelek hevesi ayy yerim be,düşünebiliyorum onu öyle.Kızda bey sandı onu iyi mi.neyse güzel bölümdü ellerine sağlık,bekliyor olucam
YanıtlaSilYorumunu okurken ben de heyecanlandım ay :D Seni etkileyebildiğime sevindim. Çok teşekkür ederim! Bir dahaki bölümde görüşmek üzere ehehehe ^^
SilBir heyecana kapıldım resmen bu bölümde
YanıtlaSilTaekwoon kıyafeti giyerken ve o hareketleri yaparken onu hayal etmek çok zevkliydi ve güzeldi . Gülümsetti . Ama Hakyeon'dan birazcık tırsmış olabilirim nedenni bilmesemde
Diğer bölümü sabırsızlıkla bekliyorum
Ehehehe beğenmene çok sevindim, seni etkileyebilmiş olmak güzel. Bir dahaki bölümde görüşürüz :D
Sil