Kartozlarının Yere Düşerken Çıkardığı Sesler

5 Ekim 2013 Cumartesi

Mavi Kartozu'nun Kalemi: Siyah Limon #1

Dertler, hayat evinin pencelerine çekilen siyah perdeler gibidir. Benim evime yıllardır hiç güneş ışığı girmedi. Dert perdelerinin bir insanın tek başına yırtamayacağı kadar kalın olması ne kadar üzücüyse, kimseyi yormamak için karanlıkta yaşamayı seçmek de o kadar aptalca olsa gerek. Ben aptallığı seçtim. Başka bir aptal gelip beni o evden çıkarana kadar...

11 Şubat 2013
"Emin misin yavrum? Seninle gelmem daha iyi olmaz mı?"
Annem uykulu halimle cevaplarımdaki tutarlılığı koruyup koruyamayacağımı test etmek istercesine neredeyse bir milyonuncu kez aynı soruyu soruyordu. Ses tonu hala ilkindeki kadar endişeli ve şüpheliydi.
"Anne. Lütfen ama," diye homurdandım. "Bir şey olmayacağını sen de biliyorsun."
Biliyordu, elbette. Ama bildiği şey bir şey olma ihtimalinin çok yüksek olduğuydu. Yine de pes etti, bunu yapmaktan başka çaresi yoktu.
Yavrusunu ilk kez kendi başına uçmaya gönderen bir anne kuş ürkekliğiyle yanağıma bir öpücük kondurdu çıkarken. "Arayacaksın, değil mi?"
"Arayacağım."
"Aramayan?"
"Ölsün anne, oldu mu?"
"Ağzını hayra aç kızım! Deli etme insanı!"
Korkuyordu, biliyorum. Yıllardır hep korktuğu gibi... Belki de bu yüzden benim korkularımı yoksayıyordu. Farkında değildi, ama kapıdan çıkarken bacaklarım titriyordu. Bilmiyordu, ellerim hava yüzünden değil gerginlikten buz gibiydi. Yine de söyleyemiyordum işte. Çünkü öğrenseydi acısından kendini öldürürdü. Oysa benim onun yoksaymalarına ihtiyacım vardı, vızıltılarına da.

O gün okul yılının ikinci döneminin ilk günüydü ve ben yeni bir okula gidecektim. Hava dikkatimi dağıtacak kadar soğuktu, gökyüzünün yeni uyanan ışıklarının arasından usul usul kartozları süzülüyordu. Ellerimi kırmızı kabanımın ceplerine sokarak, gözlerimin bağımlılar gibi titreyişimi görmesine engel oldum.
Metro istasyonuna o sabah ilk kez geliyordum. Ama tek bir bakışta tüm kaçış yollarını görebilmiştim; bunu kontrol etmek bir buçuk yıllık yaşanmışlığın getirdiği ufak bir alışkanlıktı.
Tüm o kalabalığın içine hiç tereddüt etmeden karıştım. Özellikle grup halinde duran insanların arasından geçiyor, bir bukalemun gibi kamufle olmaya çalışıyordum. Duvarda asılı duran güzergah tabelasının önünde durdum. Parmaklarımın ucunda birkaç adım geri çekilerek incelemeye başladım. Öncelikle gideceğim yönün tam tersi istikamete hareket eden metroya binmeliydim. Sabit durmayan her şey ani kaçışlar için mükemmeldi ve evden dışarı adım attığımdan beri peşimde dolaşan adamı atlatmak adına tek şansım buydu.
Evet, biri beni takip ediyordu. Çirkin bir takım elbise giymişti, -bu bile ondan kurtulmak istememin başlıca sebebi olabilirdi- sarı saçları çenesine kadar geliyordu, kulağının arkasında yalnıza görsellik olsun diye bir sigara kıstırılmıştı. Sigara içmediğini biliyordum. Çünkü bir keresinde ben hüngür hüngür ağlarken sohbet etme gereği duymuş ve anlatmıştı; bunun kendisini daha kaba gösterdiğini söylemişti. Kaba olmaktan hoşlanan adamlar beni takip ediyordu.
Nereye gittiğinden emin olmadığım metroya binerken uzun saçlı adam hemen yandaki kapıdan girdi içeri. Benden başka kimse onun beni takip ettiğini fark edemezdi, bana bakmıyordu bile. Gerçi bir sonraki adımımı nereye atacağıma dair çok isabetli tahminleri olduğuna bahse girebilirdim.
Öğrencilerin yoğunlukta bulunduğu bir grup insanın arasına daldım. Üniformasının eteği benimkine benzeyen bir kızın yanına iliştim. Şans benden yana gibiydi, elbette aceleci karar verilmemeliydi.
Gözlerimi adamın üstüne diktim, kendimi Afrikalı çocuğun ölmesini bekleyen bir akbaba gibi hissediyordum. O da bakışlarımın farkındaydı, ama Afrikalı çocuk rolünü oynadığı için akbabayı yiyebileceğini belli etmemesi gerekiyordu. Bakışları benden başka her noktada gezindi.
Aklımdaki plana göre dikkatinin dağılmasını beklemeliydim. Sonra metro duracaktı ve ben de kapılar kapanmaya başlayana kadar bekleyecektim. Onu içerde bırakıp kaçabilirdim, bunu daha önce otobüste yapmıştım.
Uzun saçlı adamın görüş alanına birdenbire afet gibi bir kadın girdi. Eteği kalçalarının hemen altında bitiyordu ve göğüs dekoltesi de hatırı sayılır şekilde dikkat çekiciydi. Haliyle içerideki her adamın dikkati o kadındaydı. Bugün şansım gerçekten yaver gidiyordu anlaşılan.
Metro durduğunda inmek için kapıya ilerleyen bir genç, kadına bilerek çarptı. Göğüslerinin o anki sallanışını görmeliydiniz: Kumsala göğüs şekilli taşlar ve kocaman harflerle "yardım" yazılmış gibiydi. Artık yalnızca erkekler değil, uyuklamayan bütün kadınlar da ona bakıyordu.
Her şey tasarladığım senaryoya göre gidiyordu, sözlerim ana yazar tarafından duyuluyor olmalıydı. Kapılar tam kapanırken önce çantamı, sonra ince bedenimin bana kazandırdığı esneklikle kendimi dışarı attım. Dizlerimin üstüne çökerken metrodaki uzun saçlı adamla göz göze geldik. Bu onu 21. atlatışımdı, artık şaşırmıyordu bile.
Eteğimi silkip, çorabımın kaçıp kaçmadığını kontrol ettim. Sapasağlamdım ve... Kurtulmuştum. İçimden sessiz zafer naraları atarak ayaklandım. Şimdi okuluma gidebilirdim, hayatımın en güvenli parçalarından birine.
Güzergah tabelasına doğru yaklaşıp hangi yöne gideceğime baktım. Bir yandan da telefonda annemin numarasını tuşluyordum. Yüzümde engel olamadığım salakça bir gülümseme vardı.
Fakat biliyorsunuz, gülümsemeler kısa sürer. Genellikle çok, ama çok kısa.
Kuvvetli bir el kolumdan tutup beni sürüklemeye başladı, gülümsememe konan son fırça darbesi buydu. Sıradaki tuvalde endişe vardı. 
Debelenmemeye çalıştım. Hırçınlaşırsam ya da dikkat çekersem canımı yakmaya kalkarlardı.
"İpek Hanım, yolunuzu kaybettiniz sanırım. Yanlış istasyonda indiniz, büyük bir hata," diye mırıldandı beni çeken adam.
"Hata yaptım," diye fısıldadım. Gözümden bir damla yaş süzüldü. "Yaşamayı seçmekle hata yaptım."


Ekim 2011

Benim babam yok. Yani kanatlarım...
Hatıralarımı beynime kazımaya başlar başlamaz kaybetmişiz onu. Yani yüzü yok, olmayan babamın. Sadece elleri, saçları ve sesi var. Bir insanı zihninde oluşturabilmek için yeterli değil bu özellikler, olmayan biri için bile.
Dokunmayı çok sevdiğini biliyorum ama. Her fırsatta ellerimi tutar; yüzümü, saçlarımı, arada bir de uyumadan önce ayaklarımı okşardı. Sertti elleri. Demir gibi. Yine de hiç rahatsız etmezdi.
Birkaç kez saçlarını yıkamıştım onun. Dalgalı, simsiyah, gür saçları vardı. Limonlu ve vanilyalı bir kek gibi kokardı. Sabunlarımız limonluydu galiba o zamanlar. O saçlarını yıkarken kapıda durup izlememin sebebiydi bu koku. Beni izlerken yakalayıp yardım etmemi istemişti. Bu olaydan sonra ölene kadar ben yıkadım saçlarını, çok kısa bir süre için yani. Benim de ellerim limonlu-vanilyalı kek gibi kokar mıydı bilmiyorum, ama öyleyse bile kokular çok çabuk uçup gidiyor olmalıydı.
Hatırladığım diğer şey de saçlarını yıkarken şarkı söylediğiydi. Her seferinde aynı şarkıyı: Ele Güne Karşı. Kalın, yüksek sesinden asla beklenmeyecek kadar iyi gelirdi kulağa. Beni neşelendirmek için şirinlikler yapar, "Dünya bir yana, sen bir yana" derken bacaklarımı çimdiklerdi.
Babamı sevdiğimi hatırlıyorum.
Ama öldükten sonra, ondan nefret etmeye başladım. Çünkü artık ismim İpek değildi. "Rahmetli Süleyman'ın kızı" olmuştum. Her yerde sessiz, ezik, pasif olmak zorundaymışım gibi bakıyorlardı bana. Sesim azıcık yükselse, çocukluğun en doğal hakkı olan şımarıklığı birazcık kullanmaya kalksam; diğer çocuklardan daha çok ayıplanıyordum. Sonra annem suçlanıyordu, demediklerini bırakmıyorlardı. Annem sesini çıkarmayarak dulluk görevini yerine getirdiğini sanıyordu. Herkes bize diklenebiliyordu, ama biz onlara başımı kaldırıp bakamıyorduk bile.
Tüm bunların suçlusu babamdı.
Ölmekle kolaya kaçmıştı işte.
Kelimelerimi dikkatli seçmek, sessiz olmak zorundaydım ben. Onun yüzünden!
Kendime kendime hırçınlaştım. Derimin altında dışarı çıkacağı zamanı bekliyordu atılgan ruhum.
İşte o bereketli zaman, o yeni dünya, sil baştan fırsatı liseye başlarken elime geçti.
Mükemmel notlarla, çok seçkin bir okula girmeyi başarmıştım. Hatta zengin bir iş adamı burs verdiği öğrencilerin arasına beni de katmak için teklif bile göndermişti. Annemin ısrarları üzerine bu teklifi kabul etmek durumunda kaldım.
Lisenin ilk iki ayı tek kelimeyle kusursuzdu. Sınıf başkanı bile olmuştum. Hayatımın sessiz geçen on yılını bu değerli ünvanla kotarmış gibi hissediyordum. İdeal bir öğrenci, eşi bulunmaz bir arkadaştım. Popüler olmuştum. Başım uzun zamandan beri ilk kez dikti.
Her şey ikinci ay, bursumun normal miktarından iki kat fazla gelmesiyle alt üst oldu. Annemle üç gün düşündükten sonra parayı iade etmeye karar verdi. Başka bir öğrencinin harçlığının ben de olduğu düşüncesi beni gerçekten üzüyordu.
O gün Pazartesiydi. Ne kadar unutmak istesem de asla unutamıyorum.
Okuldan yarım günlüğüne izin almış; formam üzerimde, para çantamda bana burs veren adamın şirketine gitmiştim. Muhasebedeki çalışanlardan biriyle bir yanlışlık olup olmadığı konusunda uzun ve sıkıcı bir tartışma süreci yaşadık. Ben para zarfını önüne doğru ittirdikçe, o gerisingeri bana uzatıyordu. Olay zaman geçtikçe içinden çıkılamaz bir hal aldı. Muhasebe bölümünün en yetkili kişisine danışmak da bir çözüm getirmemişti. Sonunda dayanamayıp bana bu parayı veren insanla görüşmek istediğimi söyledim. O kadar bıkmışlardı ki tereddüt bile etmediler. Beni kocaman, siyah bir kapının önüne götürüp bıraktılar. Tabii, bunun için iki tane sekretere yalvarmam gerekmişti.
Nefesimi tutup içeri girdiğimde ilk dikkatimi çeken şey adamla aramızdaki boy farkının ancak bir sandalyeye çıkarsam kapanacağı oldu. İkinci olarak da odanın çok basık ve kasvetli olduğu düşüncesi içime bir sıkıntı dolmasına sebep oldu, yani o zaman sıkıntının sebebini o sanmıştım. Öyle olmadığını öğrenmek uzun zaman aldı.
Telefon görüşmesini bitirene kadar ayakta beklemek zorunda kaldım. Beni fark etmediğini düşünmüştüm ama telefonu kapatır kapatmaz bana döndü.
Bana maddi destek sağlayan bu adama gülümsemeye çalıştım. Yapamadım. Çünkü bakışlarımız birbirine değdiği anda hızlı adımlarla bana doğru ilerlemeye başladı, bacakları o kadar uzundu ki bu çok kısa sürdü. Hemen dibimde durdu, ayakkabılarımız birbirine değiyordu.
Hiç çekinmeden sol elimi yakalayıp avuçlarının arasına aldı.
"Adın ne?" diye fısıldadı yüzüme doğru. Nefesi yüzümü yalayıp geçti.
Kaçmak istedim, yanlış bir şeyler olduğunu hissettim. Ama yapamadım. Çakılıp kalmıştım.
"İ- İpek... Adım İpek." Hiç çekinmeden yüzündeki çizgilere bakıyordum. Annemle aynı yaşlarda olmalıydı, hiç yaşlanmayan bir Kazanova gibi davransa da...
"Seni görmek ne güzel İpek. Benim adım da Atıf Kılıçağ."
"Sizi tanıyorum," diye mırıldandım bunu bilmemesine şaşırarak.
"Öyle mi? Nereden?"
"Bana... Bana burs veriyorsunuz."
Sanırım fark etmişti yaptığı şeyin ne kadar garip olduğunu. Elimi bırakıp bir adım geri gitti.
"Seni buraya hangi rüzgar attı İpek?" dedi bozuntuya vermeden. Odanın sol köşesinde duran masayı işaret etti.
Rahatsız olmuştum. Hiç gelmemiş olmayı diledim içimden.
Bursumun fazla geldiğini anlatırken, üzerini karalamaya çalıştığı yüz ifadesini hiç beğenmemiştim. İçimden bir ses "Buraya kadar," dedi. "Senin hakkın iki aydı. Bir yetim için fazla bile!"

Atıf Kılıçağ.
Hayatımın genetiğiyle oynayan adam.
Kimsenin düşmek istemeyeceği bir rezilliğe sürükleyivermişti beni.
İşe yaramayan taş kalbinin bana aşık olduğunu iddia ederek hayatımı zindana çevirmişti.
Kendi kendime çırpınmaktan başka seçenek bırakmamıştı bana. Onun kollarına koşmayı seçenek olarak görmüyordum bile.
Oysa... Ben yalnızca kimsenin hakkını yememek için, iyilik yapmak için gitmiştim oraya. Kaş yaparken göz çıkarmıştım.
Herkesin dikkatle kullanmam gerektiğini söylediği gençlik yıllarımı farkında olmadan en yanlış kişiye vermiştim.
Ancak, elbette kalbim hala bana aitti. Korktuğum şeyse bir gün onu da en yanlış kişiye vermekti.


Mavinot: "İnternet senin, atış serbest" sözleriyle cezbedilmiş olup bindim bir alamete efendim. Ne kadar eleştiri, o kadar mavilik diyorum ve mikrofonu sizlere bırakıyorum. :)

10 yorum:

  1. Bir amatör için hiç de fena değil doğrusu ;)

    YanıtlaSil
  2. Mavi kaleminden çıkan mavi bir hikaye. Güzel bir başlangıç oldu. Tabi senden çok şey bekliyorum eminim ki gittikçe daha güzel olacak yeni bölümler. Sakın yarım falan bırakma,yapışırım yakana :D Bu arada istediğin kadar atabilirsin ben okurum

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mavi teşekkürler Deliciim! Tehdidi de iliklerime kadar hissettiğime göre devam edebilirim. :P

      Sil
  3. iyi ki de demişim "internet senin, atış serbest" diye. doğrusu bu kadarını beklemiyordum. merakla oturup yeni bölümlerin yolunu gözleyeceğiz artık. bakalım bizim işadamı neler yapacak? ha şuraya yazıyorum, masmavi olacak bu hikaye.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok maviledi bu yorum beni. Biz de yorumların yolunu gözlüyoruz efendim. Teşekkürler. ^^

      Sil
  4. cok mavi bir ilk bolum olmus. cok iyisin unnim.

    YanıtlaSil
  5. Yıl 2015 ve ben bu hikayeye yeni başlıyorum. :D Kendimi bir animenin içindeymiş gibi hissettim. Güzel bir başlangıç. Haydi bakalım. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim umarım devamını da başlangıcı kadar güzel bulursun ^^

      Sil