Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

13 Ekim 2013 Pazar

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #2

11 Şubat 2013
Beni yakalayan adam tarafından gösterişsiz, sıradan bir arabaya bindirildim. Okula doğru gidiyorduk. Şans denen şey öyle değişkendi ki on beş dakika önceki hislerim bana şaka gibi geliyordu. Yakalanmayı bile geçmiştim artık, trafik vardı ve böyle giderse ilk günden geç kalacaktım.
Annemi arayıp kısa, basit cümlelerle beni merak etmemesini söyledim. Ses tonumdan beni yakaladıklarını anladı. Ama sesi endişeli gelmiyordu. Garip bir şekilde bu adamların beni rahatsız etmesi dışında koruduğunu düşünüyor gibiydi.
Tam ders saatinde okula çıkan bir sokağın başında adama durmasını söyledim. "Beni burada bırak. Daha ilk günden özel şoförü olan kız olmak istemiyorum." Araba durur durmaz çantamı yüklenip atlamak üzere kapıyı açtım.
"İpek Hanım," dedi dikkatimi çekmek için. Ona birkaç iğneleyici söz söylemeye can attığım için döndüm. Elinde pembe bir kurdeleyle bağlanmış bir mücevher kutusu tutuyordu. "Atıf Bey okulunuzun ilk günü için size bu hediyeyi gönderdi."
"Okula bir milyonuncu kez yeniden başlamak zorunda bırakıldığım için üzgün olduğumu ve kabul edemediğimi söyleyiver," dedim zehir gibi bir sesle.
Arabadan inip hızlı adımlarla okula yürümeye başladım. Aklım mücevher kutusunun üstündeki pembe kurdeledeydi. Atıf Kılıçağ'ın imzası...

2011 - Sonbahar
O adamın bana aşık olması komikti aslında. Yani gerçekten komikti çünkü ilk başta bunu şaka sanmıştım. Ofisine ilk gittiğimde renk vermişti gerçi, ama sonra çok güzel kıvırmıştı. Güzelce beni dinlemiş, geri vermek istediğim parayı almış, hatta bana ödediği burslar boşa gitmesin diye çok çalışmamı söyleyip ofisin kapısını kapatmadan önce bana el sallamıştı. Kibar bir adam olduğunu düşünmüştüm. O zamanlar düşüncelerime güvenirdim, ne safmışım.
Birkaç gün sonra okul sıramda oturan inanılmaz derecede büyük bir oyuncak ayı bulmuştum. Boynunda pembe bir kurdele vardı ve tek işaret de buydu. Ondan olduğu aklımın ucundan bile geçmedi. Sadece birinin beni mutlu etmek istediğini düşünüp eve kadar onu taşıdım.
Bir sonraki hediye bir hafta sonra geldi. Benzer bir şeydi, benim yaşımda kızların tav olacağı bir şey. Yine pembe kurdelesi vardı. Oyuncak ayıyı çok incelemiş ve gizli hayranım hakkında çok hayal kurmuş olarak bu işareti anında çakmıştım. İkinci hediyeyi kendi kendime kabul edişim çok coşkuluydu. Ondan sonra hediyeler belirsiz zaman aralıklarında gelmeye devam etti.
Sınıftaki, hatta okuldaki kızlar beni çok kıskanıyorlardı. Gizli hayranıma "pembe kurdele" adını takmışlardı ve o kişinin kim olabileceği üzerine derin araştırmalar yapıyorlardı. Delinin biri internet ortamında gizli aşığım için bir fan sayfası bile açmıştı.
Açıkçası ilgiden, kıskanç gözlerden memnundum. Hangi aptal memnun olmaz ki?
Bir süre sonra beni takip eden adamları fark etmeye başladım. Nereye gitsem gelen, değişik tiplerde, güvenilmez görünen insanlar. Otobüste boş yer olduğu halde oturmayan, okulun bahçesinde sigara içen, sabah apartmanın az aşağısındaki bir bankta uyuklayan bir sürü adam gördüm. Onlardan kaçmaya cesaret edemiyordum. Kaçarsam yakalayacak ve sonsuza kadar bırakmayacak gibilerdi. Bu yüzden ne zaman harekete geçeceklerini merak ederek her şeyi olduğu gibi bıraktım.
O sıralar hediyeler çapta küçülemeye, pahada büyümeye başlamıştı. Bu kez yanlarında ufak ufak notlar da beliriyordu.
Sebepsiz bir şekilde gizli aşığımdan usanmaya başladım. Şımarıkça değildi bu, yalnızca başta yapmam gereken şeyi yapıyordum: Tehlikeli olabileceğini kabul ediyordum.
Hediyeleri sınıfımdaki kızlar arasında bölüştürmeye başladım. Her gün başka birine atıyordum. Tek sakladığım notlardı, üstünde oturduğum dikenin sivri kalması için.
Bardağın taştığı gün Kasım ayının sonlarında bir gündü. Bu defaki hediye kafam kadar taşı olan bir yüzüktü. Yanındaki notsa o kadar utandırıcı ve edepsizdi ki kendimi çıldırıyormuş gibi hissettim. Kızların hiddetimden korkmuş bakışları arasında yüzüğü kaptığım gibi camdan attım. Not kağıdını da parçalayıp arkasından. Kendimi Tülin'in ihanetine uğramış Caner gibi hissediyordum. Her an çığlık çığlığa kafamda bir bardak parçalayabilirdim.
Sakinleşmek için çantamı okulda bırakıp kaçtım.
Gizli aşığımın kim olduğunu düşünmek istemiştim. Gerçeği keşfedemesem de kendime bir kurban seçip ona beddualar ederek rahatlamalıydım. Beni herkesin önünde rezil etmişti. Yeniden o aptal ve sessiz hayatıma dönmekten korkuyordum.
Evet, dediğim gibi o zamanlar saftım. İnsanlar hakkında hiçbir şey bilmezdim, bir şey hariç. Eğer kötü bir şey oluyorsa ve dışarıdan bakanlar yalnızca sizi tanıyorlarsa, kurbansanız bile suçlu olursunuz.
Kaçıp gittiğimde, neresi olduğunu bilmediğim sokaklarda yürürken bile duyabiliyordum arkamdan neler dediklerini. Kıskanılan kızdan, fahişeye ışık hızında geçiş yapmış olmalıydım.
O an ağlamak çok kolay geldi. Bir duvarın dibine çöküp höyküre höyküre ağladım. Bilirsiniz, ağlamak alkolle meslektaştır. Bir süre sonra ikisi de sizi sarhoş eder. Ben de sarhoş olmuştum. Ayağa kalksam yürüyemez, konuşmaya çalışsam dilimi döndüremezdim. Ya uyuyacaktım, ya da ayılmayı bekleyecektim. Bir polisin beni bulması için dua ederken gözlerim kapanıyordu, çenem köprücük kemiklerimin arasına değiyordu.
Güçlü bir el beni kollarımdan kavradı. Bir sonraki an sigara kokan birinin kucağındaydım. Çığlık atmak istedim, korkmuştum. Gözümün önüne bahçede sigara içen iki adam geliyordu. Beni kaçırıyor olmalıydılar, değil mi?!
Ağzımı açtım ama dudaklarımın arasından gelen ses şöyle dedi: "Sen kimsin?"
Sigara kokan adam bıkkın bir sesle "Korumanız," diye cevap verdi.
"Bırak beni."
"Eve gitmeniz daha iyi olur."
"Yalan söylüyorsun," diye güldüm alay edercesine.
"Ne?"
"Neden beni evime götürecekmişsin? Çocuk mu kandırıyorsun? Bırak beni!"
"Hayır," dedi net bir sesle.
"Bırak dedim!" Sarhoşluğu çok ağlamaktan ayıran ufak bir fark vardır. Çok ağlayan insanlar uzuvlarını hareket ettirmek istemezler, yani tembelleşirler. Ama sarhoşlar uzuvlarını düzgün hareket ettiremezler. O an bu ayrımı bir avantaja dönüştürdüm. Tamam, belki kafamı adamın omzundan kaldıramadım ve gözlerimi açamadım, ama elim tam olarak yanağına çarptı. Attığım tokat onu sersemletti, kolları çözülür gibi oldu.
Boğazımı patlatırcasına çığlık atarak sersemliğinden faydalandım. Kurtulmak üzere gibiydim. Yine de unuttuğum bir şey vardı, bahçede sigara içen "iki" adam vardı.
Diğer adamın bir parmağı vücudumda dolaştı. Sadece tek parmağı. Nereme dokundu bilmiyorum, ama bir saniye sonra bayılmıştım.
O günü ne zaman hatırlasam bayılmak yerine ölmem gerektiğini düşünüyorum. Gerçekten ölmem gerekirdi. Gözlerimi hiç açmamalıydım. Hiç.
Ne yazık ki bayılan insanlar eninde sonunda gözlerini açıyorlar. Kimisinin iyi şeyler gördüğüne eminim. Ama ben... Atıf Kılıçağ'ı gördüm. Başım dizlerinin üstündeydi ve o yüzümü ezberlemek istermiş gibi bana bakıyordu.
İlk başta beni kurtardığını falan düşündüm. Birkaç saniye sonra anlayabildim, malesef. Ondan kaçmaya çalıştım. Aklımda o edepsiz not yanıp sönüyordu. Çıldırmış gibi ağlayıp dövünürken o benden not için özür diledi. Yanlış yapıyordu, hayatımı mahvettiği için özür dilemeliydi.
Beni bırakması için yalvardım. Beni öldüreceğini ya da ırzıma geçeceğini sanmıştım. O bana sapına pembe kurdele bağlanmış kırmızı bir gül uzattı. Suyuna gitmezsem kötü olacağından endişe ederek titreyen parmaklarımla gülü tuttum. O anki halim görülmeye değerdi, çok komiktim.
Kapıyı açıp gidebileceğimi söylediğinde tökezleyerek yürümeye başladım. Bana gülümseyerek bakıyordu. Çıldıran bendim, o ise çoktan çıldırmış olduğu için bana bakıp eğleniyordu.
Eve geldiğimde pembe kurdeleli kırmızı gül hala elimdeydi. Parmaklarım onu sıkıca kavramıştı. Dikenler avcumu kanatıyordu.
Kapıyı açıp beni o halde gören annem korkudan ölecek gibiydi. Ona söylemek istedim. O gün olan bitenleri değil ama. Gelecekte olacakları. Hazırlıklı olmasını söylemek istedim. Ama yapamadım. Bunun yerine gidip gülü sakladım, elimi bir daha sürmeyeceğimi bilmeme rağmen.
Dikenleri kanla kaplı o gül hala bende.
Elimdeki yaralarsa çoktan iyileşti, ruhumda daha büyüklerini açarak.

11 Şubat 2013
Koşa koşa sınıfımın bulunduğu kata çıktığımda çoktan on dakika geç kalmıştım. Nefes nefese koridorda ilerledim. Gözlerim üstünde 10/E yazan tabelayı arıyordu. Ama... Onu buldu. Duvara yaslanmış, kollarını göğsünde çaprazlamış, kafasını önüne eğmişti. Saçları simsiyah, dalgalıydı. Yumuşacık gözüküyorlardı.
Ayak seslerimi duyunca kafasını kaldırıp bana baktı. Kahverengiydi gözleri. Beni gördüklerine sevinmiş gibi bakıyorlardı.
Uzun parmağını uzatıp karşısındaki kapıyı işaret etti ve şöyle söyledi: "Sen de mi geç kaldın?" 



Mavinot: Mükemmel olmadığını biliyorum, ama kimse bir şey söylemezse mükemmelleşmesi imkansızlaşır, haksız mıyım?
Mavinot2: Mavi bayramlar hepinizee!! ^^

6 yorum:

  1. İşte bunu bekliyordum sonunda. Yayınlamasaydın dilimden kurtulamazdın :D Bu Atıf ne manyak bir adam ya? Sapık mıdır nedir? Sonunda da meraktan çatlatmasan olmazdı zaten. Yine çok mavi olmuş. Ve bu sefer ilk yorumu ben yaptım. Yey,panda! Bu arada sana da mavi bayramlar. Bol bol eğlen,bize de bol bol yaz ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bol bol eğleniyorum ama bol bol yazamıyorum ne yazık ki. Teşekkür ederiiim. En birinci sensin Delii!! ^^

      Sil
  2. ilk bölümden hemen yorum yazmak istememiştim. şimdi yazıyorum işte: bu hikayeden ciddi beklentilerim var. kartozu'muzun tarzında, tıpkı izlediği filmler gibi insanın içini parçalayacak bir şeyler, belki de mutsuz bir son. zararı yok. sen yaz yeter, biz okuruz be kartozu.
    edebiyattan falan anlamam ama ben çok beğendim. umarım devamını getirirsin de okuruz. sana da mavi bayramlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yorumu yazıldıktan üç gün sonra görmek ne acıdır. Çok teşekkür ederim efendim. Siz okudukça yazacağım. Çok maviledin beni. ^^

      Sil
  3. Böümün en son kısmında kalbim tekledi sanırım iyi değilim..ahahaha :D Çok güzel yazmışsın çok beğendim ama üzgünüm uzun bir yorum yazamayacağım, çünkü bir an önce sıradaki bölüme geçmekle meşgulüm, çok heyecanlı akşljfds

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ehehe seni bu kadar bağlayabildiğime çoook sevindim ya ^^

      Sil